Ana sayfa
Forumlar
Yeni mesajlar
Forumlarda ara
Blog
Neler yeni
Yeni mesajlar
Son aktiviteler
Giriş yap
Kayıt ol
Neler yeni
Ara
Ara
Sadece başlıkları ara
Kullanıcı:
Yeni mesajlar
Forumlarda ara
Menü
Giriş yap
Kayıt ol
Install the app
Yükle
Forumlar
Risale-i Nur Okuma ve Anlama
Risale-i Nur Külliyatı
Sözler
bâzı sûrelerin fazîletleri hakkında gelen rivâyetler mübalağa mıdır?
JavaScript devre dışı. Daha iyi bir deneyim için, önce lütfen tarayıcınızda JavaScript'i etkinleştirin.
Çok eski bir web tarayıcısı kullanıyorsunuz. Bu veya diğer siteleri görüntülemekte sorunlar yaşayabilirsiniz..
Tarayıcınızı güncellemeli veya
alternatif bir tarayıcı
kullanmalısınız.
Konuya cevap cer
Mesaj
<blockquote data-quote="þualar" data-source="post: 5364" data-attributes="member: 163"><p><strong>Cevap: Bâzı sûrelerin fazîletleri hakkında gelen rivâyetler mübalağa mıdır?</strong></p><p></p><p><strong><em>İşte buna kıyasen, başkalarını dahi tatbik etsen, ne kadar latîf ve güzel ve doğru ve mücâzefesiz bir hakikat olduğunu anlarsın. </em></strong></p><p><strong><em>• Onuncu Asıl: Ekser tâife-i mahlûkatta olduğu gibi, ef’âl ve a’mâl-i beşeriyede bâzı hârika ferdler bulunur. O ferdler, eğer iyilikte ileri gitmişse, o nevilerin medâr-ı fahrlarıdır; yoksa, medâr-ı şeâmetleridir. Hem, gizleniyorlar; âdetâ birer şahs-ı mânevî, birer gàye-i hayal hükmüne geçerler. Sâir ferdlerin her birisi o olmaya çalışır ve o olmak ihtimâli var. Demek o mükemmel hârika ferd, mutlak, mübhem bulunup, her yerde bulunması mümkün. Şu ibhâm itibâriyle, mantıkça kazıye-i mümkine sûretinde külliyetine hükmedilebilir. Yani, her bir amel şöyle bir netice verebilmesi mümkündür. <span style="color: blue">Meselâ, "Kim iki rekât namazı filân vakitte kılsa, bir hac kadardır." İşte iki rekât namaz bâzı vakitte bir hacca mukabil geldiği hakikattir. Her bir iki rekât namazda bu mânâ külliyet ile mümkündür. </span></em></strong></p><p><strong><em><span style="color: blue"></span><span style="color: red">Demek şu nev’deki rivâyetler, vukuu bilfiil dâimî ve küllî değil</span>. <span style="color: blue">Zîrâ, kabulün mâdem şartları vardır; külliyet ve dâimîlikten çıkar. Belki, ya bilfiil muvakkattır, mutlaktır; veyahut mümkinedir, külliyedir. Demek şu nevi ehâdisteki külliyet ise, imkân itibâriyledir.</span> <span style="color: red">Meselâ, "Gıybet, katl gibidir." Demek gıybette öyle bir ferd bulunur ki, katl gibi bir zehr-i kàtilden daha muzırdır. Meselâ, "Bir güzel söz, bir abdi âzâd etmek gibi bir sadaka-i azîmenin yerine geçer." Şimdi terğib ve teşvik için o müphem ferd-i mükemmel, mutlak bir sûrette her yerde bulunmasının imkânını vâki’ bir sûrette göstermekle, hayra şevki ve şerden nefreti tahrik etmektir. </span></em></strong></p><p><strong><em><span style="color: red"></span>Hem de, şu âlemin mikyâsıyla âlem-i ebedînin şeyleri tartılmaz. Buranın en büyüğü, oranın en küçüğüne muvâzî gelemez. Sevâb-ı amâl o âleme baktığı için dünyevî nazarımız ona dar geliyor. Aklımıza sığıştıramıyoruz. </em></strong></p><p><strong><em></em></strong></p><p style="text-align: left"><span style="font-family: 'Verdana'"><span style="font-size: 10px"><span style="color: #000000"><strong><em><span style="color: blue">İnsafsız ve dikkatsizlerin en ziyâde nazar-ı dikkatini celb eden şu gibi rivâyetlerdir. Hakikati şudur ki: </span></em></strong></span></span></span></p> <p style="text-align: left"><span style="font-family: 'Verdana'"><span style="font-size: 10px"><span style="color: #000000"><strong><em><span style="color: blue">Dünyada dar nazarımızla, kısacık fikrimizle Mûsâ ve Hârun Aleyhisselâmların sevaplarını ne derece tasavvur ediyoruz, biliyoruz? âlem-i ebediyette, Rahîm-i Mutlak, saadet-i ebediyede nihayetsiz ihtiyaç içinde bir abdine bir tek virde mukabil vereceği hakikat-i sevap, o iki zâtın sevaplarına-fakat daire-i ilmimize ve tahminimize giren sevaplarına-müsâvî olabilir. </span></em></strong></span></span></span></p> <p style="text-align: left"><span style="font-family: 'Verdana'"><span style="font-size: 10px"><span style="color: #000000"><strong><em><span style="color: blue"></span>Meselâ, bedevî, vahşî bir adam hiç padişahı görmemiş, saltanat haşmetini bilmiyor. Bir köyde bir ağayı nasıl tasavvur eder, o mahdut fikriyle, bir padişahı ondan büyükçe bir ağa kadar bilir. Hattâ, bizde sâdedîl bir tâife var ki, eskiden diyorlardı ki, "Padişah, kendi ocağı yanında ve tenceresinin başında pişirdiği bulgur çorbası yanında ne yapıyor; bizim ağamız onu biliyor." Demek onlar, padişahı o kadar dar bir vaziyette ve âdi bir sûrette tahayyül ediyorlar ki, kendi bulgur çorbasını kendi pişiriyor. Âdetâ bir yüzbaşı haşmetinde farz ediyorlar. Şimdi, biri o adamlardan birine dese, "Sen bugün benim için bu işi yapsan, senin bildiğin padişah haşmeti kadar sana bir haşmetlik vereceğim, yani bir yüzbaşı kadar bir rütbe vereceğim;" o söz hakikattir. Çünkü, haşmet-i padişahîden onun dar daire-i fikrine giren, ancak bir yüzbaşılık kadar bir şevkettir. </em></strong></span></span></span></p> <p style="text-align: left"><span style="font-family: 'Verdana'"><span style="font-size: 10px"><span style="color: #000000"><strong><em>İşte,<span style="color: red"> dünya nazarıyla, dar fikrimizle, âhirete müteveccih hakàik-ı sevâbiyeyi o bedevî adam kadar da düşünemiyoruz. Hazret-i Mûsâ (a.s.) ve Hârun’un (a.s.) meçhûlümüz olan hakiki sevapları ile muvâzene değil-çünkü teşbih kaidesi meçhûlü mâlûma kıyas eder-belki muvâzene edilen, mâlûmumuz olan ve tahminimize giren sevaplarıyla, bir abd-i mü’minin bir virdine mukabil meçhûlümüz olan hakiki sevâbıdır. </span></em></strong></span></span></span></p> <p style="text-align: left"><span style="font-family: 'Verdana'"><span style="font-size: 10px"><span style="color: #000000"><strong><em><span style="color: red">Hem de, deniz yüzü ile katrenin gözbebeği, güneşin tamam aksini tutmakla müsâvidirler; fark, keyfiyettedir. Hazret-i Mûsâ (a.s.) ve Hârun’un (a.s.) deniz-misâl âyine-i ruhlarına in’ikâs eden mahiyet-i sevap, bir katre hükmünde, bir abd-i müminin bir âyetten aldığı aynı mahiyet-i sevaptır. Mahiyetçe, kemiyetçe birdirler; keyfiyet ise, kabiliyete tâbidir. </span></em></strong></span></span></span></p> <p style="text-align: left"><span style="font-family: 'Verdana'"><span style="font-size: 10px"><span style="color: #000000"><strong><em><span style="color: red">Hem bâzan olur ki, bir tek kelime, bir tek tesbih, öyle bir saadet hazînesini açar ki, altmış sene hizmetle o açılmamış. Demek bâzı hâlât oluyor ki, birtek âyet Kur’ân kadar fayda verebilir. </span></em></strong></span></span></span></p> <p style="text-align: left"><span style="font-family: 'Verdana'"><span style="font-size: 10px"><span style="color: #000000"><strong><em><span style="color: red">Hem İsm-i Azama mazhar olan Resûl-i Ekrem Aleyhissalâtü Vesselâmın bir âyette mazhar olduğu feyz-i İlâhî, belki bir peygamberin umum feyzi kadar olabilir. Verâset-i Ahmediye ile İsm-i Azam zılline mazhar bir mümin, kendi kabiliyeti itibâriyle, kemiyetçe bir nebînin feyzi kadar sevap alıyor denilse, hilâf-ı hakikat olamaz. </span></em></strong></span></span></span></p> <p style="text-align: left"><span style="font-family: 'Verdana'"><span style="font-size: 10px"><span style="color: #000000"><strong><em><span style="color: red"></span><span style="color: blue">Hem de, sevap ve fazîlet nur âlemindendir. O âlemden bir âlem, bir zerreye sığışabilir. Nasıl ki bir zerrecik bir şişede, semâvât, nücûmuyla beraber görünebilir; öyle de, niyet-i hâlise ile şeffâfiyet peydâ eden bir zikirde veya bir âyette, semâvât gibi nurânî sevap ve fazîlet yerleşebilir.</span></em></strong></span></span></span></p> <p style="text-align: left"></p> <p style="text-align: left"><strong><em><span style="color: darkgreen">Sözler, Sayfa 315</span></em></strong></p> <p style="text-align: left"><span style="color: #000080"><span style="font-family: 'Tahoma'"><strong><p style="text-align: right"><a href="http://www.risaleinurenstitusu.org/index.asp?Section=Kulliyat&Book=Sozler&Page=315&Command=BookmarkCurrentPage" target="_blank"><em><span style="color: darkgreen">Bu Sayfayı 'Sayfalarım'a Ekle</span></em></a></p></p> <p style="text-align: left"></strong><p style="text-align: right"></p></p> <p style="text-align: left"></span><p style="text-align: right"></p></p> <p style="text-align: left"></span><p style="text-align: right"></p> <p style="text-align: left"><span style="font-family: 'Verdana'"><span style="font-size: 10px"><span style="color: darkgreen"><strong><em>Netice-i Kelâm: Ey insafsız ve dikkatsiz ve imânı zayıf, felsefesi kavî, hodbîn, münekkid adam! Şu "On Asıl"ı nazara al. Sonra sen, hilâf-ı hakikat ve katî muhâlif-i vâki’ gördüğün bir rivâyeti bahane ederek, ehâdîs-i şerifeye ve dolayısıyla Resûl-i Ekrem Aleyhissalâtü Vesselâmın mertebe-i ismetine halel verecek îtiraz parmağını uzatma! Zîrâ, evvelâ o "On Asıl"ın on dairesi seni inkârdan vazgeçirir. "Hakiki bir kusur varsa, bize âittir" derler, hadîse râcî olamaz. "Eğer hakiki değilse senin sû-i fehmine âittir" derler. </em></strong></span></span></span></p> <p style="text-align: left"><span style="font-family: 'Verdana'"><span style="font-size: 10px"><span style="color: darkgreen"><strong><em>Elhâsıl, inkâr ve redde gitmek için, şu "On Asıl"ı tekzib ve iptal etmek lâzım gelir. Şimdi insafın varsa, bu on usûlü kemâl-i dikkatle düşündükten sonra, o aklın hilâf-ı hakikat gördüğü bir hadîsin inkârına kalkışma. "Ya bir tefsiri, ya bir tevili, ya bir tâbiri vardır" de, ilişme. </em></strong></span></span></span></p> <p style="text-align: left"><span style="font-family: 'Verdana'"><span style="font-size: 10px"><span style="color: darkgreen"><strong><em></em></strong></span></span></span></p> </p></blockquote><p></p>
[QUOTE="þualar, post: 5364, member: 163"] [b]Cevap: Bâzı sûrelerin fazîletleri hakkında gelen rivâyetler mübalağa mıdır?[/b] [B][I]İşte buna kıyasen, başkalarını dahi tatbik etsen, ne kadar latîf ve güzel ve doğru ve mücâzefesiz bir hakikat olduğunu anlarsın. • Onuncu Asıl: Ekser tâife-i mahlûkatta olduğu gibi, ef’âl ve a’mâl-i beşeriyede bâzı hârika ferdler bulunur. O ferdler, eğer iyilikte ileri gitmişse, o nevilerin medâr-ı fahrlarıdır; yoksa, medâr-ı şeâmetleridir. Hem, gizleniyorlar; âdetâ birer şahs-ı mânevî, birer gàye-i hayal hükmüne geçerler. Sâir ferdlerin her birisi o olmaya çalışır ve o olmak ihtimâli var. Demek o mükemmel hârika ferd, mutlak, mübhem bulunup, her yerde bulunması mümkün. Şu ibhâm itibâriyle, mantıkça kazıye-i mümkine sûretinde külliyetine hükmedilebilir. Yani, her bir amel şöyle bir netice verebilmesi mümkündür. [COLOR=blue]Meselâ, "Kim iki rekât namazı filân vakitte kılsa, bir hac kadardır." İşte iki rekât namaz bâzı vakitte bir hacca mukabil geldiği hakikattir. Her bir iki rekât namazda bu mânâ külliyet ile mümkündür. [/COLOR][COLOR=red]Demek şu nev’deki rivâyetler, vukuu bilfiil dâimî ve küllî değil[/COLOR]. [COLOR=blue]Zîrâ, kabulün mâdem şartları vardır; külliyet ve dâimîlikten çıkar. Belki, ya bilfiil muvakkattır, mutlaktır; veyahut mümkinedir, külliyedir. Demek şu nevi ehâdisteki külliyet ise, imkân itibâriyledir.[/COLOR] [COLOR=red]Meselâ, "Gıybet, katl gibidir." Demek gıybette öyle bir ferd bulunur ki, katl gibi bir zehr-i kàtilden daha muzırdır. Meselâ, "Bir güzel söz, bir abdi âzâd etmek gibi bir sadaka-i azîmenin yerine geçer." Şimdi terğib ve teşvik için o müphem ferd-i mükemmel, mutlak bir sûrette her yerde bulunmasının imkânını vâki’ bir sûrette göstermekle, hayra şevki ve şerden nefreti tahrik etmektir. [/COLOR]Hem de, şu âlemin mikyâsıyla âlem-i ebedînin şeyleri tartılmaz. Buranın en büyüğü, oranın en küçüğüne muvâzî gelemez. Sevâb-ı amâl o âleme baktığı için dünyevî nazarımız ona dar geliyor. Aklımıza sığıştıramıyoruz. [/I][/B] [LEFT][FONT=Verdana][SIZE=2][COLOR=#000000][B][I][COLOR=blue]İnsafsız ve dikkatsizlerin en ziyâde nazar-ı dikkatini celb eden şu gibi rivâyetlerdir. Hakikati şudur ki: Dünyada dar nazarımızla, kısacık fikrimizle Mûsâ ve Hârun Aleyhisselâmların sevaplarını ne derece tasavvur ediyoruz, biliyoruz? âlem-i ebediyette, Rahîm-i Mutlak, saadet-i ebediyede nihayetsiz ihtiyaç içinde bir abdine bir tek virde mukabil vereceği hakikat-i sevap, o iki zâtın sevaplarına-fakat daire-i ilmimize ve tahminimize giren sevaplarına-müsâvî olabilir. [/COLOR]Meselâ, bedevî, vahşî bir adam hiç padişahı görmemiş, saltanat haşmetini bilmiyor. Bir köyde bir ağayı nasıl tasavvur eder, o mahdut fikriyle, bir padişahı ondan büyükçe bir ağa kadar bilir. Hattâ, bizde sâdedîl bir tâife var ki, eskiden diyorlardı ki, "Padişah, kendi ocağı yanında ve tenceresinin başında pişirdiği bulgur çorbası yanında ne yapıyor; bizim ağamız onu biliyor." Demek onlar, padişahı o kadar dar bir vaziyette ve âdi bir sûrette tahayyül ediyorlar ki, kendi bulgur çorbasını kendi pişiriyor. Âdetâ bir yüzbaşı haşmetinde farz ediyorlar. Şimdi, biri o adamlardan birine dese, "Sen bugün benim için bu işi yapsan, senin bildiğin padişah haşmeti kadar sana bir haşmetlik vereceğim, yani bir yüzbaşı kadar bir rütbe vereceğim;" o söz hakikattir. Çünkü, haşmet-i padişahîden onun dar daire-i fikrine giren, ancak bir yüzbaşılık kadar bir şevkettir. İşte,[COLOR=red] dünya nazarıyla, dar fikrimizle, âhirete müteveccih hakàik-ı sevâbiyeyi o bedevî adam kadar da düşünemiyoruz. Hazret-i Mûsâ (a.s.) ve Hârun’un (a.s.) meçhûlümüz olan hakiki sevapları ile muvâzene değil-çünkü teşbih kaidesi meçhûlü mâlûma kıyas eder-belki muvâzene edilen, mâlûmumuz olan ve tahminimize giren sevaplarıyla, bir abd-i mü’minin bir virdine mukabil meçhûlümüz olan hakiki sevâbıdır. Hem de, deniz yüzü ile katrenin gözbebeği, güneşin tamam aksini tutmakla müsâvidirler; fark, keyfiyettedir. Hazret-i Mûsâ (a.s.) ve Hârun’un (a.s.) deniz-misâl âyine-i ruhlarına in’ikâs eden mahiyet-i sevap, bir katre hükmünde, bir abd-i müminin bir âyetten aldığı aynı mahiyet-i sevaptır. Mahiyetçe, kemiyetçe birdirler; keyfiyet ise, kabiliyete tâbidir. Hem bâzan olur ki, bir tek kelime, bir tek tesbih, öyle bir saadet hazînesini açar ki, altmış sene hizmetle o açılmamış. Demek bâzı hâlât oluyor ki, birtek âyet Kur’ân kadar fayda verebilir. Hem İsm-i Azama mazhar olan Resûl-i Ekrem Aleyhissalâtü Vesselâmın bir âyette mazhar olduğu feyz-i İlâhî, belki bir peygamberin umum feyzi kadar olabilir. Verâset-i Ahmediye ile İsm-i Azam zılline mazhar bir mümin, kendi kabiliyeti itibâriyle, kemiyetçe bir nebînin feyzi kadar sevap alıyor denilse, hilâf-ı hakikat olamaz. [/COLOR][COLOR=blue]Hem de, sevap ve fazîlet nur âlemindendir. O âlemden bir âlem, bir zerreye sığışabilir. Nasıl ki bir zerrecik bir şişede, semâvât, nücûmuyla beraber görünebilir; öyle de, niyet-i hâlise ile şeffâfiyet peydâ eden bir zikirde veya bir âyette, semâvât gibi nurânî sevap ve fazîlet yerleşebilir.[/COLOR][/I][/B][/COLOR][/SIZE][/FONT] [B][I][COLOR=darkgreen]Sözler, Sayfa 315[/COLOR][/I][/B] [COLOR=#000080][FONT=Tahoma][B][RIGHT][URL="http://www.risaleinurenstitusu.org/index.asp?Section=Kulliyat&Book=Sozler&Page=315&Command=BookmarkCurrentPage"][I][COLOR=darkgreen]Bu Sayfayı 'Sayfalarım'a Ekle[/COLOR][/I][/URL][/RIGHT][/B][RIGHT][/right][/FONT][RIGHT][/right][/COLOR][RIGHT][/RIGHT] [B][I][/I][/B][LEFT][FONT=Verdana][SIZE=2][COLOR=darkgreen][B][I]Netice-i Kelâm: Ey insafsız ve dikkatsiz ve imânı zayıf, felsefesi kavî, hodbîn, münekkid adam! Şu "On Asıl"ı nazara al. Sonra sen, hilâf-ı hakikat ve katî muhâlif-i vâki’ gördüğün bir rivâyeti bahane ederek, ehâdîs-i şerifeye ve dolayısıyla Resûl-i Ekrem Aleyhissalâtü Vesselâmın mertebe-i ismetine halel verecek îtiraz parmağını uzatma! Zîrâ, evvelâ o "On Asıl"ın on dairesi seni inkârdan vazgeçirir. "Hakiki bir kusur varsa, bize âittir" derler, hadîse râcî olamaz. "Eğer hakiki değilse senin sû-i fehmine âittir" derler. Elhâsıl, inkâr ve redde gitmek için, şu "On Asıl"ı tekzib ve iptal etmek lâzım gelir. Şimdi insafın varsa, bu on usûlü kemâl-i dikkatle düşündükten sonra, o aklın hilâf-ı hakikat gördüğü bir hadîsin inkârına kalkışma. "Ya bir tefsiri, ya bir tevili, ya bir tâbiri vardır" de, ilişme. [/I][/B][/COLOR][/SIZE][/FONT][/LEFT] [/LEFT] [/QUOTE]
Adı
İnsan doğrulaması
Peygamber Efendimiz a.s.v.'ın kabri nerededir? (Sadece şehir adını küçük harfler ile giriniz)
Cevap yaz
Forumlar
Risale-i Nur Okuma ve Anlama
Risale-i Nur Külliyatı
Sözler
bâzı sûrelerin fazîletleri hakkında gelen rivâyetler mübalağa mıdır?
Bu site çerezler kullanır. Bu siteyi kullanmaya devam ederek çerez kullanımımızı kabul etmiş olursunuz.
Accept
Daha fazla bilgi edin.…
Üst