cehennem azabı çekeceklerdi ve intihara mecbur olacaklardı.

*Ramazan*

Member
Deniliyor: Deve kuşuna demişler: "Kanatların var, uç!" O da kanatlarını kısıp, "Ben deveyim" demiş, uçmamış. Fakat avcının tuzağına düşmüş. Avcı beni görmesin diye başını kuma sokmuş. Halbuki koca gövdesini dışarıda bırakmış, avcıya hedef etmiş. Sonra ona demişler: "Madem deveyim diyorsun, yük götür!" O zaman kanatlarını açıvermiş, "Ben kuşum" demiş, yükün zahmetinden kurtulmuş. Fakat hâmisiz ve yemsiz olarak avcıların hücumuna hedef olmuş. Aynen onun gibi; kâfir, Kur'anın semavî ilânatına karşı küfr-ü mutlakı bırakıp meşkuk bir küfre inmiş. Ona denilse: "Madem mevt ve zevali, bir i'dam-ı ebedî biliyorsun; kendini asacak olan darağacı göz önünde... Ona her vakit bakan, nasıl yaşar? Nasıl lezzet alır?" O adam, Kur'anın umumî vech-i rahmet ve şümullü nurundan aldığı bir hisse ile der: Mevt i'dam değil, ihtimal beka var. Veyahud deve kuşu gibi başını gaflet kumuna sokar, tâ ki ecel onu görmesin ve kabir ona bakmasın ve zeval-i eşya ona ok atmasın!
Hâmi: Koruyucu, koruyan.
İlânat: İlanlar, duyurular.
Küfr-ü mutlak: Tam ve kesin inkarcılık.
Meşkuk: Şüpheli.
Mevt: Ölüm.
Zeval: Sona erme, son bulma, göçüp gitme.
İ'dam-ı ebedî: Ebedî idam, sonsuz yok etme.
Umumî: Umumla alakalı, herkesle ilgili, genel.
Vech-i rahmet: Merhamet yönü.
Şümul: Kaplama, kapsama, içine alma.
Beka: Sonsuzluk, devamlılık.

Elhasıl: O meşkuk küfür vasıtasıyla deve kuşu gibi mevt ve zevali i'dam manasında gördüğü vakit Kur'an ve semavî kitabların iman-ı bil'âhirete dair kat'î ihbaratı ona bir ihtimal verir. O kâfir, o ihtimale yapışır, o dehşetli elemi üzerine almaz. O vakit ona denilse: "Madem bâki bir âleme gidilecek; o âlemde güzel yaşamak için tekâlif-i diniye meşakkatini çekmek gerektir." O adam şekk-i küfrî cihetiyle der: "Belki yoktur; yok için neden çalışayım?" Yani: Vakta ki o hükm-ü Kur'anın verdiği ihtimal-i beka cihetiyle i'dam-ı ebedî âlâmından kurtulur; ve meşkuk küfrün verdiği ihtimal-i adem cihetiyle tekâlif-i diniye meşakkati ona müteveccih olur, ona karşı küfür ihtimaline yapışır, o zahmetten kurtulur. Demek bu nokta-i nazarda, mü'minden ziyade bu hayatta lezzet alır zannediyor. Çünki tekâlif-i diniyenin zahmetinden ihtimal-i küfrî ile kurtuluyor ve âlâm-ı ebediyeden ise ihtimal-i imanî cihetiyle kendi üzerine almaz. Halbuki bu mağlata-i şeytaniyenin hükmü, gayet sathî ve faidesiz ve muvakkattır.
Elhasıl: Kısacası, özetle, sözün kısası ve özü.
İman-ı bil'âhiret: Ahirete inanmak, öbür dünyaya inanmak.
Kat'î: Kesin.
İhbarat: Haberler, haber vermeler.
Elem: Acı, dert, kaygı.
Tekâlif-i diniye: Dinin yüklediği görevler (emirler ve yasaklar).
Meşakkat: Zahmet, sıkıntı, güçlük, zorluk.
Şekk-i küfrî: İnkarla ilgili şüphe, küfre ait kuşku.
Vakta ki: Ne zaman ki.
İhtimal-i beka: Ebedilik(sonsuzluk) ihtimali.
Âlâm: Acılar.
İhtimal-i adem: Hiçliğin olabilirliği, yokluk ihtimali.
Müteveccih: Yönelmiş, dönmüş.
Nokta-i nazar: Bakış açısı.
Mü'min: İman eden, inanan, imanlı, inançlı.
Âlâm-ı ebediye: Kesintisiz sürekli devam eden acılar.
İhtimal-i imanî: İmana ait ihtimal, imanla ilgili olabilirlik.
Mağlata-i şeytaniye: Şeytanın aldatıcı yanıltıcı sözleri ve kuruntuları.
Sathî: Yüzeysel, üstün körü.
Muvakkat: Geçici, az bir zaman için.

İşte Kur'an-ı Hakîm'in küffarlar hakkında da bir nevi cihet-i rahmeti vardır ki; hayat-ı dünyeviyeyi onlara Cehennem olmaktan bir derece kurtarıp bir nevi şekk vererek, şekk ile yaşıyorlar. Yoksa âhiret cehennemini andıracak bu dünyada dahi manevî bir cehennem azabı çekeceklerdi ve intihara mecbur olacaklardı.
Kur'an-ı Hakîm: Hikmetlerle dolu Kur'an.
Küffar: Kafirler, inkarcılar.
Nevi: Çeşit, tür.
Cihet-i rahmet: Merhamet yönü.
Hayat-ı dünyeviye: Dünyadaki yaşantı.
Şekk: Şüphe, kuşku.


Said Nursi
 
Üst