Emma, Jülyen ve Said Nursi'nin kahramanı

harp

Well-known member
Emma, Jülyen ve Said Nursi'nin kahramanı
15 Aralık 2010 / 12:15
Bediüzzaman modern çağın roman kahramanlarına karşı ideal bir insan tipi ortaya çıkarır

Risale Haber-Haber Merkezi
Bediüzzaman’ın karakterlerinden biri Haşir isimli eserindeki kahramanıdır. O kahramanının prototipinin neyi temsil ettiğini anlatır.
Emma, Anna, Jülyen metropolün bunalmış bir asırdaki temsilcileridir. Bediüzzaman’ın Haşir’deki kahramanı, kötü adamı karakter olarak tanıtılır. O da onlar gibi sorumsuzdur ve sefihtir.
Bediüzzaman modern çağın roman kahramanlarına karşı ideal bir insan tipi ortaya çıkarır. Kainat arenasında insanı sadece Emma ve Anna’nın güzel yaşama isteği ile Jülyen’in hırs ve cinselliğinin istila edemeyeceğini insanın büyük niteliğini ortaya koyarak asra karşı gerçek insanı, savunur.
Bediüzzaman’ın karakterleri beşeri ihtiyaçların, aşk, nefret, kıskançlık gibi sıradan tutumları sorun yapmış kişiler değillerdir. Onlar mutlak sorunları çözümlemeyi kendine dert edinmiş kişilerdir. Haşirde kişi kâinatın akışı içinde öldükten sonra dirilmeyi zorunlu kılan ahvali araştırır. Anlatıcı bu kişiye zıt düşünen bir ikinci kişi ile idealize edilmiş birinci kişinin arasındaki konuşmaları ve dialogları idare eder.
Ayetü’l-Kübra’da kahraman yine mutlak bir sorun olan Halıkını sormak üzerine hareket eder. Burada karakter hem yolcudur, hem de sorgulayıcıdır. Muayyen bir hisse ve hazza sığınmış kişi değil, mutlak bir maksatla ortada dolaşan karakterlerdir, onun kişileri. Bediüzzaman’da kişiler mutlak kişilerdir. Yani onların maksatları ve gayeleri insanın yeryüzüne ayak bastığı günden kıyamet kopuncaya kadar geçerliliğini korur.
 

harp

Well-known member
Cevap: Emma, Jülyen ve Said Nursi'nin kahramanı 15 Aralık 2010 / 12:15 Bedi

icon_bck.gif
Anasayfaya Dön
Karakter boyutu :
font_01.gif
font_02.gif
font_03.gif
font_04.gif


71338.jpg

İki dünya arasındaki terminalde bekliyoruz
15 Aralık 2010 / 11:15
Geçtiğimiz gün babası vefat eden gazeteci Can Dündar, vefat anında yaşanan duygusal anları yazdı

Risale Haber-Haber Merkezi
Geçtiğimiz gün babası vefat eden gazeteci Can Dündar, vefat anında yaşanan duygusal anları yazdı.
"Gece halüsinasyonlar görüyordu. Gözlerini tavana dikmiş yatarken hepten incelmiş uzun parmaklarını duvara doğru uzatıyor, 'Beni almaya geldiler. Ayaklarımdan çekiyorlar' diye mırıldanıyordu. Gelenleri tahmin ediyor, göndermemek için elini sımsıkı tutuyorduk" diyen Dündar, "Elini bırakmak istemesem de, onu ona rağmen yaşatmanın bencillik olacağını biliyordum. İki dünya arasındaki bir “terminal”de bekliyorduk" dedi.
Dündar, babasıyla helalleşmenin huzurunu tattığını şöyle ifade etti:
"Ağırlaştığı gecelerden birinde gözünü açtı, kulağıma 'Sonum yaklaştı oğlum. Tanrıma emanet ol' diye fısıldadı. Saçını okşadım, yanına yattım. Onunla böyle güzel vedalaşabilmiş, helalleşebilmiş olmanın huzurunu tattım. Çok geçmeden, 51 yıllık eşinin göğsünde, dudağının kenarında minicik bir tebessümle verdi son nefesini...
Kışa ayak direyen uzun pastırma yazı bittiğinde babam cansızdı, Can babasız."
 

harp

Well-known member
Cevap: Emma, Jülyen ve Said Nursi'nin kahramanı 15 Aralık 2010 / 12:15 Bedi

Bediüzzaman’ın Anlatma Esasına Dayanan Metinlerin Karektorolojisi ve Tipolojisi-2

Perşembe, 09 Aralık 2010 23:11 Prof. Dr. Ahmet Nebil Soyer Yazarlar - Prof. Dr. Ahmet Nebil Soyer



Birinci bölüm için buraya tıklayınız.


Roman dur durak bilmeyen bir isteğin kahramanlarını heba ettiği bir metropol arenasıdır. Madam Bovary namı diğer Emma, Tolstoy’un Anna Karenina’sı aynı akıbete duçar olurlar. Emma ve Anna bir salgın hastalık gibi dünya romanını ve bizim romanımızı istila ederler. İdealsizlik ve hayatta tutunacak bir değer bulamamak yüzyılın en büyük türünün toplumlara verdiği tek kazanç. Anna tren yolunda intihar eder. “Aynı anda, ne yaptığını anlayınca korkudan çarpıldı. Neredeyim? Ne yapıyorum? Neden? Kendisini geriye atabilmek için kalkmaya çalıştı; fakat dev, amansız bir şey kafasına vurdu ve başından tutarak onu sürükledi. Çırpınmanın anlamsızlığını hissederek, ‘Tanrım, beni günahlarım için bağışla!’ diye fısıldadı.” (Franco Moretti, Modern Epik, s. 196)
Bediüzzaman’ın karakterlerinden biri de Haşir isimli eserindeki kahramanıdır. O kahramanının prototipinin neyi temsil ettiğini anlatır. “Hikayedeki sersem adamın o emin arkadaşıyla, üç hakikatleri var. Birincisi Nefs-i emarem ile kalbimdir. İkincisi, Felsefe şakirtleriyle Kuran-ı Hakim tilmizleridir (talebeleridir). Üçüncüsü Ümmet-i islamiye ile millet-i küfriyedir.” (Sözler s. 77) Emma, Anna, Jülyen metropolün bunalmış bir asırdaki temsilcileridir. Bediüzzaman’ın Haşir’deki kahramanı, kötü adamı karakter olarak tanıtılır. O da onlar gibi sorumsuzdur ve sefihtir. “Bir zaman iki adam cennet gibi güzel bir memlekete -şu dünyaya işarettir- gidiyorlar. Bakarlar ki; herkes ev, hane, dükkân kapılarını açık bırakıp muhafazasına dikkat etmiyorlar. Mal ve para meydanda sahipsiz kalır. O adamlardan birisi, her istediği şeye elini uzatıp, ya çalıyor, ya gasbediyor. Hevesine tebaiyyet edip her nevi zulmü, sefaheti irtikab ediyor. Ahali de ona çok ilişmiyorlar.” (Sözler s 63)
Bediüzzaman modern çağın roman kahramanlarına karşı ideal bir insan tipi ortaya çıkarır. Kainat arenasında insanı sadece Emma ve Anna’nın güzel yaşama isteği ile Jülyen’in hırs ve cinselliğinin istila edemeyeceğini insanın büyük niteliğini ortaya koyarak asra karşı gerçek insanı, savunur. “Hem hiç kabil midir ki; Hâkim-i bilhak, (hakkiyle hükmeden) Rahim-i Mutlak; (mutlak merhametli) insana öyle bir istidad verip, yer ile gökler ve dağlar tahammülünden çekindiği emanet-i kübrayı (büyük emaneti, yani insanlığı) tahammül edip (yükleyip); yani küçücük cüzi ölçüleriyle, sanatçıklariyle Halık’ının muhit sıfatlarını (kainatı ihata eden sıfatlarını), külli şuunatını (kainatı ihata eden ve ilgilendiren işlerini) nihayetsiz tecelliyatını (eşyaya yansıyan sanat inceliklerini) ölçerek bilip; hem yerde en nazik, nazenin, nazdar, aciz, zaif yaratıp; halbuki bütün yerin nebati ve hayvani olan mahlukatına bir nevi tanzimat memuru yapıp onların tarz-ı tesbihat (ibadet tarzları) ve ibadetlerine müdahale ettirip, kainattaki icraat-ı ilahiyeye, küçücük mikyasda bir temsil gösterip, rububiyet-i sübhaniyeyi fiilen ve kalen kainata ilan ettirmek, meleklerine tercih edip, hilafet rütbesini verdiği halde, ona bütün bu vazifelerinin gayesi ve neticesi ve semeresi olan saadet-i ebediyeyi (ebedi saadeti) vermesin! Onu bütün mahlûkatının en bedbaht, en biçare, en müsibetzede, en dertmend, en zelil bir derekeye atıp; en mübarek nurani ve alet-i tes’id (saadet aleti) bir hediye-i hikmeti olan aklı; o biçareye en meşum ve zulmani bir alet-i tazip (kötü, karanlık, azap aleti) yapıp, hikmet-i mutlakasına (gayesi olmayan bir varlık düzeni) büsbütün zıt ve merhamet-i mutlakasına (kainatı ihata eden merhametine) münafi (zıt) bir merhametsizlik etsin! Haşa ve Kella!...” (Sözler s 113)

Tolstoy, Stendhal ve Flaubert o sabun köpüğü şöhretleriyle temsil ettikleri üç değişik milletin idealsiz ve hedefsiz toplumsal yapısının doğurduğu tiplerini roman vitrinlerinde gösterirler. Bediüzzaman ise koca kâinatın içinde mahlûkatın en mükemmelinin ne olması lazım geldiği konusunda en ideal tipini gösterir. Cinsellik ve ihtirasın insanı doyuramayacak şey olduğunu insanın asıl mahiyetinin yüce olduğunu anlatır. “En büyük fani, en küçük bir alet ve cihazat-ı insaniyeyi (insanın cihazlarını) doyuramıyor. İşte bu istidadattandır ki insanın ebede uzanmış emelleri ve kâinatı ihata etmiş efkârları ve ebedi saadetlerinin envaına yayılmış arzuları gösteriyor ki: Bu insan ebed için halk edilmiş ve ebede gidecektir. Bu dünya ona bir misafirhanedir ve ahiretine bir intizar (bekleme) salonudur. (Sözler s 112)

K a r a k t e r, kahraman karakterin bir mutlaklığına sahip olmalıdır. Bediüzzaman’ın karakterleri beşeri ihtiyaçların, aşk, nefret, kıskançlık gibi sıradan tutumları sorun yapmış kişiler değillerdir. Onlar mutlak sorunları çözümlemeyi kendine dert edinmiş kişilerdir. Haşirde kişi kâinatın akışı içinde öldükten sonra dirilmeyi zorunlu kılan ahvali araştırır. Anlatıcı bu kişiye zıt düşünen bir ikinci kişi ile idealize edilmiş birinci kişinin arasındaki konuşmaları ve dialogları idare eder. Ayetü’l-Kübra’da kahraman yine mutlak bir sorun olan Halıkını sormak üzerine hareket eder. Burada karakter hem yolcudur, hem de sorgulayıcıdır. Muayyen bir hisse ve hazza sığınmış kişi değil, mutlak bir maksatla ortada dolaşan karakterlerdir, onun kişileri. Bediüzzaman’da kişiler mutlak kişilerdir. Yani onların maksatları ve gayeleri insanın yeryüzüne ayak bastığı günden kıyamet kopuncaya kadar geçerliliğini korur.

Bediüzzaman da olaylar da kişiler gibi mutlaklığını korur. Roman ve trajedideki gibi itibarsız vakalar değildir. Haşirde olay varlık ötesini kabullenip kabullenmemedir. Ayetü’l-Kübra bir halıkın var olup olmaması üzerine kâinatın hareketinden ve efalinden doğan hareketleri sorgulamaktır. Olaylar başlangıcı ve sonu kesin belirlenmiş rasyonel olaylardır. Olaylar dışsal harici olmaktan çok içseldir. Ama olayların içselliği dışsal olaylara endekslidir. Olayların ruh üzerindeki etkisi tutkuları kamçılamak yerine insanı onlardan arındırmak, onu hamlığından kurtarmak yetkinleştirmek ve tamlaştırmaktır. Aristo’nun katharsisi, ve bizim tezekkamızdır. Bediüzzaman olay kurguları ile insanın endişe ve kaygı hislerini uyandırır veya güçlendirir. Bediüzzaman endişeyi ve temkinli olmayı, dinle, bak, gör, anla gibi emirlerle sağlar.

Edebiyatımızda Tanzimat’tan itibaren yazarlar ve romancılar ideal insan tipleri çizmişlerdir. Namık Kemal’in tipi siyasi mücadele veren, sistemle yönetici sınıfla çatışan bir portredir:
Görüp ahkam-ı asrı münharif sıdk ü selametten
Çekildik izzet ü ikbal ile bab-ı hükümetten
derken yöneticilerin doğruluktan ayrıldığını görünce hükümet kapısından izzet ile çekildiğini söyler. Bu tip gerçekleşmediği gibi Namık Kemal de İstanbul’dan uzak adalarda ömrünü ve ideallerini bitirmiş, emellerinin enkazı üzerinde ölmüştür. O sistemle, yöneticilerle kavga eden sınıfın prototipidir. Ondan sonra kendine göre bir sistem kuran kalburüstü yazarlar kendi dünyalarına ve hayat anlayışlarına göre tipler gerçekleştirmişlerdir. Bunlardan biri de Ahmet Mithat Efendi’dir. Onun tipi siyasetten çekilmiş, toplumu kültür ile yönlendirmek isteyen, çalışkan ve üretken, değerlerine bağlı bir insandır. Felatun Bey ile Rakım Efendi romanında bu tip özellikle görselleştirilir. Mithat Efendi de bu tipe en yakın insandır. Ömrü romancılık ve gazetecilikle geçmiş, değerlerine bağlı, rejime ve yöneticiler saygılı bir insandır. Hatta bu yüzden eleştirilmiştir.

Halide Edip Adıvar Yeni Turan romanında, Sinekli Bakkal’da ideal insan portreleri çizer. Sinekli Bakkal’daki Rabia ile Osman tipi onun en ideal tipleridir. Değerlerine bağlı, köksüzlükten hoşlanmayan pratikleri olan insanlardır. Ziya Gökalp’in çizdiği insan tipi de az çok bunlara yakın sayılır. Reşat Nuri, Kemal Tahir, Yakup Kadri de birer tip belirlemişler ve cemiyeti onun ile organize etmek istemişlerdir. Tanpınar’ın çizdiği tip siyasi olmayan, sanat ve edebiyata meraklı, musikiden anlayan, bulunduğu coğrafyanın tarihi ve coğrafi macerasından haberdar elden geldiği kadar zihinsel anlamda dinini yaşayan insan tipi ortaya koymuştur. Cumhuriyetin en mantıklı insan tipini o gerçekleştirmiştir denebilir. Peyami Safa ile onun tipleri birbirine yakınsa da Tanpınar’ın tipi daha elle tutulur müşahhastır.

Bediüzzaman bu yazarlarla doğum tarihi birbirine yakın insanlardır. O sultan Abdülaziz’in tahtan indirilip yerine Sultan Murad’ın getirildiği bir tarihte, onun da altı ay kadar idare edemeyip tecennün ettiği (delirdiği) bir tarihte felaket yılı olarak kabul edilen 1876’da dünyaya gelmiştir. Namık Kemal öldüğünde Bediüzzaman on iki yaşındadır, daha sonra onun Osmanlıcılık idealini kabul eder, kâmil bir zat olduğunu kabul eder ve eserlerinde ondan bazı mısralar nakleder. Namık Kemal onun kadar çekmemiştir. O sadece Magosa’ya sürgün edilmiş orada beyler ağalar gibi yaşamıştır. Adalardaki hayatı da gurbet sıkıntısının dışında iyi bir hayattır. Bediüzzaman’la Namık Kemal’in birçok benzerliği yanında asıl benzerlikleri hürriyet anlayışlarıdır. Bediüzzaman 1950’de Gençlik Rehberi mahkemesine giderken Türkiye din hürriyetini onun sayesinde kazanmıştı, o mahkeme bir nevi din hürriyetinin tescil edildiği bir mahkemedir ve Türkiye’de din hürriyetinin miladıdır. Namık Kemal ise hürriyet kavramı için kavga vermiş ve siyasi ve ferdi anlamda hürriyetin gereğini savunmuş ve o uğurda sürgünde ölmüştür. Aslında onlar birbirlerinden habersiz birbirlerini tamamlamışlardır. Bediüzzaman onun;

Ne mümkün zulm ile bidad ile imha-yı hürriyet
Çalış idraki kaldır muktedirsen ademiyetten
mısralarını naklederken o da hürriyeti elli yıl gasbedilmiş bir adam olarak bu mısranın anlamını yüceltiyordu. Her ikisi de sürgünde ve vatanlarından uzakta aslında bu milletin azizleri olarak ölmüşlerdir.
Süleyman Nazif’in babası Namık Kemal için, “Millet dedi, millet dedi, millet dedi gitti” der.
Bu yüzyıl içinde onun kadar sıkıntı çekmiş bir başka insan yoktur. Kırk beş yıl sürgün, inziva, zehirlenme, tecrid, b a s k ı içinde yaşamıştır.
Mithat Efendi dini hizmetleri ile Bediüzzaman’a benzer. Son yüzyılın felsefesinin İslama getirdiği şüpheleri “Huzuru akl ü fende Maddiyun Meslek-i Dalaleti” isimli kitabı ile fenlerin ve felsefenin getirdiği şüphelere gücü oranında cevap vermiştir. Ben Neyim isimli küçük eserinde de insanın felsefi macerası üzerinde durur. Bir Kur’an tefsiri yazmış, ama eser Cumhuriyetle İslamiyeti bağdaştırdığı için basımı yasaklanmıştır.

Bütün ömrünü eğitim için harcamış, insanlara okuma ve düşünme zevki aşılamıştır. Onlarca yazarı yetiştirmiş, bir döneme kendi ve yetiştirmeleri mührünü vurmuştur.

Bediüzzaman 7 Haziran 1911’de Sultan Reşad’la Rumeli seyahatine çıkar, aynı yıl içinde İstanbul’a döner. Mithat Efendi bir yıl sonra ölür. Birbirlerinin farkında olup olmadıklarını bilmiyoruz. İkisi arasındaki benzerlik ikisinin de eğitime çok önem vermeleridir. Onun öldüğü yıl Bediüzzaman Van’da bir üniversitenin temellerini attırır. Bediüzzaman’ın yaşadığı nesil içinde üniversite açmak gibi bir idealle temel atan başka bir insan yoktur, o her zaman asrının ilerisinde bir insandır.

Mithat Efendi felsefenin bize verdiği zararları gördüğü için Schopenhauer’in felsefesini eleştiren bir eser yazar. Bediüzzaman’ın fikri mücadelesinin odağında felsefeciler vardır. Evrim, zerrenin hareketi, evrenin aslı gibi konularda felsefenin temel iddialarını darmadağın eder. On binlerce sahife ile ifade edilen zerrenin hareketi bahsindeki dalaleti on sahifede dirilmeyecek şekilde öldürür. Tabiat felsefesini yine birkaç sahifede dağıtır.

Bediüzzaman’ın çizdiği insan tipi veya idealize ettiği insan tipi, imanda ne kadar büyük bir saadet ve nimet ve ne kadar büyük bir lezzet ve rahat bulunduğunu bilen insandır. İbadet ne büyük bir ticaret ve saadet, fısk ve sefahet ne büyük bir hasaret ve helaket olduğunu bilen insandır. Namazın ne kadar kıymettar ve mühim, hem ne kadar ucuz ve az bir masraf ile kazanıldığını bilen insandır. Büyük günahları işlememenin ne derece hakiki bir insan vazifesi olduğunu bilen insandır. Nefis ve malını Cenab-ı Hakk’a satan ve ona abd olan, asker olan ve bunun ne kadar karlı bir ticaret ve rütbe olduğunu bilen insandır. Kâinatın kapalı sırrını çözmeye çalışmanın, sabır ile halıkına tevekkül, iltica ve şükür, rezzakından sual ve dua eden, Kur’an’ı dinleyen ve hükmüne boyun eğen, büyük günahları işlememenin ebedi yolculukta ne kadar mühim ve değerli olduğunu bilen insandır. Dünya içinde insanın mahiyetini, dinin kıymetini bilen insandır. Namazın muayyen beş vakte dağıtılmasının estetik ve evrensel kıymetini bilen insandır. İbni Sina’nın bile anlamadığı ve sadece nakledildiği için inandığı haşir hakikatini en ince ayrıntısına kadar yansıtan insandır. Âlemin yaratılış hikmetini, insanın muammasını, Namazın esrarını bilen insandır. Kur’an’ın felsefesiyle, felsefenin kıymetini bilen ve tartan insandır. Şu dünyanın ruhlar için bir bayram yeri, bir şehrayin mekânı olduğunu bilen insandır. Dünyanın Allah’ın isimlerinin garip nakışlarıyla süslenen, her ruhun mahiyetine göre bir ceset giyip geldiği bir yer olduğunu ve buraya ancak bir kere gelindiğini bu yüzden kıymetinin bilinmesi lazım geldiğini bilen insandır. Bu kâinatı güzelleştiren güzeller güzeli Peygamberimiz (ASM) olduğunu ve onun hayatını mukaddes gayretini bilen ve ona benzemeye çalışan insandır. Kur’an’ın mucize olduğunu şüphesiz itikad eden ve savunan insandır. Kur’an’ın peygamberleri vasıtasıyla beşere hem ahlaki gelişmenin, hem fenni gelişmenin çekirdek vakalarını öğrettiğini bilen insandır. Şu acib âlemin esrarını ve ondaki olayların hakikatlerini bilen insandır. İmanın rükünlerinin en önemlisi olan Allah’a imanı binlerce delille çözen ve anlatabilecek kudrete sahip insandır. İmanın binlerce güzelliğini bilen insandır. İnsanın saadet ve saadetsizliğe nasıl gittiğini bilen insandır. Kâinatın Allah’ın isimleri ile oluşmuş bir kudsi ağaç olduğunu bilen ve o ağaçtaki esma meyvelerini gören, okuyan ve tadan, tattıran insandır. Şu kâinat sarayında Allah’ın istihdam ettiği hizmetçilerinin sınıflarını ve vazifelerini bilen ve düşünen insandır. Sevginin analizini yapan ve nasıl seviliri anlayan insandır. Bin yıldır Kur’an’a saldıran fen, felsefe, mühlid, dalalet ehlinin yanlış iddialarını bilen ve çürüten insandır. Kader ve cüzi ihtiyarî bahsini hiç kimsenin anlamadığı şekilde çözümleyen insandır. Peygamberin etrafındaki müstesna insanlar kafilesi olan sahabelerin neden büyük ve eşsiz olduğunu bilen insandır. Cennet’ in özelliklerini bilen ve oraya gitme iştiyakı içinde olan insandır. Ruhun bekası, melaikelerin varlığı ve öldükten sonra dirilmenin mahiyetini bilen insandır. Freud’un kıyametler kopardığı ve basitleştirdiği egonun yani enenin Kur’an hikmetindeki yerini bilen insandır. Mark’sın bayraklaştırmak istediği zerrenin hareketi bahsini bütün münkirleri susturacak kadar ustalıkla anlatan insandır. Peygamberin Allah’ın geniş ülkesini gezmesi gerektiğini bir elçisi olarak gerekli bulan ve miracı zevkederek anlayan insandır. Allahın en küçük zerredeki tasarrufundan ta semavata kadar ki her şeyde geçerli olan gücünün bir başka güç tarafından paylaşılamayacağını anlayan ve anlatan insandır. Otuz üç pencere ile kâinattan, eşyalardan, nesnelerden, olaylardan, ilimlerden Allah’a açılan pencereleri görebilecek ustalığa sahip insandır. Bu portreye daha çok şeyler ilave edebiliriz. Bizim üdebamız bu konularda hiç düşünmemiş ve hatta böyle şeyleri gereksiz bulmuşlardır. Milli niteliği olmayan bir edebiyat büyük oranda aşkın yörüngesinden çıkamamıştır. Bu yüzden ortaya ruhsuz ve köksüz bir nesil çıkmıştır.
Şahıslar, Bediüzzamanın şahıslar dünyası bir müstakil çalışma olacak kadar geniştir. Eserlerinde çok farklı şahıslar kullanır, gösterir, ifade eder, üretir. Kurmaca fiktif şahıslar temsili niteliklere sahiptir. Anlatıcı şahıslar başka bir bölümdür. Bu şahıslar, şahıslar arasındaki dialogları, monologları çok öğeli konuşmaları idare ederler. Haşir Risalesi’nin girişinde anlatıcı ve iki şahısla birlikte üç şahıs görürüz. “Bir zaman iki adam, Cennet gibi güzel bir memlekete gidiyorlar. Bakarlar ki herkes ev, hane, dükkân kapılarını açık bırakıp muhafazasına dikkat etmiyorlar. Mal para meydanda sahipsiz kalır. O adamlardan birisi her istediği şeye elini uzatıp ya çalıyor, ya gasbediyor. Hevesine tebaiyet edip her nevi zulmü sefaheti irtikab ediyor. Ahali de ona çok ilişmiyorlar. Diğer arkadaşı ona dedi ki, ‘Ne yapıyorsun? Ceza çekeceksin, beni de belaya sokacaksın” (Sözler, s. 63)

Ayetü’l-Kübra Bediüzzaman’ın şahaseri ve dünya edebiyatının misli görülmemiş eseridir. Bediüzzaman burada şahıs olarak kâinattan halıkını soran bir seyyahı konuşturur. Burada anlatıcı konuşmaları idare eden bazen da seyyah ile olayları yüz yüze getirir ve kendini aradan çekilir. Eserde üçüncü şahıs grupları ise seyyahın on dokuz duraklı bir seyir güzergâhında uğradığı duraklardaki kişiler ve kişileştirilmiş olaylar ve nesnelerdir. Bediüzzaman olaylara, kavramlara, olgulara da kişilik verir. Bu duraklar veya mertebeler, konuşan, yorum yapan, karakterize edilen kişiler olaylar ve mekânlar, insanlardır.

Bediüzzaman’ın kurmaca şahısları: Bunların başında Haşir’deki kahraman gelir. Sabit bir kişiliğe sahip olan kurmaca şahısları gibi değildir, o sürekli değişen önü açık bir kişilik sergiler. Bediüzzaman’ın kahramanları sürekli değişmeye endeksli kişilerdir. Onlar bilgi ve gözlemleri arttıkça gelişir ve geliştikleri oranda eski kişiliklerini terk ettiklerinden memnun olurlar. Onlardaki değişimi izleyelim. Anlatıcı iki şahsa da aynı uzaklıkta durur. İkinci adamı anlatır: “O adamlardan birisi, her istediği şeye elini uzatıp ya çalıyor, ya gasbediyor. Hevesine tebaiyyet edip her nev i zulmü, sefaheti irtikab ediyor. Ahali de ona çok ilişmiyorlar.” (Sözler s 48) Anlatıcı Bediüzzaman ikisi arasındaki çatışmayı anlatır: “Diğer arkadaşı ona dedi ki: Ne yapıyorsun? Ceza çekeceksin; beni de belaya sokacaksın. Bu mallar miri malıdır. Bu ahali çoluk çocuğu ile asker olmuşlar veya memur olmuşlar. Şu işlerde sivil olarak istihdam ediliyorlar. Onun için sana çok ilişmiyorlar. Fakat intizam şediddir. Padişahın her yerde telefonu var ve memurları bulunur. Çabuk git dehalet et, dedi.” (Sözler s.49)

Anlatıcı dialogları idare eder. Şimdi olumsuz kişi oppozite man konuşur. “Yok miri malı değil, belki vakıf malıdır, sahipsizdir. Herkes istediği gibi tasarruf edebilir. Bu güzel şeylerden istifadeyi men edecek hiçbir sebeb görmüyorum. Gözümle görmezsem inanmayacağım, dedi. Hem feylesofane çok safsatiyatı söyledi. İkisi arasında ciddi bir münazara başladı.” (Sözler s. 49)

Bediüzzaman gerçeklik yanılsamasını kullanır. Gerçeklik yanılsamaları hakikati bulmak için yapılan estetik kurmacalardır. Bunu ünlü edebiyat eleştirmeni Wellek söyler. Haşir boyunca bu gerçekle, gerçeklik yanılsaması arasındaki mesafeden hakikat ortaya çıkar. Birinci şahıs emin arkadaş Bediüzzaman’ın maskesidir, onun adına konuşur. Ama Bediüzzaman kurmaca gereği maskeyi büsbütün yırtmaz. O konuşmaları idare eder, emin arkadaş demesi onu perde olarak kullandığını gösterir. Emin arkadaş ona der: “Madem bu derece inad ve temerrüd edersin. Gel had ve hesabı olmayan delail içinde On iki Suret ile sana göstereceğim ki: Bir mahkeme-i kübra var, bir dar-ı mükâfat ve ihsan ve bir dar-ı mücazat ve zindan var ve bu memleket her gün bir derece boşandığı gibi bir gün gelir ki bütün bütün boşanıp harab edilecek.” (Sözler, s. 50)

Emin arkadaş arkadaşındaki değişimi sürekli ona bakmasını, yorumlamasını telkin ederek başlatır. “Bak bu gidişata icraata bak! (Sözler, s. 50) Bak ne kadar ali bir hikmet, bir intizamla işler dönüyor” (Sözler, s. 50) Bak had ve hesaba gelmeyen şu sergilerde olan misilsiz mücevherat, şu sofralarda olan emsalsiz mat’umat gösteriyorlar ki: Bu yerlerin padişahının hadsiz bir sehaveti, hesapsız dolu hazineleri vardır.” (Sözler, s. 51) Bak bu işler içinde görünüyor ki o misilsiz Zat’ın pek büyük bir şefkati vardır. (Sözler, s.51) İşte gel bak, bu muhteşem şimendiferler, tayyareler, teçhizatlar, depolar, sergiler, icraatlar gösteriyorlar ki perde arkasında pek muhteşem bir saltanat vardır. (Sözler, s. 52) Gel bir parça gezelim. Şu medeni ahali içinde ne var ne yok görelim. (Sözler, s. 53) On iki suretin başları hep “Bak” fiili ile başlar. Suretlerin sonunda sersem arkadaş değişir, değiştiğini kabul eder. “Şimdi ey arkadaş! Söz senindir, söyle. Ne diyorsan de! –Ben ne diyeceğim, daha buna karşı bir şey denebilir mi? Gündüz ortasında güneşe karşı söz söylenir mi? Yalnız derim ki: Elhamdülillah. Yüz bin defa şükür olsun ki: Vehim ve hapis ve zindandan halas oldum ve inandım ki: Bu karmakarışık kararsız misafirhaneden başka ve kurb-u şahanede bir diyar-ı saadet vardır; biz de ona namzediz…” (Sözler. 58)
(Devam edecek)

Son Güncelleme ( Perşembe, 09 Aralık 2010 23:34 )
Yorum ekle

İsim (gerekli)
E-Posta (gerekli)
Site

1000 karakter kaldı
Sonraki yorumları bana bildir
index.php

Yenile


Gönder (Ctrl+Enter)

İptal


 

harp

Well-known member
Cevap: Emma, Jülyen ve Said Nursi'nin kahramanı 15 Aralık 2010 / 12:15 Bedi

icon_bck.gif
Anasayfaya Dön
Karakter boyutu :
font_01.gif
font_02.gif
font_03.gif
font_04.gif


759_b.jpg

Can DÜNDAR
.
Elveda baba!
15 Aralık 2010 Çarşamba 07:39
Gece halüsinasyonlar görüyordu. Gözlerini tavana dikmiş yatarken hepten incelmiş uzun parmaklarını duvara doğru uzatıyor, “Beni almaya geldiler. Ayaklarımdan çekiyorlar” diye mırıldanıyordu.
Gelenleri tahmin ediyor, göndermemek için elini sımsıkı tutuyorduk.
Sonucu malum bir ölüm-kalım savaşıydı bu...
Yenileceğimizi bildiğimiz halde çekiştirip duruyorduk.
Ve babam, ne yazık ki, kendisini çağıranların safındaydı.
* * *
Akransızdı çünkü...
Yaşıtları çoktan gitmişti. Her gömdüğü dostuyla, yaşama sevincinden bir parçayı da vermişti toprağa...
Pencere kenarında, “iftihar kaynağı” oğlunun başucundaki fotoğrafına bakarak ve çıkageleceğini umarak yaşıyordu.
Ayakta ölen ağaçlar neslindendi.
“Elden ayaktan düşürmeden al Rabbim” diye yakararak geçirmişti son yıllarını...
Onu tanıdım tanıyalı şıktı ve hastanenin acil asansöründe dağılmış saçlarını toplayacak kadar bakımlı...
Öyle bir hayat sürmüşken bakıma muhtaç halde yatağa düşüp başkalarına külfet olmak istemiyordu.
Yaşama asılmayı değil, yaşadığı kadarına şükretmeyi öğrenmiş, öğretmişti.
“Zor bir hayat sürdüm, ama senin mürüvvetini, düğününü, torunumun büyüdüğünü, başarını gördüm; bana yeter” diyordu.
* * *
Elini bırakmak istemesem de, onu ona rağmen yaşatmanın bencillik olacağını biliyordum.
İki dünya arasındaki bir “terminal”de bekliyorduk.
Ona ihtimamla bakan sevgili doktorlarının yapacağı birkaç operasyon son treni belki biraz geciktirebilirdi, ama yoğun bakımda, tanımadığı hastalar arasında, birkaç ay fazla yaşayacağına, evinde, kendi yatağında, ailesinin kollarında daha azına razı olacağı kesindi.
Zor kararı verdim.
Onu hastaneden alıp eve getirdim. Huzurlu bir final hazırlığına girdim.
Ayağından çekiştirenlere inat, son günlerini, bir veda şölenine çevirdik.
Yatağını salona taşıdık. TRT-Müzik’i açtık. Karısı, oğlu, gelini, torunu, kuşu, yakınları, hepimiz güle oynaya onu mutlu etmeye, acısını dindirmeye çalıştık.
Gözyaşımızı gizlemedik; kahkahamızı da esirgemedik.
Zorda mı? İçimizden dualar ettik.
Kederli mi? Annemle kulağına en sevdiği türküyü söyledik:
“Diyeceğim çok amma da, pek kalabalık yerdesin...”
* * *
Bunca yıl diyememiştik diyeceğimizi... Gizlemiştik birbirimizden, acımızı da sevgimizi de...
Boğazımda yarım asırlık bir yumruydu o...
Giderayak o kördüğümü de çözdüm.
Ağırlaştığı gecelerden birinde gözünü açtı, kulağıma “Sonum yaklaştı oğlum. Tanrıma emanet ol” diye fısıldadı.
Eline yapışıp “Bizi bırakma baba” diye hıçkırdım.
“Ağlama oğlum” diyebildi.
Hiç söylenememiş, söylenemedikçe gecikmiş cümlelerim, veda buseleri eşliğinde geldi:
“Seni çok seviyorum baba; sen çok iyi bir baba oldun bana” diyebildim.
“Karşılıklı” sözcüğünü işittim.
Saçını okşadım, yanına yattım.
Onunla böyle güzel vedalaşabilmiş, helalleşebilmiş olmanın huzurunu tattım.
Çok geçmeden, 51 yıllık eşinin göğsünde, dudağının kenarında minicik bir tebessümle verdi son nefesini...
Kışa ayak direyen uzun pastırma yazı bittiğinde babam cansızdı, Can babasız.
* * *
Hiç durmayan saati, torununun bileğinde şimdi...
Onun nabzı attıkça zaman çarkı dönecek ve günü geldiğinde dilerim o da babasını böyle seve okşaya yolcu edecek.
Milliyet
 

harp

Well-known member
Cevap: Emma, Jülyen ve Said Nursi'nin kahramanı 15 Aralık 2010 / 12:15 Bedi

جوانب من حياة بديع الزمان سعيد النورسي

جوانب من حياة بديع الزمان سعيد النورسي


إنسحبت كي يرى القاريء سعيد النورسي

إنسحبت كي يرى القاريء سعيد النورسي

إستخدام الدين كوسيلة للضغط يعكي نتائج عكسية

إستخدام الدين كوسيلة للضغط يعكي نتائج عكسية


رد سعيد النورسي على إدعاء هاوكينغ بخصوص الله

رد سعيد النورسي على إدعاء هاوكينغ بخصوص الله

جلب سعيد النورسي تجديداً للفكر الإسلامي

جلب سعيد النورسي تجديداً للفكر الإسلامي


حركة بديع الزمان هي مشروع لإحياء الدين

حركة بديع الزمان هي مشروع لإحياء الدين

المحافظ الروسي: لنقم بخلق مختصين في الإسلام

المحافظ الروسي: لنقم بخلق مختصين في الإسلام


دعم من سعيد النورسي لعضوية تركيا في الإتحاد الأوروبي

دعم من سعيد النورسي لعضوية تركيا في الإتحاد الأوروبي

مسجد في اليونان مقابل دار الأيتام

مسجد في اليونان مقابل دار الأيتام


من ويكيليكس إلى الحشر ووثائق الملائكة السرية

من ويكيليكس إلى الحشر ووثائق الملائكة السرية

دعاء كرة القدم في خطبة القرضاوي

دعاء كرة القدم في خطبة القرضاوي


بديع الزمان: ذنبنا الوحيد هو الصلاة

بديع الزمان: ذنبنا الوحيد هو الصلاة

عالم الأعمال يسير نحو إشارة سعيد النورسي

عالم الأعمال يسير نحو إشارة سعيد النورسي


صحيفة إسرائيلية: لنقدم إعتذارنا لتركيا

صحيفة إسرائيلية: لنقدم إعتذارنا لتركيا

سعيد النورسي كان يقسم الخبز لسبعين قطعة

سعيد النورسي كان يقسم الخبز لسبعين قطعة


الدعاء يهدء من روعي

الدعاء يهدء من روعي

باكستان: ويكيليكس ما هي إلا مؤامؤة ضد العالم الإسلامي

باكستان: ويكيليكس ما هي إلا مؤامؤة ضد العالم الإسلامي


أمين عام الشكاوي في السويد: منع الخمار غير قانوني

أمين عام الشكاوي في السويد: منع الخمار غير قانوني

ويكيليكس،تركيا وسعيد النورسي

ويكيليكس،تركيا وسعيد النورسي


الإعلام الإسرائيلي يقدم شكره لمرمرة الزرقاء

الإعلام الإسرائيلي يقدم شكره لمرمرة الزرقاء

ظن العرب أننا هربنا من الكنيسة

ظن العرب أننا هربنا من الكنيسة


ندوة في الكنيسة عن القرأن،سيدنا إبراهيم وسعيد النورسي

ندوة في الكنيسة عن القرأن،سيدنا إبراهيم وسعيد النورسي

التركية.....لغة التسوق في المدينة المنورة

الحياة في المدينة المنورة منظمة وفق أوقات الصلاة.


بقلاوة جولٌو أوغلو في الكويت

بقلاوة جولٌو أوغلو في الكويت

مؤتمرفي الكنيسة لسيدنا إبراهيم وسعيد النورسي:

الكنيسة المورمونية الفلبينية تنظم ندوة بعنوان( عائلة إبراهيم،عائلة تحت أمر الرب )


تلبية الدعوة لمائدة الشفاعة

تلبية الدعوة لمائدة الشفاعة

رد البروفيسور أوتش على أوزدمير إينجه.

إنتقاد للصحفي في جريدة الحرية أوزدمير إينجه لقيامه بالمقارنة بين أتاتورك و سعيد النورسي


رسالة خبر (أخبار رسائل النور)

يفتح الباب للعقول...
 

harp

Well-known member
Cevap: Emma, Jülyen ve Said Nursi'nin kahramanı 15 Aralık 2010 / 12:15 Bedi

Şam'da İslam-Hristiyan kardeşliği konferansı
15 Aralık 2010 / 10:00
Şam, 30 ülkenin katılımıyla 'İslam-Hristiyan Kardeşliği Konferansı'na ev sahipliği yapacak.

Bostan Cemiloğlu'nun haberi
Suriye'nin başkenti Şam, dinler arası diyalog programı çerçevesinde 'Müslüman ve Hristiyan Kardeşliği Konferansı'na ev sahipliği yapacak. Suriye Vakıflar Bakanlığı ve Suriye'deki Hristiyan Kiliseleri'nin organize ettiği programa 30 ülkeden din adamı ve düşünür katılıyor.
Hristiyan İslam Kardeşliği başlığı altında Emeviler Konferans Sarayı'nda yarın gerçekleştirilecek konferansta, semavi dinlerin ilke ve değerlerinin maruz kaldıkları zorluklar karşısında Hristiyan ve İslam dinleri arasındaki kardeşlik, birlik ve safları birleştirmenin önemi ele alınacak.


icon_comment.gif
 

harp

Well-known member
Cevap: Emma, Jülyen ve Said Nursi'nin kahramanı 15 Aralık 2010 / 12:15 Bedi

icon_bck.gif
Anasayfaya Dön
Karakter boyutu :
font_01.gif
font_02.gif
font_03.gif
font_04.gif


747_b.jpg

M. Rıza DALKILIÇ
mrdalkilic@hotmail.com
Bediüzzaman ve hariç hizmetler -1
15 Aralık 2010 Çarşamba 06:54
Üstad Bediuzzaman Hazretlerinin çocukluk döneminden başlayarak, gençliği, ilk siyasi hayatı, Vali Ömer Paşa konağında kaldığı dönem, Vali Tahir Paşa ile geçirdiği günler, İstanbul günleri, meşrutiyetten sonraki dönem, 31 Mart vak’ası, aşair arasında dolaştığı dönem, Suriye-Şam seyahatı, İstanbul’a dönüşü, Kosova seyahatı, Horhor medresesi yılları, 1.Cihan Harbi, esareti, mütareke yılları ve Daru’l Funun-u İslamiye’de aza olduğu dönem, Milli Mücadele, Ankara’da kaldığı dönem,Tiflis günleri, Van’da ki inzivası ve Risale-i Nur’un Barla, Isparta, Eskişehir, Kastamonu, Denizli, Emirdağ, Afyon ve 1950 sonrası hayat seyri mutalaa edildiğinde muazzam bir hayat, ulvi bir gaye, yuksek bir istidat, ileri bir vizyon, ötelerden alınmış vazife ve misyon önünüze çıkar. Bediüzzaman’da bu uhdesine tevdi edilmiş vazifesinin ulviligi ile birlikte akılları hayrette bırakan hadisatı analiz,tahkik,tedbir,tetkik ve ilerileri adeta muşahede hali vardir.

Şimdi yeni bir Tarihçe-i Hayat yazmayacağız. Fakat Bediüzzaman Hazretlerinin hayatında, davasında, ufkunda, eserlerinde Hariç meselelere bakışı nedir, hariç hizmetlere yaklaşımı nasıl olmuştur, Türkiye coğrafyası dışındaki gelişmeleri takip etmiş midir, Kur’an’ın evrenselliği ve Efendimizin (asv) tebliğinin kavimler üstü olan mesajı Kur’an’ın bu asrın fehmine bir dersi ve tefsiri olan Risale-i Nur’da ve Onun tam bir varis-i peygamberi olan muellif-i muhtereminin hayatında yer bulmuşmudur, bunları bir tertip ve düzen içerisinde paylaşmak arzu ediyorum.

Bediüzzaman Hazretleri daha Molla Said-i Meşhur namıyla anıldığı senelerde Mardin’de Mardine gelen iki talebeye tesadüf eder. Bunlardan birisi, Cemaleddin-i Efgani’ye bağlı, diğeri tarikat-i Sünusiyeden idi. Bunlar vasıtasıyla hem Efgani’nin efkarına hem de tarikat-i Sunusiye aşinalık peyda eder. Daha sonra , Mardin'de tanıştığı Cemaleddin Efgani'nin talebesi ile alakalı olarak "siyasette muktesit meslek"i ondan öğrendim (Beyanat ve Tenvirler, s. 105) diyecek ve İttihad-ı İslam'da seleflerini sayarken, Efgani'nin ismini de zikredecektir. (Tarihçe-i Hayat, s. 39, 59)
Üstadımızın eski Said devrini Cemaleddin Efgani ve Sunusiyye tarikatı muvacehesinde değerlendirdiğimizde bu iki efkardan da istifade ettiğini göreceğiz.

Hasan Paşanın daveti üzerine gittiği ve “en mesud hayatım” diye çok sonraları yad edeceği Van’da vali ve memurlar ile irtibat etmiş, bu asırda, yalnız ilm-i kelamın İslam dini hakkındaki şek ve şüphelerin reddine kafi olmadığına kanaat hasıl etmiş ve fünunun tahsiline lüzum görmüştür.
Tabir-i diğer ile Bediüzzaman bulunduğu asrın hassalarını çok iyi tesbit etmiş ve hemen asrının gerektirdiği ilim ile kendisini yetiştirmiştir. İşte Bediüzzaman’ı Bediüzzaman yapan en mühim taraflarından birisi ve Onu sair ulema ve meşayihten ayıran husus da bu olmuştur. Bediüzzaman ne mi yapmıştır, ulum-u müsbete denilen bütün fenleri tetebbuata başlayarak pek kısa bir zamanda Tarih, Coğrafya, Astronomi, Kimya, Felsefe, Jeoloji, Mantık gibi ilimlerin esaslarını elde etmiştir. İstese büyük bir tarikat şeyhi olabilirdi, bu ilimlere bakmadan bir alim olarak kelam ve tefsirci olarak yad edilebilirdi, fakat O bulunduğu asrı okudu ve asrının hassalarını değerlendirdi.

Acizane kanaatımız içerisinde bulunduğumuz asrın da 3 değişim parametresi olduğudur, bunlar;
1- Asır dijital asırdır. Önümüzdeki 10 yılda karşılaşacağımız hayat ölçülerinin, bugünkü hayat kavramlarımızla, düşünce ölçülerimizle uzaktan yakından alakası olmayacaktır. Siz bugün ı-pad’den, ı-phone’dan, internetten, 3-D’den, 4G’den habersizseniz bırakınız dünyaya bir şeyler anlatmayı kendi evinizde evladınıza bile bir şey anlatamayacaksınız.
2- Asrın değişim parametreleri ve değişim hızı hızlanmıştır. Beşeriyetteki idrak ve intikal ölçüleri değişmiş, hizmetlerimizin asrın bu inkişaf süratine ayak uydurması zaruret halini almıştır. Bu süreçte mesela Medeniyetler ittifakı projesinin asrın beşeriyet projesi olduğunun bilinmesi ve Nurların bu noktada nasıl değerlendirilebileceği üzerinde akademisyenlerimizin kafa yorması lazımdır.
3- Asır global sosyal network asrıdır.

Mevzumuz bu olmadığından bu derin tahlil mesailini ilerideki yazılarımıza havale edip Muazzez Üstadımızın ilk hayatından itibaren hariç hizmetlere bakışına dönüyoruz.

Aziz Üstadımız, Van’da bulunduğu müddet zarfında o zamana kadar edindiği fikir ve mütalaalar ve ilmi ve dini tedris usullerini görmek ile zamanın ihtiyaçlarını gözönünde bulundurarak kendisine mahsus bir usul-ü tedris icad etmiştir. Bu da hakaik-i imaniyeyi asrın fehmine uygun yeni izah ve beyan usulleriyle isbat etmek suretiyle talabelerini tenvir etmektir.
Üstadımız Tahir Paşa ile kaldığı devirde,Paşa sualler sorar sohbet ederlerdi. Daha sonra Paşanın sualleri Avrupa’dan elde ettiği kitaplardan tertip edip sorduğunu farkedince o Avrupa kitaplarını tetebbu etti.

Bediüzzaman Hazretlerinin vizyonunu anlamak lahika mektupları ile İhlas ve Uhuvvet Risalelerinin mutalaasına vabestedir,fakat eğer misyonu ne idi diye sorulacak olursa bu gelen hatıradır deriz;
Van'daki ikameti esnasında, Alem-i İslâmın vaziyetini bir derece öğrenmiş bulunuyordu. Bir gün Tahir Paşa bir gazetede şu müthiş haberi ona göstermişti. Haber şu idi:
İngiliz Meclis-i Meb'usanında Müstemlekât Nâzırı, elinde Kur'an-ı Kerîmi göstererek söylediği bir nutukta:
Bu Kur'ân, İslâmların elinde bulundukça biz onlara hâkim olamayız. Ne yapıp yapmalıyız, bu Kur'ânı onların elinden kaldırmalıyız; yahut Müslümanları Kur'ândan soğutmalıyız, diye hitabede bulunmuş.
İşte bu müthiş haber, onda târifin fevkinde bir tesir uyandırmıştı. İstidadı şimşek gibi alevli, duyguları ve bütün letâifi uyanık ve ilim, irfan, ihlâs, cesaret ve şecaat gibi hârika inayet ve seciyelere mazhar olan Bediüzzamanın, bu havadis üzerine: "Kur'ânın sönmez ve söndürülmez mânevî bir güneş hükmünde olduğunu, ben dünyaya isbat edeceğim ve göstereceğim!" diye kuvvetli bir niyet ruhunda uyanır ve bu saikle çalışır.
(T.H. 53)


nursi_misakimilli.jpg
Bediüzzaman’ın hayatının misyonu olan bu cümleye dikkat buyurun. Demiyor ben islamı tüm vatan sathında tebliğ edeceğim, demiyor bizim de kırmızı çizgilerimiz var, misak-ı millimiz var, demiyor bu şarki anadoluya ben islamı anlatacağım, diyor ki ben islamı,Kur’an’ı ve Onun Nebiler Nebisi Muhammed Mustafa’yı cihana hem de cihanın anladığı dilden ilan edeceğim…


Said Nursî, altmış beş sene evvel Van'da Vali Tahir Paşanın yanında iken okuduğu bir gazetede, İngiliz Müstemlekât Nazırının İngiliz Meclis-i Mebusanında elinde Kur'anı göstererek: "Bu Kur'an, müslümanların elinde kaldıkça biz onlara hakikî hâkim olamayız. Ya Kur'anı ortadan kaldırmalıyız, veya onları Kur'andan soğutmalıyız" sözü üzerine, ruhunda bir feveran ve nihayetsiz bir gayret uyanır. Kur'anın bir mu'cize olduğunu isbat ederek her tarafa neşretmek ve kâfirleri tam susturmak ister; buna kat'î karar verir. Van'da bulunduğu onbeş sene müddet içerisinde hıfzına aldığı seksenden ziyade kitabı ezbere devrettiği gibi, Alem-i İslâmın hâl-i hazırda durumu hakkında da gerekli her türlü malûmatı elde eder.

Nazirsiz bir allâme olan Bediüzzaman, daha genç yaşında görünen müstesna zekâ ve ilminden de anlaşıldığı gibi, sair emsâlleri fevkinde kendisine ayrıca hikmet-i Kur'aniye talim edilmişti. Kendisi, asr-ı hâzırın ihtiyacını karşılayacak, zamanın ilmî ve edebî seviyesinin fevkinde bütün dünyaya Kur'anın mu'cize olduğunu isbat ve herkesi ikna edebilecek bir kabiliyet, metanet, emel ve fedakârlık taşıyordu.

Bir buğday tanesi kadar çam çekirdeğinden dağ gibi bir ağacın zuhuru, Kudret-i İlâhiyeyi açıkça gösterdiği gibi; maddî hiçbir kuvvete sahip olmayan, bilakis mazlum ve bir nevi elleri kolları bağlı bir vaziyette Bediüzzamanın çekirdek- misâl hayatı ve hizmetiyle tarihin en dehşetli bir devrinde hem Anadolu, hem âlem-i islâm, hem dünyanın ekserisine de maddeten te'sir edecek ve zihniyetlerini değiştirecek manevî küllî ve cihanşümûl bir inkişâfın zuhuru; aynen bir kudret-i mutlaka ve istihdam-ı İlâhî ve sevk-i Rabbanî ile olduğu akla ve kalbe görünmektedir.

Filhakika; bir eserinde tahdis-i nimet suretinde hizmet-i îmaniyeye ait inayet-i İlâhiyeden bahsederken şöyle der:

"Eski harb-i umumîde ve daha evvellerinde bir vâkıa-i sâdıkada görüyorum ki: Ararat Dağı denilen meşhur Ağrı Dağının altındayım. Birden o dağ müthiş infilâk etti; dağlar gibi parçaları dünyanın her tarafına dağıttı. O dehşet içinde baktım ki, merhum validem yanımdadır. Dedim:

- Ana korkma, Cenab-ı Hakkın emridir. O hem Rahimdir, hem Hakîmdir.

Birden o hâlette iken baktım ki, mühim bir zat bana âmirane diyor ki:

- İ'caz-ı Kur'anı beyan et.

Uyandım, anladım ki: Bir büyük infilâk olacak. O infilâk ve inkılâbdan sonra Kur'an etrafındaki surlar kırılacak. Doğrudan doğruya Kur'an kendi kendini müdafaa edecek. Ve Kur'ana hücum edilecek, i'cazı onun çelik bir zırhı olacak; ve şu i'cazın bir nev'ini, şu zamanda izharına haddimin fevkinde olarak benim gibi bir adam namzed olacak, ve namzed olduğumu anladım."


Bu yukarıdaki cümlelerin herbiri hakkında kitaplar yazılır,meselemiz mucibince yazılanlara bakınca ise karşımıza şu manzara çıkıyor; Üstadımız cok genç yaşında hayatının misyonunu belirlemiş ve bu misyon üzre hayatını devam ettirmiştir. Ya bir dağ başında, ya bir sürgün evinde, yahut bir vaaz kürsüsünde veyahut bir zindan köşesinde gaye-i hayatı, maksad-ı hizmeti, emeli, davası, rüyası Kur’an’ın icazını beyan etmek olmuştur. Sevdası Efendimizi (asv) tanıtmak, sevip sevdirmek olmuştur.

Rabbim tevfikini yar ederse bu giriş yazısından sonra Risale-i Nur’da ve hatıralarda var olan Üstadımızın hariç hizmetlerle alakalı mektuplarını, yazılarını, hatıralarını paylaşacağım.
 

harp

Well-known member
Cevap: Emma, Jülyen ve Said Nursi'nin kahramanı 15 Aralık 2010 / 12:15 Bedi

Rus yargısı R.Nur' okumadan karar veriyor
15 Aralık 2010 / 08:39
Rusya'nın Krasnoyarski eyalet mahkemesi, 'Haşr Günü Hakkında Onuncu Kelime" isimli eserini yasakladı

Rusya'nın Krasnoyarski eyalet mahkemesi, eyaletin ilçe mahkemesi tarafından 21 Eylül tarihinde alınan yasak kararını onaylayarak Said Nursi'nin 'Haşr Günü Hakkında Onuncu Kelime" isimli eserini yasakladı. Kitap "Aşırı yayın" ilan edilerek yasaklandı.
Rusya Müftüler Birliği ve Rusya Müslümanlarının Merkezi Dini Kurumu yasak aleyhinde savunma yapmasına rağmen karar değişmedi. Mahkemede müftülüğün haklarını savunan Yevgeni Kolobayev ve din adamı İlham Merajov, eyalet mahkemesinin kitabı okumaya bile gerek duymadan yasağı onayladığını belirtti. Kolobayev, mahkemede çok sayıda sayıda usul hatası yapıldığını da belirtti.
Din adamı Merajov ise, mahkeme kararını ve hakimlerin dayandığı uzman görüşlerini eleştirerek, kitapta kesinlikle aşırı düşünceler ihtiva eden ifadeler olmadığını söyledi.
 

harp

Well-known member
Cevap: Emma, Jülyen ve Said Nursi'nin kahramanı 15 Aralık 2010 / 12:15 Bedi

icon_bck.gif
Anasayfaya Dön
Karakter boyutu :
font_01.gif
font_02.gif
font_03.gif
font_04.gif


71331.jpg

Uzayda buz püskürten bir dağ tespit edildi
15 Aralık 2010 / 08:13
Satürn gezegeninin en büyük uydusu Titan'da buz püskürttüğü düşünülen devasa bir dağ tespit edildi

Amerikan Ulusal Havacılık ve Uzay Dairesi (NASA)'nın uzaya gönderdiği Cassini aracı, Satürn gezegeninin en büyük uydusu Titan'da buz püskürttüğü düşünülen devasa bir dağ tespit etti.
ABD Jeofizik Enstitüsü (USGS)'den bilim adamı Randolph Kirk'ün San Francisco'daki bir toplantıda açıkladığı araştırma sonuçlarına göre, Titan üzerinde Dünyadakilere benzer büyük bir volkan bulundu. Ancak bu dağdan sıcak magma ve kül yerine buz ve hidrokarbonlar fışkırdığı sanılıyor.
Titan'ın yüzeyinden 3 bin feet yukarıda gözlemlerini sürdüren Cassini, uydunun bazı bölgelerini 3 boyutlu olarak haritalandırdı. Cassini, İtalya'daki Etna ve İzlanda'daki Laki yanardağlarının etrafındaki yer şekillerini andıran donmuş akıntılar görüntüledi. Titan'ın üzerinde bilinen yanardağlara benzer sıcak magma püskürten bir volkan ise bulunamadı.
Arizona Üniversitesi'nden gezegen bilimci Jeffrey Kargel, keşfi oldukça "inandırıcı" bulduğunu söyledi. Ancak Kargel, Titan'a gidip toprak örnekleri alınmadığı sürece akıntıların gerçekte hangi maddeden oluştuğunun asla bilinemeyeceğini kaydetti.
Merkür gezegeninden biraz daha büyük olan Titan, nitrojen ve metan gazlarından oluşan oldukça kalın bir atmosfere sahip. Metan gazının kaynağı bilinmiyor. Bilim adamları, uydu üzerindeki volkanların atmosferin oluşumunda önemli bir faktör olabileceğini belirtiyor.
1997'de fırlatılan Cassini, 2004'te Satürn'ün yörüngesine girmişti. Satürn'ün Titan dışında irili ufaklı 60 uydusu daha bulunuyor. Cassini görevini NASA, Avrupa Uzay Ajansı ve İtalyan Uzay Ajansı ortaklaşa sürdürüyor.
Cihan
 

harp

Well-known member
Cevap: Emma, Jülyen ve Said Nursi'nin kahramanı 15 Aralık 2010 / 12:15 Bedi

Namaz her anımızı ibadete çevirir
15 Aralık 2010 / 13:15
Sakarya Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Öğretim Görevlisi Dr. Vehbi Karakaş, vaktin doğru planlanması adına namazın ayrı bir önemi olduğunu söyledi.

Meşe Polat'ın haberi
Karakaş, namazın günde beş vakit olması nedeniyle diğer ibadetlerden farklı olduğunu ve bu nedenle dinin direği olarak aktarıldığını belirtti. Karakaş, namazla dünyalık diğer işlerin de ibadete dönüşeceğini dile getirdi.
İbadetler müminlerin hayatlarını belli bir düzen içerisinde yaşaması için vakitlere ayrılıyor. Senenin yalnızca bir ayında tutulan oruç, yılda bir kez verilen zekât ya da günde beş vakit namaz bu ibadetlerden bazıları. Namaz bütün ibadetler arasında günde beş vakit olması nedeniyle ayrı bir önem arz ediyor. Sakarya Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Öğretim Görevlisi Dr. Vehbi Karakaş, namazın Müslüman'ın hayatının her anında olması gerektiğini söylüyor.
Namazın bir zikir olduğunu ifade eden Karakaş, "Namaz Allah'ı, Allah'ın istediği gibi anmaktır. Allah, her yerde, her an anılmaya layık bir sevgilidir. Her an anılmak da O'nun hakkıdır. Çünkü O bizi çok seviyor ve hiç unutmuyor. Bizi çok sevdiğini, hiçbir sevgilinin hiçbir sevgiliye vermediği ve veremeyeceği nimetleri ve hediyeleri bize verdiğini biliyoruz." diyor. Peygamber Efendimiz'in (sas) namazı dinin direği olarak gösterdiğine değinen Karakaş, "Peygamberimiz namazı gözünün nuru, görmüş; şükrün, zikrin, aşkın, muhabbetin, hüznün, sevincin mücessem şekli, duanın en büyüğü saymış, dinde namazın yerini, cesette başın yeri gibi göstermiştir." diye konuşuyor.
Peygamber Efendimiz'in (sas) hiçbir vakit namazını kazaya bırakmadığını da söyleyen Karakaş, Peygamberimiz'in Hendek Savaşı'nda namazı vaktinde kılamaması nedeniyle düşmanlarına ilk defa "Allah onların evlerini, karınlarını ve kabirlerini ateşle doldursun." diye beddua ettiğini dile getiriyor.
Üstad Bediüzzaman'ın 'Namaz kılan insanın dünyaya ait diğer mubah işlerinin hepsi ibadet olur.' sözünü hatırlatan Vehbi Karakaş, "Bir kaşık maya ile nasıl kocaman bir tencere sütü mayalar ve yoğurt yaparsanız, her gün namaza ayırdığınız bir saatle de o kocaman gününüzü mayalar ve 24 saatinizi namazlaştırmış olursunuz." şeklinde konuşuyor.
Karakaş'a göre vaktin doğru planlanması açısından namaz ayrı bir önem ifade ediyor. Namazlarda vakit tanzimini ise Allah'ın bizim için yaptığını kaydeden Karakaş, "Beş vakit namazı emretmiş ve bu beş vakit namazı günün belli vakitlerine serpiştirmiştir ki bu vakitlerde kılınan namaz, arada kalan boşluklara, namazsız saatlere kefaret olsun. Bu da O'nun bizi sevdiğine apayrı bir delildir." diye belirtiyor.
Ta'dil-i erkâna dikkat edilmeli
Namazın kılınması sırasında belirlenen kaidelere uygun hareket etmek gerekir. Namazın ta'dil-i erkânla kılınması gerektiğini ifade eden Vehbi Karakaş, Peygamber Efendimiz'in (sas) bu konudaki hassasiyetini şöyle aktardı: "Ta'dil-i erkânsız namaz kılanı Peygamberimiz, üç kere "olmadı" diyerek uyarmış ve dosdoğru namazın tarifini yapmıştır. Başka bir hadis-i şerifte ise 'Namazdan kul için sadece akıllı ve bilinçli kıldığı kadarı vardır.' diyor. Böylelikle Peygamberimiz (sas) kişinin namazda bilinçsiz kıldığı kısmın ona ait olmadığını bildiriyor."
Zaman
 
Üst