Ana sayfa
Forumlar
Yeni mesajlar
Forumlarda ara
Blog
Neler yeni
Yeni mesajlar
Son aktiviteler
Giriş yap
Kayıt ol
Neler yeni
Ara
Ara
Sadece başlıkları ara
Kullanıcı:
Yeni mesajlar
Forumlarda ara
Menü
Giriş yap
Kayıt ol
Install the app
Yükle
Forumlar
İslamiyet
İslam Akaidi ve Fıkıh
Memba
çalişmak
JavaScript devre dışı. Daha iyi bir deneyim için, önce lütfen tarayıcınızda JavaScript'i etkinleştirin.
Çok eski bir web tarayıcısı kullanıyorsunuz. Bu veya diğer siteleri görüntülemekte sorunlar yaşayabilirsiniz..
Tarayıcınızı güncellemeli veya
alternatif bir tarayıcı
kullanmalısınız.
Konuya cevap cer
Mesaj
<blockquote data-quote="mihrimah" data-source="post: 83489" data-attributes="member: 656"><p><strong><span style="font-family: 'Tahoma'">RİSALE…</span></strong></p><p><strong></strong><span style="font-family: 'Tahoma'">Ey sa'y ve ameldeki lezzet ve saadeti bilmeyen tembel insan! Bil ki:</span></p><p><span style="font-family: 'Tahoma'">Cenab-ı Hak, kemal-i kereminden, hizmetin mükâfatını, hizmet içinde dercetmiştir. Amelin ücretini, nefs-i amel içine koymuştur. İşte bu sır içindir ki, mevcudat hatta bir nokta-i nazarda câmidat dahi, evâmir-i tekviniye tabîr edilen hususî vazifelerinde, kemal-i şevk ile ve bir çeşit lezzet ile evâmir-i Rabbaniyeyi imtisal ederler. Arıdan, sinekten, tavuktan tut; tâ Şems ve Kamer'e kadar her şey kemal-i lezzetle vazifesine çalışıyorlar. Demek hizmetlerinde bir lezzet var ki, akılları olmadığından âkibeti ve neticeleri düşünmeden, mükemmel vazifelerini ifa ediyorlar.</span></p><p><span style="font-family: 'Tahoma'">Eğer desen:" Zîhayatta lezzet kabildir, cemâdatta nasıl şevk ve lezzet olabilir?</span></p><p><span style="font-family: 'Tahoma'">Elcevap: Cemâdat; kendi hesablarına değil, onlarda tecelli eden Esmâ-i İlâhiyye hesabına bir şeref, bir makam, bir kemal, bir güzellik, bir intizam isterler; arıyorlar. O vazife-i fıtriyelerinin imtisalinde, Nur-ul-Envâr'ın isimlerine birer ma'kes, birer âyine hükmüne geçtiğinden tenevvür eder, terakki eder. Meselâ: Nasılki bir katre su, bir zerrecik cam parçası zatında ziyasız, ehemmiyetsiz iken, sâfi kalbiyle Güneş'e yüzünü çevirse, o vakit o ehemmiyetsiz, ziyasız katre ve cam parçası, Güneş'in bir nevi arşı olup senin yüzüne de tebessüm eder. İşte bu misâl gibi, zerrat ve mevcudat, cemal-i mutlak ve kemal-i mutlak sahibi olan Zat-ı Zülcelâl'in isimlerine vazifeperverlik cihetinde âyine olmalariyle, o katre ve zerrecik şişe gibi gâyet aşağı bir dereceden gâyet yüksek bir derece-i zuhura ve tenevvüre çıkıyorlar. Madem vazife cihetinde gâyet nuranî ve yüksek bir makam alıyorlar; lezzet mümkün ve kabil ise, yâni hayat-ı ammeden hissedar iseler, gâyet lezzet ile o vazifeleri görüyorlar, denilebilir.</span></p><p><span style="font-family: 'Tahoma'">Vazifede lezzet bulunduğuna en zâhir bir delil, sen kendi âza ve duygularının hizmetlerine bak. Herbiri beka-i şahsî ve beka-i nev'î için ettikleri hizmetlerinde ayrı ayrı lezzetleri var. Nefs-i hizmet, onlara bir telezzüz hükmüne geçiyor. Hatta hizmeti terketmek, o uzvun bir nevi azabıdır.</span></p><p><span style="font-family: 'Tahoma'">Hem en zâhir bir delil dahi, horoz veya yavrulu tavuk gibi hayvanatın vazifelerinde gösterdikleri fedakârane ve merdâne vaziyetleridir ki, horoz aç olduğu halde tavukları nefsine tercih edip bulduğu rızka onları çağırır; yemez, onlara yedirir. Ve bir şevk ve iftihar ve telezzüz ile o vazifeyi gördüğü, görünür. Demek o hizmette, yemekten fazla bir lezzet alır.</span></p><p><span style="font-family: 'Tahoma'">Hem küçük yavrularına çobanlık eden tavuk dahi, yavrularının hatırı için ruhunu feda eder. İte atılır. Kendini aç bırakıp onları doyurur. Demek o hizmette öyle bir lezzet alır ki; açlık acısına ve ölmek elemine tereccüh eder, ziyade gelir. Hayvanî valideler, yavrularını, küçük iken vazifeleri bulunduğundan lezzetle himayeye çalışır. Büyük olduktan sonra vazife kalkar, lezzet de gider. Yavrusunu döver, elinden taneyi alır. Yalnız, insan nev'indeki validelerin vazifeleri bir derece devam eder. Çünki: İnsanlarda, zaaf ve acz itibariyle daima bir nevi çocukluk var, Her vakit de şefkate muhtaçtır. İşte umum hayvanatın (horoz gibi) çobanlık eden erkeklerine ve tavuk gibi validelerine bak, anla ki; bunlar kendi hesabına ve kendileri namına, kendi kemalleri için o vazifeyi görmüyorlar. Çünki hayatını, vazifede lâzım gelse feda ediyorlar. Belki vazifeleri, onları o vazife ile tavzif eden ve o vazife içinde Rahmetiyle bir lezzet derceden Mün'im-i Kerîm'in hesabına ve Fâtır-ı Zülcelâl'in namına görüyorlar.</span></p><p><span style="font-family: 'Tahoma'">Hem nefs-i hizmette ücret bulunduğuna bir delil de şudur ki: Nebatat ve eşcar, bir şevk ve lezzeti ihsas eden bir tavır ile Fâtır-ı Zülcelâl'in emirlerini imtisal ediyorlar. Çünki: Dağıttığı güzel kokular ve müşterilerin nazarını celbedecek zînetlerle süslenmeleri ve sünbülleri ve meyveleri için çürüyünceye kadar kendilerini feda etmeleri, ehl-i dikkate gösterir ki: Onların, emr-i İlâhînin imtisalinden öyle bir lezzetleri var ki; nefsini mahvedip çürütüyor.</span></p><p><span style="font-family: 'Tahoma'">Bak: Başında çok süt konserveleri taşıyan Hindistan cevizi ve incir gibi meyvedar ağaçlar, Rahmet hazinesinden lisan-ı hal ile süt gibi en güzel bir gıdayı ister, alır, meyvelerine yedirir; kendi bir çamur yer. Nar ağacı sâfi bir şarabı, hazine-i Rahmetten alıp meyvesine yedirir; kendisi çamurlu ve bulanık bir suya kanaat eder.</span></p><p><span style="font-family: 'Tahoma'">Hatta hububatta dahi sünbüllenmek vazifesinde zâhir bir iştiyak görünür. Nasılki dar bir yerde hapsedilen bir zat, bir bostana, geniş bir yere çıkmayı müştakane ister. Öyle de: Hububatta, sünbüllenmek vazifesinde öyle sürurlu bir vaziyet, bir iştiyak görünüyor. İşte "Sünnetullah" tabîr edilen. Kâinatta cereyan eden bu sırlı uzun düsturdandır ki: İşsiz, tenbel, istirahatla yaşayan ve rahat döşeğinde uzananlar, ekseriyetle sa'yeden, çalışanlardan daha ziyade zahmet ve sıkıntı çeker. Çünki daima işsizler ömründen şikâyet eder; eğlence ile çabuk geçmesini ister. Sa'yeden ve çalışan ise; şâkirdir, hamdeder. Ömrün geçmesini istemez. </span></p><p><span style="font-family: 'Tahoma'">Hem o sır iledir ki: "Rahat, zahmette; zahmet, rahattadır" cümlesi darb-ı mesel olmuştur. Evet cemâdata dikkatle nazar edilse: Bilkuvve yalnız istidad ve kabiliyet cihetinde nâkıs kalıp inkişaf etmiyenlerin, gâyet bir içtihad ve sa'y ile inbisat edip bilkuvveden bilfiil suretine geçmesinde, mezkûr sünnet-i İlahiyye düsturiyle bir tavır görünüyor. Ve o tavır işaret eder ki: O vazife-i fıtriyede bir şevk ve o mes'elede bir lezzet vardır. Eğer o câmidin umumî hayattan hissesi varsa, şevk kendisinin olur; yoksa, o câmidi temsil eden, nezaret eden şey'e aittir. Hatta bu sırra binaen denilebilir: Lâtif, nazik su incimad emrini aldığı vakit, öyle şiddetli bir şevk ile o emre imtisal eder ki, demiri şak eder: parçalar. </span></p><p><span style="font-family: 'Tahoma'">Demek bürûdet ve taht-es sıfır soğuğun lisaniyle ağzı kapalı demir kaptaki suya "genişlen!" emr-i Rabbanîsini tebliğinde, şiddet-i şevk ile kabını parçalar, demiri bozar, kendisi buz olur. Ve hâkeza.. Herşeyi buna kıyas et ki, Güneşlerin deveranından ve seyr ü seyahatlarından tut, tâ zerrelerin mevlevî gibi devretmelerine ve dönmelerine ve ihtizazlarına kadar kâinattaki bütün sa'y ü hareket, kanun-u kader-i İlâhî üzerine cereyan ediyor. Ve dest-i kudret-i İlâhîden sudûr eden ve irade ve emir ve ilmi tazammun eden emr-i tekvînî ile zuhur eder. Hatta herbir zerre, herbir mevcud, herbir zîhayat, bir nefer askere benzer ki; orduda muhtelif dâirelerde, o neferin ayrı ayrı nisbetleri, vazifeleri olduğu gibi; herbir zerre, herbir zîhayatın dahi öyledir. Meselâ: Senin gözünde bir zerre, gözün hüceyresinde ve gözde ve a'sâb-ı vechiyede ve bedenin şerâyin tabîr edilen damarlarında, birer nisbeti ve o nisbete göre birer vazifesi ve o vazifeye göre birer faidesi vardır. Ve hâkeza herşeyi ona kıyas et. Buna binaen herbir şey, bir Kadîr-i Ezelî'nin vücûb-u vücûduna iki cihetle şehadet eder:</span></p><p><span style="font-family: 'Tahoma'">Biri: Tâkatının binler derece fevkinde vazifeleri görmekteki acz-i mutlak lisaniyle o Kadîr'in vücuduna şehadet eder.</span></p><p><span style="font-family: 'Tahoma'">İkincisi: Herbir şey, nizam-ı âlemi teşkil eden düsturlara ve müvazene-i mevcudatı idame eden kanunlara tatbik-i hareket etmekle, o Alîm-i Kadîr'e şehadet eder.</span></p><p><span style="font-family: 'Tahoma'">Çünki: Zerre gibi bir câmid, arı gibi küçük bir hayvan, Kitab-ı Mübin'in mühim ve ince mes'eleleri olan nizam ve mîzanı bilmez. Câmid bir zerre, arı gibi küçük bir hayvan nerede? Semavat tabakalarını bir defter sahifesi gibi açıp, kapayıp toplayan Zat-ı Zülcelâl'in elindeki Kitab-ı Mübîn'in mühim ince mes'elelerini okumak nerede? Eğer sen dîvanelik edip; zerrede, o kitabın ince hurufatını okuyacak kadar bir göz bulunduğunu tevehhüm etsen; o vakit o zerrenin şehadetini redde çalışabilirsin. Evet Fâtır-ı Hakîm, Kitab-ı Mübîn'in düsturlarını gâyet güzel bir surette ve muhtasar bir tarzda ve has bir lezzette ve mahsus bir ihtiyaçta icmal edip derceder. Herşey öyle has bir lezzet ve mahsus bir ihtiyaç ile amel etse, o Kitab-ı Mübin'in düsturlarını bilmiyerek imtisal eder. Meselâ: Hortumlu sivrisinek dünyaya geldiği dakikada hanesinden çıkar; durmıyarak insanın yüzüne hücum eder, uzun asâsiyle vurur; âb-ı hayat fışkırtır, içer. Hücumdan kaçmakta, erkân-ı harb gibi meharet gösterir. Acaba bu küçük, tecrübesiz, yeni dünyaya gelen mahlûka bu san'atı ve bu fenn-i harbi ve su çıkarmak san'atını kim öğretmiş? Ve nerede öğrenmiş? Ben, yâni bu bîçare Said itiraf ediyorum ki: Eğer ben o hortumlu sineğin yerinde olsaydım; bu san'atı, bu kerr u fer harbini ve su çıkarmak hizmetini çok uzun dersler ve çok müteaddid tecrübelerle ancak öğrenebilirdim. İşte ilhama mazhar olan arı, örümcek ve yuvasını çorap gibi yapan bülbül gibi hayvanatı bu sineğe kıyas et. Hatta nebatatı da aynen hayvanata kıyas edebilirsin. Evet Cevvad-ı Mutlak (Celle Celaluhu), her ferd-i zîhayatın eline lezzet midadiyle ve ihtiyaç mürekkebiyle yazılmış bir tezkereyi vermiş. Onunla evâmir-i tekviniyenin proğramını ve hizmetlerinin fihristesini tevdi etmiştir. Bak o Hakîm-i Zülcelâl'e; nasıl Kitab-ı Mübîn'in düsturlarından arı vazifesine ait mikdarını bir tezkerede yazmış, arının başındaki sandukçaya koymuştur. O sandukçanın anahtarı da, vazifeperver arıya has bir lezzettir. Onunla sandukçayı açar, proğramını okur: emri anlar, hareket eder.</span></p></blockquote><p></p>
[QUOTE="mihrimah, post: 83489, member: 656"] [B][FONT=Tahoma]RİSALE…[/FONT] [/B][FONT=Tahoma]Ey sa'y ve ameldeki lezzet ve saadeti bilmeyen tembel insan! Bil ki:[/FONT] [FONT=Tahoma]Cenab-ı Hak, kemal-i kereminden, hizmetin mükâfatını, hizmet içinde dercetmiştir. Amelin ücretini, nefs-i amel içine koymuştur. İşte bu sır içindir ki, mevcudat hatta bir nokta-i nazarda câmidat dahi, evâmir-i tekviniye tabîr edilen hususî vazifelerinde, kemal-i şevk ile ve bir çeşit lezzet ile evâmir-i Rabbaniyeyi imtisal ederler. Arıdan, sinekten, tavuktan tut; tâ Şems ve Kamer'e kadar her şey kemal-i lezzetle vazifesine çalışıyorlar. Demek hizmetlerinde bir lezzet var ki, akılları olmadığından âkibeti ve neticeleri düşünmeden, mükemmel vazifelerini ifa ediyorlar.[/FONT] [FONT=Tahoma]Eğer desen:" Zîhayatta lezzet kabildir, cemâdatta nasıl şevk ve lezzet olabilir?[/FONT] [FONT=Tahoma]Elcevap: Cemâdat; kendi hesablarına değil, onlarda tecelli eden Esmâ-i İlâhiyye hesabına bir şeref, bir makam, bir kemal, bir güzellik, bir intizam isterler; arıyorlar. O vazife-i fıtriyelerinin imtisalinde, Nur-ul-Envâr'ın isimlerine birer ma'kes, birer âyine hükmüne geçtiğinden tenevvür eder, terakki eder. Meselâ: Nasılki bir katre su, bir zerrecik cam parçası zatında ziyasız, ehemmiyetsiz iken, sâfi kalbiyle Güneş'e yüzünü çevirse, o vakit o ehemmiyetsiz, ziyasız katre ve cam parçası, Güneş'in bir nevi arşı olup senin yüzüne de tebessüm eder. İşte bu misâl gibi, zerrat ve mevcudat, cemal-i mutlak ve kemal-i mutlak sahibi olan Zat-ı Zülcelâl'in isimlerine vazifeperverlik cihetinde âyine olmalariyle, o katre ve zerrecik şişe gibi gâyet aşağı bir dereceden gâyet yüksek bir derece-i zuhura ve tenevvüre çıkıyorlar. Madem vazife cihetinde gâyet nuranî ve yüksek bir makam alıyorlar; lezzet mümkün ve kabil ise, yâni hayat-ı ammeden hissedar iseler, gâyet lezzet ile o vazifeleri görüyorlar, denilebilir.[/FONT] [FONT=Tahoma]Vazifede lezzet bulunduğuna en zâhir bir delil, sen kendi âza ve duygularının hizmetlerine bak. Herbiri beka-i şahsî ve beka-i nev'î için ettikleri hizmetlerinde ayrı ayrı lezzetleri var. Nefs-i hizmet, onlara bir telezzüz hükmüne geçiyor. Hatta hizmeti terketmek, o uzvun bir nevi azabıdır.[/FONT] [FONT=Tahoma]Hem en zâhir bir delil dahi, horoz veya yavrulu tavuk gibi hayvanatın vazifelerinde gösterdikleri fedakârane ve merdâne vaziyetleridir ki, horoz aç olduğu halde tavukları nefsine tercih edip bulduğu rızka onları çağırır; yemez, onlara yedirir. Ve bir şevk ve iftihar ve telezzüz ile o vazifeyi gördüğü, görünür. Demek o hizmette, yemekten fazla bir lezzet alır.[/FONT] [FONT=Tahoma]Hem küçük yavrularına çobanlık eden tavuk dahi, yavrularının hatırı için ruhunu feda eder. İte atılır. Kendini aç bırakıp onları doyurur. Demek o hizmette öyle bir lezzet alır ki; açlık acısına ve ölmek elemine tereccüh eder, ziyade gelir. Hayvanî valideler, yavrularını, küçük iken vazifeleri bulunduğundan lezzetle himayeye çalışır. Büyük olduktan sonra vazife kalkar, lezzet de gider. Yavrusunu döver, elinden taneyi alır. Yalnız, insan nev'indeki validelerin vazifeleri bir derece devam eder. Çünki: İnsanlarda, zaaf ve acz itibariyle daima bir nevi çocukluk var, Her vakit de şefkate muhtaçtır. İşte umum hayvanatın (horoz gibi) çobanlık eden erkeklerine ve tavuk gibi validelerine bak, anla ki; bunlar kendi hesabına ve kendileri namına, kendi kemalleri için o vazifeyi görmüyorlar. Çünki hayatını, vazifede lâzım gelse feda ediyorlar. Belki vazifeleri, onları o vazife ile tavzif eden ve o vazife içinde Rahmetiyle bir lezzet derceden Mün'im-i Kerîm'in hesabına ve Fâtır-ı Zülcelâl'in namına görüyorlar.[/FONT] [FONT=Tahoma]Hem nefs-i hizmette ücret bulunduğuna bir delil de şudur ki: Nebatat ve eşcar, bir şevk ve lezzeti ihsas eden bir tavır ile Fâtır-ı Zülcelâl'in emirlerini imtisal ediyorlar. Çünki: Dağıttığı güzel kokular ve müşterilerin nazarını celbedecek zînetlerle süslenmeleri ve sünbülleri ve meyveleri için çürüyünceye kadar kendilerini feda etmeleri, ehl-i dikkate gösterir ki: Onların, emr-i İlâhînin imtisalinden öyle bir lezzetleri var ki; nefsini mahvedip çürütüyor.[/FONT] [FONT=Tahoma]Bak: Başında çok süt konserveleri taşıyan Hindistan cevizi ve incir gibi meyvedar ağaçlar, Rahmet hazinesinden lisan-ı hal ile süt gibi en güzel bir gıdayı ister, alır, meyvelerine yedirir; kendi bir çamur yer. Nar ağacı sâfi bir şarabı, hazine-i Rahmetten alıp meyvesine yedirir; kendisi çamurlu ve bulanık bir suya kanaat eder.[/FONT] [FONT=Tahoma]Hatta hububatta dahi sünbüllenmek vazifesinde zâhir bir iştiyak görünür. Nasılki dar bir yerde hapsedilen bir zat, bir bostana, geniş bir yere çıkmayı müştakane ister. Öyle de: Hububatta, sünbüllenmek vazifesinde öyle sürurlu bir vaziyet, bir iştiyak görünüyor. İşte "Sünnetullah" tabîr edilen. Kâinatta cereyan eden bu sırlı uzun düsturdandır ki: İşsiz, tenbel, istirahatla yaşayan ve rahat döşeğinde uzananlar, ekseriyetle sa'yeden, çalışanlardan daha ziyade zahmet ve sıkıntı çeker. Çünki daima işsizler ömründen şikâyet eder; eğlence ile çabuk geçmesini ister. Sa'yeden ve çalışan ise; şâkirdir, hamdeder. Ömrün geçmesini istemez. [/FONT] [FONT=Tahoma]Hem o sır iledir ki: "Rahat, zahmette; zahmet, rahattadır" cümlesi darb-ı mesel olmuştur. Evet cemâdata dikkatle nazar edilse: Bilkuvve yalnız istidad ve kabiliyet cihetinde nâkıs kalıp inkişaf etmiyenlerin, gâyet bir içtihad ve sa'y ile inbisat edip bilkuvveden bilfiil suretine geçmesinde, mezkûr sünnet-i İlahiyye düsturiyle bir tavır görünüyor. Ve o tavır işaret eder ki: O vazife-i fıtriyede bir şevk ve o mes'elede bir lezzet vardır. Eğer o câmidin umumî hayattan hissesi varsa, şevk kendisinin olur; yoksa, o câmidi temsil eden, nezaret eden şey'e aittir. Hatta bu sırra binaen denilebilir: Lâtif, nazik su incimad emrini aldığı vakit, öyle şiddetli bir şevk ile o emre imtisal eder ki, demiri şak eder: parçalar. [/FONT] [FONT=Tahoma]Demek bürûdet ve taht-es sıfır soğuğun lisaniyle ağzı kapalı demir kaptaki suya "genişlen!" emr-i Rabbanîsini tebliğinde, şiddet-i şevk ile kabını parçalar, demiri bozar, kendisi buz olur. Ve hâkeza.. Herşeyi buna kıyas et ki, Güneşlerin deveranından ve seyr ü seyahatlarından tut, tâ zerrelerin mevlevî gibi devretmelerine ve dönmelerine ve ihtizazlarına kadar kâinattaki bütün sa'y ü hareket, kanun-u kader-i İlâhî üzerine cereyan ediyor. Ve dest-i kudret-i İlâhîden sudûr eden ve irade ve emir ve ilmi tazammun eden emr-i tekvînî ile zuhur eder. Hatta herbir zerre, herbir mevcud, herbir zîhayat, bir nefer askere benzer ki; orduda muhtelif dâirelerde, o neferin ayrı ayrı nisbetleri, vazifeleri olduğu gibi; herbir zerre, herbir zîhayatın dahi öyledir. Meselâ: Senin gözünde bir zerre, gözün hüceyresinde ve gözde ve a'sâb-ı vechiyede ve bedenin şerâyin tabîr edilen damarlarında, birer nisbeti ve o nisbete göre birer vazifesi ve o vazifeye göre birer faidesi vardır. Ve hâkeza herşeyi ona kıyas et. Buna binaen herbir şey, bir Kadîr-i Ezelî'nin vücûb-u vücûduna iki cihetle şehadet eder:[/FONT] [FONT=Tahoma]Biri: Tâkatının binler derece fevkinde vazifeleri görmekteki acz-i mutlak lisaniyle o Kadîr'in vücuduna şehadet eder.[/FONT] [FONT=Tahoma]İkincisi: Herbir şey, nizam-ı âlemi teşkil eden düsturlara ve müvazene-i mevcudatı idame eden kanunlara tatbik-i hareket etmekle, o Alîm-i Kadîr'e şehadet eder.[/FONT] [FONT=Tahoma]Çünki: Zerre gibi bir câmid, arı gibi küçük bir hayvan, Kitab-ı Mübin'in mühim ve ince mes'eleleri olan nizam ve mîzanı bilmez. Câmid bir zerre, arı gibi küçük bir hayvan nerede? Semavat tabakalarını bir defter sahifesi gibi açıp, kapayıp toplayan Zat-ı Zülcelâl'in elindeki Kitab-ı Mübîn'in mühim ince mes'elelerini okumak nerede? Eğer sen dîvanelik edip; zerrede, o kitabın ince hurufatını okuyacak kadar bir göz bulunduğunu tevehhüm etsen; o vakit o zerrenin şehadetini redde çalışabilirsin. Evet Fâtır-ı Hakîm, Kitab-ı Mübîn'in düsturlarını gâyet güzel bir surette ve muhtasar bir tarzda ve has bir lezzette ve mahsus bir ihtiyaçta icmal edip derceder. Herşey öyle has bir lezzet ve mahsus bir ihtiyaç ile amel etse, o Kitab-ı Mübin'in düsturlarını bilmiyerek imtisal eder. Meselâ: Hortumlu sivrisinek dünyaya geldiği dakikada hanesinden çıkar; durmıyarak insanın yüzüne hücum eder, uzun asâsiyle vurur; âb-ı hayat fışkırtır, içer. Hücumdan kaçmakta, erkân-ı harb gibi meharet gösterir. Acaba bu küçük, tecrübesiz, yeni dünyaya gelen mahlûka bu san'atı ve bu fenn-i harbi ve su çıkarmak san'atını kim öğretmiş? Ve nerede öğrenmiş? Ben, yâni bu bîçare Said itiraf ediyorum ki: Eğer ben o hortumlu sineğin yerinde olsaydım; bu san'atı, bu kerr u fer harbini ve su çıkarmak hizmetini çok uzun dersler ve çok müteaddid tecrübelerle ancak öğrenebilirdim. İşte ilhama mazhar olan arı, örümcek ve yuvasını çorap gibi yapan bülbül gibi hayvanatı bu sineğe kıyas et. Hatta nebatatı da aynen hayvanata kıyas edebilirsin. Evet Cevvad-ı Mutlak (Celle Celaluhu), her ferd-i zîhayatın eline lezzet midadiyle ve ihtiyaç mürekkebiyle yazılmış bir tezkereyi vermiş. Onunla evâmir-i tekviniyenin proğramını ve hizmetlerinin fihristesini tevdi etmiştir. Bak o Hakîm-i Zülcelâl'e; nasıl Kitab-ı Mübîn'in düsturlarından arı vazifesine ait mikdarını bir tezkerede yazmış, arının başındaki sandukçaya koymuştur. O sandukçanın anahtarı da, vazifeperver arıya has bir lezzettir. Onunla sandukçayı açar, proğramını okur: emri anlar, hareket eder.[/FONT] [/QUOTE]
Adı
İnsan doğrulaması
Peygamber Efendimiz a.s.v.'ın kabri nerededir? (Sadece şehir adını küçük harfler ile giriniz)
Cevap yaz
Forumlar
İslamiyet
İslam Akaidi ve Fıkıh
Memba
çalişmak
Bu site çerezler kullanır. Bu siteyi kullanmaya devam ederek çerez kullanımımızı kabul etmiş olursunuz.
Accept
Daha fazla bilgi edin.…
Üst