Bediüzzaman ve Talebeleri Neden Müsbet Hareketi Seçmişlerdir?

istiðna

Active member
Güneş ses çıkarmaz ama ışık ve ısısıyla yeryüzünün bekasına sebebdir.. Kıyıdaki tekne hareketlidir ses çıkarır. Ama hem kendine hem de çevreye zarar verir. Ez cümle:

Maddî ve mânevî hayat-ı Muhammediye (a.s.m.) dahi, hayat ve ruh-u kâinattan süzülmüş hülâsatü’l-hülâsadır ve risalet-i Muhammediye dahi (a.s.m.), kâinatın his ve şuur ve aklından süzülmüş en sâfi hülâsasıdır. Belki maddî ve mânevî hayat-ı Muhammediye (a.s.m.), âsârının şehadetiyle, hayat-ı kâinatın hayatıdır. Ve risalet-i Muhammediye (a.s.m.), şuur-u kâinatın şuurudur ve nurudur. Ve vahy-i Kur’ân dahi, hayattar hakaikinin şehadetiyle, hayat-ı kâinatın ruhudur ve şuur-u kâinatın aklıdır.
Evet, evet, evet! Eğer kâinattan risalet-i Muhammediyenin (a.s.m.) nuru çıksa, gitse, kâinat vefat edecek. Eğer Kur’ân gitse, kâinat divane olacak ve küre-i arz kafasını, aklını kaybedecek, belki şuursuz kalmış olan başını bir seyyareye çarpacak, bir kıyameti koparacak.30. lema

Ey Risale-i nur şakirtleri ve Kur’ân’ın hizmetkârları! Sizler ve bizler öyle bir insan-ı kâmil ismine lâyık bir şahs-ı mânevînin âzâlarıyız. Ve hayat-ı ebediye içindeki saadet-i ebediyeyi netice veren bir fabrikanın çarkları hükmündeyiz. Ve sahil-i selâmet olan Dârüsselâma ümmet-i Muhammediyeyi (a.s.m.) çıkaran bir sefine-i Rabbâniyede çalışan hademeleriz. 21. lema
 

TaLHa

Nur-u Aynım
Yönetici
Bediüzzaman ve Talebeleri Neden Pasif Direnişi Seçmişlerdir?

Konu başlığı sanırım muafık olmamış.
 

istiðna

Active member
Bediüzzaman ve Talebeleri Neden Pasif Direnişi Seçmişlerdir?

T@LH@ ' Alıntı:
Konu başlığı sanırım muafık olmamış.
neden abi?_________________________________________________bu arada forum bıraz eğik mi?yoksa bana mı öyle geldi...
 

hasret

Well-known member
Bediüzzaman ve Talebeleri Neden Müsbet Hareketi Seçmişlerdir?

Pasif demişinde ,aklıma yine cantacı geldi,Biri diyor kendisine ya bu nurcularda pek hareket yok,biraz pasifler sanki...Abi diyorki pasif dedinizde pasifik okyanusları vardır hani,onlar cok derin olduğu icin onlarda pek dalgalanma olmaz.İşte bizim davamızda o kadar derin ki bizde pek dalgalanma olmaz::)
 

TaLHa

Nur-u Aynım
Yönetici
Bediüzzaman ve Talebeleri Neden Müsbet Hareketi Seçmişlerdir?

istiğna ' Alıntı:
neden abi?_________________________________________________bu arada forum bıraz eğik mi?yoksa bana mı öyle geldi...

Nedeni gayet acık ve net . Pasif ve aktif direniş silahlı veya silahsız politik direnişler için kullanılır. Yani sanki savas ortamaı varmıs ta butun ehli iman aktif direnişi yaparken Bediüzzaman ve talebeleri pasif direniş yapıyorlarmıs gibi oluyordu. Halbuki bediüzzaman ve talebeleri asla direnişde bulunmadılar Onlar ancak ve ancak dinsizlik ve cehalet ile mucadelede bulundular.Ve bu mucadeleleri ise : "Şimdi bu zamanda en büyük tehlike olan zındıka ve dinsizlik ve anarşilik ve maddiyunluğa karşı yalnız ve yalnız tek bir çare var. O da Kur'ân'ın hakikatlerine sarılmaktır. "
 

hasret

Well-known member
Bediüzzaman ve Talebeleri Neden Müsbet Hareketi Seçmişlerdir?

bencede, başlık şimdi daha muvafık olmuş.
 

istiðna

Active member
Bediüzzaman ve Talebeleri Neden Müsbet Hareketi Seçmişlerdir?

peki başlığı değistirdiniz için teşekkürler...
pasifi seçmemin sebebi suya,sabuna dokunmadan işlerini gayet güzel bi şekilde yürütmeleriydi.
 

Garib

Well-known member
Bediüzzaman ve Talebeleri Neden Müsbet Hareketi Seçmişlerdir?

istiğna ' Alıntı:
peki başlığı değistirdiniz için teşekkürler...
pasifi seçmemin sebebi suya,sabuna dokunmadan işlerini gayet güzel bi şekilde yürütmeleriydi.
bu ne yaf suya sabuna dokunmadan işlerini gayet güzel yapmak ne demek ne alaka sadece gaza gelip hareket etmiyorlar dusturlara göre hareket ediyorlar iki marşla hareket edmiyorlar.hem bizim vazifemiz iman kurtarmak deilmi he o zaman iman kurtarmak müsbet hareket etmek demek ihtiyatlı olmak demek ...bakınız hizmet rehberi :D
 

istiðna

Active member
Bediüzzaman ve Talebeleri Neden Müsbet Hareketi Seçmişlerdir?

h.altınbaşak ' Alıntı:
bu ne yaf suya sabuna dokunmadan işlerini gayet güzel yapmak ne demek ne alaka sadece gaza gelip hareket etmiyorlar dusturlara göre hareket ediyorlar iki marşla hareket edmiyorlar.hem bizim vazifemiz iman kurtarmak deilmi he o zaman iman kurtarmak müsbet hareket etmek demek ihtiyatlı olmak demek ...bakınız hizmet rehberi :D
işte benim kast ettıgımde bu.dünyayla hiç ilgilenmeden hizmet edıyorlar dedim...
 

Garib

Well-known member
Bediüzzaman ve Talebeleri Neden Müsbet Hareketi Seçmişlerdir?

istiğna ' Alıntı:
işte benim kast ettıgımde bu.dünyayla hiç ilgilenmeden hizmet edıyorlar dedim...
yok bu dünyaylada ilgileniolar sacma sapan seylerle ilgilenmiolar hehe..he bide suya sabuna en cok dokunan walla bizim ağabeyler dayımdan biliom bi banyoya girio 1,5 saat sadece abdest alıyo en temiz bizimkiler yaf :p
 

illailayh

Active member
Bediüzzaman ve Talebeleri Neden Müsbet Hareketi Seçmişlerdir?

h.altınbaşak ' Alıntı:
yok bu dünyaylada ilgileniolar sacma sapan seylerle ilgilenmiolar hehe..he bide suya sabuna en cok dokunan walla bizim ağabeyler dayımdan biliom bi banyoya girio 1,5 saat sadece abdest alıyo en temiz bizimkiler yaf :p

dogru bencede ama sadece abiler deil ablalarda çok temiz maşallh her yönleriyle farklılar nedek ALLAH HERKESE NASİP ETSİN..
 

Yaakarii

Member
Bediüzzaman ve Talebeleri Neden Müsbet Hareketi Seçmişlerdir?

Müsbet hareketin ardına bakabilecegimiz güzel bir yer.Müsbet hareket risale-inur şakirdlerinin kuvvetine,gücüne,şecaatine ragmen müsbet hareket istegi.Hani bir eserde Allah ın birden çok ismi gözükebiliyor ya,teşbihte hata olmasın müsbet hareket de böyle bir şey.Ve böyle de olmak düsturumuz olmalı.


Risale-i Nur'a karşı gizli düşmanlarımızdan bazı zındıkların şeytanetiyle çevrilen plânlar ve hücumlar inşaallah bozulacaklar. Onun şakirtleri başkalara kıyas edilmez, dağıttırılmaz, vazgeçirilmez, Cenâb-ı Hakkın inayetiyle mağlûp edilmezler. Eğer maddî müdafaadan Kur'ân men etmeseydi, bu milletin can damarı hükmünde umumun teveccühünü kazanan ve her tarafta bulunan o şakirtler Şeyh Said ve Menemen hâdiseleri gibi, cüz'î ve neticesiz hâdiselerle buluşmazlar. Allah etmesin, eğer mecburiyet-i kat'iye derecesinde onlara zulmedilse ve Risale-i Nur'a hücum edilse, elbette hükûmeti iğfal eden zındıklar ve münafıklar bin derece pişman olacaklar.

Elhasıl , madem biz ehl-i dünyanın dünyalarına ilişmiyoruz; onlar da bizim âhiretimize ve imanî hizmetimize ilişmesinler.
 

yunus44

Active member
Bediüzzaman ve Talebeleri Neden Müsbet Hareketi Seçmişlerdir?

Umum Nur talebelerine Üstad Bediüzzaman'ın vefatından önce vermiş olduğu en son derstir

Aziz kardeşlerim,

Bizim vazifemiz müsbet hareket etmektir. Menfî hareket değildir. Rıza-yı İlâhîye göre sırf hizmet-i imaniyeyi yapmaktır, vazife-i İlâhiyeye karışmamaktır. Bizler âsâyişi muhafazayı netice veren müsbet iman hizmeti içinde herbir sıkıntıya karşı sabırla, şükürle mükellefiz. emirdağ lahikası 2
........
bu mektubu tamamen okumak lazım.
salisen
güncel bir örnek vercek olursak.

Pakistana abiler dersane açmışlardı.
orda bir millet vekilinin evine gitmişler.
müsbet hareketi Anlatmış abiler.
kısaca cihat dahilde tebliğle olur. savaş dışardan hucuma karşı müdafa olur demiş.
Adamlar hak vermiş.Ve hayret etmişler.
biz hiç böyle düşünmemiştik diye :) çok şaşırmışlar.
..
belki sizde onlara şaşıracaksınız ama ne yazık ki
müslümanların Risale-i Nurun kurandan alınmış ölçülerinden haberi yok.
 

istiðna

Active member
Bir Ömrün Değişmez Prensibi: Müsbet Hareket

Bediüzzaman, bütün ömrü boyunca tatbik ettiği tebliğ ve irşat prensiplerinin bir hülâsası mahiyetinde olan son mektubuna şu cümlelerle başlar:

“Bizim vazifemiz müsbet hareket etmektir. Menfî hareket değildir. Rıza-yı İlâhîye göre sırf hizmet-i imaniyeyi yapmaktır: Vazife-i İlâhiyeye karışmamaktır. Bizler asayişi muhafazayı netice veren, müsbet iman hizmeti içinde her bir sıkıntıya karşı sabırla, şükürle mükellefiz.” (Emirdağ Lâhikası)

Bu cümlelerde müsbet ve menfî hareketlerin en önemlileri nazarımıza sunulmuştur: Rıza-yı İlâhî için çalışmak müsbet; riya, gösteriş ve menfaat için çabalamak menfîdir. Hizmet-i imaniyye müsbet; küfür ve dalâlete, isyan ve sefahate çalışmak menfîdir.

Allah’a tevekkül müsbet; vazife-i İlâhiyyeye karışmak menfîdir.
Asayişi muhafaza müsbet; kavga ve ihtilâl çıkarmak, huzur ve emniyeti ihlâl etmek menfîdir. Sabır ve şükür müsbet; sabırsızlık ve isyan menfîdir.

Müsbet, “ispat edilmiş” demektir. İspat edilen, ortaya konulan istifadeye sunulana müsbet denir. Müsbet imardır, menfî ise tahriptir.

Dünün boş arsasına bugün bir bina kurmuş, istifadeye sunmuşsanız bu bir müsbet harekettir. Ama mevcut bir binayı ortadan kaldırmış, faydasız hâle getirmişseniz buna da menfî denir.

Menfî, nefyedilmiş demektir. Nefiy ise sürgün etmek, ortadan kaldırmak, yokluğunu iddia etmek mânâlarına geliyor. Küfre giren insana imansız denilmesi de bundandır. Bu adam, kendi iman sarayını yıkmıştır. Kezâ, iffet ve ahlâkını harap eden adama da ahlâksız deriz. Burada da bir menfî hareket söz konusudur.
Müspetler de, menfîler de sayısız denecek kadar çok. Bunlar içerisinde müspetin en ileri derecesini şu ifadelerde buluyoruz:

“Rıza-yı İlâhîye göre sırf hizmet-i imaniyeyi yapmak.”

Hizmet-i imaniyye, insanoğluna yapılabilecek en büyük yardımın ifadesi, en büyük müsbetin simgesidir. Kalpten küfür sökülüp atılacak, yerine iman bina edilecektir. Bu hizmet sonunda, bir insan iman nimetine kavuşursa, daha önce, sadece gördüğü eşya ile alâkadar olan bu adam, artık bütün âlemlerin Rabbine vâsıl olmuş, maddede boğulan aklı âlemlerin yaratıcısını bulmuştur. Bir nur talebesinin, Risale-i Nur’un müsbet hareketle ilgili bütün esaslarına riayet ederek hâlis bir iman hizmeti yaptığı halde, insanları ıslah vâdisinde umduğu neticeye ulaşamaması hâlinde, yeise düşmemesi için mezkûr düstur şöylece noktalanır:
Bir diğer temel cümle:

“Bizler asayişi muhafazayı netice veren müsbet iman hizmeti için, herbir sıkıntıya karşı sabırla, şükürle mükellefiz.” cümlenin giriş kısmındaki mesaj, daha çok devlet yöneticilerine bakıyor. Asayişin ancak müsbet bir iman hizmetiyle temin edilebileceği ders veriliyor. Nur hizmetinin ulaştığı kimseler, problem olmak şöyle dursun, “asayişin birer mânevî bekçisi” oluyorlar.

Bu cümlede Nur Talebelerine de şu mesaj verilmiştir:
Şayet sizi yanlış anlayarak yahut büsbütün anlamayarak, ihlâs ile yaptığınız bu imân hizmetine mukabil sizlere sıkıntı verirlerse, sakın menfî hareketlere tevessül etmeyin; sıkıntıları sabırla ve şükürle karşılayın.”
Bir Nur talebesi, Üstadın bu şükür tavsiyesini şöyle değerlendirir: “Nice insanlar dünyevî, hatta gayr-ı meşru istekler uğrunda her bir sıkıntıya katlanırlarken, ben iman dâvâsını, tevhid dâvâsını, ahlâk dâvâsını ilân ve i’lâ etme uğrunda bir takım eza ve cefalara mâruz kalıyorsam, bunu bir lütf-u İlâhî bilip şükretmeliyim.”
Üstadımız, kendisini menfî bir harekete sevk etmek için yapılan bütün işkencelere, zulümlere, oynanan bütün şeytanî oyunlara sadece acı bir tebessümle karşılık vermiş, ona zulmedenler de dahil olmak üzere, bütün bir beşeriyetin imanını kurtarmak için çıktığı o mukaddes yolculuğunu, itidâl-i dem ile, sarsılmadan ve düşmanlığa girmeden tamamlamıştır.



_________________________________________________Bir hedefe ulaşmanın nice ön şartları var. Bilgi, tecrübe, sermaye bunlardan sadece birkaçı. Ama bütün bunların üstünde bir şart var ki kesinlikle ihmale gelmez. O da takib edilecek yolun, izlenecek politikanın sağlam olması.

Doğru hedeflere yanlış yollarla gidilmez.

Hedefler sonsuz denecek kadar çok. Biz, iman hizmetinden söz edeceğiz.

Nedir hedef? İnsanların kalplerini ıslah etmek, imanlarını taklitten tahkike çıkarmak. Üstad Bediüzaman hazretleri bu davasını şu ifadelerle net biçimde ortaya koyar:

“Ben imanın cereyanındayım, karşımda imansızlık cereyanı var. Başka cereyanlarla alâkam yok.”


Bu iman hizmetinin prensiplerini ise iki kelimede özetler: Müsbet Hareket.

"Müsbet Hareket"i konu alan son mektubunda şu enteresan ifadeye yer verir: “Asayişi muhafazayı netice veren müsbet iman hizmeti.” Bu ifadenin temelinde yatan gerçeği ise şöylece ortaya koyar:

“Hem bir Müslüman, başka milletler gibi değil. Eğer dinini bıraksa anarşist olur, hiçbir kayıd altında kalamaz; istibdad-ı mutlaktan, rüşvet-i mutlakadan başka hiçbir terbiye ve tedbirle idare edilmez.” (Emirdağ Lâhikası)

“Asayişi muhafazayı netice veren müsbet iman hizmeti” ifadesiyle, hem asayişi muhafazanın ancak imanlı, ahlâklı bir nesil yetiştirmekle mümkün olacağı ortaya konulur, hem de iman hizmetinde bulunan kimselere asayişi bozucu hareketlerin hiç mi hiç yakışmayacağı tatlı bir üslûpla ihtar edilir.

Üstad, asayişi muhafaza üzerinde neden bu kadar hassasiyetle ve ısrarla durmuştur? Bu sorunun cevabını şu ifadelerde yakalamak mümkün:

“...kat’iyyen size beyan ediyorum ki; dinsizlik hesabına bizi ezen sizler; vatan ve millet, asayiş ve idare aleyhinde ve anarşilik lehinde ve müthiş bir ecnebi hesabına beni sıkıştırıp, bir sarsıntı çıkarıp, o cereyanın müdahalesini istiyorsunuz. Onun için, bütün ihanet ve hakaretlerinize beş para kıymet vermem; asayiş, idare lehinde, sabır ve tahammüle karar verdim.”(Emirdağ Lâhikası)

Oyuncular değişse de oyun yine aynı oyun.


Yine dış güçler hesabına birileri ülkemizi ve İslâm âlemini durmadan karıştırıyorlar. Ve yine, çoğu insanımız bu iğrenç oyuna bilmeyerek, daha kötüsü iyilik yaptığını zannederek âlet oluyor ve “ne zamana kadar duracaksınız” yollu ifadelere, bu sinsi oyuna gelmeyen aklı selim sahiplerini tenkit ediyorlar; pasiflikle, gayretsizlikle suçluyorlar.

Oyuna gelmemek ayıp sayılmamalı; ileriyi görmek de körlük değildir. Tedbirle korkaklığı karıştırmamak gerek. Deryalarda yüzebilmek için ufak sularda boğulmamak lâzım.

O gün olduğu gibi, bu gün de gençliğimizin en büyük meselesi imandır. Bu büyük davanın düşmanları da bir o kadar çetin. Yapacağımız bir yanlış hareket, bizi yeni nesle ve gelecek nesillere karşı sorumlu kılabilir. Onlar bize derler ki :

“Sizin imanınızın kurtulması için her türlü sıkıntıya severek katlanan Üstad Bediüzzamandan hiç himmet ve gayret dersi almadınız mı? O sabretmeseydi siz olmazdınız. Siz de bizim için biraz sabırlı olun. Hissiyatınız aklınızın üstüne çıkmasın. Düşmanları sevindirmeyi hizmet mi sanıyorsunuz! Elinizden geliyorsa bizleri sevindirin, bize daha huzurlu bir ülke bırakmak için gayret gösterin. Biz de dünyaya geldiğimizde o güzel mirası en iyi şekilde değerlendirelim. Böylece, bu cennet vatanda, tâ kıyamete kadar, imanlı ve ahlâklı bir nesil hayat sürsün.”

Yine Üstat'tan asayişi korumayla ilgili bir başka ders:

“Bunda şek ve şüphe kalmadı ki; beni tahkir ve ihanet edip, hiddete getirip, asayişi bozmak garazı takip ediliyor. Cenâb-ı Hakk’a hadsiz şükür olsun ki: Binler haysiyet ve şerefimi bu vatandaki bîçarelerin istirahatına ve onlardan belâların def’ine feda etmek için bana bir halet-i ruhiyeyi ihsan eylemiş ki; ben de, onların yaptığı ve niyetinde bulundukları tahkirat ve ihanetlere karşı tahammüle karar vermişim. Bu milletin asayişine, hususan masum çocukların ve muhterem ihtiyarların ve bîçare hastaların ve fakirlerin dünyevî istirahatlarına ve uhrevî saadetlerine binler hayatımı ve binler şerefimi feda etmeye hazırım.” (Emirdağ Lâhikası)

Üstad, “Yahudileri ve Hıristiyanları dost tutmayınız” meâlindeki âyet-i kerimeyi yanlış değerlendirerek, Hristiyan âlemiyle yapılan askeri paktlara ve ticarî anlaşmalara karşı çıkan bir takım çevrelere verdiği cevabın bir bölümünde bakınız ne buyuruyor:

“...onlarla dost olmamız, medeniyet ve terakkilerini istihsan ile iktibas etmektir. Ve her saadet-i dünyeviyenin esası olan asayişi muhafazadır. İşte şu dostluk, kat’iyyen nehy-i Kur’anîde dâhil değildir.” (Münazarat)

Bu ifadelerde, dünya saadetinin esasının asayiş olduğu nazara verilmiş. Anarşinin ve harplerin dünyayı kasıp kavurduğu günümüzde, bu tespitin ne kadar yerinde olduğu çok daha iyi anlaşılıyor.

Nurlarda, “dostlara karşı mürüvvetkârane muaşeret, düşmanlara karşı da sulhkârane muamele” nazara verilir. Bugün Avrupa ve Amerika’da nice insanlar İslâmla müşerref oluyor ve hidayet nimetine kavuşuyorlarsa, bunun sebebi sulhtur, harp değil.

Düşmanlara sulh ile muamele etmek her yönüyle en büyük bir akıllılık iken, dahildeki bu kısır ve yersiz çekişmelere, ne mânâ vereceğiz?

Bu vatan hepimizin. Hepimiz bir vücut gibiyiz. Beğenmediğimiz organlarımız da bizim. Bunları varlığımızdan söküp atamayız.

Polikliniklerde, sıra sıra dizilmiş kalabalıklar bize bu dersi vermiyorlar mı? Bunların her birisi vücudunun bir yerinden, bir organından rahatsız değiller mi? Ama niçin tedaviye koşuyorlar? O hasta uzvu sıhhatli yapmak için değil mi? Biz de hastalara değil hastalıklara düşman olsak ve sosyal bünyemizin sıhhate kavuşması için elimizden gelen bütün gayreti göstersek, erişemediğimiz ve güç yetiremediğimiz sahalarda Rabbimizin lütfuna erecek, yardımını göreceğiz. Ama biz hastaları daha da hasta edecek bir yola koyulmuşsak ve bunu da sıhhat adına yaptığımızı zannediyorsak, yanıldığımızı anlayıncaya kadar çok kan kaybedeceğiz ve kuvvetimiz her geçen gün biraz daha azalacak. Bunun ise sadece ve sadece düşmanlarımızın işine yarayacağında şüphe yok.

Zararın neresinden dönülse kârdır, derler. Geliniz, kendimizle kavgayı bırakalım. Birbirimizi tedaviye gönül verelim. Ve yine Üstadı dinleyelim:

“Hariçteki cihad başka, dâhildeki cihad başkadır. Şimdi milyonlar hakikî talebeleri Cenâb-ı Hak bana vermiş. Biz bütün kuvvetimizle dâhilde ancak asayişi muhafaza için müsbet hareket edeceğiz. Bu zamanda dâhil ve hariçteki cihad-ı manevideki fark, pek azîmdir.” (Emirdağ Lâhikası)

Dahildeki cihadın mânevî olacağı vurgulanıyor. Ciğerinizdeki mikroba kurşun sıkamazsınız. Onu ilâçla, gıdayla, temiz havayla yavaş yavaş tedavi etmeğe mecbursunuz. Mânevî cihat, mânevî hastalıklara karşı yapılır. Cehalet mânevî bir hastalıktır. Bunun giderilmesi ilim ile olur. Bir çocuğu döverek ona bir şeyler anlatmanız mümkün mü? Ahlâksızlık ve nihayet imansızlık da birer mânevî hastalık. Bunların tedavisi de kuvvet kullanarak, zorlayarak olmuyor.

Kuvvet yoluyla ve asayişi bozarak müspet bir sonuca varılamayacağı ve bu gibi hareketlerin, bütün bir millete zarar getireceği şu berrak ifadelerle ortaya konuluyor:

“...dâhilî asayişi ihlâl suretinde yüzde on câni yüzünden doksan masumu tehlike ve zararlara sokmak, adalet-i İlâhîye ve hakikat-ı Kur’aniye ile şiddetle men’edildiği için, biz bütün kuvvetimizle, o ders-i Kur’anî itibariyle, asayişi muhafazaya kendimizi dinen mecbur biliyoruz.” (Emirdağ Lâhikası)

Manevî cihat, tıptaki koruyucu hekimliği andırıyor. Hastalığın vuku bulmaması için gerekli tedbirleri almak en büyük tedavidir. Bunda başarılı olmadığımız zaman diğer tedavi yollarına ve en sonunda da ameliyata sıra gelir. Koruyucu hekimlik uzun zaman ve büyük sabır ister. Ama, ameliyattan kurtulmak gibi büyük bir netice için bu zor yola severek girmek gerek.

“Ben imanın cereyanındayım” diyen büyük Üstad, bu ifadesiyle en büyük mânevî hastalığın tedavisiyle vazifeli olduğunu da ilân etmiş oluyordu.

Bütün ömrü bu uğurda yılmaz bir gayret ve tükenmez bir sabırla geçti. “Bu kışın devamına ihtimâl verebilir misin? Her kışın bir baharı, her gecenin bir neharı vardır” diyerek azminden hiçbir şey kaybetmeden sabırla yoluna devam etti. Çileler, sürgünler, mahkemeler ve zindanlar üzerine kurulan bu iman davası, Allah’ın lütfu ile başarıya ulaştı. O zifiri karanlıklar yarıldı ve imanlı, vatansever, ahlâklı, dürüst ve çalışkan bir nesil çıktı ortaya.
 
Üst