Dinin Medyadaki Sunumu

Nesl-i Cedid

Well-known member
[h=1]Dinin Medyadaki Sunumu[/h] Geçen Aralık ayında Diyanet İşleri Başkanlığı, Medya Din İlişkileri konusunda çok kapsamlı bir sempozyum düzenledi. Tebliğci olarak çağrıldığım bu sempozyumda sunduğum bildirimi, eğer hata ise mazur görülmemi dileyerek, burada yayımlamak istiyorum. Umuyorum ki, böylece okuyucularımızdan gelecek katkılarla da olgunlaşması sağlanmış olacaktır.
Fırsat ve İfsat Arasında Medyada Dinin Sunumu
Din adına konuşmak ya da fetva vermek günümüzde bir yönüyle kolaylaşırken, bir yönüyle de zorlaşmıştır: Kolaylaşmıştır, çünkü bilgiye ulaşmak için bu güne dek hiç olmadığı kadar imkânlar artık elimizin altındadır. Zorlaşmıştır, çünkü içinden çıkılmaz bir bilgi kirlenmesi ve adeta bir kaos, bir yönüyle de, İslamı sahiplenenler de dahil olmak üzere, önü alınamaz bir dünyevileşme yaşanmaktadır.
Bu durumu biraz daha açacak olursak; modernleşmenin kurduğu yalancı cennetin ve bununla gerçekleştirdiği dönüştürmenin dışında bu kaosun en önemli sebeplerinden birisi de, İslam ümmetinin bu gün yeterli sayıda mütefekkirinin ve model ulemasının bulunmamasıdır. Oysa Hz. Peygamberden itibaren müminlerin istikametlerini tayin edenler hep âlimler olagelmiştir. Burada âlimin, alem köküyle alakasını yeniden hatırlamamızda yarar vardır. Uçsuz bucaksız çöllerde, alem denen yüksek dağlara bakılıp yön tayin edildiği gibi, insanlar da tarih boyunca âlimlere bakıp istikametlerini belirlemişlerdir. Yönetimlerin ve kurumların dinin anlaşılmasındaki etkisi hep kısıtlı ve geçici, çoğu zaman da olumsuz olmuştur. Bu günün bilim teknolojisinden yararlanarak bütün fetvaları bir araya toplasanız ve bir tuşa basmakla istediğiniz bilgiye kolayca ulaşılır hale getirseniz dahi güven duyulan ulemanız olmadıktan sonra bunları hayata geçirmeniz zordur. Bu iş için peygamber varisi alimlerin bulunması gerekir. Unutmayalım ki, peygamber sadece ilmî otorite değildi, aynı zamanda hem siyasî, hem de manevi otorite idi. Gerçek anlamda ulü'l-emr'in ulema olduğunu söyleyen görüş bu açıdan önemlidir.
Günümüze gelecek olursak, medyanın reyting uğruna pazara çıkarmadığı hiç bir değer kalmamıştır. Adeta ağzı olan konuşmaktadır.
Bir taraftan liberalizmin doğurduğu sınırsız bir özgürlük, diğer taraftan kapitalizmin oluşturduğu kontrolsüz bir kazanma ihtirası para edecek her şeyi piyasaya arz etmektedir.
Dinin adeta Allah'tan başka bir hamisi kalmamıştır. Çoğunlukla televizyonlar, kimin konuşması en çok ses getirecekse onu programlarına kabul etmekte, konuşanlar da sansasyon yapacak konuları gündeme getirmeye çaba göstermektedirler.
Diğer yönden, bir web sitesi yapmayı ya da yaptırmayı becerebilen herkes din olarak insanlara kendi doğrularını anlatma fırsatı bulabilmektedir. Bunun için asla bir tahsil görmüş olma şartı da yoktur. Toplama ve kes yapıştır bilgilerle kısa zamanda herkes web sitesinde her alanda fetvalar sıralayabilmektedir. Bunlara "yapmayın, etmeyin" demeniz kâr etmeyeceği gibi, herkesi ölçülü olmaya zorlayacağınız bir yaptırım gücünüz de yoktur. Kaldı ki, sizin doğrularınızın yegâne doğru olup olmadığı da tartışılır.
Bunun yanında dine ve dindarlığa yönelik düşmanlıklarını, medya silahıyla savaşa dönüştürenler de vardır. Dine açıkça saldıranlar, onun kurumlarını parçalamaya çalışanlar, dini sulandırıp kafa karıştıranlar, dindarları gruplara ayırıp birbirine vurduranlar bulunmaktadır. Sahte mehdilerin, sahte resullerin 24 saat uydu yayını yapan televizyonları vardır ve bunlara hiç kimse bir şey diyememektedir.
Bu arada ihlas ve samimiyetle bu imkanları Allah için hizmete dönüştürmek isteyenler de boş durmamaktadırlar.
Kısaca kutsal savaş artık sanal aleme taşınmıştır. Çünkü şeytan adeta mutasyona uğramış, iğva ve ifsat araçlarını modernize etmiş, güncellemiş, yani update etmiştir. Deccalı, insanların gözünü kamaştırıp, Hakkı batıl, batılı hak gösteren büyüleyici güç olarak düşünürsek, dindarlar modern bir deccalla, hatta deccallarla karşı karşıya olduklarını anlayabilirler.
Bütün bunların sonucunda ortaya çıkan manzara şudur:
1.Kamuoyu araştırmaları dine ilgi duyma anlamında dindarlığın arttığını göstermektedir. Ama insanların kafası da muhtemelen tarihte hiç olmadığı kadar karışıktır. İnanç pazarında herkes kendi aklına ve arzularına göre seçim yapma imkânı bulduğu için Kuran ifadesiyle din, "parça parça" edilmiştir, pazara düşmüştür ve işportanın "seç al" kuralı burada da işlemektedir. Böylece kurumsal müslümanlık yerine bireysel müslümanlıklar doğmaktadır. Buna posmodern bir aşınma, esneme, hatta çözülme de diyebilirsiniz. Belki birilerinin ılımlı İslam'la kastettikleri şey de budur. Bir diyanet yetkilisinin, herkesin "kendi özel dindarlığını kendinin formatlaması, bireyin kendi fetvasını yine kendinin oluşturması gerektiği" yolundaki tavsiyesi tam da bu durumu anlatır gibidir.
Böyle bir dindarlaşma için bir fikir vermesi açısından on yıl arayla yapılmış iki farklı araştırmadan söz etmek istiyorum:
Türkiye Sosyal Ekonomik Siyasal Araştırmalar Vakfı 'TÜSES' in yaptığı kamuoyu araştırmalarına göre, 1990 ların başlarından, iki binin başlarına kadarki on yıllık sürede didarlaşma oranı büyük ölçüde artmış gözükmektedir. Buna karşılık on yıl önceki araştırmada dindarlık belirtisi olarak Şeriat istediklerini söyleyenlerin oranı % 27 iken, on yıl sonra bu oranın %9 a düştüğü tespit edilmiştir. Biz bu değişimin iyi ya da kötü olduğu konusunda bir görüş beyan etmiyoruz, sadece yükselen dindarlığın mahiyeti hakkında bir fikir vermek istiyoruz.
Toplumun genelinde böyle bir dağılma yaşanırken bazı cemaat ve tarikatlarda ise kendi liderlerinden başkasına hiç güvenmeyen, daha içe kapanık, daha çok kabuğuna çekilen ve din olarak sadece onun, etrafında toparlanabilecekleri bir yorumunu kabullenen marjinal anlayışlar oluşmakta ve kendi medya vasıtalarında din olarak bunlar anlatılmaktadır. Böylece farklı dindarlıklar arasında uçurumlar oluşmakta, birleştirici olması gereken din, ya da dinden anlaşılan şey parçalanmaya sebep olmaktadır. Bundan yararlanan bazı dış mihrakların bazı marjinal dinî televizyonlarla ilgi duydukları, onlara uydu imkanı ve lojistik destek sağladıkları artık bir söylenti olmayı öteye geçmiştir.
Televizyonlardaki Din sunumuna gelince:
Din adına özellikle televizyonlarda arzı endam eden meslektaşlarımızı genel hatlarıyla şu üç gruba ayırabiliriz:
1. Hasbelkader bir fakültede okumuş olma dışında dini bir ihtisası olmayan, ama sansasyon oluşturabildiği, bağırıp çağırmalarıyla reyting topladığı için ha bire televizyonlara çağrılan aspirin hocalar.
2.Diyanetin çeşitli kademelerinde ya da ilahiyat fakültelerinde görev yapan samimi, ancak medya dilini iyi kullanamayan, diksiyonu zayıf, heyecanı sönük, donanımı yetersiz, bu sebeple de ilgi ve reyting toplayamayan, netice itibariyle etkisi de sınırlı kalan hocalar.
3.Samimi olsalar dahi, televizyonun cazibesine kapılıp, dini anlatmayı bir kazanç haline getiren star hocalar.
Birincilere din karıştırmanları diyebiliriz. Bunlar Kuran ifadesiyle "güzel bir iş yaptıklarını zannedenlerdir", ama bize göre yine Kuran ifadesiyle "harsi de nesli de helak etmektedirler".
İkinciler donanım ve heyecan eksikliği sebebiyle beklenen etkiyi gösterememektedirler.
Üçüncülere gelince; cevazına bir şekilde fetva bulunsa dahi, dini anlatan ulemanın anlattıkları karşılığında ücreti söz konusu etmesi, bunun pazarlığını yapması sonuçta din konusunda dahi tam bir pazar ekonomisi oluşturur ve bu durum meselenin ciddiyetini zedeler, faydasını azaltır, dini metalaştırır, patronun istekleri etkili olmaya başlar. İşin ekonomik boyutu öne çıkar, dini anlatmada dahi arz talep ilişkisi belirleyici olur ve reyting almak için menkıbe ve kıssa İslamına doğru kayılır. Zühde ve takvaya dayalı samimi anlatım, yerini televizyon starlığına bırakır. Bu durumda da dengesiz ve patolojik bir İslam anlayışı doğar. Çünkü verilmesi gereken bilgiler değil, talep edilenler sunulacaktır. Allah'ın (cc) bütün peygamberlerine söylettiği, "Ben anlattıklarım karşılığında sizden bir ücret istemiyorum, ben ücretimi Allah'tan (cc) bekliyorum" sözü ve "sizden bir ücret istemeyenlere tabi olun" mealindeki ayeti kerime bu işin en temel özelliklerinden birini belirler.
Bir dördüncü grup daha vardır ki onlar, aslında söyleyecekleri can kulağıyla dinlenecek âlimlerdir. Ama ne var ki, bunlar televizyon programlarına çok az çıkmakta, ya da hiç çıkmamaktadırlar. Veya çıkarılmamaktadırlar. Ya da bu kaos ortamından bilerek imtina etmektedirler. Oysa artık medyayı ihmal eden ve hakkını veremeyen hiçbir düşünce, dünyada kendisine evrensel boyutta bir yer bulamayacak ve var olma yarışını sürdüremeyecektir.
Dikkat edilirse bu söylediklerimiz bizi yine en başta dediklerimize getirmektedir: Bu iş kurumlardan ziyade, ilmiyle amil ve heyecanını yitirmemiş ulemanın işidir. Bizim eksiğimiz de işte tam buradadır.
Olanlar ve olması Gerekenler
Söyledikleri din ya da fetva olarak algılanan insanların, fetva verirken Allah adına imza attıkları bilincinde olmaları gerektiğini söylememiz bile zaittir. Onlar mütecasir ve aceleci olamazlar. Bu bağlamda Şa'bî ve Hasan Basrî gibi tabiin alimlerinin, kendi zamanındaki ulema için söyledikleri şu söz çok anlamlıdır: "Sizler öyle konularda fetvalar veriyorsunuz ki, eğer onlar Hz. Ömer'e sorulmuş olsaydı, cevabı için bütün bir Bedir ehlini toplardı".
Din âlimlerinin kadınlı, müzikli eğlence programlarına çıkmalarının uygun olmadığı kanaatindeyiz. Bu durum dinin zihinlerde basitleşmesini ve modern hayatın detay bir aksesuarı gibi algılanmasını, sahnedeki manzaraların ise meşrulaştırılmasını sonuç vermektedir.
Yeni ortaya çıkan konularda, tartışılıp olgunlaştırılmayan fikirlerin, evreka, evreka! diye bağırır gibi medya aracılığı ile herkese duyurulması, telafisi mümkün olmayan hatalar doğurabilir. Kaldı ki dinin hiçbir meselesini medyada ala meleinnas tartışmak doğru değildir. Böyle bir tartışmanın iki büyük tehlikesi vardır:
1.Dini bilgisi yeterli olmayan izleyicilerin kafası karışır ve dinden uzaklaşırlar,
2.Herkesin gözü önünde rakibine mağlup olmuş duruma düşmek istemeyen taraflar hakkı kabullenme yerine mirâ ve cidale yönelirler ve yanlışlarında ısrar ederek onu hakikat görmeye başlarlar.
Dini açıklamalar ya da fetvalar açısından canlı yayınlar da son derecede hatarlı gözükmektedir. Donanımlı âlimlerin canlı yayınlarda gelen talepleri karşılamaları elbette çok daha etkili olabilir. Ancak samimi de olsalar, ilimde, "bilmiyorum" diyebilme büyüklüğüne ulaşamamış insanların her soruya cevap vermeye kalkışmaları canlı yayınları ifsat edici hale getirebilmektedir.
Neler Yapılabilir?
Meseleye diyanet açısından baktığımızda şunları söyleyebiliriz:
• Bizce medya alanında Diyanetin şu anda en öncelikli ve en faydalı olacak hizmet maddesi, kendi web sayfasını güncellemesi, hatta upgrate etmesi, kolay ulaşılır ve modern bir görünüme kavuşturmasıdır. Ezher'in yüz yıllık fetvalarını bir program olarak sunduğu gibi, Diyanet de şu ana kadar verilen bütün fetvaları, kolay ulaşılır tarzda bir veri tabanı haline getirebilir. Hatta kendi verdiği fetvalar dışında makbul olan bütün fetvaları bunlara ekleyebilir. Öyle ki, bu sayfaya giren bir insan artık başka sitelere ihtiyaç duymaz. Aynı şekilde seçme makaleler arşivi, indirilebilen kitap arşivi ile bu sayfa bütün dünyaya hizmet verebilir.
• Telefonda fetva hizmetleri sunulurken; aile konusundaki sorularınız için bire, zekâtla ilgili sorularınız için ikiye... ilah şeklindeki teknik bir düzenleme hem ihtisaslaşmayı, hem de hizmeti hızlandırmayı sağlayabilir.
• Diyanetin bir TV kanalı olabilir. Ancak dinin resmi sunumu hiçbir zaman istenen müspet sonuçları azami ölçüde veremez diye düşünüyoruz. Yine de Diyanetin, doğruları söylemekten ziyade, yanlışlara dikkat çekmesi büyük bir kazanç sağlar. Bununla birlikte bir çocuk kanalının, Diyanetin bu alanda yapabileceği en güzel hizmetlerden biri olacağı kanaatindeyiz.
• Ya da isteyen televizyonlarda gösterilmek üzere fason bilgilendirme programları yapıp bunları sembolik fiyatlarla medyaya servis edebilir.
• Dediğimiz gibi, Diyanetin yanlışlara dikkat çekmesi, doğruları söylemesinden daha etkili olabilir. RTÜK'te bir üye bulundurmak, ya da benzer bir kurumu kendi içinde oluşturmak suretiyle televizyonların dini programlarını takip edebilir. Modern ve demokratik bir ülkede dini inanışlarından dolayı insanlar rencide edilmemelidirler. Alevi kardeşlerimizi inciten haberlere tepki gösterenler, Sünnileri ya da başkalarını inciten haberlere de dikkat etmeli değiller midir? Dizilerde ve TV haberlerinde dine ve dindarlara yöneltilen aşağılamalar bir fikir ve ifade özgürlüğü meselesi görülebilir mi? Danimarka'ya tepki gösterenlerin kendi Danimarkalılarını görmezden gelmelerinin anlamı nedir? Diyanet pekala, din adına yapılan kabul edilemez, yani meşru yorum çerçevesini aşan beyanların yanlışlığını ilan edebilir. Şu anda bir mehdiye ait ve birkaç televizyonda birden canlı yayınlanan Ahir zaman sohbetleri ve bir rasule ait vahiy aldıklarını söyleyen yayınlar pek çok saf beyinleri ıdlal etmekte, ama kimse bunların yanlış olduğunu ilan etmemektedir.
Özel Teşebbüsler için de Şunlar söylenebilir:
• Diğerleri gibi medyadaki hizmetlerde de belirleyici olan elbette niyet unsurudur. Kendini bilen din âlimlerinin, hangi vasıta ile olursa olsun, dini anlatmadaki niyetinin ne olması gerektiği herkesin malumudur. Ancak bu tamamen ahlakî bir meseledir, dışarıdan bilinmesi ve düzeltilmesi mümkün değildir.
• Özellikle de dinî programlarda polemik, mira/cidal yapılması çok kötü sonuçlar doğurmaktadır.
• Âlimlerimizin çok iyi bilmedikleri konularda televizyon programlarına katılmaları, böyle meseleleri özellikle de seküler görüşte olanlarla tartışmaları dindar izleyicilerde hayal kırıklığı oluşturmaktadır. Mesela evrim teorisi ile ilgili olarak, işin uzmanı biyologlar karşısında çok sıradan bilgilerle İslam'ın görüşünü anlattığını sanan hocalarımızın bu hali pek çok insanımızı üzmüştür. Ne yazık ki, bazı hocalarımız meditasyon, evrim, reenkarnasyon vb konularda ya Sünnî gelenekçe sapkın sayılan görüşleri benimsiyor, henüz yerleşmemiş ve tutarsız delillerle savunuyorlar, ya da donanımsız olarak çıktıkları için mağlup konuma düşüyorlar.
• Bütün yayın organlarının artık bir din editörü, din muhabiri, ya da din danışmanı bulundurmaları gerektiği onlara anlatılmalıdır.
• Bunlara ilave olarak diyebiliriz ki, televizyon izleyicilerinde de bir tepki bilincinin oluşturulması gerekir. Bir yapımcı arkadaşın şu sözü hiç aklımdan çıkmaz: "Yönlendirilmiş olmamak şartıyla, on telefon bir diziyi yayından kaldırabilir". Sapık davaları uğruna kendilerini yakan insanların bulunduğu dünyada, dindar insanlar da en azından bu duyarlığı göstermelidirler.
• Sır kapısı gibi programlar, kaş yapayım derken göz çıkarmaktadırlar. Bunlar da uygun dille uyarılmalıdır diye düşünüyoruz.
• İnsanlara hazır fetvalar verirken, onları tamamen tüketici konumda bırakmamak için bazı kitaplar ya da makaleler tavsiye edilmesi, okuma alışkanlığı kazandırması açısından önemlidir.
Bu söylediklerimizin her biri açılmaya müsait başlıklar halindedir. Zaman darlığı sebebiyle bu kadarla yetiniyor ve hepinizi saygıyla selamlıyorum.
Prof.Dr Faruk Beşer
 
Üst