Bu dünya hizmet yeridir, ücret yeri değildir. Bu dünyada yapmış olduğumuz ibadetlerin neticesi ahirette görülecektir. Onların neticesini ve meyvesini bu dünyada görmek istemek ahireti dünyaya tabi etmek gibidir. İbadetlerimizden bir feyz almaya çalışmak ve alamadığımız zaman da ümitsizliğe kapılmanın doğru olmadığına dair birkaç bahis:
“Bizlerle pek çok alâkadar bir zat, çok defa dehşetli şekvâ ediyor ki: "Ben adam olamıyorum, gittikçe fenalaşıyorum, manevi hizmetlerimin neticelerini göremiyorum" diye medet istiyor.
Ona yazıyoruz ki: "Bu dünya darü'l-hizmettir; ücret almak yeri değildir. A'mâl-i sâlihanın ücretleri, meyveleri, nurları berzahta, ahirettedir. O bâki meyveleri bu dünyaya çekmek ve bu dünyada onları istemek, ahireti dünyaya tabi etmek demektir.” (Kastamonu Lahikası)
Hem yine:
“Kastamonu'da ehl-i takvâ bir zât, şekvâ tarzında dedi: "Ben sukut etmişim. Eski halimi ve zevkleri ve nurları kaybetmişim."
Ben de dedim: "Belki terakki etmişsin ki, nefsi okşayan ve uhrevî meyvesini dünyada tattıran ve hodbinlik hissini veren zevkleri, keşifleri geri bırakıp, daha yüksek makama, mahviyet ve terk-i enâniyet ve fâni zevkleri aramamakla uçmuşsun."
Evet, bir ehemmiyetli ihsan-ı İlâhi, ihsanını, enâniyetini bırakmayana ihsas etmemektir-tâ ucub ve gurura girmesin. O amel-i salihin ihlası kırılır, nuru gider. Evet, o meyveler istenilmez, niyet edilmez. Verilse, teşvik için verildiğini düşünüp şükreder." (Şualar, 13. Şua)
Bu zamanda çoğumuz bu durumdan şikayetçiyizdir. “Zevk alamıyoruz, sıkılıyoruz, adam olamıyoruz, yapamıyoruz…” gibi tabirleri çok kullanmışızdır.
İbadetin ruhu ihlastır. İhlas ise yapılan ibadetin yalnız Allah’ın emri olduğu için yapılmasıdır. Dünyevi ve uhrevi bir maksat ibadetimizde maksat olsa o ibadeti iptal eder veya en azından sevabını azaltır. Demek ki dünya menfaati için yapılmayacağı gibi uhrevi bir maksat için veya en azından uhrevi zevkleri bu dünyada almak için de yapılmaz. Eğer Cenab-ı Hak fazlından olarak dünya işlerimizi kolaylaştırsa ve bizlerin kalbimize de ferah verse o zaman şükredebiliriz. Yoksa bunlar maksat yapılmaz ve istenilmez. İstenilirse ihlası kaçırır, riyaya kapı açar.
Dünyada yediğimiz bir elmanın yerine ancak bir sene sonra yeni bir elma gelmektedir. Halbuki bu meyve eğer cennette olsaydı kopardığımız zaman yerine aynen gelecekti.
“Dünyanın yüz bahçesi, fani olmak haysiyetiyle, ahiretin baki olan bir ağacına mukabil gelemez. Halbuki, hazır lezzete meftun kör hissiyat-ı insaniye, fani, hazır bir meyveyi, baki, uhrevi bir bahçeye tercih etmek cihetiyle, nefs-i emmare bu halet-i fıtriyeden istifade etmemek için Risale-i Nur şakirtleri ezvak-ı ruhaniyeyi ve keşfiyat-ı maneviyeyi dünyada aramıyorlar.
Risale-i Nur şakirtlerine bu noktada benzeyen eskiden bir zat, haremiyle (hanımıyla) beraber büyük bir makamda bulundukları halde, maişet müzayakası (maddi sıkıntı) yüzünden haremi, demiş zevcine: "İhtiyacımız şedittir."
Birden, altından bir kerpiç yanlarında hazır oldu. Haremine dedi: "İşte Cennetteki bizim kasrımızın bir kerpicidir."
Birden o mübarek hanım demiş ki: "Gerçi çok muhtacız ve ahirette de çok böyle kerpiçlerimiz var; fakat fani bir surette bu zayi olmasın, o kasrımızdan bir kerpiç noksan olmasın. Dua et, yerine gitsin; bize lazım değil." Birden yerine gitti, Keşifle gördüler diye rivayet edilmiş.” (Emirdağ Lahikası)
“Ben gördüm ki, ehl-i diyanet, belki de ehl-i takvâ bir kısım zatlar bizimle gayet ciddi alakadarlık peyda ettiler. O bir iki zatta gördüm ki, diyaneti ister ve yapmasını sever, ta ki hayat-ı dünyeviyesinde muvaffak olabilsin, işi rastgelsin. Hatta tarikatı, keşif ve keramet için ister. Demek ahiret arzusunu ve dinî vezâifin uhrevî meyvelerini dünya hayatına bir dirsek, bir basamak gibi yapıyor. Bilmiyor ki, saadet-i uhreviye gibi saadet-i dünyeviyeye dahi medar olan hakaik-i diniyenin fevâid-i dünyeviyesi, yalnız müreccih (tercih edici) ve teşvik edici derecesinde olabilir. Eğer illet derecesine çıksa ve o amel-i hayrın yapmasına sebep o fayda olsa, o ameli iptal eder; lâakal ihlası kırılır, sevabı kaçar.” (Kastamonu Lahikası)
“Bizlerle pek çok alâkadar bir zat, çok defa dehşetli şekvâ ediyor ki: "Ben adam olamıyorum, gittikçe fenalaşıyorum, manevi hizmetlerimin neticelerini göremiyorum" diye medet istiyor.
Ona yazıyoruz ki: "Bu dünya darü'l-hizmettir; ücret almak yeri değildir. A'mâl-i sâlihanın ücretleri, meyveleri, nurları berzahta, ahirettedir. O bâki meyveleri bu dünyaya çekmek ve bu dünyada onları istemek, ahireti dünyaya tabi etmek demektir.” (Kastamonu Lahikası)
Hem yine:
“Kastamonu'da ehl-i takvâ bir zât, şekvâ tarzında dedi: "Ben sukut etmişim. Eski halimi ve zevkleri ve nurları kaybetmişim."
Ben de dedim: "Belki terakki etmişsin ki, nefsi okşayan ve uhrevî meyvesini dünyada tattıran ve hodbinlik hissini veren zevkleri, keşifleri geri bırakıp, daha yüksek makama, mahviyet ve terk-i enâniyet ve fâni zevkleri aramamakla uçmuşsun."
Evet, bir ehemmiyetli ihsan-ı İlâhi, ihsanını, enâniyetini bırakmayana ihsas etmemektir-tâ ucub ve gurura girmesin. O amel-i salihin ihlası kırılır, nuru gider. Evet, o meyveler istenilmez, niyet edilmez. Verilse, teşvik için verildiğini düşünüp şükreder." (Şualar, 13. Şua)
Bu zamanda çoğumuz bu durumdan şikayetçiyizdir. “Zevk alamıyoruz, sıkılıyoruz, adam olamıyoruz, yapamıyoruz…” gibi tabirleri çok kullanmışızdır.
İbadetin ruhu ihlastır. İhlas ise yapılan ibadetin yalnız Allah’ın emri olduğu için yapılmasıdır. Dünyevi ve uhrevi bir maksat ibadetimizde maksat olsa o ibadeti iptal eder veya en azından sevabını azaltır. Demek ki dünya menfaati için yapılmayacağı gibi uhrevi bir maksat için veya en azından uhrevi zevkleri bu dünyada almak için de yapılmaz. Eğer Cenab-ı Hak fazlından olarak dünya işlerimizi kolaylaştırsa ve bizlerin kalbimize de ferah verse o zaman şükredebiliriz. Yoksa bunlar maksat yapılmaz ve istenilmez. İstenilirse ihlası kaçırır, riyaya kapı açar.
Dünyada yediğimiz bir elmanın yerine ancak bir sene sonra yeni bir elma gelmektedir. Halbuki bu meyve eğer cennette olsaydı kopardığımız zaman yerine aynen gelecekti.
“Dünyanın yüz bahçesi, fani olmak haysiyetiyle, ahiretin baki olan bir ağacına mukabil gelemez. Halbuki, hazır lezzete meftun kör hissiyat-ı insaniye, fani, hazır bir meyveyi, baki, uhrevi bir bahçeye tercih etmek cihetiyle, nefs-i emmare bu halet-i fıtriyeden istifade etmemek için Risale-i Nur şakirtleri ezvak-ı ruhaniyeyi ve keşfiyat-ı maneviyeyi dünyada aramıyorlar.
Risale-i Nur şakirtlerine bu noktada benzeyen eskiden bir zat, haremiyle (hanımıyla) beraber büyük bir makamda bulundukları halde, maişet müzayakası (maddi sıkıntı) yüzünden haremi, demiş zevcine: "İhtiyacımız şedittir."
Birden, altından bir kerpiç yanlarında hazır oldu. Haremine dedi: "İşte Cennetteki bizim kasrımızın bir kerpicidir."
Birden o mübarek hanım demiş ki: "Gerçi çok muhtacız ve ahirette de çok böyle kerpiçlerimiz var; fakat fani bir surette bu zayi olmasın, o kasrımızdan bir kerpiç noksan olmasın. Dua et, yerine gitsin; bize lazım değil." Birden yerine gitti, Keşifle gördüler diye rivayet edilmiş.” (Emirdağ Lahikası)
“Ben gördüm ki, ehl-i diyanet, belki de ehl-i takvâ bir kısım zatlar bizimle gayet ciddi alakadarlık peyda ettiler. O bir iki zatta gördüm ki, diyaneti ister ve yapmasını sever, ta ki hayat-ı dünyeviyesinde muvaffak olabilsin, işi rastgelsin. Hatta tarikatı, keşif ve keramet için ister. Demek ahiret arzusunu ve dinî vezâifin uhrevî meyvelerini dünya hayatına bir dirsek, bir basamak gibi yapıyor. Bilmiyor ki, saadet-i uhreviye gibi saadet-i dünyeviyeye dahi medar olan hakaik-i diniyenin fevâid-i dünyeviyesi, yalnız müreccih (tercih edici) ve teşvik edici derecesinde olabilir. Eğer illet derecesine çıksa ve o amel-i hayrın yapmasına sebep o fayda olsa, o ameli iptal eder; lâakal ihlası kırılır, sevabı kaçar.” (Kastamonu Lahikası)