hacc ı mebrur e giden yol (reyyan)

HACC-I MEBRÛR''E GİDEN YOL
Şüphesiz ki, insanlar için ilk kurulan ev, Mekke'deki o çok mübârek ve âlemler için hidayet olan Beyt-i Muazzama'dır. Orada, apaçık nişaneler, (ayrıca) İbrahim'in makamı vardır. Oraya giren emniyette olur. Yoluna gücü yetenlerin (hacca gidip gelmeye muktedir olanların) Kâbe'yi haccetmesi, Allah'ın insanlar üzerinde bir hakkıdır (farzdır). Kim inkar ederse (küfreder ve haccı terk ederse) bilmelidir ki, Allah Teâlâ bütün âlemlerden (her şeyden) müstağnîdir."(1)


Hac: Cenâb-ı Hakk'ın âyet-i kerimede bildirdiği üzere, bu güzel ibadeti yerine getirmeye yol ve imkan bulan müminlere açılan bir af ve mağfiret sofrasıdır. Dünyanın her bir cihetinden gelen Müslümanların, Hazreti Allah'tan bir rahmete ve mağfirete koşuştuğu ilâhî bir yolculuk ki, o güzel mekana girerken önde Muhtâru'l-Beşer Hazreti Rasûl-i Kibriya ve O'nun sadık takipçileri ashâb-ı güzîn efendilerimiz ve asırlar boyu onları takip eden sâlih insanların gönüllerinde taşıdıkları ulvî duygularla hakkın rızasına yaptıkları kutlu bir yolculuktur.

Bu âlemin yegâne mâliki olan Hazreti Allah'a, Habîbullâh vasfıyla ülfet bulan ve o beldenin her bir karışında güzel Peygamberimiz'in ayak izlerinin hissedildiği Belde-i Emîn...

Sümeyye ve Yâsirlerin, İslâm'ın ilk şehitleri olarak, Allah adına kanlarının döküldüğü cefa yurdu

Peygamber aşıklarının, kırbaçlar altında ve kızgın kumlar üzerinde, üzerlerine konan kocaman kayaların altında, "Ehad! Ehad!" sesleri ve iniltilerinin yükseldiği, îmanın kuvvetinin gönüllerde abideleştiği İslâm beldesi...

Cenâb-ı Hakk'ın Seçilmiş Elçisi secdede iken, üzerine atılan deve işkembelerini Hazreti Fâtıma'nın göz yaşlarıyla temizlediği, en yakınları tarafından, geçeceği yollara dikenlerin serildiği, üç yıl boyunca bir mahallede muhasara edilip aç ve susuz bırakıldığı, kendilerine gelen rahmetin kadrini bilmeyip de taşlarla eziyet verildiği, Cenâb-ı Hakk'ın emriyle Mekke'den ayrılırken: "Sen ne hoş ve bana ne kadar sevimli bir beldesin! Ey gözümün nuru Mekke! Eğer kavmim tarafından çıkarılmamış olsaydım, seni asla bırakmazdım ve senden başkasında da sükûn bulmazdım (yerleşmezdim)."(2) buyurarak yüreğindeki hasrete rağmen hicrete mecbur kaldığı Mekke... İşte tüm bu ibret tablolarının yaşandığı kadri yüce mekan...

Allah'ın hac emrini, ilelebet kaim kılmak için, Rasûlullah (s.a.v.) ve sahabe-i güzîn efendilerimizin bu hususta çekmiş oldukları zahmetler... Müminlerin gönüllerinde derin izler bırakan bu zahmetlerden her birinin, şu an Kâbe'ye bakarken içimizde canlandırdığı hatırât... Ve buraya kavuşmanın hususî hamd ve şükrü gerektirdiği nice hikmetli sebepler ve kalbimizde duyduğumuz sevinç...

Kâbe-yi Muazzama'yı gördükleri zaman gözlerden dökülen yaşlar ise, ilâhî rahmetin müminler üzerine inzalinin bir işareti... Allâh'u Azîmüşşân'ın, bu nimeti kendilerine açtığı müminlerin, hususi olarak hamd ve şükretmesi gereken ilâhî bir manzara...

Rabbimize hamd olsun ki, bütün dünya Müslümanlarını ilgilendiren, İslâm'ın beş esasından biri olan hac ibadetinin icra edildiği hac mevsimine girmiş bulunuyoruz. Bütün ibadetlerde olduğu üzere, hac ibadetinden de hakkıyla istifade edebilmek için, onu Fahr-i Kâinat (s.a.v.) ve güzel ashabı gibi ifa etmek gerekir. İbadetlerden maksadı iyi kavramak ve onları edeple tezyin etmek, kalben sürekli teyakkuz halinde olmak ve ihlâsla sünnetlere yapışmak, ibadetlerimizi Hak katında makbul kılan esaslardandır. Yukarıda önemini ifade etmeye çalıştığımız kutsal beldelerde hac ve umre gibi ibadetler için bulunduğumuz zaman içerisinde, gereğince istifade edebilmek için, aşağıda değineceğimiz noksanlıkları iyi tanıyıp onlardan kaçınmalı ve istifade yollarını öğrenip onlarla iştigal etmeliyiz.

Rasûl-i Zişan Efendimiz ve ashabının gayretleriyle şeytanın ve nefsin Belde-i Emin'de insanlar üzerindeki nüfuzları kırılmıştır. Kalbinde Allah ve Habîbi'ne yakınlık ülfetini ve güzelliklerini yaşayamayan insanlar da, farkında olmadan yanlış ahlâkları sebebiyle şeytanın ve nefsin kırılan bu nüfuzlarını yeniden canlandırmaktadır. Hacc, zahirî ve batınî vasıfları ile beraber yerine getirilmediği zaman, haccın ruhları tasfiye, nefisleri tezkiye eden özelliklerinden istifade edilememiş olur. Bu da haccın, gaflet ile yapıldığını ve mahiyetinden de bîhaber olunduğunu izhar etmektedir.

Her ibadetin karşılığında, bire yüz bin sevap verileceği vaat edilen Mescid-i Haram'da olduğu halde, kimi insanlar tembellik sebebiyle, nefsî rehavetin ağırlığından, bulunduğu mekandan Mescid-i Haram'a gitmemekte ve namazlarını otel köşelerinde kılmakta, otel odalarını Allah'ın mescidine tercih etmektedir. Alacağı her bir bez parçası için satıcılarla saatlerce münakaşa yaparak, bir kaç riyal daha ucuza alabilmeyi kendisine kazanç kabul ederken, bir vakit namazını bile Mescid-i Haram'ın dışında kılmakla kaybettiği nimetin büyüklüğünden habersiz olan nice insanlar vardır.

Halbuki Hazreti Allah (c.c.), Beytullâh'a gelen bütün insanlara indirdiği 120 rahmetten, sadece tavaf edeni ve namaz kılanı değil, orada oturup da Kâbe'yi tefekkürle temaşa eden kulunu da nasiplendirmektedir. Mescid-i Haram'da bu rahmet her an bu şekilde taksim edilirken, vaktini ibadetten yoksun, kalbini istifadeden uzaklaştıran mâlâyanî (boş ve faydasız) işlerle meşgul edip de, orada bulunduğumuz sınırlı zamanı heba etmemek gerekmektedir.

Beytullâh'a giden hacı kardeşlerimiz bu münasebetle, bütün vakit namazlarını Mescid-i Haram'da kılmaya gayret etmelidir. Özellikle tavaf esnasında boş konuşmalardan uzak kalıp zikir ve dua ile meşgul olmalı, tartışma ve kavga kabilinden olan her şeyden uzak kalmalıdır. Beşerî ihtiyaçlarını giderme maksadının dışında, yani ibadet ve tâatten iştiyak duyabilmek için bedeni, zinde tutacak zorunlu istirahatın dışında, geriye kalan vakti, Mekke'de Mescid-i Haram'da, Medine'de de aynı şekilde Mescid-i Nebevî'de ibadet ve taat üzere geçirmeye gayret etmelidir. Yine bu kutsal mekanlarda, namaz kıldığımız ve Kur'ân okuduğumuz zamanların dışında da Cenâb-ı Hakk'ın isimlerini tesbih edip, dilimizi ve gönlümüzü Allah'ın zikri ile meşgul etmeli, Rasûl-i Ekrem Efendimize de bol bol salâvat-ı şerîfeler okumalıyız.

Hacca giden bütün müminler aynı zamanda, Peygamber (s.a.v.) Efendimizin metfun bulunduğu Medine-i Münevvere'ye giderek, "Beni vefatımdan sonra ziyaret edenler, hayatımda ziyaret etmiş gibidir."(3) hadis-i şerifi gereğince, Efendimiz (s.a.v.)'i ziyaret etmektedirler. Rasûlullah Efendimizin mescidinde de yukarıda zikrettiğimiz hususlara hassasiyetle riayet edilmelidir. Unutulmamalı ki bu ziyaret vesilesi ile, miraçla Hazreti Allah'ın huzuruna davet edilen On Sekiz Bin Âlemin Fahri Rasûl-i Kibya Efendimizin huzuruna çıkılmaktadır.

Rasûl-i Zîşân Efendimizi sağlığında ziyaret eden bir mümin, onun huzurunda olmaktan daha kıymetli bir zaman ve mekan bulamayacağı gibi, "Beni vefatımdan sonra ziyaret edenler, hayatımda ziyaret etmiş gibi olur." hadisince, şu an onun huzurunda olmaktan daha kıymetli bir zaman ve mekan da bulamaz. Peygamber Efendimizin huzurunda edep ve huşu ile durmakla, bir mümin çok yüksek nimetlere kavuşur. Edepten uzak ziyaretler, bu nimetlerin kaybedilmesine, hatta yapılan ibadetlerin de heba olmasına sebep olur. Zira Cenâb-ı Zülcelâl Hazretleri Kurân-ı Mecîd'inde, Habîb'inin huzurunda edepte kusur edeni, şu âyet-i kerîmesinde, 'bütün amellerini boşa çıkartmakla' ikaz etmektedir: "Ey îman edenler! Seslerinizi Peygamber'in sesinin üzerine yükseltmeyin. Birbirinize bağırdığınız gibi, Peygamber'e yüksek sesle seslenmeyin (çağırmayın); yoksa siz farkına varmadan amelleriniz boşa gidiverir."(4) Peygamber Efendimizin 'amca zadesi', akrabası Saad bin Ebî Vakkas (r.a.), "Biz edebimizden dolayı, Rasûlullah Efendimizin yüzüne doya doya bakamazdık" sözüyle Rasûlullah Efendimizin huzurunda olmanın edebini ve kıymetini bizlere alıştırmakta ve öğretmektedirler.



Muzaffer YALÇIN


R_E_Y_YA_N
 
Üst