Birinci Şua 'dan

Ahmet.1

Well-known member
[İki acib suale karşı def'aten hatıra gelen garib cevabdır.]

Birinci Sual:
Denildi ki: "Fatiha ve Yâsin ve hatm-i Kur'anî gibi okunan virdler, kudsî şeyler, bazan hadsiz ölmüş ve sağ insanlara bağışlanıyor. Halbuki böyle cüz'î bir tek hediye ân-ı vâhidde hadsiz zâtlara yetişmek ve her birisine aynı hediye düşmek, tavr-ı aklın haricindedir."

Def'aten: Birden bire, aniden.
Hatm-i Kur'anî: Kur'anın başından sonuna kadar okunması.
Ân-ı vâhid: Pek az, pek kısa bir süre, bir an.
Tavr-ı akl: Aklın sınırları, aklın ölçüleri.

Elcevab:
Fâtır-ı Hakîm nasılki unsur-u havayı kelimelerin berk gibi intişarlarına ve tekessürlerine bir mezraa ve bir vasıta yapmış ve radyo vasıtasıyla bir minarede okunan ezan-ı Muhammedî (A.S.M.) umum yerlerde ve umum insanlara aynı anda yetiştirmek gibi, öyle de; okunan bir Fatiha dahi, (meselâ) umum ehl-i iman emvatına aynı anda yetiştirmek için hadsiz kudret ve nihayetsiz hikmetiyle manevî âlemde, manevî havada çok manevî elektrikleri, manevî radyoları sermiş, serpmiş; fıtrî telsiz telefonlarda istihdam ediyor, çalıştırıyor. Hem nasılki bir lâmba yansa, mukabilindeki binler âyineye (herbirine) tam bir lâmba girer. Aynen öyle de, bir Yâsin-i Şerif okunsa, milyonlar ruhlara hediye edilse, herbirine tam bir Yâsin-i Şerif düşer.

Fâtır-ı Hakîm: Sonsuz hikmet sahibi yaratıcı.
Unsur-u hava: Hava unsuru, hava maddesi.
İntişar: Yayılma, dağılma.
Tekessür: Çoğalma, artma.
Mezraa: Tarla.
Ezan-ı Muhammedî: Hz. Muhammed'in (asm) başlattığı ve bütün müslüman ülkelerin uyguladığı en büyük islam işaretlerinden olan ezan.
Ehl-i iman: İman edenler, inananlar.
Emvat: Ölüler.
Kudret: Güç.
Hikmet: Gözetilen fayda ve gaye.
İstihdam: Hizmet ettirme, çalıştırma.
Yâsin-i Şerif: Yüce ve değerli Yasin suresi.


İkinci Sual:
Şiddetle ve âmirane denildi ki: "Sen Risale-i Nur'un makbuliyetine dair Hazret-i Ali (R.A.) ve Gavs-ı A'zam (R.A.) gibi zâtların kasidelerinden şahidler gösteriyorsun. Halbuki, asıl söz sahibi Kur'andır. Risale-i Nur, Kur'anın hakikî bir tefsiri ve hakikatının bir tercümanı ve mes'elelerinin bürhanıdır. Kur'an ise, sair kelâmlar gibi kışırlı, kemikli ve şuuru hususî ve cüz'î değildir. Belki Kur'an, umum işaratıyla ve eczasıyla ayn-ı şuurdur, kışırsızdır; fuzulî, lüzumsuz maddeleri yoktur. Âlem-i gaybın tercümanıdır. Sözler hakkında söz onundur, görelim o ne diyor?"

Risale-i Nur: Bediüzzaman Said Nursinin (ra) Kur'anın imanla ilgili ayetlerini kaynak alarak imanın bütün şartlarını açıklayıp delillerle ispat ettiği çok değerli eserlerinin hepsine birden verilen isim.
Makbuliyet: Makbullük, beğenirlik, kabul edilirlik.
Gavs-ı A'zam: En büyük gavs, evliyaların büyüğü. Abdülkadir-i Geylaninin (ks) bir namı.
Bürhan: Kesin delil, ispat vasıtası.
Sair: Diğer.
Kelâm: Söz, konuşma. *Allah'a (cc) ait sıfatlardan biri.
İşarat: İşaretler.
Ecza: Kısımlar, parçalar.
Ayn-ı şuur: Bilincin ve anlayışın ta kendisi.
Âlem-i gayb: Gayb âlemi, beş duyu organıyla hissedilip bilinemeyen dünya.

Elcevab:
Risale-i Nur doğrudan doğruya Kur'anın bahir bir bürhanı ve kuvvetli bir tefsiri ve parlak bir lem'a-i i'caz-ı manevîsi ve o bahrin bir reşhası ve o güneşin bir şuaı ve o maden-i ilm-i hakikattan mülhem ve feyzinden gelen bir tercüme-i maneviyesi olduğundan onun kıymetini ve ehemmiyetini beyan etmek Kur'anın şerefine ve hesabına ve senasına geçtiğinden, elbette Risale-i Nur'un meziyetini beyan etmekliği, hak iktiza eder ve hakikat ister, Kur'an izin verir. Benim gibi bir tercümanın hissesi yalnız şükürdür. Hiçbir cihetle fahre, temeddühe, gurura hakkı yoktur ve olamaz. Gelecek âyetlerin işaratına bu nokta-i nazarla bakmak gerektir. Yoksa beni hodbinlik ile ittiham edenlere hakkımı helâl etmem.

Bahir: Apaçık, belirli, açık.
Lem'a-i i'caz-ı manevî: Manevî i'caz lem'ası, mana bakımından mu'cizelik parıltısı.
Bahr: Deniz.
Reşha: Sızıntı, su damlası.
Şua: Işık kaynağından uzanan ışık telleri, ışık demeti.
Maden-i ilm-i hakikat: Hakikat ilminin madeni, gerçek bilginin kaynağı.
Mülhem: İlham edilmiş, Allah (cc) tarafından kalbe doğmuş, ilham ile bildirilmiş.
Tercüme-i maneviye: Menevî tercüme.
Sena: Medhetme, övme, övgü.
Fahr: Övünme, şeref duyma.
Temeddüh: Kendi kendini övmek.
Nokta-i nazar: Bakış açısı.
Hodbin: Kendini düşünen, bencil.


Bu çok ehemmiyetli suale karşı iki-üç saat zarfında birden Kur'anın âyât-ı meşhuresinden "Sözler" adedince otuzüç âyetin hem manasıyla, hem cifr ile Risale-i Nur'a işaretleri uzaktan uzağa icmalen görüldü. Ayrı ayrı tarzlarda otuzüç âyet müttefikan Risale-i Nur'u remizleriyle gösterdiği hayal meyal görüldü.
Âyât-ı meşhure: Meşhur âyetler.
İcmalen: Kısaca, özet olarak.
Müttefikan: İttifak ederek, birleşerek, anlaşarak, hep beraber olarak.
Remiz: Kapalı söyleme, işaretle anlatma.



İHTAR: En evvel yirmidördüncü âyetin başında zikredilen ihtara dikkat etmek lâzımdır. O ihtarın yeri başta idi. Fakat orada hatıra geldi, oraya girdi.

İKİNCİ BİR İHTAR: Tevafukla işaretler eğer münasebat-ı maneviyeye istinad etmezse, ehemmiyeti azdır. Eğer münasebet-i maneviyesi kuvvetli ise, bu onun bir ferdi, bir mâsadakı hükmünde olsa ve müstesna bir liyakatı bulunsa, o vakit tevafuk ehemmiyetlidir. Ve o kelâmdan bunun iradesine bir emare olur. Ve ondan o ferdin hususî bir surette dâhil olduğuna ya remz, ya işaret, ya delalet hükmünde onu gösterir. İşte gelecek âyât-ı Kur'aniyenin Risale-i Nur'a işaretleri ve tevafukları ekseriyet ile kuvvetli bir münasebet-i maneviyeye istinad ederler. Evet bu gelecek âyât-ı meşhure müttefikan onüçüncü asrın âhirine ve ondördüncü asrın evveline cifirce bakıyorlar ve Kur'an ve iman hesabına bir hakikata işaret ediyorlar. Ve medar-ı teselli bir "Nur"dan haber veriyorlar. Ve o zamanın dalalet fitnesinden gelen şübehatı izale edecek, Kur'anî bir bürhanı müjde veriyorlar.

Tevafuk: Birbirine uygunluk, birbirine uygun gelme.
Münasebat-ı maneviye: Manevî münasebetler, manaca alakalar ve bağlar.
İstinad: Dayanma.
Mâsadak: Doğrulayıcı örnek.
Liyakat: Layık olma, hak etme, yeterlilik.
Âyât-ı Kur'aniye: Kur'anın ayetleri.
Ekseriyet: Çoğunluk.
Medar-ı teselli: Teselli sebebi.
Dalalet: Sapıtma, doğru yoldan ayrılma, iman ve islâm yolundan sapmak.
Şübehat: Şüpheler.
İzale: Giderme, ortadan kaldırma.
Kur'anî: Kur'ana ait, Kur'anla ilgili.


Ve o işaretlere ve remizlere tam mazhar ve o vazifeleri bihakkın görecek, Risale-i Nur gibi bir tefsir-i Kur'anî olacak. Halbuki Risale-i Nur bu mezkûr noktada ileri olduğu, onu okuyanlarca şübhesiz olmasıyla delalet eder ki; o âyetler bilhâssa Risale-i Nur'a bakıp ona işaret ediyorlar.
Remiz: Kapalı söyleme, işaretle anlatma.
Tefsir-i Kur'anî: Kur'anın geniş şekilde açıklamalarını yapan kitap.
Mezkûr: Bahsedilmiş, anlatılmış ve belirtilmiş.
Delalet: Delil olma, yol gösterme.



BİRİNCİSİ:
Sure-i Nur'dan Âyet-ün Nur'dur ki, Risale-i Nur'un Resail-in Nur ve Risale-in Nur ve Risalet-ün Nur namlarıyla sebeb-i tesmiyesinin onaltı sebebinden bir sebeb olduğundan, birinci olarak onu beyan etmek gerektir. Bu Âyet-ün Nur:
ﺍَﻟﻠَّﻪُ ﻧُﻮﺭُ ﺍﻟﺴَّﻤَﻮَﺍﺕِ ﻭَﺍْﻟﺎَﺭْﺽِ ﻣَﺜَﻞُ ﻧُﻮﺭِﻩِ ﻛَﻤِﺸْﻜَﺎﺓٍ ﻓِﻴﻬَﺎ ﻣِﺼْﺒَﺎﺡٌ ﺍَﻟْﻤِﺼْﺒَﺎﺡُ ﻓِﻰ ﺯُﺟَﺎﺟَﺔٍ ﺍَﻟﺰُّﺟَﺎﺟَﺔُ ﻛَﺎَﻧَّﻬَﺎ ﻛَﻮْﻛَﺐٌ ﺩُﺭِّﻯٌّ ﻳُﻮﻗَﺪُ ﻣِﻦْ ﺷَﺠَﺮَﺓٍ ﻣُﺒَﺎﺭَﻛَﺔٍ ﺯَﻳْﺘُﻮﻧَﺔٍ ﻟﺎَ ﺷَﺮْﻗِﻴَّﺔٍ ﻭَﻟﺎَ ﻏَﺮْﺑِﻴَّﺔٍ ﻳَﻜَﺎﺩُ ﺯَﻳْﺘُﻬَﺎ ﻳُﻀِٓﻲﺀُ ﻭَﻟَﻮْ ﻟَﻢْ ﺗَﻤْﺴَﺴْﻪُ ﻧَﺎﺭٌ ﻧُﻮﺭٌ ﻋَﻠَﻰ ﻧُﻮﺭٍ ﻳَﻬْﺪِﻯ ﺍﻟﻠَّﻪُ ﻟِﻨُﻮﺭِﻩِ ﻣَﻦْ ﻳَﺸَٓﺎﺀُ ﻭَﻳَﻀْﺮِﺏُ ﺍﻟﻠَّﻪُ ﺍْﻟﺎَﻣْﺜَﺎﻝَ ﻟِﻠﻨَّﺎﺱِ ﻭَﺍﻟﻠَّﻪُ ﺑِﻜُﻞِّ ﺷَﻲْﺀٍ ﻋَﻠِﻴﻢٌ Allah göklerin ve yerin nûrudur. Onun nûrunun misâli, bir lâmba yuvası gibidir ki, onda bir kandil vardır. Kandil de cam fânus içindedir. Cam fânus ise, inci gibi parlayan bir yıldıza benzer ki, ne doğuya, ne de batıya âit olmayan mübârek bir ağacın yakıtından tutuşturulur. Onun yakıtı, kendisine ateş dokunmasa bile ışık verecek kabiliyettedir. O nûr üstüne nûrdur. Allah dilediğini nûruna kavuşturur. İnsanlara Allah böyle misaller verir. Çünkü Allah her şeyi hakkıyla bilendir. Nur Sûresi, 24:35.) Şu Âyet-i Nuriye'nin manaca çok tabakatı ve vücuh-u kesîresi vardır. Ve o tabakalardan ve vecihlerden işarî ve remzî bir vechi manaca ve cifirce nurlu bir tefsiri olan Risale-in Nur ve Risalet-ün Nur'a dört-beş cümlesiyle on cihetten bakıyor. Ve o tabakalardan ve o vecihlerden bir tabaka ve bir perde dahi mu'cizane elektrikten haber veriyor.

Sure-i Nur: Nur suresi, Kur'anda 24. suredir. 64 ayettir.
Resail-in Nur: Bediüzzaman Said Nursinin (ra) değerli eserlerinin ortak ismi.
Sebeb-i tesmiye: İsimlendirilme sebebi.
Vücuh-u kesîre: Çok çeşitli yönler ve taraflar.
İşarî: İşaretle ilgili, işaret şeklinde.
Remzî: Gizli işaretle alakalı.
Vech: Yön, taraf, yüz. *Tarz, biçim.
Mu'cizane: Mucizeli, mucize şeklinde.


Risale-i Nur'a bakan Birinci Cümlesi:
ﻣَﺜَﻞُ ﻧُﻮﺭِﻩِ ﻛَﻤِﺸْﻜَﻮﺓٍ ﻓِﻴﻬَﺎ ﻣِﺼْﺒَﺎﺡٌ "Onun nûrunun misâli, bir lâmba yuvası gibidir ki, onda bir kandil vardır." Nur Suresi, 24:35.) dur. Yani: Nur-u İlahî'nin veya Nur-u Kur'anî'nin veya Nur-u Muhammedî'nin (A.S.M.) misali şu

ﻣِﺸْﻜَﻮﺓٍ ﻓِﻴﻬَﺎ ﻣِﺼْﺒَﺎﺡٌ dur. Makam-ı cifrîsi dokuzyüz doksansekiz (998) olarak aynen Risalet-ün Nur, -şeddeli nun iki nun sayılmak cihetiyle- tam tamına tevafukla ona işaret eder.

Nur-u İlahî: İlahî nur, Allah'a (cc) ait nur.
Nur-u Kur'anî: Kur'ana ait nur, Kur'anın ışığı ve aydınlığı.
Nur-u Muhammedî: Hz. Muhammed'e (asm) ait nur.
Makam-ı cifrî: Cifir hesabına göre olan rakam olarak değeri.


Said Nursi
 

Ahmet.1

Well-known member
İkinci cümlesi:
ﺍَﻟﺰُّﺟَﺎﺟَﺔُ ﻛَﺎَﻧَّﻬَﺎ ﻛَﻮْﻛَﺐٌ ﺩُﺭِّﻯٌّ ﻳُﻮﻗَﺪُ "Cam fânus ise, inci gibi parlayan bir yıldıza benzer..." Nur Sûresi, 24:35.)
dur. Yirmisekizinci Lem'ada tafsilen beyan edildiği gibi, İmam-ı Ali (R.A.) Kaside-i Celcelutiye'sinde sarahat derecesinde Risale-in Nur'a bakarak ve ona işaret ederek demiş: ﺍَﻗِﺪْ ﻛَﻮْﻛَﺒِﻰ ﺑِﺎْﻟﺎِﺳْﻢِ ﻧُﻮﺭًﺍ Ya Rab! Nur isminle ve cemâlinle parlat yıldızımı.) Ben tahmin ediyorum ki, İmam-ı Ali'nin (R.A.) bu işareti, bu cümle-i Nuriyenin remzinden mülhemdir. Bu cümle-i âyetin makamı, beşyüz kırkaltı (546) edip, Risale-i Nur'un adedi olan beşyüz kırksekize (548) gayet cüz'î ve sırlı iki fark ile tevafuk noktasından işaret ettiği gibi remzî bir manasıyla tam bakıyor.
Şualar


Tafsilen: Açıklayarak, geniş olarak, ayrıntılı olarak.
Kaside-i Celcelutiye: Celcelutiye kasidesi. Hz.Peygambere (asm) vahiy olarak gelip Hz.Ali'ye (ra) ders verdiği ve sonra Hz.Ali düzenleyerek yazdığı kaside.
Sarahat: Açıklık, bellilik.
Remz: Kapalı söyleme, kapalı işaret.
Cümle-i âyet: Ayetin cümlesi (bir parçası).
Remzî: Remizle ilgili, gizli işaretle alakalı.
 

Ahmet.1

Well-known member
Üçüncü Cümlesi:
ﻣِﻦْ ﺷَﺠَﺮَﺓٍ dir. Eğer ﻣِﻦْ ﺷَﺠَﺮَﺓٍ deki vakıflarda gibi ﻫـ sayılsa beşyüz doksan sekiz (598) ederek tam tamına Resail-in Nur ve Risale-in Nur adedi olan beşyüz doksansekize tevafukla beraber ﻣِﻦْ ﻓُﺮْﻗَﺎﻥٍ ﺣَﻜِﻴﻢٍ in adedine yine sırlı bir tek farkla tevafuk-u remzî ile, hem Resail-in Nur'u efradına dâhil eder, hem yine Risale-in Nur'un şecere-i mübareki Furkan-ı Hakîm olduğunu gösterir. Eğer ﻣِﻦْ ﺷَﺠَﺮَﺓٍ deki te kalsa, o vakit makam-ı cifrîsi dokuzyüz doksanüç (993) eder, tevafuka zarar vermeyen cüz'î ve sırlı beş farkla Risalet-ün Nur adedi olan dokuzyüz doksansekize (998) tevafukla manasının dahi muvafakatine binaen ona işaret eder.

Şualar
 
Üst