HAYAL ET
Well-known member
Ben, Risâlei Nur hesâbına âhir ömrüme kadar Nur ve gül dairesindeki sebatkâr ve metîn ve sarsılmaz kardeşlerimle, Kastamonulu fedakârlar ile ebeden müteşekkirâne iftihar ediyorum ve onlarla bütün zâlimlerin sıkıntılarına karşı bir kuvvetli nokta-i istinad ve tam bir teselli buluyorum. Şimdi ölsem, onlar var diye ferah-ı kalble ecelimi karşılayacağım...
GİRİŞ
Kastamonu, Müslüman Türklerin hakimiyetine girip İslâm nuruna gönlünü açtığı günden beri her asırda büyük ulema, evliya ve bahadırlara beşik olmuş; bütün Anadolu’ya hatta İslam dünyasına nur saçan bir kaynak olma keyfiyetini daima muhafaza etmiştir.
Bu belde, Âl-i Beyt’ten çok zatın vatan tuttuğu, çok daha evvelinden Kaysü’l-Hamedânî Asgar(r.a) isimli sahabeyle müşerref olan; Şaban-ı Velî gibi Anadolu’nun dört direğinden (Evtâd-ı Erbaa, Erkân-ı Erbaa) biri olan muhteşem bir veli ve benzeri on binlerce evliya yetiştiren, (şehirde çok sayıda peygamber kabri olduğuna dair rivayetler den de söz edilmektedir.) mübarek bir belde ve ziyaretgâhtır.
Osmanlı padişahlarının birçoğunun hocaları Kastamonuludur. Sadece şehir merkezinde otuza yakın medrese bulunmaktaydı Osmanlı yıkıldığı yıllarda. Müsbet ilim sahasında da sahasında yeri ve önemi ihmal edilemez. İsmail Bey’in himayesinde 15. asırda ulemanın sığınağı ve ışık saçtığı bir mekan olmuştur Kastamonu. Bu büyük hükümdarın yadigârı olan külliyedeki astronomi merkezi buna güzel bir numunedir. Anadolu’nun ilk lisesinin bu şehirde açılmış olması da şaşırtmamaktadır bizi.
Kahraman ecdadın en bahadır evlatlarının da beşiğidir Kastamonu. Gerek şanlı fetih devirlerinde, gerekse zor yıllarda bahadır kumandan ve neferlerini bu ümmetin ve milletin emrine asil bir cömertlikle sunmakta hep en önde olmuştur. İstanbul’un fethindeki hissesi büyük olduğu gibi, Plevne’deki payı (Sadık Paşa), Çanakkalede’ki rolü, İstiklal Harbi’ndeki fedailiği (Halit Bey’den Şerife Bacı’ya kadar) ebediyen iftihar edilecek büyüklüktedir.
Maddi manevi güzel ve mesut devirler yaşamış Kastamonu (bütün İslam âlemi ve Anadolu gibi) zor zamanlar gördü, acılı dönemler yaşadı. Ulema, evliya, ümera ve yiğitler yetiştiren bir memlekete has asaletiyle ağlamayı hiç bilmedi, yakınmayı düşünmedi. (Bugün de bu, istemeyi ve ağlamayı, acındırmayı, yaygarayı becerememesi(!) yüzünden neredeyse nisyana mahkum edilmiş gibidir. Şükür ki artık özündeki ateş, külleri arasından yüzünü göstermeye, tatlı sıcaklığını hissettirmeye başladı. Her neyse…) Ancak, zarar kalbine dokunduğu günden beri bir gariplik çöktü üstüne…
Osmanlının son dönemlerinde kendini iyice hissettirmeye başlayan batı(l)cılık cereyanları ve buna paralel manevi iklimden uzaklaşma hamleleri gittikçe her yeri sarmaya başladı. Osmanlı’da, hastalıklarına rağmen maneviyat etrafında kale görevi yapan kurumlar vardı. Bunlar birer birer ortadan kalktıktan sonra, 150 yıldır, belki bin yıldır biriken menfi cereyanlar adeta sel gibi mukaddesat üzerine hücuma başladı. Maddi kuvvetle baş edemedikleri bu necip milleti, bu defa özünden koparmak suretiyle perişan etmek son planıydı belki Avrupa’nın…
Osmanlı yıkılmış, özünde güzel bir idare şekli olan cumhuriyet kurulmuştu, elimizde kalan bu güzel vatanda. Ancak bu yönetimi yanlış yorumlayan anlayışlar, bütün Anadolu gibi Kastamonu’yu da derinden etkiledi. Bugün, onarıp turizme açacağız diye uğraştığımız, bu vatanın tapusu olduğunu maalesef henüz fark ettiğimiz onlarca cami, külliye, türbe vb yıkıldı, satıldı. Kültürün, milli değerlerin en temel unsuru ve belirleyicisi olan din ve dinini öğrenme ihtiyacı yok sayılmaya başlandı. Bu tahribatı derinden yaşadı Kastamonu ve muhtemelen hemen her yerden yoğun yaşadı.
İşte böyle bir devirde, zahiren nasıl görünürse görünsün, Kastamonu için büyük ve güzel bir hadise gerçekleşti ve Bediüzzaman Kastamonu’ya geldi. Kastamonu, bu vesileyle yine Anadolu’ya İslam âlemine nur yaymaya devam etme imkanı buldu. Bir atasözünde dendiği gibi:”Aslan yatağı boş kalmaz.” Kalmadı da…
GİRİŞ
Kastamonu, Müslüman Türklerin hakimiyetine girip İslâm nuruna gönlünü açtığı günden beri her asırda büyük ulema, evliya ve bahadırlara beşik olmuş; bütün Anadolu’ya hatta İslam dünyasına nur saçan bir kaynak olma keyfiyetini daima muhafaza etmiştir.
Bu belde, Âl-i Beyt’ten çok zatın vatan tuttuğu, çok daha evvelinden Kaysü’l-Hamedânî Asgar(r.a) isimli sahabeyle müşerref olan; Şaban-ı Velî gibi Anadolu’nun dört direğinden (Evtâd-ı Erbaa, Erkân-ı Erbaa) biri olan muhteşem bir veli ve benzeri on binlerce evliya yetiştiren, (şehirde çok sayıda peygamber kabri olduğuna dair rivayetler den de söz edilmektedir.) mübarek bir belde ve ziyaretgâhtır.
Osmanlı padişahlarının birçoğunun hocaları Kastamonuludur. Sadece şehir merkezinde otuza yakın medrese bulunmaktaydı Osmanlı yıkıldığı yıllarda. Müsbet ilim sahasında da sahasında yeri ve önemi ihmal edilemez. İsmail Bey’in himayesinde 15. asırda ulemanın sığınağı ve ışık saçtığı bir mekan olmuştur Kastamonu. Bu büyük hükümdarın yadigârı olan külliyedeki astronomi merkezi buna güzel bir numunedir. Anadolu’nun ilk lisesinin bu şehirde açılmış olması da şaşırtmamaktadır bizi.
Kahraman ecdadın en bahadır evlatlarının da beşiğidir Kastamonu. Gerek şanlı fetih devirlerinde, gerekse zor yıllarda bahadır kumandan ve neferlerini bu ümmetin ve milletin emrine asil bir cömertlikle sunmakta hep en önde olmuştur. İstanbul’un fethindeki hissesi büyük olduğu gibi, Plevne’deki payı (Sadık Paşa), Çanakkalede’ki rolü, İstiklal Harbi’ndeki fedailiği (Halit Bey’den Şerife Bacı’ya kadar) ebediyen iftihar edilecek büyüklüktedir.
Maddi manevi güzel ve mesut devirler yaşamış Kastamonu (bütün İslam âlemi ve Anadolu gibi) zor zamanlar gördü, acılı dönemler yaşadı. Ulema, evliya, ümera ve yiğitler yetiştiren bir memlekete has asaletiyle ağlamayı hiç bilmedi, yakınmayı düşünmedi. (Bugün de bu, istemeyi ve ağlamayı, acındırmayı, yaygarayı becerememesi(!) yüzünden neredeyse nisyana mahkum edilmiş gibidir. Şükür ki artık özündeki ateş, külleri arasından yüzünü göstermeye, tatlı sıcaklığını hissettirmeye başladı. Her neyse…) Ancak, zarar kalbine dokunduğu günden beri bir gariplik çöktü üstüne…
Osmanlının son dönemlerinde kendini iyice hissettirmeye başlayan batı(l)cılık cereyanları ve buna paralel manevi iklimden uzaklaşma hamleleri gittikçe her yeri sarmaya başladı. Osmanlı’da, hastalıklarına rağmen maneviyat etrafında kale görevi yapan kurumlar vardı. Bunlar birer birer ortadan kalktıktan sonra, 150 yıldır, belki bin yıldır biriken menfi cereyanlar adeta sel gibi mukaddesat üzerine hücuma başladı. Maddi kuvvetle baş edemedikleri bu necip milleti, bu defa özünden koparmak suretiyle perişan etmek son planıydı belki Avrupa’nın…
Osmanlı yıkılmış, özünde güzel bir idare şekli olan cumhuriyet kurulmuştu, elimizde kalan bu güzel vatanda. Ancak bu yönetimi yanlış yorumlayan anlayışlar, bütün Anadolu gibi Kastamonu’yu da derinden etkiledi. Bugün, onarıp turizme açacağız diye uğraştığımız, bu vatanın tapusu olduğunu maalesef henüz fark ettiğimiz onlarca cami, külliye, türbe vb yıkıldı, satıldı. Kültürün, milli değerlerin en temel unsuru ve belirleyicisi olan din ve dinini öğrenme ihtiyacı yok sayılmaya başlandı. Bu tahribatı derinden yaşadı Kastamonu ve muhtemelen hemen her yerden yoğun yaşadı.
İşte böyle bir devirde, zahiren nasıl görünürse görünsün, Kastamonu için büyük ve güzel bir hadise gerçekleşti ve Bediüzzaman Kastamonu’ya geldi. Kastamonu, bu vesileyle yine Anadolu’ya İslam âlemine nur yaymaya devam etme imkanı buldu. Bir atasözünde dendiği gibi:”Aslan yatağı boş kalmaz.” Kalmadı da…