DÂR-I HARP (Dârü’l-Harb)

Kýrýk Testi

Well-known member
Fıkıh kitaplarında bu kavrama getirilen ikili bir tanım vardır. Biri toprak eksenli, diğeri ise yönetim sisteminin temel alındığı tanımdır. Toprak eksenli tanıma göre darü’l-harp, Müslümanların hürriyet ve emniyetlerinin garanti altında olmadığı topraklar anlamına gelir. Yönetim eksenli tanım ise, İslâmî düzenin esas alınmadığı modellerin hakim olduğu yer şeklinde ifade edilir.

Darü’l-İslâm ise; Müslümanların hür ve emin olduğu ve İslâmî kuralların geçerli olduğu ülke demektir.

Bunun dışında bir de darü’s-sulh veya darü’l-ahd kavramı vardır ki o da; cizye (vergi) vermek şartıyla İslâm ülkesi ile anlaşan gayr i müslim ülkelere verilen addır.

Darü’l-harb statüsünde bulunan bir beldenin darü’l-İslâm olabilmesi için yalnızca tek bir şart vardır. O da o beldede İslâm hükümlerinin uygulanmaya başlamasıdır. Müslüman olmayan bir ülkenin, Müslümanlar tarafından fethedilerek içinde Cuma ve bayram namazı gibi İslâm hükümlerinin tatbik edilmeye başlanmasıyla o ülke İslâm beldesi hükmüne geçmiş olur. Bu hususta bütün Hanefî hukukçuları fikir birliği içindedir.

Buna karşın bir dar-ı İslâmın, dar-ı harp olabilmesi konusunda İslâm Hukukçuları arasında bazı görüş ayrılıkları vardır. Buna göre Şafiî hukukçuları dar-ı İslâmı üç kategoride incelerler:
1.Müslümanların oturdukları beldeler.
2.Müslümanlar tarafından fethedilen ancak içinde bir anlaşma karşılığı Müslüman olmayan halkın oturdukları beldeler.
3.Evvelce Müslümanların oturdukları ancak daha sonra gayr-ı müslimler tarafından ele geçirilen beldeler.

Buna göre bir belde bir kez dar-ı İslâm statüsü kazandıktan sonra, bu beldeyi gayr-ı müslimler işgal etsin veya etmesin, Müslümanların oturmasına müsaade etsinler veya etmesinler o belde dar-ı harp hükmüne girmez, kıyamete kadar İslâm beldesi hükmündedir. (Tuhfeti’l-Muhtac)

Hanefî mezhebinde bir darü’l-İslâmın, darü’l-harbe dönüşmesi hususunda ise iki ayrı görüş vardır. İmâm-ı Azam Hazretlerine göre şu üç şartın birlikte bulunması gerekir ki o İslâm beldesi Dar-ı Harp hükmüne geçsin:
İçinde küfür hükümlerinden başka hiçbir hükmün tatbik edilmemesi; küfür hükümlerinin yüzde yüz uygulanmadığı, meselâ, sadece Cuma ve bayram namazlarının kılınabildiği bir belde darü’l-harp sayılamaz. Serahsi bu hususta şöyle der: “Bu şartın gerçekleşmesi için orada şirk ahkâmının tamamıyla açıktan açığa icra edilmesi ve İslâm hükümlerinin kesin bir şekilde kaldırılmış olması gerekmektedir.” (el-Mebsût)

İbn-i Âbidin’e göre ise “bir beldede İslâm hükümleriyle müşriklerin hükümlerinin birlikte icra edilmesi hâlinde orası yine İslâm beldesi hükmündedir.” (Dürrü’l-Muhtar Şerhi)

O belde darü’l-harbe bitişik olmalı, yani o beldenin sınırları tamamen kâfirler tarafından kuşatılmış olması gerekir. Bir tarafında bir İslâm memleketi dahi olsa, orası daha sonra darü’l-harp olmaz. Çünkü İmâm-ı Azama göre “Bir Müslüman memleketine komşu olan Müslümanlar tamamen mağlup sayılmazlar. O İslâm memleketi ile imanî, ahlâkî, itikadî, siyasî, ticarî ve geleneksel ilişkilerini devam ettirebilirler; Îslâmî şeairi yaşatabilirler.”

İçinde eski emniyet ve güvenli bir şekilde bir Müslüman veya bir zimmî (gayr-i müslim azınlık) kalmamış olmalı.Yani daha önce o beldede can ve mal güvenlikleri mevcut olan Müslümanların veya zımmîlerin bu güvenlikleri bir kâfir istilâsıyla ortadan kalkmış olmalıdır.

Bu üçüncü şart, ancak bir İslâm beldesinin kâfirlerin istilâsına uğraması durumunda geçerlidir.

Serahsî bu hususu şöyle açıklar. “Bir beldede emniyet içinde olan bir Müslümanın veya zimmînin kalmış olması müşriklerin hâkimiyetinin tam olmadığına delildir. Çünkü büyük müçtehitler, sonradan olana değil, asıl olana itibar ederler. Burada asıl olan ise, oranın darü’l-islâm olmasıdır.

İmam-ı Azam’ın öne sürdüğü bu üç şart için bir örnek verelim. Daha önceleri bir İslâm beldesi olan Endülüs sonraları Hıristiyanlar tarafından işgal edilmiştir. Müslümanların hiçbir cihetle mal ve can güvenliği kalmamış, küfür ve şirk hükümleri yüzde yüz tatbik edilmiştir. Bu ülkenin hiçbir İslâm ülkesiyle de sınırı yoktur. Bu şart Endülüs’te meydana geldiği için orası artık darü’l-harb olmuştur. Bu da hemen hemen İslâm tarihinde tektir. Şâfiî mezhebine göre ise Endülüs bile dârü’l-harb değildir.
 
Üst