Düşen Bir Yaprak Gibi

Denis

Well-known member
images




“Gaybın anahtarları O’nun katındadır, O’ndan başka hiç kimse gaybı bilmez. Karada ve denizde olanların tamamını O bilir, O, bilmeksizin bir yaprak dahi düşmez; yerin karanlıklarındaki bir tane, yaş ve kuru dışta olmamak üzere hepsi (ve herşey) apaçık bir kitaptadır.” (En’am Sûresi, 59. âyet)


Mevsimlerin hazana, yeşilin kızıla, sıcakların soğuğa, coşkunun durgunluğa, ömrümüzün hüzne döndüğü bir mevsimdir sonbahar.

Bilemediğimiz bir hisle her sonbahar hüzünlendirir bizi. Tuhaf bir burukluk, sebepsiz hüzün kaplar içimizi.

Ayrılık mevsimidir belki ondandır hüzünlenmemiz.

Güneşli günlerin artık yerini kasvetli havalara bırakması, bulutların bizimle aynı duyguyu taşıyor gibi sicim sicim akması, yaz günlerindeki hafifliğin kalın paltolara bürünecek olması...

Daha bir çok şey... Yine de her şey yerinde zamanında güzel.

Her mevsimin ayrı bir güzelliği var, yaşamak gerek.

Özellikle gezip dolaşmak istersin. Parkların bahçelerin rengârenk yaprakların nasıl etrafı süslediğini, sonbaharın habercisi kasımpatıların gülen yüzlerini oturup bir köşeye seyretmek istersin uzun uzun.

Sonra kalkıp yürümek, önüne yavaşça döne döne düşen yaprağı dikkatle izlerken, ağır adımlarla hışır hışır yaprakların sesini duyarken hayallere dalmak istersin.

Bazen duygu dolar, bilemediğin bir şeye ağlarsın, bazen o muhteşem manzara karşısında her şeye aşık olur, tarifsiz coşarsın. Maşallah, barekâllah der, “İyi ki yaşıyorum, iyi ki görüyorum, iyi ki hissedebiliyorum” der sana verilen her nimet için Yaratana şükredersin.

İnişlerin çıkışların yaşandığı bir mevsimdir sonbahar. Tefekkürün en güzel zamanıdır, bahar ve sonbahar. Daldan düşen yaprak gibi biz de düşeceğiz ömür ağacından bir bir.

Rüzgârımız belki sert bir poyraz olacak, kırıp geçirecek dallarımızı, belki de tatlı bir meltem olacak hafifçe okşayacak yapraklarımızı. Sessizce ayıracak bizi yerimizden, alıp götürecek topraktan yaratıldığımız toprak olacağımız asıl vatanımıza.

Aynı mevsimler gibi ömrümüz de hızla geçip gidiyor. Baharla başladı dünyaya gelişimiz, ağlayarak doğduğumuz şu fani dünyaya, sonra yaza döndü, düşe kalka, bata çıka, büyüdük o yaz sıcağı gibi ömür sayfalarında.

Şimdi hazana erdik, tam ömrümüzün olgunlaşıp meyve verdiği asmalar gibi.

Hasat mevsimimiz geldi, ömrümüzün dakikaları sayılıyor yavaş yavaş. Kışa girmek için hazırlıklı olmak gerek.

Kışın zemheri soğuğuna dayanmak için, yazın yanıp kavrulmak gerek.

Ahiret kışına hazırlanmak, azık yapmak gerek.

Baharımız olacak cennete kavuşmak için... Yolculuk için çalışmak, çalışmak, çalışmak gerek.

Allah bize mevsimlerle ahiret hayatımızı anlatıyor. İnsanlar düşünmese bile mevsimlerin verdiği duygular, ona, doğumu (bahar), genç bir bedenle (yaz), olgunlukla (sonbahar), ölümle (kış) mevsiminin duygularını tattırıyor.

Baharda, coşarız akan ırmaklar gibi coşkulu, yazın iliklerimize işletiriz kavurucu sıcağı, enerji yüklenir adeta bedenler gelecek mevsimlere hazırlanır gibi.

Sonbahar, kıldığımız namazları, yaptığımız sadakaları hayırları, tuttuğumuz oruçları ahiret tezgâhına yollama zamanıdır. Yakındır, pazar kurulacak. Sergide bakalım kimin tezgâhı geniş, kimin çeşidi bol olacak?

Kış gelecek, beyaz giymiş kefene bürünen bedenler gibi. Üşütecek azığı, hazırlığı olmayan gayet zaîf ve nazik tenleri. Bazısı para mal mülk biriktirir, ne bu dünyaya ne öbür dünyaya faydası olur.


Meşhur bir hikâye vardır: Kanunî Sultan Süleyman, oğlu Beyazıt’a demiş ki: “Ben ölünce bir elimi tabutumun dışına atın. İnsanlar görsünler ki, padişah olan Kanunî Sultan Süleyman bile bu dünyadan eli boş gitmiştir.” Düşünün nice zenginlik sahibi insanlar geldi geçti; Sultan olsan da ahirete cepsiz dikişsiz bir kefenle gidilir.

Allah’ın (cc) verdiği malı Allah yolunda harcayalım ki gideceğimiz yeri kışı bahara, cehennemi cennete çevirelim. Hem bu dünyada yaptığımız iyilikler mutlu olmamıza sebep olur, hem de ahiret hayatımızda her tuğlası zümrüt, mercandan saraylar mekânımız olur. Bu mükâfat bir kul için yetmez mi insana?


“Hem madem göz ile görünen bu hadsiz in’amlar, ihsanlar, lütuflar, keremler, inayetler, rahmetler; perde-i gayb arkasında bir Zât-ı Rahman-ı Rahîm’in bulunduğunu sönmemiş akıllara, ölmemiş kalblere gösterir.

Elbette in’amı istihzadan ve ihsanı aldatmaktan ve inayeti adavetten ve rahmeti azabdan ve lütuf ve keremi ihanetten halâs eden ve ihsanı ihsan eden ve nimeti nimet eden, bir âlem-i bâkide bir hayat-ı bâkiye var ve olacaktır.”
(Meyve Risalesi, Altıncı Mesele)


NURBAN KAYA

 
Üst