Ana sayfa
Forumlar
Yeni mesajlar
Forumlarda ara
Blog
Neler yeni
Yeni mesajlar
Son aktiviteler
Giriş yap
Kayıt ol
Neler yeni
Ara
Ara
Sadece başlıkları ara
Kullanıcı:
Yeni mesajlar
Forumlarda ara
Menü
Giriş yap
Kayıt ol
Install the app
Yükle
Forumlar
İslamiyet
İslam Akaidi ve Fıkıh
Memba
Feraset
JavaScript devre dışı. Daha iyi bir deneyim için, önce lütfen tarayıcınızda JavaScript'i etkinleştirin.
Çok eski bir web tarayıcısı kullanıyorsunuz. Bu veya diğer siteleri görüntülemekte sorunlar yaşayabilirsiniz..
Tarayıcınızı güncellemeli veya
alternatif bir tarayıcı
kullanmalısınız.
Konuya cevap cer
Mesaj
<blockquote data-quote="mihrimah" data-source="post: 83469" data-attributes="member: 656"><p><strong><span style="font-family: 'Tahoma'">R</span><span style="font-family: 'Tahoma'">İSALE...</span></strong></p><p><strong><span style="font-family: 'Tahoma'">FERASET VE RÜYA-I SADIKA</span></strong></p><p><strong></strong><span style="font-family: 'Tahoma'">Rü'ya-yı sâdıka, hiss-i kablelvukuun fazla inkişafıdır. Hiss-i kablelvuku ise, herkeste cüz'î-küllî vardır. Hattâ hayvanlarda dahi vardır. Hattâ bir zaman ben, bu hiss-i kalbelvukuu, zâhirî ve bâtınî meşhur duygulara ilâve olarak, insanda ve hayvanda "sâika" ve "şâika" namıyla aynı "sâmia" ve "bâsıra" gibi iki hiss-i âheri ilmen bulmuştum. Ehl-i dalalet ve ehl-i felsefe, o gayr-ı meşhur hislere; -hata ederek- ahmakçasına "sevk-i tabiî" diyorlar. Hâşâ sevk-i tabiî değil, belki bir nevi ilham-ı fıtrî olarak insan ve hayvanı kader-i İlâhî sevkediyor. Meselâ: Kedi gibi bazı hayvan; gözü kör olduğu vakit, o sevk-i kaderî ile gider, gözüne ilâç olan bir otu bulur, gözüne sürer, iyi olur.</span></p><p><span style="font-family: 'Tahoma'">Hem rûy-i zeminin sıhhiye memurları hükmünde ve bedevî hayvanatın cenazelerini kaldırmakla muvazzaf kartal gibi âkilüllahm kuşlara bir günlük mesafeden bir hayvan cenazesinin vücudu, o sevk-i kaderî ile ve o hiss-i kablelvuku ilhamıyla ve o sâika-i İlâhî ile bildirilir ve bulurlar.</span></p><p><span style="font-family: 'Tahoma'">Hem yeni dünyaya gelmiş bir arı yavrusu; yaşı bir gün iken, havada bir günlük mesafeye gider, havada izini kaybetmeyerek, o sevk-i kaderî ile ve o sâika ilhamıyla döner, yuvasına girer. Hattâ herkesin başında çok defa tekerrür ediyor ki, birisinden bahsediyorken, âni kapı açılarak tahminin fevkınde aynı adam gelir. Hattâ Kürdce durûb-u emsaldendir: Yani: "Kurdun bahsini ettiğin zaman topuzu hazırla, vur; çünki kurt geliyor." Demek bir hiss-i kablelvuku ile, latife-i Rabbaniye icmalen o adamın gelmesini hisseder. Fakat aklın şuuru ihata etmediği için; kasden değil, ihtiyarsız olarak bahsetmeye sevkeder. Ehl-i feraset bazan kerâmet gibi geldiğini beyan eder. Hattâ bir zaman bende şu nevi hassasiyet fazla idi. Bu hali bir düstur içine almak istedim, fakat yakıştıramadım ve yapamadım. Fakat ehl-i salahatta ve bahusus ehl-i velayette bu hiss-i kablelvuku fazla inkişaf eder, kerâmetkârane âsârını gösterir.</span></p><p><span style="font-family: 'Tahoma'">İşte umum avam için dahi bir nevi velayete mazhariyet var ki, rü'ya-yı sâdıkada, evliya gibi, gaybî ve istikbalî olan şeyleri görüyorlar. Evet uyku nasılki avam için rü'ya-yı sâdıka cihetinde bir mertebe-i velayet hükmündedir; öyle de umum için, gayet güzel ve muhteşem bir sinema-i Rabbaniyenin seyrangâhıdır. Fakat güzel ahlâklı güzel düşünür. Güzel düşünen, güzel levhaları görür. Fena ahlâklı fena düşündüğünden, fena levhaları görür. Hem herkes için, âlem-i şehadet içinde, âlem-i gayba bakan bir penceredir. Hem mukayyed ve fâni insanlar için, saha-i ıtlak bir meydan ve bir nevi bekaya mazhar ve mazi ve müstakbel, hal hükmünde bir temaşagâhtır. Hem tekâlif-i hayatiye altında ezilen ve meşakkat çeken zîruhların istirahatgâhıdır.</span></p><p><strong><span style="font-family: 'Tahoma'">VAHİY VE FERASET</span></strong></p><p><strong></strong><span style="font-family: 'Tahoma'">Vahiy iki kısımdır:</span></p><p><span style="font-family: 'Tahoma'">Biri: "Vahy-i sarihî"dir ki, Resul-i Ekrem Aleyhissalâtü Vesselâm onda sırf bir tercümandır, mübelliğdir, müdahalesi yoktur. Kur'an ve bazı ehadîs-i kudsiye gibi... </span></p><p><span style="font-family: 'Tahoma'">İkinci Kısım: "Vahy-i zımnî"dir. Şu kısmın mücmel ve hülâsası, vahye ve ilhama istinad eder; fakat tafsilâtı ve tasviratı, Resul-i Ekrem Aleyhissalâtü Vesselâm'a aittir. O vahiyden gelen mücmel hâdiseyi tafsil ve tasvirde, Zât-ı Ahmediye Aleyhissalâtü Vesselâm bazan yine ilhama, ya vahye istinad edip beyan eder veyahut kendi ferasetiyle beyan eder. Ve kendi içtihadıyla yaptığı tafsilât ve tasviratı, ya vazife-i risalet noktasında ulvî kuvve-i kudsiye ile beyan eder veyahut örf ve âdet ve efkâr-ı âmme seviyesine göre, beşeriyeti noktasında beyan eder.</span></p><p><span style="font-family: 'Tahoma'">İşte her hadîste bütün tafsilâtına, vahy-i mahz noktasıyla bakılmaz. Beşeriyetin muktezası olan efkâr ve muamelâtında, risaletin ulvî âsârı aranılmaz. Mâdem bazı hâdiseler mücmel olarak mutlak bir surette ona vahyen gelir, o da kendi ferasetiyle ve tearüf-ü umumî cihetiyle tasvir eder. Şu tasvirdeki müteşabihata ve müşkilâta bazan tefsir lâzım geliyor, hattâ tabir lâzım geliyor. Çünki bazı hakikatlar var ki, temsil ile fehme takrib edilir. Nasılki bir vakit huzur-u Nebevîde derince bir gürültü işitildi. Ferman etti ki:</span></p><p><span style="font-family: 'Tahoma'">"Şu gürültü, yetmiş senedir yuvarlanıp, şimdi Cehennem'in dibine düşmüş bir taşın gürültüsüdür." Bir saat sonra cevab geldi ki: "Yetmiş yaşına giren meşhur bir münafık ölüp, Cehennem'e gitti." Zât-ı Ahmediye Aleyhissalâtü Vesselâm'ın belîğ bir temsil ile beyan ettiği hâdisenin tevilini gösterdi.</span></p><p><strong><span style="font-family: 'Tahoma'">NÜKTELER...</span></strong></p><p><strong><span style="font-family: 'Tahoma'"></span><span style="font-family: 'Tahoma'">DİLENCİ KILIĞINA GİREN PADİŞAH</span></strong></p><p><strong></strong><span style="font-family: 'Tahoma'">Bir gün Sultan Dördüncü Murad'a gelip, subaşılardan (polis) birinin halktan rüşvet aldığını, bildirdiler.</span></p><p><span style="font-family: 'Tahoma'">Padişah hemen bir müfettiş görevlendirdi ve şikâyeti araştırmasını emretti. Müfettiş tam bir ay adamı takip ettiği halde suçüstü yakalayamadı. Gelip durumu Padişah'a arzetti:</span></p><p><span style="font-family: 'Tahoma'">— Padişahım, zannedersem halk yanılıyor, şikâyet edilen subaşının rüşvet aldığına dair bir işarete rastlamadım.</span></p><p><span style="font-family: 'Tahoma'">Padişah kaşlarını çattı:</span></p><p><span style="font-family: 'Tahoma'">— Benim halkım yanılmaz, dedi, ama sende feraset yoktur.</span></p><p><span style="font-family: 'Tahoma'">— Feraset de ne ola ki Padişahım? Şöyle cevap verdi:</span></p><p><span style="font-family: 'Tahoma'">— Peygamber Efendimiz buyuruyor ki:</span></p><p><span style="font-family: 'Tahoma'">"Mü'minin ferasetinden sakının. Çünkü o Allah'ın nuruyla bakar." Feraset üstün zekâ. üstün kabiliyettir, anlayıştır. Hadi git</span></p><p><span style="font-family: 'Tahoma'">Müfettişi gönderdikten sonra rüşvet aldığı iddia edilen sabasını huzuruna çağırttı. Ona bir kese uzattı.</span></p><p><span style="font-family: 'Tahoma'">— Bunu al, sabah namazında Ayasofya Câmii'ne git, top kandilinin altında seni bekleyen fakire ver.</span></p><p><span style="font-family: 'Tahoma'">Adam keseyi aldı, kuşağının arasına koydu ve izin isteyip Padişahın huzurundan ayrıldı.</span></p><p><span style="font-family: 'Tahoma'">Ve sabah namazında Ayasofya Camii'ne gitti... Padişah'ın söylediği yerde kendisini bekleyen dilenci kılıklı adama keseyi uzattı:</span></p><p><span style="font-family: 'Tahoma'">Adam keseyi aldı.</span></p><p><span style="font-family: 'Tahoma'">— Allah Padişahımıza ve devletimize zeval vermesin, diye dua ederek koynuna attı.</span></p><p><span style="font-family: 'Tahoma'">Subaşı gittikten sonra keseyi koynundan çıkarıp saydı. Yalnızca beş altın vardı.</span></p><p><span style="font-family: 'Tahoma'">Ertesi gün öğle üzeri halk rüşvetçi subaşının padişah tarafından yakalanıp cezalandırıldığı haberiyle bayram ediyordu. Bir belâdan kurtulmuşlardı.</span></p><p><span style="font-family: 'Tahoma'">Müfettiş işi merak etti. Kendisi bir ay peşinde dolaştığı halde adamı yakalayamamıştı da, padişah bir gece içinde bunu nasıl başarmıştı? Huzuruna çıkıp sorunca Padişah:</span></p><p><span style="font-family: 'Tahoma'">— Feraset dediğim budur işte. dedi. Adama verdiğim kesede elli altın vardı. Ama camide bekleyen fakire sadece beş altın verdi. Demek kırk beş altım kendi cebine at-ti. Böylece haram yediği anlaşıldı.</span></p><p><span style="font-family: 'Tahoma'">— Padişahım, kesede beş altın olduğunu nereden bildiniz?</span></p><p><span style="font-family: 'Tahoma'">Dördüncü Murad güldü:</span></p><p><span style="font-family: 'Tahoma'">— Camideki dilenci bendim. Bir suçluyu yakalamak için yapmayacağım yoktur. Çünkü ben Allah'tan korkarım.</span></p><p><span style="font-family: 'Tahoma'">Müfettiş, Padişahın ellerini minnetle öptükten sonra:</span></p><p><span style="font-family: 'Tahoma'">— Ferasetin ne demek olduğunu anladım, diye mırıldandı.</span></p><p><strong> </strong></p><p><strong><span style="font-family: 'Tahoma'">GÜÇ BİR DÂVA NASIL ÇÖZÜMLENDİ</span></strong></p><p><strong></strong><span style="font-family: 'Tahoma'">Süleyman Peygamber en müşkül dâvaları kolayca halleder, güçlük çekmeden çözerdi.</span></p><p><span style="font-family: 'Tahoma'">Bir gün kendisine iki kadın geldi. Yanlarında henüz konuşamayacak kadar küçük bir de çocuk vardı. Biri derdini şöyle anlattı:</span></p><p><span style="font-family: 'Tahoma'">— Ey Allah'ın aziz Peygamberi; ben kırda çalışırken oğlumu beşiğine yatırmış, uyutmuştum. Az sonra şu kadın geldi. Çocuk benimdir diye bağırmaya başladı. Halbuki onun çocuğunu çalılıklar arasından gelen bir kurt kapıp götürmüş. Şimdi benim çocuğuma sahip çıkıyor.</span></p><p><span style="font-family: 'Tahoma'">Süleyman Aleyhisselâm kadını dinledikten sonra ötekine söz verdi. O da şöyle dedi:</span></p><p><span style="font-family: 'Tahoma'">— Ey Allah'ın Resulü, bu kadın yalan söylüyorl Asıl kurdun kaptığı onun çocuğudur. Kalan ise benim yavrumdur. Şimdi o benim yavruma sahip çıkıyor.</span></p><p><span style="font-family: 'Tahoma'">Süleyman Aleyhisselâm her iki kadını da dinlemiş, ikisinin de çocuğa sahip çıktığını anlamıştı. Ne yapacağını düşünüyordu.</span></p><p><span style="font-family: 'Tahoma'">O sırada kadınlardan biri çocuğun bir elinden, öteki de diğer elinden tutmuş bekleşiyorlardı.</span></p><p><span style="font-family: 'Tahoma'">Karar vermek gerçekten güçtü. Fakat o bir peygamberdi. En doğrusunu yapacaktı.</span></p><p><span style="font-family: 'Tahoma'">Nihayet kararını verdi:</span></p><p><span style="font-family: 'Tahoma'">— Bana büyük ve keskin bir kılıç getirin. Adamları istediğini hemen getirdiler. Kılıcı aldı, çocuğa doğrulttu:</span></p><p><span style="font-family: 'Tahoma'">— Mademki çocuğu bölüşemiyorsunuz, ortadan ikiye ayırayım, yansını biriniz, yarısını da diğeriniz alın. Böylece dava halledilmiş olsun?</span></p><p><span style="font-family: 'Tahoma'">Kadının biri hemen razı oldu:</span></p><p><span style="font-family: 'Tahoma'">— Pekiyi, öyle olmasını isterim. Öteki kadın ise feryadı</span></p><p><span style="font-family: 'Tahoma'">bastı:</span></p><p><span style="font-family: 'Tahoma'">— Ey Allah'ın Resulü, buna can mı dayanır! Ben istemiyorum. Çocuk tek onun olsun. Yeter ki ona dokunulmasın.</span></p><p><span style="font-family: 'Tahoma'">Süleyman Aleyhisselâm son sözünü söyledi:</span></p><p><span style="font-family: 'Tahoma'">— Anne bulunmuş, çocuğun kime ait olduğunu bilinmiştir. Alın götürün kıskanç kadını.</span></p><p><span style="font-family: 'Tahoma'">Ve çocuğu ona dokunulmasın diyen kadına verdi.</span></p><p><span style="font-family: 'Tahoma'">Çünkü hiç bir anne çocuğunun ikiye bölünmesine razı olamazdı. Zaten Süleyman Peygamber de böyle bir şey yapmazdı. Ama kadınları sınamak istemişti.</span></p><p><strong><span style="font-family: 'Tahoma'">İSABET</span></strong></p><p><strong></strong><span style="font-family: 'Tahoma'">Ahmet Vefik Paşa'ya:</span></p><p><span style="font-family: 'Tahoma'">- Yaptığınız her işte başarılı, verdiğiniz her kararda isabetli oluyorsunuz. Bunun sebebi nedir? diye sorarlar.</span></p><p><span style="font-family: 'Tahoma'">Paşa cevap verir:</span></p><p><span style="font-family: 'Tahoma'">- Benim işlerimin isabetli olmasının sebebi şudur: Bir işi yapmadan önce İstanbul'daki Rus sefirine danışırım. O ne derse, ben onun tersini yaparım.</span></p><p><span style="font-family: 'Tahoma'">Ne garip bir mantıktır ki, bugün her çareyi ele aleme soruyoruz. İçirdikleri her reçete iflahımızı kesiyor. İyiliğimizi istemeyeceklerini biliyoruz. Ama yine de "Ne buyurursunuz?" diyor, yaranmaya çalışıyor, bel kırıp boyun büküyoruz.</span></p><p><span style="font-family: 'Tahoma'">Bazıları da borazanı onlar adına üflüyor. Her gün "Şok haberlerle karşımıza çıkıyor. Halk, bu, yalanı akşamı bulmayan bezirganlara inanmaya devam ediyor. "Dediklerinin tam tersi doğrudur, ben sözü söyleyene bakarım" diyemiyor.</span></p><p><span style="font-family: 'Tahoma'">Ders alamıyoruz.</span></p><p><strong><span style="font-family: 'Tahoma'">SÖZE KAFİYE KOYMA</span></strong></p><p><strong></strong><span style="font-family: 'Tahoma'">Feraset, gizli bir el tarafından gözlerine sürme çekilmiş talihlilerin eşya ve hâdiselere bakış keyfiyetidir.</span></p><p><span style="font-family: 'Tahoma'">Feraset, düşünme maharetiyle, düşünceye şekil verebilme meziyetini kendinde toplamış kıvrak ve keskin bir zekanın, sahip olduğu ışık ve hararetle gölgeleri 'yıkama ve aynı zamanda başkalarının aydınlık diye seyrettikleri ufuk noktalarının hayat sahnesine akseden yönleriyle nasıl birer koyu gölge olduğunu keşfedip görme ve bilhassa "malum" kabul edildiğinden dolayı, ülfetin karanlık dehlizlerine hapsedilmiş bir çok hakikati, bulundukları yerlerden kurtararak onları yârınların anlaşılıp idrâk edilmesine vesile ve vasıta haline getirme ameliyesidir.</span></p><p><span style="font-family: 'Tahoma'">Feraset, hassasiyettir. İçtimai coğrafyanın iniş ve çıkışını; med ve cezrini, ferasetli insan herkesten evvel hisseder. Ondandır ki, bazan herkesin ortalığı gül-gülistan gördüğü ve kahkahaların tavandan toz düşürdüğü bir devrede o ve onun gibiler boynu bükük goncanın hazin haline göz yaşı döker ve hıçkırıklarını sayha haline getirirler..</span></p><p><span style="font-family: 'Tahoma'">Feraset, söze kafiye koymanın adıdır. Vakıa ve hâdiseler hakkında son sözü, hata payı sadece beşeriyeti hatırlatacak seviyede olmak şartıyla, hep ferasetli insanlar söyler ve sanki olaylar mazide onların dediklerinin istikbalde birer şahidi olmak için yekdiğeriyle yanşa girmişçesine, hızla ve süratle, kader memleketinin mahremiyetinden, kaza diyarın vuzuhuna doğru sökün ederler..</span></p><p><span style="font-family: 'Tahoma'">Feraset, tedbir, demektir; ve ferasetli insan müdebbirdir. Başkaları onu <em>"dağlar gibi sabit" </em>zanneder. Halbuki o, <em>"gökteki bulutlar gibi" </em>en zor anlarda bile, henüz haritası çizilmemiş ışıl ışıl bir hayata, renk cümbüşünün serbest oyunlarının denendiği cömert bir bahara doğru yol alır gider.</span></p><p><strong> </strong></p><p> <strong></strong></p><p><strong><span style="font-family: 'Tahoma'">KUYUMCUNUN CEVABI</span></strong></p><p><strong></strong><span style="font-family: 'Tahoma'">Adamın biri bir kuyumcuya gitti:</span></p><p><span style="font-family: 'Tahoma'">"Bana terazini verir misin altın tartacağım." dedi. Kuyumcu:</span></p><p><span style="font-family: 'Tahoma'">"Bende kalbur yok, sana kalbur veremem." dedi. Adam:</span></p><p><span style="font-family: 'Tahoma'">"Benimle alay mı ediyorsun ben kalbur değil terazi istiyorum." dedi. Kuyumcu bu sefer de:</span></p><p><span style="font-family: 'Tahoma'">"Bende süpürge yok ben sana süpürge veremem." dedi. Adam iyice şaşırdı:</span></p><p><span style="font-family: 'Tahoma'">"Yahu ne süpürgesi ben senden terazi istiyorum." dedi. Bunun üzerine kuyumcu:</span></p><p><span style="font-family: 'Tahoma'">"Babacığım sen yaşlı bir adamsın, altın tozunu teraziyle tartmaya çalışırken ellerin titreyecek altını dökeceksin, döktüğün altınları toplamak için gelip benden süpürge isteyeceksin, daha sonra bu altınları elemek için gelip elek isteyeceksin. Onun için ben sana en son İsteyeceğin şeyi tahmin edip bende elek yok, dedim." dedi.</span></p></blockquote><p></p>
[QUOTE="mihrimah, post: 83469, member: 656"] [B][FONT=Tahoma]R[/FONT][FONT=Tahoma]İSALE...[/FONT] [FONT=Tahoma]FERASET VE RÜYA-I SADIKA[/FONT] [/B][FONT=Tahoma]Rü'ya-yı sâdıka, hiss-i kablelvukuun fazla inkişafıdır. Hiss-i kablelvuku ise, herkeste cüz'î-küllî vardır. Hattâ hayvanlarda dahi vardır. Hattâ bir zaman ben, bu hiss-i kalbelvukuu, zâhirî ve bâtınî meşhur duygulara ilâve olarak, insanda ve hayvanda "sâika" ve "şâika" namıyla aynı "sâmia" ve "bâsıra" gibi iki hiss-i âheri ilmen bulmuştum. Ehl-i dalalet ve ehl-i felsefe, o gayr-ı meşhur hislere; -hata ederek- ahmakçasına "sevk-i tabiî" diyorlar. Hâşâ sevk-i tabiî değil, belki bir nevi ilham-ı fıtrî olarak insan ve hayvanı kader-i İlâhî sevkediyor. Meselâ: Kedi gibi bazı hayvan; gözü kör olduğu vakit, o sevk-i kaderî ile gider, gözüne ilâç olan bir otu bulur, gözüne sürer, iyi olur.[/FONT] [FONT=Tahoma]Hem rûy-i zeminin sıhhiye memurları hükmünde ve bedevî hayvanatın cenazelerini kaldırmakla muvazzaf kartal gibi âkilüllahm kuşlara bir günlük mesafeden bir hayvan cenazesinin vücudu, o sevk-i kaderî ile ve o hiss-i kablelvuku ilhamıyla ve o sâika-i İlâhî ile bildirilir ve bulurlar.[/FONT] [FONT=Tahoma]Hem yeni dünyaya gelmiş bir arı yavrusu; yaşı bir gün iken, havada bir günlük mesafeye gider, havada izini kaybetmeyerek, o sevk-i kaderî ile ve o sâika ilhamıyla döner, yuvasına girer. Hattâ herkesin başında çok defa tekerrür ediyor ki, birisinden bahsediyorken, âni kapı açılarak tahminin fevkınde aynı adam gelir. Hattâ Kürdce durûb-u emsaldendir: Yani: "Kurdun bahsini ettiğin zaman topuzu hazırla, vur; çünki kurt geliyor." Demek bir hiss-i kablelvuku ile, latife-i Rabbaniye icmalen o adamın gelmesini hisseder. Fakat aklın şuuru ihata etmediği için; kasden değil, ihtiyarsız olarak bahsetmeye sevkeder. Ehl-i feraset bazan kerâmet gibi geldiğini beyan eder. Hattâ bir zaman bende şu nevi hassasiyet fazla idi. Bu hali bir düstur içine almak istedim, fakat yakıştıramadım ve yapamadım. Fakat ehl-i salahatta ve bahusus ehl-i velayette bu hiss-i kablelvuku fazla inkişaf eder, kerâmetkârane âsârını gösterir.[/FONT] [FONT=Tahoma]İşte umum avam için dahi bir nevi velayete mazhariyet var ki, rü'ya-yı sâdıkada, evliya gibi, gaybî ve istikbalî olan şeyleri görüyorlar. Evet uyku nasılki avam için rü'ya-yı sâdıka cihetinde bir mertebe-i velayet hükmündedir; öyle de umum için, gayet güzel ve muhteşem bir sinema-i Rabbaniyenin seyrangâhıdır. Fakat güzel ahlâklı güzel düşünür. Güzel düşünen, güzel levhaları görür. Fena ahlâklı fena düşündüğünden, fena levhaları görür. Hem herkes için, âlem-i şehadet içinde, âlem-i gayba bakan bir penceredir. Hem mukayyed ve fâni insanlar için, saha-i ıtlak bir meydan ve bir nevi bekaya mazhar ve mazi ve müstakbel, hal hükmünde bir temaşagâhtır. Hem tekâlif-i hayatiye altında ezilen ve meşakkat çeken zîruhların istirahatgâhıdır.[/FONT] [B][FONT=Tahoma]VAHİY VE FERASET[/FONT] [/B][FONT=Tahoma]Vahiy iki kısımdır:[/FONT] [FONT=Tahoma]Biri: "Vahy-i sarihî"dir ki, Resul-i Ekrem Aleyhissalâtü Vesselâm onda sırf bir tercümandır, mübelliğdir, müdahalesi yoktur. Kur'an ve bazı ehadîs-i kudsiye gibi... [/FONT] [FONT=Tahoma]İkinci Kısım: "Vahy-i zımnî"dir. Şu kısmın mücmel ve hülâsası, vahye ve ilhama istinad eder; fakat tafsilâtı ve tasviratı, Resul-i Ekrem Aleyhissalâtü Vesselâm'a aittir. O vahiyden gelen mücmel hâdiseyi tafsil ve tasvirde, Zât-ı Ahmediye Aleyhissalâtü Vesselâm bazan yine ilhama, ya vahye istinad edip beyan eder veyahut kendi ferasetiyle beyan eder. Ve kendi içtihadıyla yaptığı tafsilât ve tasviratı, ya vazife-i risalet noktasında ulvî kuvve-i kudsiye ile beyan eder veyahut örf ve âdet ve efkâr-ı âmme seviyesine göre, beşeriyeti noktasında beyan eder.[/FONT] [FONT=Tahoma]İşte her hadîste bütün tafsilâtına, vahy-i mahz noktasıyla bakılmaz. Beşeriyetin muktezası olan efkâr ve muamelâtında, risaletin ulvî âsârı aranılmaz. Mâdem bazı hâdiseler mücmel olarak mutlak bir surette ona vahyen gelir, o da kendi ferasetiyle ve tearüf-ü umumî cihetiyle tasvir eder. Şu tasvirdeki müteşabihata ve müşkilâta bazan tefsir lâzım geliyor, hattâ tabir lâzım geliyor. Çünki bazı hakikatlar var ki, temsil ile fehme takrib edilir. Nasılki bir vakit huzur-u Nebevîde derince bir gürültü işitildi. Ferman etti ki:[/FONT] [FONT=Tahoma]"Şu gürültü, yetmiş senedir yuvarlanıp, şimdi Cehennem'in dibine düşmüş bir taşın gürültüsüdür." Bir saat sonra cevab geldi ki: "Yetmiş yaşına giren meşhur bir münafık ölüp, Cehennem'e gitti." Zât-ı Ahmediye Aleyhissalâtü Vesselâm'ın belîğ bir temsil ile beyan ettiği hâdisenin tevilini gösterdi.[/FONT] [B][FONT=Tahoma]NÜKTELER... [/FONT][FONT=Tahoma]DİLENCİ KILIĞINA GİREN PADİŞAH[/FONT] [/B][FONT=Tahoma]Bir gün Sultan Dördüncü Murad'a gelip, subaşılardan (polis) birinin halktan rüşvet aldığını, bildirdiler.[/FONT] [FONT=Tahoma]Padişah hemen bir müfettiş görevlendirdi ve şikâyeti araştırmasını emretti. Müfettiş tam bir ay adamı takip ettiği halde suçüstü yakalayamadı. Gelip durumu Padişah'a arzetti:[/FONT] [FONT=Tahoma]— Padişahım, zannedersem halk yanılıyor, şikâyet edilen subaşının rüşvet aldığına dair bir işarete rastlamadım.[/FONT] [FONT=Tahoma]Padişah kaşlarını çattı:[/FONT] [FONT=Tahoma]— Benim halkım yanılmaz, dedi, ama sende feraset yoktur.[/FONT] [FONT=Tahoma]— Feraset de ne ola ki Padişahım? Şöyle cevap verdi:[/FONT] [FONT=Tahoma]— Peygamber Efendimiz buyuruyor ki:[/FONT] [FONT=Tahoma]"Mü'minin ferasetinden sakının. Çünkü o Allah'ın nuruyla bakar." Feraset üstün zekâ. üstün kabiliyettir, anlayıştır. Hadi git[/FONT] [FONT=Tahoma]Müfettişi gönderdikten sonra rüşvet aldığı iddia edilen sabasını huzuruna çağırttı. Ona bir kese uzattı.[/FONT] [FONT=Tahoma]— Bunu al, sabah namazında Ayasofya Câmii'ne git, top kandilinin altında seni bekleyen fakire ver.[/FONT] [FONT=Tahoma]Adam keseyi aldı, kuşağının arasına koydu ve izin isteyip Padişahın huzurundan ayrıldı.[/FONT] [FONT=Tahoma]Ve sabah namazında Ayasofya Camii'ne gitti... Padişah'ın söylediği yerde kendisini bekleyen dilenci kılıklı adama keseyi uzattı:[/FONT] [FONT=Tahoma]Adam keseyi aldı.[/FONT] [FONT=Tahoma]— Allah Padişahımıza ve devletimize zeval vermesin, diye dua ederek koynuna attı.[/FONT] [FONT=Tahoma]Subaşı gittikten sonra keseyi koynundan çıkarıp saydı. Yalnızca beş altın vardı.[/FONT] [FONT=Tahoma]Ertesi gün öğle üzeri halk rüşvetçi subaşının padişah tarafından yakalanıp cezalandırıldığı haberiyle bayram ediyordu. Bir belâdan kurtulmuşlardı.[/FONT] [FONT=Tahoma]Müfettiş işi merak etti. Kendisi bir ay peşinde dolaştığı halde adamı yakalayamamıştı da, padişah bir gece içinde bunu nasıl başarmıştı? Huzuruna çıkıp sorunca Padişah:[/FONT] [FONT=Tahoma]— Feraset dediğim budur işte. dedi. Adama verdiğim kesede elli altın vardı. Ama camide bekleyen fakire sadece beş altın verdi. Demek kırk beş altım kendi cebine at-ti. Böylece haram yediği anlaşıldı.[/FONT] [FONT=Tahoma]— Padişahım, kesede beş altın olduğunu nereden bildiniz?[/FONT] [FONT=Tahoma]Dördüncü Murad güldü:[/FONT] [FONT=Tahoma]— Camideki dilenci bendim. Bir suçluyu yakalamak için yapmayacağım yoktur. Çünkü ben Allah'tan korkarım.[/FONT] [FONT=Tahoma]Müfettiş, Padişahın ellerini minnetle öptükten sonra:[/FONT] [FONT=Tahoma]— Ferasetin ne demek olduğunu anladım, diye mırıldandı.[/FONT] [B][FONT=Tahoma] [/FONT] [FONT=Tahoma]GÜÇ BİR DÂVA NASIL ÇÖZÜMLENDİ[/FONT] [/B][FONT=Tahoma]Süleyman Peygamber en müşkül dâvaları kolayca halleder, güçlük çekmeden çözerdi.[/FONT] [FONT=Tahoma]Bir gün kendisine iki kadın geldi. Yanlarında henüz konuşamayacak kadar küçük bir de çocuk vardı. Biri derdini şöyle anlattı:[/FONT] [FONT=Tahoma]— Ey Allah'ın aziz Peygamberi; ben kırda çalışırken oğlumu beşiğine yatırmış, uyutmuştum. Az sonra şu kadın geldi. Çocuk benimdir diye bağırmaya başladı. Halbuki onun çocuğunu çalılıklar arasından gelen bir kurt kapıp götürmüş. Şimdi benim çocuğuma sahip çıkıyor.[/FONT] [FONT=Tahoma]Süleyman Aleyhisselâm kadını dinledikten sonra ötekine söz verdi. O da şöyle dedi:[/FONT] [FONT=Tahoma]— Ey Allah'ın Resulü, bu kadın yalan söylüyorl Asıl kurdun kaptığı onun çocuğudur. Kalan ise benim yavrumdur. Şimdi o benim yavruma sahip çıkıyor.[/FONT] [FONT=Tahoma]Süleyman Aleyhisselâm her iki kadını da dinlemiş, ikisinin de çocuğa sahip çıktığını anlamıştı. Ne yapacağını düşünüyordu.[/FONT] [FONT=Tahoma]O sırada kadınlardan biri çocuğun bir elinden, öteki de diğer elinden tutmuş bekleşiyorlardı.[/FONT] [FONT=Tahoma]Karar vermek gerçekten güçtü. Fakat o bir peygamberdi. En doğrusunu yapacaktı.[/FONT] [FONT=Tahoma]Nihayet kararını verdi:[/FONT] [FONT=Tahoma]— Bana büyük ve keskin bir kılıç getirin. Adamları istediğini hemen getirdiler. Kılıcı aldı, çocuğa doğrulttu:[/FONT] [FONT=Tahoma]— Mademki çocuğu bölüşemiyorsunuz, ortadan ikiye ayırayım, yansını biriniz, yarısını da diğeriniz alın. Böylece dava halledilmiş olsun?[/FONT] [FONT=Tahoma]Kadının biri hemen razı oldu:[/FONT] [FONT=Tahoma]— Pekiyi, öyle olmasını isterim. Öteki kadın ise feryadı[/FONT] [FONT=Tahoma]bastı:[/FONT] [FONT=Tahoma]— Ey Allah'ın Resulü, buna can mı dayanır! Ben istemiyorum. Çocuk tek onun olsun. Yeter ki ona dokunulmasın.[/FONT] [FONT=Tahoma]Süleyman Aleyhisselâm son sözünü söyledi:[/FONT] [FONT=Tahoma]— Anne bulunmuş, çocuğun kime ait olduğunu bilinmiştir. Alın götürün kıskanç kadını.[/FONT] [FONT=Tahoma]Ve çocuğu ona dokunulmasın diyen kadına verdi.[/FONT] [FONT=Tahoma]Çünkü hiç bir anne çocuğunun ikiye bölünmesine razı olamazdı. Zaten Süleyman Peygamber de böyle bir şey yapmazdı. Ama kadınları sınamak istemişti.[/FONT] [B][FONT=Tahoma]İSABET[/FONT] [/B][FONT=Tahoma]Ahmet Vefik Paşa'ya:[/FONT] [FONT=Tahoma]- Yaptığınız her işte başarılı, verdiğiniz her kararda isabetli oluyorsunuz. Bunun sebebi nedir? diye sorarlar.[/FONT] [FONT=Tahoma]Paşa cevap verir:[/FONT] [FONT=Tahoma]- Benim işlerimin isabetli olmasının sebebi şudur: Bir işi yapmadan önce İstanbul'daki Rus sefirine danışırım. O ne derse, ben onun tersini yaparım.[/FONT] [FONT=Tahoma]Ne garip bir mantıktır ki, bugün her çareyi ele aleme soruyoruz. İçirdikleri her reçete iflahımızı kesiyor. İyiliğimizi istemeyeceklerini biliyoruz. Ama yine de "Ne buyurursunuz?" diyor, yaranmaya çalışıyor, bel kırıp boyun büküyoruz.[/FONT] [FONT=Tahoma]Bazıları da borazanı onlar adına üflüyor. Her gün "Şok haberlerle karşımıza çıkıyor. Halk, bu, yalanı akşamı bulmayan bezirganlara inanmaya devam ediyor. "Dediklerinin tam tersi doğrudur, ben sözü söyleyene bakarım" diyemiyor.[/FONT] [FONT=Tahoma]Ders alamıyoruz.[/FONT] [B][FONT=Tahoma]SÖZE KAFİYE KOYMA[/FONT] [/B][FONT=Tahoma]Feraset, gizli bir el tarafından gözlerine sürme çekilmiş talihlilerin eşya ve hâdiselere bakış keyfiyetidir.[/FONT] [FONT=Tahoma]Feraset, düşünme maharetiyle, düşünceye şekil verebilme meziyetini kendinde toplamış kıvrak ve keskin bir zekanın, sahip olduğu ışık ve hararetle gölgeleri 'yıkama ve aynı zamanda başkalarının aydınlık diye seyrettikleri ufuk noktalarının hayat sahnesine akseden yönleriyle nasıl birer koyu gölge olduğunu keşfedip görme ve bilhassa "malum" kabul edildiğinden dolayı, ülfetin karanlık dehlizlerine hapsedilmiş bir çok hakikati, bulundukları yerlerden kurtararak onları yârınların anlaşılıp idrâk edilmesine vesile ve vasıta haline getirme ameliyesidir.[/FONT] [FONT=Tahoma]Feraset, hassasiyettir. İçtimai coğrafyanın iniş ve çıkışını; med ve cezrini, ferasetli insan herkesten evvel hisseder. Ondandır ki, bazan herkesin ortalığı gül-gülistan gördüğü ve kahkahaların tavandan toz düşürdüğü bir devrede o ve onun gibiler boynu bükük goncanın hazin haline göz yaşı döker ve hıçkırıklarını sayha haline getirirler..[/FONT] [FONT=Tahoma]Feraset, söze kafiye koymanın adıdır. Vakıa ve hâdiseler hakkında son sözü, hata payı sadece beşeriyeti hatırlatacak seviyede olmak şartıyla, hep ferasetli insanlar söyler ve sanki olaylar mazide onların dediklerinin istikbalde birer şahidi olmak için yekdiğeriyle yanşa girmişçesine, hızla ve süratle, kader memleketinin mahremiyetinden, kaza diyarın vuzuhuna doğru sökün ederler..[/FONT] [FONT=Tahoma]Feraset, tedbir, demektir; ve ferasetli insan müdebbirdir. Başkaları onu [I]"dağlar gibi sabit" [/I]zanneder. Halbuki o, [I]"gökteki bulutlar gibi" [/I]en zor anlarda bile, henüz haritası çizilmemiş ışıl ışıl bir hayata, renk cümbüşünün serbest oyunlarının denendiği cömert bir bahara doğru yol alır gider.[/FONT] [B][FONT=Tahoma] [/FONT] [FONT=Tahoma] [/FONT] [FONT=Tahoma]KUYUMCUNUN CEVABI[/FONT] [/B][FONT=Tahoma]Adamın biri bir kuyumcuya gitti:[/FONT] [FONT=Tahoma]"Bana terazini verir misin altın tartacağım." dedi. Kuyumcu:[/FONT] [FONT=Tahoma]"Bende kalbur yok, sana kalbur veremem." dedi. Adam:[/FONT] [FONT=Tahoma]"Benimle alay mı ediyorsun ben kalbur değil terazi istiyorum." dedi. Kuyumcu bu sefer de:[/FONT] [FONT=Tahoma]"Bende süpürge yok ben sana süpürge veremem." dedi. Adam iyice şaşırdı:[/FONT] [FONT=Tahoma]"Yahu ne süpürgesi ben senden terazi istiyorum." dedi. Bunun üzerine kuyumcu:[/FONT] [FONT=Tahoma]"Babacığım sen yaşlı bir adamsın, altın tozunu teraziyle tartmaya çalışırken ellerin titreyecek altını dökeceksin, döktüğün altınları toplamak için gelip benden süpürge isteyeceksin, daha sonra bu altınları elemek için gelip elek isteyeceksin. Onun için ben sana en son İsteyeceğin şeyi tahmin edip bende elek yok, dedim." dedi.[/FONT] [FONT=Tahoma][/FONT] [/QUOTE]
Adı
İnsan doğrulaması
Peygamber Efendimiz a.s.v.'ın kabri nerededir? (Sadece şehir adını küçük harfler ile giriniz)
Cevap yaz
Forumlar
İslamiyet
İslam Akaidi ve Fıkıh
Memba
Feraset
Bu site çerezler kullanır. Bu siteyi kullanmaya devam ederek çerez kullanımımızı kabul etmiş olursunuz.
Accept
Daha fazla bilgi edin.…
Üst