Ana sayfa
Forumlar
Yeni mesajlar
Forumlarda ara
Blog
Neler yeni
Yeni mesajlar
Son aktiviteler
Giriş yap
Kayıt ol
Neler yeni
Ara
Ara
Sadece başlıkları ara
Kullanıcı:
Yeni mesajlar
Forumlarda ara
Menü
Giriş yap
Kayıt ol
Install the app
Yükle
Forumlar
Risale-i Nur Okuma ve Anlama
Risale-i Nur Külliyatı
Tarihçe-i Hayat
Afyon hayatı
JavaScript devre dışı. Daha iyi bir deneyim için, önce lütfen tarayıcınızda JavaScript'i etkinleştirin.
Çok eski bir web tarayıcısı kullanıyorsunuz. Bu veya diğer siteleri görüntülemekte sorunlar yaşayabilirsiniz..
Tarayıcınızı güncellemeli veya
alternatif bir tarayıcı
kullanmalısınız.
Konuya cevap cer
Mesaj
<blockquote data-quote="mihrimah" data-source="post: 95978" data-attributes="member: 656"><p><strong><span style="color: dimgray">Orjinal Sayfa:539)</span></strong></p><p><strong><span style="color: dimgray">Dokuzuncusu: Denizli müdafaatında izahı ve isbatı bulunan bir mes'elenin kısaca bir hülâsasıdır.</span></strong></p><p><strong><span style="color: dimgray"></span></strong></p><p><strong><span style="color: dimgray"></span></strong></p><p><strong><span style="color: dimgray">Bir dehşetli kumandan deha ve zekâvetiyle, ordunun müsbet hasenelerini kendine alıp ve kendinin menfi seyyielerini o orduya vererek, o efrad adedince haseneleri, gazilikleri bire indirdi. Ve seyyiesini o ordu efradına isnad ederek, onların adedince seyyieler hükmüne getirdiğinden; dehşetli bir zulüm ve hilâf-ı hakikat olmasından, ben, kırk sene evvel beyan ettiğim gibi, bir Hadîsin o şahsa vurduğu tokada binaen, sâbık mahkemelerimizde bana hücum eden bir müddeiumumiye dedim: «Gerçi onu, Hadîslerin ihbariyle kırıyorum; fakat ordunun şerefini muhafaza ve büyük hatalardan vikâye ederim. Sen ise, bir tek dostun için, Kur'ânın bayrakdarı ve Âlem-i İslâmın kahraman bir kumandanı olan ordunun şerefini kırıyorsun ve hasenelerini hiçe indiriyorsun!» dedim. İnşâallah o müddei insafa geldi, hatadan kurtuldu.</span></strong></p><p><strong><span style="color: dimgray">Onuncusu: Adliyede adâlet hakikatı ve müracaat eden herkesin hukukunu bilâ-tefrik muhafazaya, sırf hak namına çalışmak vazifesi hükmettiğine binaendir ki; İmam-ı Ali Radiyallahu anhu, hilâfeti zamanında bir yahudi ile beraber mahkemede oturup muhâkeme olmuşlar.</span></strong></p><p><strong><span style="color: dimgray">Hem bir adliye reisi; bir memuru, kanunca bir hırsızın elini kestiği vakit, o memurun o zalim hırsıza hiddet ettiğini gördü, o dakikada o memuru azletti. Hem çok teessüf ederek, dedi: «Şimdiye kadar, adâlet namına böyle hissiyatını karıştıranlar pek çok zulmetmişler.» Evet, hükm-ü kanunî icra etmekte o mahkûma acımasa da hiddet edemez; etse zâlim olur. Hattâ, kısas cezası da olsa, hiddetle katletse bir nevi katil olur, diye o hâkim-i âdil demiş.</span></strong></p><p><strong><span style="color: dimgray"></span></strong></p><p><strong><span style="color: dimgray">İşte, mâdem mahkemede böyle halis ve garazsız bir hakikat hükmediyor; üç mahkeme bizlere beraet verdiği ve bu milletin yüzde -bilseler- doksanı, Nur Talebelerinin zararsız olarak millete ve vatana menfaatli olduklarına pek çok emarelerle şehadet ettikleri halde, burada, o masum ve teselliye ve adaletin iltifatına çok muhtaç Nur Talebelerine karşı ihanetler ve gayet soğuk, hiddetli muameleler yapılıyor. Biz, her musibete ve ihanetlere karşı sabra ve tahammüle karar verdiğimizden sükût edip, Allaha havale ederek, belki bunda da bir hayır vardır dedik. Fakat evham yüzünden garazkârların jurnalleriyle bu bîçare masumlara böyle muameleler, belâların gelmesine bir vesile olacağından korktum, bunu yazmaya mecbur oldum. Zaten bu mes'elede bir kusur varsa benimdir. Bu biçareler, sırf îmanları ve âhiretleri için bana rıza-i</span></strong></p><p><strong><span style="color: dimgray"></span></strong></p><p><strong><span style="color: dimgray"></span></strong></p><p><strong><span style="color: dimgray"></span></strong></p><p><strong><span style="color: dimgray"></span></strong></p><p><strong><span style="color: dimgray"></span></strong></p><p><strong><span style="color: dimgray">(Orjinal Sayfa:540)</span></strong></p><p><strong><span style="color: dimgray">İlâhi dairesinde yardım etmişler. Pek çok takdire müstahak iken, böyle muameleler, hattâ kışı dahi hiddete getirdi.</span></strong></p><p><strong><span style="color: dimgray"></span></strong></p><p><strong><span style="color: dimgray">Hem medâr-ı hayrettir ki, bu defa da yine bir cemiyet vehmini tekrar ileri sürüyorlar. Halbuki üç mahkeme bu ciheti tetkik edip beraet vermekle beraber, mabeynimizde böyle medâr-ı itham olacak hiçbir cemiyet, hiç bir emare mahkemeler, zâbıtalar, ehl-i vukuflar bulmamışlar. Yalnız bir muallimin talebeleri ve dârülfünun şâkirdleri ve Kur'an dersini veren hâfızın hıfza çalışanları gibi, Risale-i Nur Talebelerinde de bir uhrevî kardeşlik var. Bunlara cemiyet namını veren ve onunla itham eden bütün esnaf ve mekteblilere ve vâizlere siyasî cemiyet nazariyle bakmak gerektir. Bunun için ben, böyle asılsız ve mânasız ithamlarla buraya hapse gelenleri müdafaa etmeye lüzum görmüyorum. Yalnız; hem bu memleketi, hem Âlem-i İslâmı çok alâkadar eden; ve maddî ve manevî bu vatana ve bu millete pek çok bereket ve menfaati tahakkuk eden Risale-i Nur'u üç defa müdafaa ettiğimiz gibi, tekrar aynı hakikat ile müdafaamı menedecek hiç bir sebeb yok. Ve hiç bir kanun ve hiç bir siyaset yasak etmez ve edemez. Evet, biz bir cemiyetiz.. ve öyle bir cemiyetimiz var ki, her bir asırda üçyüz elli milyon dahil mensubları var. Ve her gün beş defa namazla, o mukaddes cemiyetin prensiblerine kemal-i hürmetle alâkalarını ve hizmetlerini gösteriyorlar.</span></strong></p><p><strong><span style="color: dimgray">اِنَّمَا الْمُؤْمِنُونَ اِخْوَةٌ kudsî programiyle birbirinin yardımına dualariyle ve manevî kazançlariyle koşuyorlar. İşte biz, bu mukaddes ve muazzam cemiyetin efradındanız. Ve hususî vazifemiz de, Kur'anın îmanî hakikatlarını tahkikî bir surette ehl-i îmana bildirip, onları ve kendimizi idam-ı ebediden ve dâimî ve berzahî haps-i münferidden kurtarmaktır. Sâir dünyevî ve siyasî ve entrikalı cemiyet ve komitelerle ve bizim medar-ı ittihamımız olan cemiyetçilik gibi asılsız ve mânâsız gizli cemiyetle hiç bir münasebetimiz yoktur ve tenezzül etmiyoruz! Ve dört mahkeme inceden inceye tetkikten sonra, o cihetde bize beraet vermiş.</span></strong></p><p><strong><span style="color: dimgray"></span></strong></p><p><strong><span style="color: dimgray">Evet, Nur Şâkirdleri biliyorlar ve mahkemelerde hüccetlerini göstermişim ki; şahsıma değil bir makam, şan ü şeref ve şöhret vermek ve uhrevî ve mânevî bir mertebe kazandırmak; belki bü-</span></strong></p><p><strong><span style="color: dimgray"></span></strong></p><p><strong><span style="color: dimgray">(Orjinal Sayfa:541)</span></strong></p><p><strong><span style="color: dimgray">tün kanaat ve kuvvetimle, ehl-i îmana bir hizmet-i îmaniye yapmak için, değil yalnız dünya hayatımı ve fânî makamatımı; belki lüzum olsa âhiret hayatımı ve herkesin aradığı uhrevî ve bâki mertebeleri feda etmeyi, hattâ Cehennemden bazı bîçare ehl-i îmanları kurtarmaya vesile olmak için, lüzum olsa Cenneti bırakıp Cehenneme girmeyi kabul ettiğimi hakikî kardeşlerim bildikleri gibi, mahkemelerde dahi bir cihette isbat ettiğim halde, beni bu ittihamla -Nur ve îman hizmetime bir ihlâssızlık isnad etmekle ve Nurların kıymetlerini tenzil etmekle- milleti onun büyük hakikatlerinden mahrum etmektir. Acaba bu bedbahtlar.. dünyayı ebedî ve herkesi kendileri gibi, «Dini ve îmanı dünyaya âlet ediyor» tevehhümiyle, dünyadaki ehl-i dalâlete meydan okuyan; ve hizmet-i îmaniye yolunda hem dünyevî, hem lüzum olsa uhrevî hayatlarını feda eden; ve mahkemelerde dâva ettiği gibi, bir tek hakikat-ı îmaniyeyi, dünya saltanatiyle değiştirmeyen; ve siyasetten ve siyasî manâsını işmam eden maddî ve manevî mertebelerden -ihlâs sırrıyle- bütün kuvvetiyle kaçan; ve yirmi sene emsalsiz işkencelere tahammül edip, siyasete, îmanî meslek itibariyle tenezzül etmiyen; ve kendini, nefsi itibariyle talebelerinden çok aşağı bilen ve onlardan daima himmet ve dua bekliyen; ve kendi nefsini çok bîçare ve ehemmiyetsiz itikad eden bir adam hakkında, bazı halis kardeşleri Risale-i Nur'dan aldıkları fevkalâde kuvvet-i îmaniyeye mukabil, onun tercümanı olan o biçareye, tercümanlık münasebetiyle, Nur'ların bazı faziletlerini hususî mektublarında ona isnad etmeleri; ve hiç bir siyaset hatırlarına gelmiyerek âdete binaen, insanlar, sevdiği âdî bir adama da «Sultanımsın, velinimetimsin» demeleri nev'inden yüksek makam vermeleri ve haddinden bin derece ziyade hüsn-ü zan etmeleri; ve eskidenberi, üstâd ve talebeler mabeyninde câri ve itiraz edilmeyen makbul bir âdet ile teşekkür manâsında pek fazla medh ve senâ etmeleri; ve eskidenberi, makbul kitabların âhirlerinde mübalâğa ile medhiyeler ve takrizler yazılmasına binaen, hiç bir cihetle suç sayılabilir mi? Kimsesiz, garip ve düşmanları pek çok ve onun yardımcılarını kaçıracak çok esbab varken; insafsız çok muterizlere karşı, sırf yardımcıların kuvve-i mâneviyelerini takviye etmek ve kaçmaktan kurtarmak ve mübalâğalı medhedenlerin şevklerini kırmamak için, onların bir kısım medihlerini Nurlara çevirip</span></strong></p><p><strong><span style="color: dimgray"></span></strong></p><p><strong><span style="color: dimgray"></span></strong></p><p><strong><span style="color: dimgray">(Orjinal Sayfa:542)</span></strong></p><p><strong><span style="color: dimgray"></span></strong></p><p><strong><span style="color: dimgray">bütün bütün reddetmediği halde, onun bu yaşta ve kabir kapısındaki hizmet-i îmaniyesini dünya cihetine çevirmeye çalışan bazı resmî memurların; ne derece hakdan, kanundan insafdan uzak düştükleri anlaşılır. Son sözüm</span></strong></p><p><strong><span style="color: dimgray"></span></strong></p><p><strong><span style="color: dimgray">لِكُلِّ مُصِيبَةٍ اِنَّا لِلَّهِ وَاِنَّا اِلَيْهِ رِاجِعُونَ dur.</span></strong></p><p><strong><span style="color: dimgray"></span></strong></p><p><strong><span style="color: dimgray">* * *</span></strong></p><p><strong><span style="color: dimgray"></span></strong></p><p><strong><span style="color: dimgray">Afyon Mahkemesine ve Ağır Ceza Reisine beyan ediyorum ki:</span></strong></p><p><strong><span style="color: dimgray"></span></strong></p><p><strong><span style="color: dimgray">Eskidenberi fıtratımdaki tahakkümü kaldıramadığım için dünyaya karşı alâkamı kesmiştim. Şimdi o kadar manâsız, lüzumsuz tahakkümler içinde hayat bana gayet ağır gelmiş; yaşayamıyacağım. Hapsin haricinde yüzler resmî adamların tahakkümlerini çekmeye iktidarım yok. Bu tarz-ı hayattan bıktım! Ben sizden bütün kuvvetimle tecziyemi taleb ediyorum! Şimdi kabir elime geçmiyor, hapisde kalmak bana lâzımdır. Makam-ı iddianın asılsız isnad ettiği suçlar, siz de bilirsiniz ki, yok; beni cezalandırmaz. Fakat beni mânen cezalandıracak vazife-i hakikiyeye karşı büyük kusurlarım var. Eğer sormak münasib ise sorunuz, cevab vereyim.</span></strong></p><p><strong><span style="color: dimgray"></span></strong></p><p><strong><span style="color: dimgray">Evet, büyük kusurlarımdan bir tek suçum, vatan ve millet ve din namına mükellef olduğum büyük bir vazifeyi dünyaya bakmadığım için yapmadığımdan, hakikat noktasında affolunmaz bir suç olduğuna ve bilmemek bana bir özür teşkil edemediğine şimdi bu Afyon hapsinde kanaatim geldi. Nur Şâkirdlerinin hâlis ve sırf uhrevî, Nurlara ve tercümanına karşı alâkalarına, dünyevî ve siyasî cemiyet nâmını verip onları mes'ul etmeye çalışanlar ne kadar hakikatten ve adaletten uzak düştüklerine karşı üç mahkemenin o cihetten bize beraet vermesiyle beraber deriz ki:</span></strong></p><p><strong><span style="color: dimgray"></span></strong></p><p><strong><span style="color: dimgray">Hayat-ı içtimaiye-i insaniyenin, hususan Millet-i İslâmiyenin üssül-esası: Akrabalar içinde samimane muhabbet ve kabile ve taifeler içinde alâkadârane irtibat ve İslâmiyet milliyetiyle mümin kardeşlerine karşı manevî fedakârane bir alâka ve hayat-ı ebediyesini kurtaran Kur'an hakikatlerine ve nâşirlerine sarsılmaz bir rabıta ve iltizam ve bağlılık gibi, hayât-ı içtimaiyeyi esa-</span></strong></p><p><strong><span style="color: dimgray"></span></strong></p><p><strong><span style="color: dimgray">(Orjinal Sayfa:543)</span></strong></p><p><strong><span style="color: dimgray">siyle temin eden bu râbıtları inkâr etmekle; ve şimaldeki dehşetli anarşilik tohumunu saçan ve nesil ve milleti mahveden ve herkesin çocuklarını kendine alıp karabet ve milliyeti izale eden ve medeniyet-i beşeriyeyi ve hayat-ı içtimaiyeyi bütün bütün bozmaya yol açan kızıl tehlikeyi kabul etmekle; ancak Nur Şâkirdlerine cemiyet namını verebilir. Onun için hakikî Nur Şâkirdleri çekinmeyerek, Kur'an hakikatlarına karşı kudsî alâkalarınıı ve uhrevî kardeşlerine karşı sarsılmaz irtibatlarını izhar ediyorlar. O uhuvvet sebebiyle gelen her cezayı memnuniyetle kabul ettiklerinden, mahkemenizde hakikat-ı hali olduğu gibi itiraf ediyorlar. Hile ile, dalkavukluk ile ve yalanlarla kendilerini müdafaaya tenüzzül etmiyorlar.</span></strong></p><p><strong><span style="color: dimgray">AFYON MAHKEMESİNE, İDDİANAMEYE KARŞI VERİLEN</span></strong></p><p><strong><span style="color: dimgray">İTİRAZNAME TETİMMESİNİN BİR ZEYLİDİR</span></strong></p><p><strong><span style="color: dimgray">Evvelâ: Mahkemeye beyan ediyorum ki; iddianâme, Denizli ve Eskişehir Mahkemelerimizdeki o eski iddianamelere ve aleyhimizde, sathî ehl-i vukufların sathî ehl-i vukufların sathî tahkikatlarına bina edildiğinden mahkememizde dâva ettim ki: «Bu iddianamenin yüz yanlışını isbat etmezsem, yüz sene cezaya razıyım!» İşte o dâvamı isbat ettim. Yüzden ziyade yanlışların cedveleni isterseniz takdim edeceğim.</span></strong></p><p><strong><span style="color: dimgray">Saniyen: Ben, Denizli Mahkemesinde kitab ve evraklarımız Ankaraya gittiği sırada, aleyhimizde hüküm verilecek diye telâş ve me'yusiyetle beraber arkadaşlarıma yazdım ve bazı müdafaatımın âhirinde bulunan o yazdığım parça şudur: «Eğer, Risale-i Nuru tenkid fikriyle tetkik eden adliye memurları imanlarını onunla kuvvetlendirip veya kurtarsalar sonra beni idam ile mahkûm etseler; şahid olunuz, ben hakkımı onlara helâl ediyorum; çünkü biz hizmetkârız. Risale-i Nurun vazifesi, imanı kuvvetlendirip kurtarmaktır. Dost ve düşmanı tefrik etmiyerek hizmet-i imaniyeyi, hiç bir tarafgirlik girmiyerek yapmağa mükellefiz.»</span></strong></p><p><strong><span style="color: dimgray">İşte ey hey'et-i hâkime! Bu hakikata binaen, Risale-i Nurun cerhedilmez kuvvetli hüccetleri, elbette mahkemede kalbleri kendine çevirmiş. Aleyhimde ne yapsanız ben hakkımı helâl ederim, gücenmem. Bunun içindir ki, eşedd-i zulm ile bir eşedd-i</span></strong></p><p><strong><span style="color: dimgray">(Orjinal Sayfa:544)</span></strong></p><p><strong><span style="color: dimgray">istibdad tarzında, şahsımı, hiç ömrümde görmediğim ihanetlerle çürütmekle damarıma dokundurulduğu halde tahammül ettim; hattâ beddua da etmedim. Bize karşı bütün ittihamlara ve bütün isnad edilen suçlara karşı elinizdeki Risale-i Nurun mecmuaları benim mukabele edilmez müdafaanâmem ve cerhedilmez itiraznamemdirler. Medar-ı hayrettir ki; Mısır, Şam, Haleb, Medine-i Münevvere, Mekke-i Mükerreme allâmeleri ve Diyanet Riyasetinin müdakkik hocaları o Nur Mecmuaları tetkik edip hiç tenkid etmiyerek takdir ve tahsin ettikleri halde iddianâmeyi aleyhimize toplayan zekâvetli (!) zât, Kur'anı, «Yüz kırk suredir» diye acîb ve pek zâhir bir yanlışiyle ne derece sathî baktığı; ve Risale-i Nur bu ağır şerait içinde ve benim gurbet ve kimsesizliğim ve perişaniyetimde ve aleyhimde dehşetli hücumlarla beraber, yüzbinler ehl-i hakikata kendini tasdik ettirdiği halde, daha Kur'anın kaç suresi var olduğunu bilmeyen o iddiacı zat: «Risale-i Nur, Kur'anın tefsirine ve Hadîslerin te'viline çalışmasiyle beraber, bir kısmında, okuyanlara birşey öğretme bakımından ilmî bir mahiyet ve kıymet taşımadığı görülmektedir.» diye tenkidi, ne derece kanundan, hakikatdan, adaletden ve hakdan uzak olduğu anlaşılıyor.</span></strong></p><p><strong><span style="color: dimgray">Hem size, şekva ediyorum ki: Kırk sahifeli ve yüzer yanlışı bulunan ve kalblerimizi yaralayan iddianâmeyi -tamamiyle- bize iki saat dinlettirdiğiniz halde, ayn-ı hakikat bir buçuk sahifeyi, ona karşı ısrarımla beraber iki dakika okumağa müsaade etmediğiniz için ona mukabil itiraznamemi tamamiyle okumamı adalet namına sizden istiyorum.</span></strong></p><p><strong><span style="color: dimgray">Salisen: Her bir hükûmette muhalifler var. Asâyişe ilişmemek şartiyle kanunen onlara ilşilmez. Ben ve benim gibi dünyadan küsmüş ve yalnız kabrine çalışanlar; elbette bin üçyüz elli senede ecdadımızın mesleğinde ve Kur'anımızın dâire-i terbiyesinde ve her zamanda üçyüz elli milyon müminlerin takdis ettiği düsturlarının müsaade ettiği tarzda hayat-ı bâkiyesine çalışmayı terkedip, gizli düşmanlarımızın icbariyle ve desiseleriyle, fani ve kısacık hayat-ı dünyeviyesi için, sefihane bir medeniyetin ahlâksızcasına, belki bir nevi bolşevizmde olduğu gibi vahşiyane kanunlara, düsturlara tarafdar olup onları meslek kabul etmekliğimiz hiç mümkün müdür? Ve dünyada hiçbir kanun ve zerre miktar insafı bulunan hiç bir insan, bunları onlara kabul ettirmeye cebretmez.</span></strong></p><p><strong><span style="color: dimgray"></span></strong></p><p><strong><span style="color: dimgray">(Orjinal Sayfa:545)</span></strong></p><p><strong><span style="color: dimgray">Yalnız o muhaliflere deriz: «Bize ilişmeyiniz biz de ilişmemişiz.»</span></strong></p><p><strong><span style="color: dimgray">İşte bu hakikata binaendir ki; Ayasofyayı puthane ve Meşihatı kızların lisesi yapan bir kumandanın keyfi, kanun namındaki emirlerine fikren ve ilmen tarafdar değiliz ve şahsımız itibariyle amel etmiyoruz. Ve bu yirmi sene işkenceli esaretimde eşedd-i zulüm şahsıma edildiği halde, siyasete karışmadık; idareye ilişmedik; âsâyişe dokunacak hiçbir vukuatımız kaydedilmedi. Ben, şahsım itibariyle hiç hayatımda görmediğim bu âhir ömrümde ve gurbetimde şiddetli ihanetler ve damarıma dokunduracak haksız muameleler sebebiyle yaşamaktan usandım! Tahakküm altındaki serbestiyetten dahi nefret ettim. Size bir istida yazdım ki, herkese muhalif olarak, ben beraetimi değil, belki tecziyemi taleb ediyorum; ve hafif cezayı değil, sizden en ağır cezayı istiyorum! Çünki; bu emsalsiz, acîb muameleden kurtulmak için ya kabre veya hapse girmekten başka çarem yok. Kabir ise, intihar caiz olmadığından ve ecel gizli olmasından, şimdilik elime geçmediğinden, beş-altı ay tecrid-i mutlakında bulunduğum hapse razı oldum. Fakat bu istidayı, masum arkadaşlarımın hatırları için şimdilik vermedim.</span></strong></p><p><strong><span style="color: dimgray"></span></strong></p><p><strong><span style="color: dimgray">Rabian: Benim bu otuz sene hayatımda ve Yeni Said tâbir ettiğim zamanımda bütün Risale-i Nurda yazdıklarım, ve şahsıma temas eden hakikatlarının tasdikiyle ve benimle ciddî görüşen ehl-i insaf zâtların ve arkadaşların şehadetleriyle iddia ediyorum ki; ben, nefs-i emmaremi, elimden geldiği kadar hodfüruşluktan, şöhretperestlikten, tefahurdan men'e çalışmışım. Ve şahsıma ziyade hüsn-ü zan eden Nur Talebelerinin, belki yüz defa hatırlarını kırıp cerhetmişim. Ben, «Mal sahibi değilim; Kur'anın mücevherat dükkânının bir bîçare dellâlıyım.» dediğimi; hem yakın kardeşlerimin tasdikleriyle ve emarelerini görmeleriyle, ben, değil dünyevî makamatı ve şan ve şerefi şahsıma kazandırmak, belki manevî büyük makamat - faraza- bana verilse de fakat hizmetteki ihlâsıma nefsimin hissesi karışmak ihtimaline binaen korkarak, o makamatı da hizmetime feda etmeye karar verdiğim ve fiilen de öylece hareket ettiğim halde, mahkeme-i âlinizden güya en büyük bir siyasî mes'ele gibi, bana karşı bazı kardeşlerimin Nur'dan istifadelerine manevî bir şükran olarak ben kabul etmediğim halde, pederinden çok fazla hürmet etmesini medar-ı sual ve</span></strong></p><p><strong><span style="color: dimgray"></span></strong></p><p><strong><span style="color: dimgray">(Orjinal Sayfa:546)</span></strong></p><p><strong><span style="color: dimgray"></span></strong></p><p><strong><span style="color: dimgray">cevab yaptınız; bir kısmını inkâra sevkettiniz ve bizi hayretle dinlettirdiniz. Acaba, kendi razı olmadığı ve kendini lâyık bulmadığı halde, başkalarının onu medhetmeleriyle o bîçareye bir suç tevehhüm edilebilir mi?</span></strong></p><p><strong><span style="color: dimgray"></span></strong></p><p><strong><span style="color: dimgray">Hamisen: Kat'iyyen size beyan ediyorum ki; hiçbir cemiyetçilik ve cemiyetler ile ve siyasî cereyanlarla hiçbir alâkası olmayan Nur Talebelerini cemiyetçilik ve siyasetçilikle itham etmek, doğrudan doğruya, kırk senedenberi İslâmiyet ve îman ve aleyhinde çalışan gizli bir zındıka komitesi ve bu vatanda anarşiliği yetiştiren bir nevi Bolşevizm namına bilerek veya bilmiyerek bizimle bir mücadeledir ki; üç mahkeme cemiyetçilik cihetinde bütün Nurcuların ve Nur Risalelerinin beraetlerine karar vermişler; yalnız Eskişehir Mahkemesi, «Tesettür-ü nisa» hakkında bir küçük risalenin bir tek mes'elesini, belki bu gelen cümleyi «Mesmuatıma göre; merkez-i hükûmette bir kundura boyacısı, çarşı içinde, bir büyük adamın yarım çıplak karısına sarkıntılık edip o acîb edebsizliği yapması, tesettür aleyhinde olanın hayasız yüzüne şamar vuruyor.» diye, eskiden yazılmış cümle sebebiyle, bir sene bana ve yüz yirmi adamdan onbeş arkadaşıma altışar ay ceza verdiler. Demek, şimdi Risale-i Nuru ve şâkirdlerini itham etmek, o üç mahkemeyi mahkûm etmek ve ihtam ve ihanet etmek demektir.</span></strong></p><p><strong><span style="color: dimgray"></span></strong></p><p><strong><span style="color: dimgray">Sadisen: Risale-i Nur ile mübareze edilmez. Onu gören bütün ulema-i İslâm, Kur'anın gayet hakikatlı bir tefsiri, yani hakikatlarının kuvvetli hüccetleri ve bu asırda bir mu'cize-i maneviyesi ve şimalden gelen tehlikelere karşı, bu millet ve bu vatanın bir kuvvetli seddi olduğundan, mahkemeniz, bunun talebelerini bundan ürkütmek değil, belki hukuk-u âmme noktasında terğib etmek bir vazifeniz biliyoruz ve onu sizden bekliyoruz. Millete, vatana, asayişe muzır dinsizlerin ve bazı siyasî zındıkların kitablarına ve mecmualarına «Hürriyet-i ilmiye» serbestiyetiyle ilişilmediği halde, masum ve muhtaç bir gencin imanını kurtarmak ve su-i ahlâktan kurtulmak için Nura Talebe olması; elbette değil bir suç, belki hükûmet ve maarif dairesi teşvik ve takdir edecek bir halettir. Son sözüm: «Cenab-ı Hak hâkimleri, adalet-i hakikiyeye muvaffak etsin» âmin deyip</span></strong></p><p><strong><span style="color: dimgray"></span></strong></p><p><strong><span style="color: dimgray">(Orjinal Sayfa:547)</span></strong></p><p><strong><span style="color: dimgray">حَسْبُنَا اللَّهُ وَنِعْمَ الْوَكِيلُ . نِعْمَ الْمَوْلَى وَنِعْمَ النَّصِيرُ . اَلْحَمْدُ لِلَّهِ رَبِّ الْعَالَمِينَ dir.</span></strong></p><p><strong><span style="color: dimgray"></span></strong></p><p><strong><span style="color: dimgray"></span></strong></p><p><strong><span style="color: dimgray">* * *</span></strong></p><p><strong><span style="color: dimgray">SON SÖZÜM</span></strong></p><p><strong><span style="color: dimgray">Heyet-i hâkimeye beyan ediyorum ki: Hem iddianameden, hem uzun tecridlerimden anladım ki, bu mes'elede en ziyade şahsım nazara alınıyor ve şahsımı çürütmek maslahat görülmüş. Güya şahsiyetimin idareye, asayişe, vatana zararı var. Ve ben de din perdesi altında dünyevî maksadlar güdüyormuşum, bir nevi siyaset peşinde koşuyormuşum. Buna karşı, size bunu kat'iyetle beyan ediyorum: Bu evham yüzünden, benim şahsiyetimi çürütmek suretinde Risale-i Nur'a ve bu vatana ve bu millete fedakâr ve kıymetdar olan şakirdlerini incitmeyiniz. Yoksa bu vatana ve bu millete manevî büyük bir zarar, belki bir tehlikeye vesile olur.</span></strong></p><p><strong><span style="color: dimgray">Bunu da size kat'iyen beyan ediyorum: Şahsıma tahkir ve ihanet ve çürütmek ve işkence, ceza gibi ne gelse; -Risale-i Nur'a ve şakirdlerine benim yüzümden zarar gelmemek şartıyla, şimdiki mesleğim itibariyle- kabule karar vermişim. Bunda da âhiretim için bir sevab var. Ve nefs-i emmarenin şerrinden kurtulmama bir vesiledir diye bir cihette ağlarken memnun oluyorum. Eğer bu bîçare masumlar benimle beraber bu mes'elede hapse girmese idiler, mahkemenizde pek şiddetli konuşacaktım. Siz de gördünüz ki, iddianameyi yazan, bin dereden su toplamak gibi yirmi-otuz senelik hayatımda -mahrem ve gayr-ı mahrem bütün kitab ve mektublarımdan- cerbezesiyle ve kısmen yanlış mana vermesiyle güya umum onlar bu sene yazılmış, hiç mahkemeleri görmemiş, af kanunlarına ve mürur-u zamana uğramamış gibi onun ile benim</span></strong></p><p><strong><span style="color: dimgray"></span></strong></p><p><strong><span style="color: dimgray">(Orjinal Sayfa:548)</span></strong></p><p><strong><span style="color: dimgray">şahsiyetimi çürütmek istiyor. Ben kendim, şahsımın çürük olduğunu yüz defa söylediğim ve aleyhimde olanlar her vesile ile yine şahsımı çürüttükleri halde, ehl-i siyaseti evhamlandıracak derecede teveccüh-ü âmmeye karşı faide vermediğinin sebebi: İmanın kuvvetlenmesi için bu zamanda ve bu zeminde gayet şiddetli bir ihtiyac-ı kat'î ile ders-i dinde bazı şahıslar lâzımdır ki, hakikatı hiç bir şeye feda etmesin, hiç bir şeye âlet etmesin. Nefsine hiç bir hisse vermesin. Tâ ki, imana dair dersinden istifade edilsin, kanaat-ı kat'iye gelsin.</span></strong></p><p><strong><span style="color: dimgray">Evet hiçbir zaman, bu zeminde bu zaman kadar böyle bir ihtiyac-ı şedid olmamış gibidir. Çünki tehlike hariçten şiddetle gelmiş. Şahsımın bu ihtiyaca karşı gelmediğini itiraf edip ilân ettiğim halde, yine şahsımın meziyetinden değil, belki şiddet-i ihtiyaçtan ve zâhiren başkalar çok görünmemesinden şahsımı o ihtiyaca bir çare zannediyorlar.</span></strong></p><p><strong><span style="color: dimgray">Halbuki ben de çoktan beri buna taaccüb ve hayret ile bakıyordum ve hiç bir cihetle lâyık olmadığım halde, dehşetli kusurlarımla beraber bu teveccüh-ü âmmenin hikmetini şimdi bildim. Hikmeti de şudur:</span></strong></p><p><strong><span style="color: dimgray">Risale-i Nur'un hakikatı ve şakirdlerinin şahs-ı manevîsi, bu zaman ve bu zeminde o şiddetli ihtiyacın yüzünü kendine çevirmiş. Benim şahsımı -hizmet itibariyle binden bir hissesi ancak bulunduğu halde- o hârika hakikatın ve o hâlis muhlis şahsiyetin bir mümessili zannedip o teveccühü gösteriyorlar. Gerçi bu teveccüh hem bana zarar, hem ağır geliyor. Hem de hakkım olmadığı halde hakikat-ı Nuriyenin ve şahsiyet-i maneviyesinin hesabına sükût edip o manevî zararlara razı oluyorum. Hattâ İmam-ı Ali (R.A.) ve Gavs-ı Azam (K.S.) gibi bazı evliyanın ilham-ı İlahî ile bu zamanımızda Kur'an-ı Hakîm'in mu'cize-i maneviyesinin bir âyinesi olan Risale-i Nur'un hakikatına ve hâlis talebelerinin şahs-ı manevîsine işaret-i gaybiye ile haber verdikleri içinde benim ehemmiyetsiz şahsımı o hakikata hizmetim cihetiyle nazara almışlar. Ben hata etmişim ki; onların şahsıma ait bir parçacık iltifatlarını bazı yerde tevil edip Risale-i Nur'a çevirmemişim. Bu hatamın sebebi de, za'fiyetim ve yardımcılarımı ürkütecek esbabın çoğaltılmaması ve sözlerime itimadı kazanmak için zâhiren şahsıma bir kısmını kabul etmiştim. Size ihtar ediyorum: Fâni ve kabir kapısındaki çürük şahsımı çürütmeğe ihtiyaç yok ve bu kadar ehemmiyet vermeğe de lüzum yok. Fakat Risale-i Nur'la mübareze edemezsiniz ve etmeyiniz. Onu</span></strong></p><p><strong><span style="color: dimgray"></span></strong></p><p><strong><span style="color: dimgray">(Orjinal Sayfa:549)</span></strong></p><p><strong><span style="color: dimgray">mağlub edemezsiniz. Mübarezede millet ve vatana büyük zarar edersiniz. Fakat şakirdlerini dağıtamazsınız. Çünki hakikat-ı Kur'aniyenin muhafazası yolunda kırk-elli milyon şehid veren bu vatandaki geçmiş ecdadlarımızın ahfadlarına bu zamanda hakikat-ı Kur'aniyenin muhafazası ve âlem-i İslâmın nazarında eskisi gibi dindarane kahramanlıkları terk ettirilmeyecek. Zâhiren çekilseler de, o hâlis şakirdler ruh u canıyla o hakikata bağlıdırlar. Ve o hakikatın bir âyinesi olan Risale-i Nur'u terkedip, o terk ile vatan ve millet ve asayişe zarar vermeyeceklerdir. Son sözüm:</span></strong></p><p><strong><span style="color: dimgray">فَاِنْ تَوَلَّوْا فَقُلْ حَسْبِىَ اللّهُ لاَ اِلهَ اِلاَّ هُوَ عَلَيْهِ تَوَكّلْتُ وَهُوَ رَبُّ الْعَرْشِ الْعَظِيمِ</span></strong></p><p><strong><span style="color: dimgray">* * *</span></strong></p><p><strong><span style="color: dimgray"></span></strong></p><p><strong><span style="color: dimgray"></span></strong></p><p><strong><span style="color: dimgray">BÜTÜN VEKÂLETLERE, DİYANET DAİRESİNE, TEMYİZ</span></strong></p><p><strong><span style="color: dimgray">RİYASETİNE GÖNDERİLEN BİR İSTİDADIR</span></strong></p><p><strong><span style="color: dimgray"></span></strong></p><p><strong><span style="color: dimgray">Haşirdeki Mahkeme-i Kübraya bir arzuhaldir ve dergâh-ı İlâhiye bir şekvadır. Ve bu zamanda mahkeme-i temyiz ve istikbaldeki nesl-i âti ve Darülfünunların münevver muallim ve talebeleri dahi dinlesinler!</span></strong></p><p><strong><span style="color: dimgray"></span></strong></p><p><strong><span style="color: dimgray">İşte, bu yirmiüç senede yüzer işkenceli musibetlerden on tanesini, Âdil Hâkim-i Zülcelâlin dergâh-ı adaletine müştekiyane takdim ediyorum.</span></strong></p><p><strong><span style="color: dimgray"></span></strong></p><p><strong><span style="color: dimgray">Birincisi: Ben, kusurlarımla beraber, bu milletin saadetine ve îmanının kurtulmasına hayatımı vakfettim. Ve milyonlarla kahraman başların feda oldukları bir hakikata (yani Kur'an hakikatına) benim başım dahi feda olsun diye bütün kuvvetimle Risale-i Nurla çalıştım. Bütün zâlimane tâziblere karşı tevfik-i İlâhi ile dayandım; geri çekilmedim. Ezcümle:</span></strong></p><p><strong><span style="color: dimgray"></span></strong></p><p><strong><span style="color: dimgray">Bu Afyon hapsimde ve mahkememde, başıma gelen çok gaddarane muamelelerden birisi, üç defa ve her defasında iki saate yakın aleyhimizde garazkârane ve müfteriyane ittihamnameleri bana ve adâletden teselli bekliyen masum Nur Talebelerine cebren</span></strong></p><p><strong><span style="color: dimgray"></span></strong></p><p><strong><span style="color: dimgray">(Orjinal Sayfa:550)</span></strong></p><p><strong><span style="color: dimgray">dinlettirdikleri halde; çok rica ettim: «Beş-on dakika bana müsaade ediniz ki hukukumuzu müdafaa edeyim.» Bir-iki dakikadan fazla izin vermediler.</span></strong></p><p><strong><span style="color: dimgray">.........................................................................</span></strong></p><p><strong><span style="color: dimgray">Ben, yirmi ay tecrid-i mutlakta durdurulduğum halde, yalnız üç-dört saat bir-iki arkadaşıma izin verildi. Müdafaatımın yazısında az bir parça yardımları oldu. Sonra, onlar da menedildi; pek gaddarârâne muameleler içinde cezalandırdılar. Müddeinin -bin dereden su toplamak nev'inden- yanlış mânâ vermekle, ve iftiralar ve yalan isnadlarla, garazkârâne ve onbeş sahifesinde seksenbir hatasını isbat ettiğim aleyhimizdeki ithamnamelerini dinlemeğe bizi mecbur ettiler; beni konuşturmadılar. Eğer konuştursalardı, diyecektim: «Hem dininizi inkâr, hem ecdadınızı dalâletle tahkir eden ve Peygamberinizi (A.S.M.) ve Kur'anınızın kanunlarını reddedip kabul etmiyen; yahudi ve nasrani ve mecusilere, hususen şimdi bolşevizm perdesi altındaki anarşist ve mürted ve münafıklara, (Hâşiye) hürriyet-i vicdan, hürriyet-i fikir bahanesiyle ilişmediğimiz halde; ve İngiliz gibi Hıristiyanlıkta müteassıb, cebbar bir hükûmetin daire-i mülkünde ve hâkimiyetinde milyonlarla müslümanlar her vakit Kur'an dersiyle İngilizin bütün bâtıl âkidelerini ve küfrî düsturlarını reddettikleri halde, onlara mahkemeleriyle ilişmediği ve her hükûmetde bulunan muhalifler, alelen fikirlerinin neşrinde, o hükûmetlerin mahkemeleri ilişmediği halde; benim kırk senelik hayatımı ve yüz otuz kitabımı ve en mahrem risale ve mektublarımı; hem Isparta hükûmeti, hem Denizli Mahkemesi, hem Ankara Ceza Mahkemesi, hem Diyanet Riyaseti, hem iki defa, belki üç defa mahkeme-i temyiz tam tetkik ettikleri ve onların ellerinde iki-üç sene Risale-i Nurun mahrem ve gayr-ı mahrem bütün nüshaları kaldığı ve bir küçük cezayı icab edecek bir tek maddeyi göstermedikleri, hem</span></strong></p><p><strong><span style="color: dimgray">_____________________________</span></strong></p><p><strong><span style="color: dimgray">(Hâşiye): Ya Üstad! Değil yirmi milyon, üçyüz elli milyon insanların maddi ve manevi hukukunu, Kur'anın nuruyla Lillâh için müdafaa etmişsin, Lillâh için olduğuna delil, Cenab-ı Hak seni Kur'an'ın hizmetinde muvaffak eyledi. Musa Aleyhisselâm, Fir'avun'un zulmünden necat bulduğu gibi; Resûl-ü Ekrem Aleyhissalâtü Vesselâm da, münafıkların lâşelerini görüp, hususan münafıkların reisini, mübarek kendi eliyle geberterek Cehenneme gönderdiği gibi; Risale-i Nur da, Eskişehir'de Risale-i Münacat; Denizli'de Meyve Risalesi ve Hücceti; Afyon'da bu arzuhal ile, zındıkanın küfr-ü mutlakının ve şakilerin canlarını Cehenneme gönderdi. Prensiplerini, rejimlerini yırtarak dünyanın her köşesinde intişar etti. Elhamdülillâh..</span></strong></p><p><strong><span style="color: dimgray">Küçük Ali</span></strong></p><p><strong><span style="color: dimgray"></span></strong></p><p><strong><span style="color: dimgray">(Orjinal Sayfa:551)</span></strong></p><p><strong><span style="color: dimgray"></span></strong></p><p><strong><span style="color: dimgray">bu derece zâfiyetim ve mazlumiyetim ve mağlûbiyetim ve ağır şerait ile beraber, ikiyüz bin hakikî fedakâr şakirdlere, vatan ve millet ve asayiş menfaatinde en kuvvetli ve sağlam ve hakikatlı bir rehber olarak kendini gösteren Risale-i Nurun elinizdeki mecmuaları ve dörtyüz sahife müdafaatımız mâsumiyetimizi isbat ettikleri halde; hangi kanun ile, hangi vicdan ile, hangi maslahat ile, hangi suç ile bizi ağır ceza ve pek ağır ihanetler ve tecridlerle mahkûm ediyorsunuz? Elbette Mahkeme-i Kübra-yı Haşirde sizden sorulacak!..</span></strong></p><p><strong><span style="color: dimgray"></span></strong></p><p><strong><span style="color: dimgray">İkincisi: Beni cezalandırmak için gösterdikleri bir sebeb: Benim tesettür, irsiyet, zikrullah, taaddüd-ü zevcat hakkında Kur'anın gayet sarih Âyetlerine, medeniyetin itirazlarına karşı onları susturacak tefsirimdir.. Onbeş sene evvel, Eskişehir Mahkemesine ve Ankara'ya mahkeme-i temyize ve tashihe yazdığım ve aleyhimdeki kararnamemde yazdıkları bu gelen fıkrayı; hem Haşirde Mahkeme-i Kübraya bir şekva, hem istikbalde münevver ehl-i maarif hey'etine bir ikaz, hem iki defa beraetimizde insaf ve adaletle feryadımızı dinliyen mahkeme-i temyize «Elhüccetüz-zehra» ile beraber bir nevi lâyiha-i temyiz, hem beni konuşturmıyan ve seksen hatasını isbat ettiğimiz garazkârâne ithamname ile beni, iki sene ağır ceza ve tecrid-i mutlak ve iki sene başka yere nefy ve göz nezareti hapsiyle mahkûm eden hey'ete aynen o fıkrayı tekrar ediyorum!</span></strong></p><p><strong><span style="color: dimgray"></span></strong></p><p><strong><span style="color: dimgray">İşte ben de adliyenin mahkemesine derim ki: «Bin üçyüz elli senede ve her asırda üçyüz elli milyon müslümanların hayat-ı içtimaiyesinde kudsî ve hakikî bir düstur-u İlâhiyi, üçyüz elli bin tefsirin tasdiklerine ve ittifaklarına istinaden ve bin üçyüz senede geçmiş ecdadımızın itikadlarına iktidaen tefsir eden bir adamı mahkûm eden haksız bir kararı, elbette rû-yu zeminde adalet varsa.. o kararı red ve bu hükmü nakzedecektir..» diye bağırıyorum! Bu asrın sağır kulakları dahi işitsin.</span></strong></p><p><strong><span style="color: dimgray"></span></strong></p><p><strong><span style="color: dimgray">Acaba, bu zamanın bazı ilcaatının iktizasiyle muvakkaten kabul edilen bir kısım ecnebi kanunlarını fikren ve ilmen kabul etmiyen ve siyaseti bırakan ve hayat-ı içtimaiyeden çekilen bir adamı, o Âyâtın tefsiriyle suçlu yapmakla İslâmiyeti inkâr ve dindar ve kahraman bir milyar ecdadımıza ihanet ve milyonlarla tefsirleri itham çıkmaz mı?</span></strong></p><p><strong><span style="color: dimgray">(Orjinal Sayfa:552)</span></strong></p><p><strong><span style="color: dimgray"></span></strong></p><p><strong><span style="color: dimgray">Üçüncüsü: Mahkûmiyetime gösterdikleri bir sebeb: Emniyeti ihlâl ve asayişi bozmaktır. Pek uzak bir ihtimâl ve yüzde, belki binde bir imkân ile, hattâ uzak imkânatı vukuat yerinde koyup, bazı mahrem risale ve hususî mektuplardan, Risale-i Nurun yüzbin kelime ve cümlelerinden kırk-elli kelimesine yanlış mânâ vererek, bir sened gösterip, bizi itham ve cezalandırdılar. Ben de, bu otuz-kırk senelik hayatımı bilenleri ve Nurun binler has şâkirdlerini işhad ederek derim:</span></strong></p><p><strong><span style="color: dimgray"></span></strong></p><p><strong><span style="color: dimgray">İstanbulu işgal eden İngilizlerin Başkumandanı İslâm içinde ihtilâf atıp, hattâ Şeyhül-İslâm ve bir kısım hocaları kandırıp birbiri aleyhine sevkederek «İtilâfçı-İttihatçı» fırkalarını birbirleriyle uğraştırmasiyle Yunanın galebesine ve harekât-ı milliyenin mağlûbiyetine zemin hazırladığı bir sırada; İngiliz ve Yunan aleyhinde «Hutuvat-ı Sitte» eserimi Eşref Edib'in gayretiyle tab ve neşretmek ile, o kumandanın dehşetli plânını kıran ve onun idam tehdidine karşı geri çekilmiyen ve Ankara reisleri o hizmeti için onu çağırdıkları halde Ankara'ya kaçmıyan ve esarette, Rusun Başkumandanının idam kararına ehemmiyet vermiyen ve Otuz Bir Mart Hâdisesinde sekiz taburu bir nutukla itaata getiren ve divan-ı harb-i örfide, mahkemedeki paşaların: «Sen de mürtecisin, şeriat istemişsin!» diye suallerine karşı, idama beş para kıymet vermeyip cevaben: «Eğer meşrutiyet, bir fırkanın istibdadından ibaret ise, bütün cin ve ins şahid olsun ki ben mürteciyim! Ve şeriatın bir tek mes'elesine ruhumu feda etmeye hazırım.» diyen ve o büyük zabitleri hayretle takdire sevkedip, idamını beklerken beraetine karar verdikleri ve tahliye olup dönerken, onlara teşekkür etmiyerek «Zâlimler için yaşasın Cehennem!» diye yolda bağıran ve Ankara'da, divan-ı riyasette, Mustafa Kemal hiddetle ona dedi: «Biz, seni buraya çağırdık ki, bize yüksek fikirler beyan edesin; sen geldin, namaza dair şeyler yazdın, içimize ihtilâf verdin.» Ona karşı, «İmandan sonra en yüksek hakikat namazdır. Namaz kılmayan haindir! Hainin hükmü merduttur.» diye kırk elli meb'usun huzurunda söyliyen ve o dehşetli kumandan ona bir nevi tarziye verip hiddetini geri aldıran ve altı vilâyet zabıtasınca ve hükûmetçe, asayişin ihlâline dair bir tek maddesi kaydedilmiyen ve yüz binlerle Nur şâkirdlerinin hiç bir vukuatı görünmiyen; yalnız, bir küçük talebenin haklı bir müdafada, küçük bir vukuatından başka hiçbir şâkirdinden bir cina-</span></strong></p><p><strong><span style="color: dimgray">(Orjinal Sayfa:553)</span></strong></p><p><strong><span style="color: dimgray"></span></strong></p><p><strong><span style="color: dimgray">yet işitilmeyen ve hangi hapse girmiş ise o mahpusları ıslah eden ve yüz binler Risale-i Nurdan, memlekette intişar etmekle beraber, menfaattan başka hiçbir zararı olmadıklarını yirmiüç senelik hayatının ve üç hükûmet ve mahkemelerin beraetler vermelerinin ve Nurun kıymetini bilen yüzbin şâkirdlerinin kavlen ve fiilen tasdiklerinin şehadetiyle isbat eden ve münzevî mücerred, garip, ihtiyar, fakir ve kendini kabir kapısında gören ve bütün kuvvet ve kanaatiyle fâni şeyleri bırakıp, eski kusuratına bir keffaret ve hayat-ı bâkiyesine bir medar arıyan ve dünyanın rütbelerine hiç ehemmiyet vermiyen ve şiddet-i şefkatinden masumlara, ihtiyarlara zarar gelmemek için kendisine zulüm ve tâzib edenlere beddua etmiyen bir adam hakkında, «Bu ihtiyar münzevi asayişi bozar, emniyeti ihlâl eder ve maksadı dünya entrikalarıdır. Ve muhabereleri dünya içindir. Öyle ise suçludur!» diyenler ve onu pek ağır şerait altında mahkûm edenler, elbette yerden göğe kadar suçludur. Mahkeme-i Kübrada hesabını verecekler!...</span></strong></p><p><strong><span style="color: dimgray"></span></strong></p><p><strong><span style="color: dimgray">Acaba, bir nutuk ile, isyan eden sekiz taburu itaata getiren ve kırk sene evvel, bir makalesiyle binler adamı kendine taraftar yapan ve mezkûr üç dehşetli kumandanlara karşı korkmıyan ve dalkavukluk yapmayan ve mahkemelerde, «Başımdaki saçlarım adedince başlarım bulunsa ve her gün biri kesilse zındıkaya ve dalâlete teslim-i silâh edip, vatan ve millet ve İslâmiyete hiyanet etmem. Hakikat-ı Kur'ana feda olan bu başımı zâlimlere eğmem!» diyen; ve Emirdağ'ında beş-on âhiret kardeşi ve üç dört hizmetçilerden başka kimse ile alâkadar olmıyan bir adam hakkında; ittihamnamede: «Bu Said, Emirdağ'ında gizli çalışmış, asayişe zarar vermek fikriyle orada bir kısım halkları zehirlemiş! Yirmi adam da etrafında onu medhedip, hususî mektuplar yazdıkları gösteriyor ki, o adam inkılâb ve hükûmet aleyhinde gizli bir siyaset çeviriyor.» diyerek, emsalsiz bir adâvet ve ihanetlerle iki sene hapse sokmak ve hapiste tecrid-i mutlak ile ve mahkemede konuşturmamakla tâzib edenler, ne derece haktan ve adâletten ve insaftan uzak düştüklerini vicdanlarına havale ediyorum.</span></strong></p><p><strong><span style="color: dimgray"></span></strong></p><p><strong><span style="color: dimgray">Hiç mümkün müdür ki, böyle haddinden yüz derece ziyade teveccüh-ü âmmeye mazhar ve bir nutuk ile binler adamı itaata getiren ve bir makale ile, binlerle insanları İttihad-ı Muhammedî (A.S.M.) Cemiyetine iltihak ettiren ve Ayasofya Camiinde ellibin adama takdir ile nutkunu dinlettiren bu adam; üç sene</span></strong></p><p><strong><span style="color: dimgray"></span></strong></p><p><strong><span style="color: dimgray">(Orjinal Sayfa:554)</span></strong></p><p><strong><span style="color: dimgray">Emirdağ'ında çalışsın, yalnız beş-on adamı kandırsın! Ve âhiret işini bırakıp siyaset entrikalariyle uğraşsın. Yakın olduğu kabrine nurlar yerine lüzumsuz zulmetler doldursun... Hiç kabil midir? Elbette şeytan dahi bunu kimseye kabul ettiremez.</span></strong></p><p><strong><span style="color: dimgray">Dördüncüsü: Şapka giymediğimi mahkûmiyetime ehemmiyetli bir sebeb göstermeleridir.</span></strong></p><p><strong><span style="color: dimgray">Beni konuşturmadılar, yoksa beni cezalandırmağa çalışanlara diyecektim ki; üç ay Kastamonu'da polisler ve komiser karakolunda misafir kaldım. Hiçbir vakit bana demediler şapkayı başına koy. Ve üç mahkemede şapkayı başıma koymadığım ve başımı makhemede açmadığım alde, Afyon müstesna bana ilişmedikleri ve yirmi üç sene bazı dinsiz zâlimlerin, o bahane ile bana gayr-ı resmî çok sıkıntılı ve ağır bir nevi ceza çektirdikleri ve çocuklar ve kadınlar ve ekseri köylüler ve dairelerde giymeğe mevbur olmadıkları ve hiç bir maddî maslahat giymesinde bulunmadığı halde, benim gibi münzevi; bütün müçtehidlerin ve umum Şeyhül-İslamların yasak ettikleri bir serpuşu giymediğim bahanesiyle ve uydurmalar iulâvesiyle, yirmi sene bir âdetle tekrar beini cezalanldırmağa göndüzde rakı içip, namaz kılmayanları hürriyet-i şartiye var diye, kendi fesi iken, ilişmediği halde, bu derece şiddet ve tekrarla ve ısrarla beni bir Kıyafetim için suçlandırmağa çalışan; elbette ölümün îdam-ı ebedîsini ve kabrinde dâimî hmaps-i nünferidini gördükten msonra mahkeme-i kübrada ondan bu batâsı sorulacak.</span></strong></p><p><strong><span style="color: dimgray">Beşincisi: Otuzüç âyâtı Kur'aniyenin tahsikârâne işaretine mazariyetini; ve İman-ı Ali (Kerremallahü Vechehü) ve Gavs-ı A'zam (Kuddise sırruhu) gibi evliyanın takdirlerini; ve yüzbin ehl-i îmanın tasdiklerini; ve yirmi senede millete ve vatana zararsız pekçok menfatli yüksek bin mertebeyi kazı-andıran Risale-i Nur'u sinek kanadı gibi bahanelerle, bazı risealelerinin müsaderesine hattâ dörtyüz sahife olan ve yüzbin adamın îmanlarını kurtaran ve kuvvetlendiren"zülfikar - Mu'cizat-ı Ahmediye" mecmuasını, içindeki eskiden yazılmış ve mürur-u zaman ve af haklı tevsirlerine dair, iki ahife bahanesiyle o pekçok menfaatlli ve kıymatdar mecmuanın müsaderesine çalıştığı gibi şimdi de Nur'un kıymetter risalelerinden, her birisinin bir kelime içinde bir-iki kelimesine yanlış mânâ vermekle, o bin menfaatli risalenin müsaderesine çalıştığını, bu üçüncü iddianameyi işiten</span></strong></p><p><strong><span style="color: dimgray"></span></strong></p><p><strong><span style="color: dimgray">(Orjinal Sayfa:555)</span></strong></p><p><strong><span style="color: dimgray">ve neşrettiğimiz kararnameyi işi-ne ve neşrettiğimiz kararnameyi gören tasdik eden. Biz dahi:</span></strong></p><p><strong><span style="color: dimgray">ِلكُلِّ مُصِيبَةٍ اِنَّا لِلَّهِ وَاِنَّآ اِلَيْهِ رَاجٍعُونَ</span></strong></p><p><strong><span style="color: dimgray">deriz. وَنِعْمَ الْوَكِيلُ بِاسْمِهِ سُبْحَانَهُ</span></strong></p><p><strong><span style="color: dimgray">Altıncısı: Nur'un şâkidlerinden bazılarını fevkalâde îman hüccetlerini ve sarsılmaz ayn-el yakîn ulûm-u îmaniyeyi nurlarda görüp istifade ettiklerinden bu bîçare tercüm-anına bin nevi teşvik ve tebrik ve takdir ve teşekkür nev'inde, ziyade hüsn-ü zan ile ve müfritane medhetmeleri ile beni suçlu gösterene derim: Ben âciz, zaif, gurbette, menfi, yarım ümmî ve aleyhimde propaganda ile haklı benden ürkütmak halleri içinde, Kur'anın ilâçlarından ve îmanın kudsî hakîkatlarından dertlerime tam derman olanların kenldime bulunduğum zaman, bu millete ve bu vatan evlâdlarına dahi tam bir ilâç olduğuna tam kanaat getirdiğim için kıymetdar hakikatleri kaleme aldım. Hattım pek noksan olmasından yardımcılara pek çok muhtaç iken, inayet-i İlâhiyye bana sâdık, has, metin yardımcıları verdi. Elbette ben onların hüsn-ü sanlarına ve samimane medihlerini bütün bütün reddetmek ve hatırlarını tekdir ile kırmak, o hazine-i Kur'aniyeden alınan Nurlara bir ihanet ve adâvet hükmüne geçer diye o elması kalemli ve kahraman kalbli muavinleri kaçırmamak için onların âdi ve müflis şahsımakarşı medh-ü senalarını, asıl mal sahibi ve bir mânevî mu'cize-i Kur'âniye olan Risale-i Nur'a ve has şâkirdlerinin şahsiyet-i mâneviyesine çeviriyordum. Ve bana benim haddimden yüz derece ziyade hisse veriyorsunuz diye bir cihette hatırlarını kırıyordum. Acaba hiç bir kanun, müstenkif olan ve râzı olmayan bir adamı başkalırının onu medhetmesiyle suçlu yapar mı ki, kanun namına hareket eden resmî me'mur beni suçlu yapıyor?</span></strong></p><p><strong><span style="color: dimgray">Her neşrettiğimiz aleyhimde yazılan kararnamenin ellidördüncü sahifesinde: Hem Nur'un mesleğinde hiç bir cihette benlik, şahsi makamlara arzu etmek. şan ve şeref kazanmak olmaz. Nur'daki ihlâsi bozmamak için, uhrevî makamat dahi bana verilse, bırakmağa kendimi mecbur biliyorum diye kararnamede yazdıkları...Ve yine kararnamede yirmiikinci ve</span></strong></p><p><strong><span style="color: dimgray"></span></strong></p><p><strong><span style="color: dimgray">(Orjinal Sayfa:556)</span></strong></p><p><strong><span style="color: dimgray">üçüncü sahifesinde "kusurunu bilmek fark ve aczini anlamak, tezellül ile dergâh-ı İlâhîyeye iltica etmek ki; o şahsiyetle kendimi herkesten ziyade bîçâre, âciz, kusurlu görüyorum. O halde, bütün halk beni medh ü sena etse, beni inandıramazlar ki iyiyim, sabib-i kemalim. Sizi bütün bütün kaçırmamak için, üçüncü hakikî şahsiyetimin gizli çok fenalıklarını ve sû-i hallerini söylemiyeceğim. Cenab-ı Hak inayetiyle en etna bir nefes gibi, bu şahsımı esrar-ı Kur'aniyede istihdam ediyor. Yüzbin şükür olsun. "Nefis cümleden etna, vazife cümleden âlâ." fıkrasını, kararnamede yazdıkları halde, beni başka zâtların medhile ve Risale-i Nur mânasiyle bana bir hidayet edici vasfını vermekle, beni suçlu yapanlar, elbette bu hatâlarının cezasını dehşetli çekmeğe müstehak olurlar.</span></strong></p><p><strong><span style="color: dimgray">Başıma gelen musîbetlerden yedincisi: Biz ve umum Nur risaleleri Denizli ve Ankara ağır ceza ve temyiz mahkemelerinin ittifakıyla beraet ettiğimiz ve umum risale ve mektublarımızı bize iade ettikleri ve "Temyizin bozma kararında, Denizli beraetinde faraza bir hatâ dahi olsun, o bedret ve hüküm kat'iyyen kesbetmeştir, daha tekrar muhakeme edilmez." dedikleri halde, ben Emirdağında üç sene münzevi ve iki - üç terzi çırağı nöbetle bana hizmet vepek nadir olarak, beş-on dakika bazı dindar zâtlardan başka, zaruret olmaktan konuşmayan ve tek bir yere Nurlara teşvik için haftada bir tek mektiptan teşvik ieçein haftada bir tek mektubtan başka muhabere etmiyen ve kendi müftü kardeşine üç senedeş üç mektubdan baka yazmayan ve yirmi otuz seneden beri devam eden te'lefini bırakan, yalnız baütün ehl-i Kur'an îmana menfaatlğı yirmi sahifelik iki nükte, (Biri : Kur'an'daki tekrarların hikmeti, diğeri: Melekler hakkındakie bazı mes'elelerden) hiçbir risale daha te'lif etmeyen; ve yalnızmahkemelerini iade ettikleri risalelerin büşük mecmualar yapılmasına ve eski harf ile tab'edilen "Âyet-ül kübrâ" nın beşyüz nüshası mahkeme tarafından bize teslim edildiğinden ve teksir makinesi rahmen yasak olmadığından, Alem-i İslâm'ın istifadesi fikriyle kardeşlerime neşr için teksirine izin verecek, onların tasdikleri ile meşgul olan ve kat'iyyen hiç bir siyasetle alâkadar olmıyan ve memleketine gitmek için, resmen izin verildiği halde, bütün menfilere muhalif olarak dünyaya ve siyasete kaçırmamak için, sıkıntılı bir gurbeti kabul edip, memlekitine gitmeyen bir adam hakkında, bu üçüncü ittihamnâmedeki asılsız isnadlarla ve yalan bahisler ve yanlış mânalarla o adamı suçlu yapmağa çalışanlar -şimdilik söyleyemiyeceğim- dehşitli iki mâna hükmettiğini, bu yirmi ayda bana karşı</span></strong></p><p><strong><span style="color: dimgray"></span></strong></p><p><strong><span style="color: dimgray">(Orjinal Sayfa:557)</span></strong></p><p><strong><span style="color: dimgray">muamelesi isbat ediyor.</span></strong></p><p><strong><span style="color: dimgray">Ben de derim: Kabir ve sakar yeter, mahkeme-i kübra ya havale ediyorum.</span></strong></p><p><strong><span style="color: dimgray">Sekizincisî: Beşinci Şuâ iki sene Denizli ve Ankara Mahmekelerinin ellerinde kalıp, sonra bize iade ettiklerinden, Denizli mahkemesinde beraetimizi metice veren müdafaatımla beraber "Sirac-ün-Nur" ismindeki biyüt mecmuanın âhirinlde yazılmış.Gerçi evvelce mahrem tutuyorduk, fakat mâdem mahkemeler onu teşhir edip, beraetle, bize iade ettiler Demek bir zararı yoktur diye teksirini izin verdim. Ve o Beşinci Şuânl'ın aslı, kırk elli sene evvel yazılmış müteşabih blir kısım hadîslerdin, fakat ümmette eskiden beri intişar eden bir kısımına, gerçi bazı ehl-i hadîs bir za'fiyet isnad etmişler,. fakat zâhirî manaleri mendar-ı itiraz olmasından, sırf ehl-i îmânı şüphe yelrden kurturmak için yazıldığı halde bir zaman sonra onun hârika te'vellerini bir kısımı göstere göründüğü için, biz onu mahrem tutuk; tâ yanlış mâna verilmesin. Sonra, mütaaddit mahkemeler onu tedkik edip, teşhirine sebep olmakla berabar, bize iade ettikleri halde, şimdi bin tekrar onunla suçlu yapmak ne kadar adâletten, haktan. insaftan uzak olduğunu bizi kanaat-ı vicdaniye ile mahkûm etmek ve onları dahi mahkeme-i kübraya havale ederek, وَنِعْمَ الْوَكِيلُ بِاسْمِهِ سُبْحَانَهَ deriz.</span></strong></p><p><strong><span style="color: dimgray">Dokuzuncusu: Çok mühimdir. Fakat bizi mahkûm edenler Risale-i Nur'u mütalâa ettiklerinin hatırı için, onları kızdırmamak fikriyle yazmadım.</span></strong></p><p><strong><span style="color: dimgray">Onuncusu: Kuvvetli ve ehimmiyetlidir. Fakat yine onalrı küstürmemek niyetiyle şimdilik yazmadım. (Hâşiye)</span></strong></p><p><strong><span style="color: dimgray">_______________________</span></strong></p><p><strong><span style="color: dimgray">(Hâşiye): Resûl-ü Ekrem Aleyhissalâtü Vesselâm; mu'cize-i Kübra-yı Mi'raciyle, cin ve inse ve melâikeye nübüvvetini gösterdiği ve müşrikîne ve münafıklara karşı, erkân-ı îmaniyenin kutbu olan Zât-ı Zülcelâli, Cenneti ve Cehennemi bizzat gözüyle müşahede edip, Muhammedül-Emin ismiyle müsemma olan Zât-ı mübarekiyle, Cenab-ı Hakkın varlığını ve haşri ve Mahkeme-i Kübrayı bütün cin ve inse haber verdiği gibi; Risale-i Nur da, "Haşirdeki Mahkeme-i Kübraya Bir Arzuhal" olan bu risale ile bu asrın imanî, i'tikadî olan istinad noktaları sarsıldığından, şek ve şüpheye düşen ehl-i îmana ve ehl-i vukufa ve ehl-i hâkimlere, Cenab-ı Hakkın varlığını ve adâletini, Mahkeme-i Kübrayı ve haşri, âlem-i gaybı, âlem-i şehadete getirip; kat'iyyen, aslâ şekk ve şüphe olmayacak derecede; dalâlete, küfr-ü mutlaka düşenlere Cehennemi ve ehl-i îmana da Cenneti, bu dünyada gözlere göstermiştir. Bütün nev-i beşere îman-ı tahkikişyi hakkalyakîn isbat etmiştir. Cenab-ı Hak, Risale-i Nur Müellifi Üstadımızdan ebediyen razı olsun. Âmîn!</span></strong></p><p><strong><span style="color: dimgray">Küçük Ali</span></strong></p><p><strong><span style="color: dimgray"></span></strong></p><p><strong><span style="color: dimgray"></span></strong></p><p><strong><span style="color: dimgray">(Orjinal Sayfa:558)</span></strong></p><p><strong><span style="color: dimgray">BEDİÜZZAMAN SAİD NURSÎ'NİN AFYON</span></strong></p><p><strong><span style="color: dimgray">HAPİSHANESİNDE TECRİD-İ MUTLAKTA İKEN</span></strong></p><p><strong><span style="color: dimgray">TALEBELERİNE YAZDIĞI MEKTUPLARDAN BAZI</span></strong></p><p><strong><span style="color: dimgray">KISIMLAR</span></strong></p><p><strong><span style="color: dimgray">بِاسْمِهِ سُبْحَانَهُ</span></strong></p><p><strong><span style="color: dimgray"></span></strong></p><p><strong><span style="color: dimgray">Aziz Sıddık Kardeşlerim,</span></strong></p><p><strong><span style="color: dimgray"></span></strong></p><p><strong><span style="color: dimgray">Sizi, taziye değil, belki tebrik ediyorum. Mâdem kader-i İlâhî bizi bu üçüncü Medrese-i Yûsufiyeye bir hikmet için sevketti. Ve bir kısım rızkımızı bize burada yedirecek ve rızkımız bizi buraya çağırdı; ve mâdem şimdiye kadar kat'î tecrübelerle</span></strong></p><p><strong><span style="color: dimgray">عَسَى اَنْ تَكْرَهُوا شَيْئًا وَهُوَ خَيْرٌ لَكُمْ</span></strong></p><p><strong><span style="color: dimgray">sırrına, inayet-i İlâhiyye bizi mazhar etmiş; ve mâdem Medrese-i Yûsufiyedeki yeni kardeşlerimiz herkesten ziyade Nurlardaki teselliye muhtaçtırlar ve adliyeciler memurlardan ziyade Nur kaidelerine ve sair kudsi kanunlarına ihtiyaçları var. Ve mâdem Nur nüshaları pek kesretle hariçteki vazifenizi görüyorlar ve fütuhatları tevakkuf etmiyor; ve mâdem burada herbir fâni saat, bâkî ibadet saatleri hükmüne geçer.. elbette biz bu hâdiseden, mezkûr noktalar için kemâl-i sabır ve metanet içinde merurane şükür etmemiz lâzımdır. Denizli hapsinde teselli için yazdığımız bütün o küçük mektupları, size de aynen tekrar ederim. İnşâallah o hakikatlı fıkralar sizi de müteselli ederler.</span></strong></p><p><strong><span style="color: dimgray">SAİD NURSÎ</span></strong></p><p><strong><span style="color: dimgray"></span></strong></p><p><strong><span style="color: dimgray">* * *</span></strong></p><p><strong><span style="color: dimgray">بِاسْمِهِ سُبْحَانَهُ</span></strong></p><p><strong><span style="color: dimgray">Aziz, sıddık kardeşlerim!</span></strong></p><p><strong><span style="color: dimgray">Evvelâ: Benim şahsıma edilen eziyet ve ihanetlerden müteessir olmayınız. Çünki Risale-i Nur'da bir kusur bulamıyorlar, onun bedeline benim ehemmiyetsiz ve çok kusurlu şahsımla uğraşıyorlar. Ben bundan memnunum. Risale-i Nur'un selâmetine ve şerefine binler şahsî elemler, belalar, tahkirler görsem; yine müftehirane şükretmek, Nur'dan aldığım dersin muktezasıdır ve onun için bana bu cihette acımayınız.,</span></strong></p></blockquote><p></p>
[QUOTE="mihrimah, post: 95978, member: 656"] [B][COLOR=dimgray]Orjinal Sayfa:539) Dokuzuncusu: Denizli müdafaatında izahı ve isbatı bulunan bir mes'elenin kısaca bir hülâsasıdır. Bir dehşetli kumandan deha ve zekâvetiyle, ordunun müsbet hasenelerini kendine alıp ve kendinin menfi seyyielerini o orduya vererek, o efrad adedince haseneleri, gazilikleri bire indirdi. Ve seyyiesini o ordu efradına isnad ederek, onların adedince seyyieler hükmüne getirdiğinden; dehşetli bir zulüm ve hilâf-ı hakikat olmasından, ben, kırk sene evvel beyan ettiğim gibi, bir Hadîsin o şahsa vurduğu tokada binaen, sâbık mahkemelerimizde bana hücum eden bir müddeiumumiye dedim: «Gerçi onu, Hadîslerin ihbariyle kırıyorum; fakat ordunun şerefini muhafaza ve büyük hatalardan vikâye ederim. Sen ise, bir tek dostun için, Kur'ânın bayrakdarı ve Âlem-i İslâmın kahraman bir kumandanı olan ordunun şerefini kırıyorsun ve hasenelerini hiçe indiriyorsun!» dedim. İnşâallah o müddei insafa geldi, hatadan kurtuldu. Onuncusu: Adliyede adâlet hakikatı ve müracaat eden herkesin hukukunu bilâ-tefrik muhafazaya, sırf hak namına çalışmak vazifesi hükmettiğine binaendir ki; İmam-ı Ali Radiyallahu anhu, hilâfeti zamanında bir yahudi ile beraber mahkemede oturup muhâkeme olmuşlar. Hem bir adliye reisi; bir memuru, kanunca bir hırsızın elini kestiği vakit, o memurun o zalim hırsıza hiddet ettiğini gördü, o dakikada o memuru azletti. Hem çok teessüf ederek, dedi: «Şimdiye kadar, adâlet namına böyle hissiyatını karıştıranlar pek çok zulmetmişler.» Evet, hükm-ü kanunî icra etmekte o mahkûma acımasa da hiddet edemez; etse zâlim olur. Hattâ, kısas cezası da olsa, hiddetle katletse bir nevi katil olur, diye o hâkim-i âdil demiş. İşte, mâdem mahkemede böyle halis ve garazsız bir hakikat hükmediyor; üç mahkeme bizlere beraet verdiği ve bu milletin yüzde -bilseler- doksanı, Nur Talebelerinin zararsız olarak millete ve vatana menfaatli olduklarına pek çok emarelerle şehadet ettikleri halde, burada, o masum ve teselliye ve adaletin iltifatına çok muhtaç Nur Talebelerine karşı ihanetler ve gayet soğuk, hiddetli muameleler yapılıyor. Biz, her musibete ve ihanetlere karşı sabra ve tahammüle karar verdiğimizden sükût edip, Allaha havale ederek, belki bunda da bir hayır vardır dedik. Fakat evham yüzünden garazkârların jurnalleriyle bu bîçare masumlara böyle muameleler, belâların gelmesine bir vesile olacağından korktum, bunu yazmaya mecbur oldum. Zaten bu mes'elede bir kusur varsa benimdir. Bu biçareler, sırf îmanları ve âhiretleri için bana rıza-i (Orjinal Sayfa:540) İlâhi dairesinde yardım etmişler. Pek çok takdire müstahak iken, böyle muameleler, hattâ kışı dahi hiddete getirdi. Hem medâr-ı hayrettir ki, bu defa da yine bir cemiyet vehmini tekrar ileri sürüyorlar. Halbuki üç mahkeme bu ciheti tetkik edip beraet vermekle beraber, mabeynimizde böyle medâr-ı itham olacak hiçbir cemiyet, hiç bir emare mahkemeler, zâbıtalar, ehl-i vukuflar bulmamışlar. Yalnız bir muallimin talebeleri ve dârülfünun şâkirdleri ve Kur'an dersini veren hâfızın hıfza çalışanları gibi, Risale-i Nur Talebelerinde de bir uhrevî kardeşlik var. Bunlara cemiyet namını veren ve onunla itham eden bütün esnaf ve mekteblilere ve vâizlere siyasî cemiyet nazariyle bakmak gerektir. Bunun için ben, böyle asılsız ve mânasız ithamlarla buraya hapse gelenleri müdafaa etmeye lüzum görmüyorum. Yalnız; hem bu memleketi, hem Âlem-i İslâmı çok alâkadar eden; ve maddî ve manevî bu vatana ve bu millete pek çok bereket ve menfaati tahakkuk eden Risale-i Nur'u üç defa müdafaa ettiğimiz gibi, tekrar aynı hakikat ile müdafaamı menedecek hiç bir sebeb yok. Ve hiç bir kanun ve hiç bir siyaset yasak etmez ve edemez. Evet, biz bir cemiyetiz.. ve öyle bir cemiyetimiz var ki, her bir asırda üçyüz elli milyon dahil mensubları var. Ve her gün beş defa namazla, o mukaddes cemiyetin prensiblerine kemal-i hürmetle alâkalarını ve hizmetlerini gösteriyorlar. اِنَّمَا الْمُؤْمِنُونَ اِخْوَةٌ kudsî programiyle birbirinin yardımına dualariyle ve manevî kazançlariyle koşuyorlar. İşte biz, bu mukaddes ve muazzam cemiyetin efradındanız. Ve hususî vazifemiz de, Kur'anın îmanî hakikatlarını tahkikî bir surette ehl-i îmana bildirip, onları ve kendimizi idam-ı ebediden ve dâimî ve berzahî haps-i münferidden kurtarmaktır. Sâir dünyevî ve siyasî ve entrikalı cemiyet ve komitelerle ve bizim medar-ı ittihamımız olan cemiyetçilik gibi asılsız ve mânâsız gizli cemiyetle hiç bir münasebetimiz yoktur ve tenezzül etmiyoruz! Ve dört mahkeme inceden inceye tetkikten sonra, o cihetde bize beraet vermiş. Evet, Nur Şâkirdleri biliyorlar ve mahkemelerde hüccetlerini göstermişim ki; şahsıma değil bir makam, şan ü şeref ve şöhret vermek ve uhrevî ve mânevî bir mertebe kazandırmak; belki bü- (Orjinal Sayfa:541) tün kanaat ve kuvvetimle, ehl-i îmana bir hizmet-i îmaniye yapmak için, değil yalnız dünya hayatımı ve fânî makamatımı; belki lüzum olsa âhiret hayatımı ve herkesin aradığı uhrevî ve bâki mertebeleri feda etmeyi, hattâ Cehennemden bazı bîçare ehl-i îmanları kurtarmaya vesile olmak için, lüzum olsa Cenneti bırakıp Cehenneme girmeyi kabul ettiğimi hakikî kardeşlerim bildikleri gibi, mahkemelerde dahi bir cihette isbat ettiğim halde, beni bu ittihamla -Nur ve îman hizmetime bir ihlâssızlık isnad etmekle ve Nurların kıymetlerini tenzil etmekle- milleti onun büyük hakikatlerinden mahrum etmektir. Acaba bu bedbahtlar.. dünyayı ebedî ve herkesi kendileri gibi, «Dini ve îmanı dünyaya âlet ediyor» tevehhümiyle, dünyadaki ehl-i dalâlete meydan okuyan; ve hizmet-i îmaniye yolunda hem dünyevî, hem lüzum olsa uhrevî hayatlarını feda eden; ve mahkemelerde dâva ettiği gibi, bir tek hakikat-ı îmaniyeyi, dünya saltanatiyle değiştirmeyen; ve siyasetten ve siyasî manâsını işmam eden maddî ve manevî mertebelerden -ihlâs sırrıyle- bütün kuvvetiyle kaçan; ve yirmi sene emsalsiz işkencelere tahammül edip, siyasete, îmanî meslek itibariyle tenezzül etmiyen; ve kendini, nefsi itibariyle talebelerinden çok aşağı bilen ve onlardan daima himmet ve dua bekliyen; ve kendi nefsini çok bîçare ve ehemmiyetsiz itikad eden bir adam hakkında, bazı halis kardeşleri Risale-i Nur'dan aldıkları fevkalâde kuvvet-i îmaniyeye mukabil, onun tercümanı olan o biçareye, tercümanlık münasebetiyle, Nur'ların bazı faziletlerini hususî mektublarında ona isnad etmeleri; ve hiç bir siyaset hatırlarına gelmiyerek âdete binaen, insanlar, sevdiği âdî bir adama da «Sultanımsın, velinimetimsin» demeleri nev'inden yüksek makam vermeleri ve haddinden bin derece ziyade hüsn-ü zan etmeleri; ve eskidenberi, üstâd ve talebeler mabeyninde câri ve itiraz edilmeyen makbul bir âdet ile teşekkür manâsında pek fazla medh ve senâ etmeleri; ve eskidenberi, makbul kitabların âhirlerinde mübalâğa ile medhiyeler ve takrizler yazılmasına binaen, hiç bir cihetle suç sayılabilir mi? Kimsesiz, garip ve düşmanları pek çok ve onun yardımcılarını kaçıracak çok esbab varken; insafsız çok muterizlere karşı, sırf yardımcıların kuvve-i mâneviyelerini takviye etmek ve kaçmaktan kurtarmak ve mübalâğalı medhedenlerin şevklerini kırmamak için, onların bir kısım medihlerini Nurlara çevirip (Orjinal Sayfa:542) bütün bütün reddetmediği halde, onun bu yaşta ve kabir kapısındaki hizmet-i îmaniyesini dünya cihetine çevirmeye çalışan bazı resmî memurların; ne derece hakdan, kanundan insafdan uzak düştükleri anlaşılır. Son sözüm لِكُلِّ مُصِيبَةٍ اِنَّا لِلَّهِ وَاِنَّا اِلَيْهِ رِاجِعُونَ dur. * * * Afyon Mahkemesine ve Ağır Ceza Reisine beyan ediyorum ki: Eskidenberi fıtratımdaki tahakkümü kaldıramadığım için dünyaya karşı alâkamı kesmiştim. Şimdi o kadar manâsız, lüzumsuz tahakkümler içinde hayat bana gayet ağır gelmiş; yaşayamıyacağım. Hapsin haricinde yüzler resmî adamların tahakkümlerini çekmeye iktidarım yok. Bu tarz-ı hayattan bıktım! Ben sizden bütün kuvvetimle tecziyemi taleb ediyorum! Şimdi kabir elime geçmiyor, hapisde kalmak bana lâzımdır. Makam-ı iddianın asılsız isnad ettiği suçlar, siz de bilirsiniz ki, yok; beni cezalandırmaz. Fakat beni mânen cezalandıracak vazife-i hakikiyeye karşı büyük kusurlarım var. Eğer sormak münasib ise sorunuz, cevab vereyim. Evet, büyük kusurlarımdan bir tek suçum, vatan ve millet ve din namına mükellef olduğum büyük bir vazifeyi dünyaya bakmadığım için yapmadığımdan, hakikat noktasında affolunmaz bir suç olduğuna ve bilmemek bana bir özür teşkil edemediğine şimdi bu Afyon hapsinde kanaatim geldi. Nur Şâkirdlerinin hâlis ve sırf uhrevî, Nurlara ve tercümanına karşı alâkalarına, dünyevî ve siyasî cemiyet nâmını verip onları mes'ul etmeye çalışanlar ne kadar hakikatten ve adaletten uzak düştüklerine karşı üç mahkemenin o cihetten bize beraet vermesiyle beraber deriz ki: Hayat-ı içtimaiye-i insaniyenin, hususan Millet-i İslâmiyenin üssül-esası: Akrabalar içinde samimane muhabbet ve kabile ve taifeler içinde alâkadârane irtibat ve İslâmiyet milliyetiyle mümin kardeşlerine karşı manevî fedakârane bir alâka ve hayat-ı ebediyesini kurtaran Kur'an hakikatlerine ve nâşirlerine sarsılmaz bir rabıta ve iltizam ve bağlılık gibi, hayât-ı içtimaiyeyi esa- (Orjinal Sayfa:543) siyle temin eden bu râbıtları inkâr etmekle; ve şimaldeki dehşetli anarşilik tohumunu saçan ve nesil ve milleti mahveden ve herkesin çocuklarını kendine alıp karabet ve milliyeti izale eden ve medeniyet-i beşeriyeyi ve hayat-ı içtimaiyeyi bütün bütün bozmaya yol açan kızıl tehlikeyi kabul etmekle; ancak Nur Şâkirdlerine cemiyet namını verebilir. Onun için hakikî Nur Şâkirdleri çekinmeyerek, Kur'an hakikatlarına karşı kudsî alâkalarınıı ve uhrevî kardeşlerine karşı sarsılmaz irtibatlarını izhar ediyorlar. O uhuvvet sebebiyle gelen her cezayı memnuniyetle kabul ettiklerinden, mahkemenizde hakikat-ı hali olduğu gibi itiraf ediyorlar. Hile ile, dalkavukluk ile ve yalanlarla kendilerini müdafaaya tenüzzül etmiyorlar. AFYON MAHKEMESİNE, İDDİANAMEYE KARŞI VERİLEN İTİRAZNAME TETİMMESİNİN BİR ZEYLİDİR Evvelâ: Mahkemeye beyan ediyorum ki; iddianâme, Denizli ve Eskişehir Mahkemelerimizdeki o eski iddianamelere ve aleyhimizde, sathî ehl-i vukufların sathî ehl-i vukufların sathî tahkikatlarına bina edildiğinden mahkememizde dâva ettim ki: «Bu iddianamenin yüz yanlışını isbat etmezsem, yüz sene cezaya razıyım!» İşte o dâvamı isbat ettim. Yüzden ziyade yanlışların cedveleni isterseniz takdim edeceğim. Saniyen: Ben, Denizli Mahkemesinde kitab ve evraklarımız Ankaraya gittiği sırada, aleyhimizde hüküm verilecek diye telâş ve me'yusiyetle beraber arkadaşlarıma yazdım ve bazı müdafaatımın âhirinde bulunan o yazdığım parça şudur: «Eğer, Risale-i Nuru tenkid fikriyle tetkik eden adliye memurları imanlarını onunla kuvvetlendirip veya kurtarsalar sonra beni idam ile mahkûm etseler; şahid olunuz, ben hakkımı onlara helâl ediyorum; çünkü biz hizmetkârız. Risale-i Nurun vazifesi, imanı kuvvetlendirip kurtarmaktır. Dost ve düşmanı tefrik etmiyerek hizmet-i imaniyeyi, hiç bir tarafgirlik girmiyerek yapmağa mükellefiz.» İşte ey hey'et-i hâkime! Bu hakikata binaen, Risale-i Nurun cerhedilmez kuvvetli hüccetleri, elbette mahkemede kalbleri kendine çevirmiş. Aleyhimde ne yapsanız ben hakkımı helâl ederim, gücenmem. Bunun içindir ki, eşedd-i zulm ile bir eşedd-i (Orjinal Sayfa:544) istibdad tarzında, şahsımı, hiç ömrümde görmediğim ihanetlerle çürütmekle damarıma dokundurulduğu halde tahammül ettim; hattâ beddua da etmedim. Bize karşı bütün ittihamlara ve bütün isnad edilen suçlara karşı elinizdeki Risale-i Nurun mecmuaları benim mukabele edilmez müdafaanâmem ve cerhedilmez itiraznamemdirler. Medar-ı hayrettir ki; Mısır, Şam, Haleb, Medine-i Münevvere, Mekke-i Mükerreme allâmeleri ve Diyanet Riyasetinin müdakkik hocaları o Nur Mecmuaları tetkik edip hiç tenkid etmiyerek takdir ve tahsin ettikleri halde iddianâmeyi aleyhimize toplayan zekâvetli (!) zât, Kur'anı, «Yüz kırk suredir» diye acîb ve pek zâhir bir yanlışiyle ne derece sathî baktığı; ve Risale-i Nur bu ağır şerait içinde ve benim gurbet ve kimsesizliğim ve perişaniyetimde ve aleyhimde dehşetli hücumlarla beraber, yüzbinler ehl-i hakikata kendini tasdik ettirdiği halde, daha Kur'anın kaç suresi var olduğunu bilmeyen o iddiacı zat: «Risale-i Nur, Kur'anın tefsirine ve Hadîslerin te'viline çalışmasiyle beraber, bir kısmında, okuyanlara birşey öğretme bakımından ilmî bir mahiyet ve kıymet taşımadığı görülmektedir.» diye tenkidi, ne derece kanundan, hakikatdan, adaletden ve hakdan uzak olduğu anlaşılıyor. Hem size, şekva ediyorum ki: Kırk sahifeli ve yüzer yanlışı bulunan ve kalblerimizi yaralayan iddianâmeyi -tamamiyle- bize iki saat dinlettirdiğiniz halde, ayn-ı hakikat bir buçuk sahifeyi, ona karşı ısrarımla beraber iki dakika okumağa müsaade etmediğiniz için ona mukabil itiraznamemi tamamiyle okumamı adalet namına sizden istiyorum. Salisen: Her bir hükûmette muhalifler var. Asâyişe ilişmemek şartiyle kanunen onlara ilşilmez. Ben ve benim gibi dünyadan küsmüş ve yalnız kabrine çalışanlar; elbette bin üçyüz elli senede ecdadımızın mesleğinde ve Kur'anımızın dâire-i terbiyesinde ve her zamanda üçyüz elli milyon müminlerin takdis ettiği düsturlarının müsaade ettiği tarzda hayat-ı bâkiyesine çalışmayı terkedip, gizli düşmanlarımızın icbariyle ve desiseleriyle, fani ve kısacık hayat-ı dünyeviyesi için, sefihane bir medeniyetin ahlâksızcasına, belki bir nevi bolşevizmde olduğu gibi vahşiyane kanunlara, düsturlara tarafdar olup onları meslek kabul etmekliğimiz hiç mümkün müdür? Ve dünyada hiçbir kanun ve zerre miktar insafı bulunan hiç bir insan, bunları onlara kabul ettirmeye cebretmez. (Orjinal Sayfa:545) Yalnız o muhaliflere deriz: «Bize ilişmeyiniz biz de ilişmemişiz.» İşte bu hakikata binaendir ki; Ayasofyayı puthane ve Meşihatı kızların lisesi yapan bir kumandanın keyfi, kanun namındaki emirlerine fikren ve ilmen tarafdar değiliz ve şahsımız itibariyle amel etmiyoruz. Ve bu yirmi sene işkenceli esaretimde eşedd-i zulüm şahsıma edildiği halde, siyasete karışmadık; idareye ilişmedik; âsâyişe dokunacak hiçbir vukuatımız kaydedilmedi. Ben, şahsım itibariyle hiç hayatımda görmediğim bu âhir ömrümde ve gurbetimde şiddetli ihanetler ve damarıma dokunduracak haksız muameleler sebebiyle yaşamaktan usandım! Tahakküm altındaki serbestiyetten dahi nefret ettim. Size bir istida yazdım ki, herkese muhalif olarak, ben beraetimi değil, belki tecziyemi taleb ediyorum; ve hafif cezayı değil, sizden en ağır cezayı istiyorum! Çünki; bu emsalsiz, acîb muameleden kurtulmak için ya kabre veya hapse girmekten başka çarem yok. Kabir ise, intihar caiz olmadığından ve ecel gizli olmasından, şimdilik elime geçmediğinden, beş-altı ay tecrid-i mutlakında bulunduğum hapse razı oldum. Fakat bu istidayı, masum arkadaşlarımın hatırları için şimdilik vermedim. Rabian: Benim bu otuz sene hayatımda ve Yeni Said tâbir ettiğim zamanımda bütün Risale-i Nurda yazdıklarım, ve şahsıma temas eden hakikatlarının tasdikiyle ve benimle ciddî görüşen ehl-i insaf zâtların ve arkadaşların şehadetleriyle iddia ediyorum ki; ben, nefs-i emmaremi, elimden geldiği kadar hodfüruşluktan, şöhretperestlikten, tefahurdan men'e çalışmışım. Ve şahsıma ziyade hüsn-ü zan eden Nur Talebelerinin, belki yüz defa hatırlarını kırıp cerhetmişim. Ben, «Mal sahibi değilim; Kur'anın mücevherat dükkânının bir bîçare dellâlıyım.» dediğimi; hem yakın kardeşlerimin tasdikleriyle ve emarelerini görmeleriyle, ben, değil dünyevî makamatı ve şan ve şerefi şahsıma kazandırmak, belki manevî büyük makamat - faraza- bana verilse de fakat hizmetteki ihlâsıma nefsimin hissesi karışmak ihtimaline binaen korkarak, o makamatı da hizmetime feda etmeye karar verdiğim ve fiilen de öylece hareket ettiğim halde, mahkeme-i âlinizden güya en büyük bir siyasî mes'ele gibi, bana karşı bazı kardeşlerimin Nur'dan istifadelerine manevî bir şükran olarak ben kabul etmediğim halde, pederinden çok fazla hürmet etmesini medar-ı sual ve (Orjinal Sayfa:546) cevab yaptınız; bir kısmını inkâra sevkettiniz ve bizi hayretle dinlettirdiniz. Acaba, kendi razı olmadığı ve kendini lâyık bulmadığı halde, başkalarının onu medhetmeleriyle o bîçareye bir suç tevehhüm edilebilir mi? Hamisen: Kat'iyyen size beyan ediyorum ki; hiçbir cemiyetçilik ve cemiyetler ile ve siyasî cereyanlarla hiçbir alâkası olmayan Nur Talebelerini cemiyetçilik ve siyasetçilikle itham etmek, doğrudan doğruya, kırk senedenberi İslâmiyet ve îman ve aleyhinde çalışan gizli bir zındıka komitesi ve bu vatanda anarşiliği yetiştiren bir nevi Bolşevizm namına bilerek veya bilmiyerek bizimle bir mücadeledir ki; üç mahkeme cemiyetçilik cihetinde bütün Nurcuların ve Nur Risalelerinin beraetlerine karar vermişler; yalnız Eskişehir Mahkemesi, «Tesettür-ü nisa» hakkında bir küçük risalenin bir tek mes'elesini, belki bu gelen cümleyi «Mesmuatıma göre; merkez-i hükûmette bir kundura boyacısı, çarşı içinde, bir büyük adamın yarım çıplak karısına sarkıntılık edip o acîb edebsizliği yapması, tesettür aleyhinde olanın hayasız yüzüne şamar vuruyor.» diye, eskiden yazılmış cümle sebebiyle, bir sene bana ve yüz yirmi adamdan onbeş arkadaşıma altışar ay ceza verdiler. Demek, şimdi Risale-i Nuru ve şâkirdlerini itham etmek, o üç mahkemeyi mahkûm etmek ve ihtam ve ihanet etmek demektir. Sadisen: Risale-i Nur ile mübareze edilmez. Onu gören bütün ulema-i İslâm, Kur'anın gayet hakikatlı bir tefsiri, yani hakikatlarının kuvvetli hüccetleri ve bu asırda bir mu'cize-i maneviyesi ve şimalden gelen tehlikelere karşı, bu millet ve bu vatanın bir kuvvetli seddi olduğundan, mahkemeniz, bunun talebelerini bundan ürkütmek değil, belki hukuk-u âmme noktasında terğib etmek bir vazifeniz biliyoruz ve onu sizden bekliyoruz. Millete, vatana, asayişe muzır dinsizlerin ve bazı siyasî zındıkların kitablarına ve mecmualarına «Hürriyet-i ilmiye» serbestiyetiyle ilişilmediği halde, masum ve muhtaç bir gencin imanını kurtarmak ve su-i ahlâktan kurtulmak için Nura Talebe olması; elbette değil bir suç, belki hükûmet ve maarif dairesi teşvik ve takdir edecek bir halettir. Son sözüm: «Cenab-ı Hak hâkimleri, adalet-i hakikiyeye muvaffak etsin» âmin deyip (Orjinal Sayfa:547) حَسْبُنَا اللَّهُ وَنِعْمَ الْوَكِيلُ . نِعْمَ الْمَوْلَى وَنِعْمَ النَّصِيرُ . اَلْحَمْدُ لِلَّهِ رَبِّ الْعَالَمِينَ dir. * * * SON SÖZÜM Heyet-i hâkimeye beyan ediyorum ki: Hem iddianameden, hem uzun tecridlerimden anladım ki, bu mes'elede en ziyade şahsım nazara alınıyor ve şahsımı çürütmek maslahat görülmüş. Güya şahsiyetimin idareye, asayişe, vatana zararı var. Ve ben de din perdesi altında dünyevî maksadlar güdüyormuşum, bir nevi siyaset peşinde koşuyormuşum. Buna karşı, size bunu kat'iyetle beyan ediyorum: Bu evham yüzünden, benim şahsiyetimi çürütmek suretinde Risale-i Nur'a ve bu vatana ve bu millete fedakâr ve kıymetdar olan şakirdlerini incitmeyiniz. Yoksa bu vatana ve bu millete manevî büyük bir zarar, belki bir tehlikeye vesile olur. Bunu da size kat'iyen beyan ediyorum: Şahsıma tahkir ve ihanet ve çürütmek ve işkence, ceza gibi ne gelse; -Risale-i Nur'a ve şakirdlerine benim yüzümden zarar gelmemek şartıyla, şimdiki mesleğim itibariyle- kabule karar vermişim. Bunda da âhiretim için bir sevab var. Ve nefs-i emmarenin şerrinden kurtulmama bir vesiledir diye bir cihette ağlarken memnun oluyorum. Eğer bu bîçare masumlar benimle beraber bu mes'elede hapse girmese idiler, mahkemenizde pek şiddetli konuşacaktım. Siz de gördünüz ki, iddianameyi yazan, bin dereden su toplamak gibi yirmi-otuz senelik hayatımda -mahrem ve gayr-ı mahrem bütün kitab ve mektublarımdan- cerbezesiyle ve kısmen yanlış mana vermesiyle güya umum onlar bu sene yazılmış, hiç mahkemeleri görmemiş, af kanunlarına ve mürur-u zamana uğramamış gibi onun ile benim (Orjinal Sayfa:548) şahsiyetimi çürütmek istiyor. Ben kendim, şahsımın çürük olduğunu yüz defa söylediğim ve aleyhimde olanlar her vesile ile yine şahsımı çürüttükleri halde, ehl-i siyaseti evhamlandıracak derecede teveccüh-ü âmmeye karşı faide vermediğinin sebebi: İmanın kuvvetlenmesi için bu zamanda ve bu zeminde gayet şiddetli bir ihtiyac-ı kat'î ile ders-i dinde bazı şahıslar lâzımdır ki, hakikatı hiç bir şeye feda etmesin, hiç bir şeye âlet etmesin. Nefsine hiç bir hisse vermesin. Tâ ki, imana dair dersinden istifade edilsin, kanaat-ı kat'iye gelsin. Evet hiçbir zaman, bu zeminde bu zaman kadar böyle bir ihtiyac-ı şedid olmamış gibidir. Çünki tehlike hariçten şiddetle gelmiş. Şahsımın bu ihtiyaca karşı gelmediğini itiraf edip ilân ettiğim halde, yine şahsımın meziyetinden değil, belki şiddet-i ihtiyaçtan ve zâhiren başkalar çok görünmemesinden şahsımı o ihtiyaca bir çare zannediyorlar. Halbuki ben de çoktan beri buna taaccüb ve hayret ile bakıyordum ve hiç bir cihetle lâyık olmadığım halde, dehşetli kusurlarımla beraber bu teveccüh-ü âmmenin hikmetini şimdi bildim. Hikmeti de şudur: Risale-i Nur'un hakikatı ve şakirdlerinin şahs-ı manevîsi, bu zaman ve bu zeminde o şiddetli ihtiyacın yüzünü kendine çevirmiş. Benim şahsımı -hizmet itibariyle binden bir hissesi ancak bulunduğu halde- o hârika hakikatın ve o hâlis muhlis şahsiyetin bir mümessili zannedip o teveccühü gösteriyorlar. Gerçi bu teveccüh hem bana zarar, hem ağır geliyor. Hem de hakkım olmadığı halde hakikat-ı Nuriyenin ve şahsiyet-i maneviyesinin hesabına sükût edip o manevî zararlara razı oluyorum. Hattâ İmam-ı Ali (R.A.) ve Gavs-ı Azam (K.S.) gibi bazı evliyanın ilham-ı İlahî ile bu zamanımızda Kur'an-ı Hakîm'in mu'cize-i maneviyesinin bir âyinesi olan Risale-i Nur'un hakikatına ve hâlis talebelerinin şahs-ı manevîsine işaret-i gaybiye ile haber verdikleri içinde benim ehemmiyetsiz şahsımı o hakikata hizmetim cihetiyle nazara almışlar. Ben hata etmişim ki; onların şahsıma ait bir parçacık iltifatlarını bazı yerde tevil edip Risale-i Nur'a çevirmemişim. Bu hatamın sebebi de, za'fiyetim ve yardımcılarımı ürkütecek esbabın çoğaltılmaması ve sözlerime itimadı kazanmak için zâhiren şahsıma bir kısmını kabul etmiştim. Size ihtar ediyorum: Fâni ve kabir kapısındaki çürük şahsımı çürütmeğe ihtiyaç yok ve bu kadar ehemmiyet vermeğe de lüzum yok. Fakat Risale-i Nur'la mübareze edemezsiniz ve etmeyiniz. Onu (Orjinal Sayfa:549) mağlub edemezsiniz. Mübarezede millet ve vatana büyük zarar edersiniz. Fakat şakirdlerini dağıtamazsınız. Çünki hakikat-ı Kur'aniyenin muhafazası yolunda kırk-elli milyon şehid veren bu vatandaki geçmiş ecdadlarımızın ahfadlarına bu zamanda hakikat-ı Kur'aniyenin muhafazası ve âlem-i İslâmın nazarında eskisi gibi dindarane kahramanlıkları terk ettirilmeyecek. Zâhiren çekilseler de, o hâlis şakirdler ruh u canıyla o hakikata bağlıdırlar. Ve o hakikatın bir âyinesi olan Risale-i Nur'u terkedip, o terk ile vatan ve millet ve asayişe zarar vermeyeceklerdir. Son sözüm: فَاِنْ تَوَلَّوْا فَقُلْ حَسْبِىَ اللّهُ لاَ اِلهَ اِلاَّ هُوَ عَلَيْهِ تَوَكّلْتُ وَهُوَ رَبُّ الْعَرْشِ الْعَظِيمِ * * * BÜTÜN VEKÂLETLERE, DİYANET DAİRESİNE, TEMYİZ RİYASETİNE GÖNDERİLEN BİR İSTİDADIR Haşirdeki Mahkeme-i Kübraya bir arzuhaldir ve dergâh-ı İlâhiye bir şekvadır. Ve bu zamanda mahkeme-i temyiz ve istikbaldeki nesl-i âti ve Darülfünunların münevver muallim ve talebeleri dahi dinlesinler! İşte, bu yirmiüç senede yüzer işkenceli musibetlerden on tanesini, Âdil Hâkim-i Zülcelâlin dergâh-ı adaletine müştekiyane takdim ediyorum. Birincisi: Ben, kusurlarımla beraber, bu milletin saadetine ve îmanının kurtulmasına hayatımı vakfettim. Ve milyonlarla kahraman başların feda oldukları bir hakikata (yani Kur'an hakikatına) benim başım dahi feda olsun diye bütün kuvvetimle Risale-i Nurla çalıştım. Bütün zâlimane tâziblere karşı tevfik-i İlâhi ile dayandım; geri çekilmedim. Ezcümle: Bu Afyon hapsimde ve mahkememde, başıma gelen çok gaddarane muamelelerden birisi, üç defa ve her defasında iki saate yakın aleyhimizde garazkârane ve müfteriyane ittihamnameleri bana ve adâletden teselli bekliyen masum Nur Talebelerine cebren (Orjinal Sayfa:550) dinlettirdikleri halde; çok rica ettim: «Beş-on dakika bana müsaade ediniz ki hukukumuzu müdafaa edeyim.» Bir-iki dakikadan fazla izin vermediler. ......................................................................... Ben, yirmi ay tecrid-i mutlakta durdurulduğum halde, yalnız üç-dört saat bir-iki arkadaşıma izin verildi. Müdafaatımın yazısında az bir parça yardımları oldu. Sonra, onlar da menedildi; pek gaddarârâne muameleler içinde cezalandırdılar. Müddeinin -bin dereden su toplamak nev'inden- yanlış mânâ vermekle, ve iftiralar ve yalan isnadlarla, garazkârâne ve onbeş sahifesinde seksenbir hatasını isbat ettiğim aleyhimizdeki ithamnamelerini dinlemeğe bizi mecbur ettiler; beni konuşturmadılar. Eğer konuştursalardı, diyecektim: «Hem dininizi inkâr, hem ecdadınızı dalâletle tahkir eden ve Peygamberinizi (A.S.M.) ve Kur'anınızın kanunlarını reddedip kabul etmiyen; yahudi ve nasrani ve mecusilere, hususen şimdi bolşevizm perdesi altındaki anarşist ve mürted ve münafıklara, (Hâşiye) hürriyet-i vicdan, hürriyet-i fikir bahanesiyle ilişmediğimiz halde; ve İngiliz gibi Hıristiyanlıkta müteassıb, cebbar bir hükûmetin daire-i mülkünde ve hâkimiyetinde milyonlarla müslümanlar her vakit Kur'an dersiyle İngilizin bütün bâtıl âkidelerini ve küfrî düsturlarını reddettikleri halde, onlara mahkemeleriyle ilişmediği ve her hükûmetde bulunan muhalifler, alelen fikirlerinin neşrinde, o hükûmetlerin mahkemeleri ilişmediği halde; benim kırk senelik hayatımı ve yüz otuz kitabımı ve en mahrem risale ve mektublarımı; hem Isparta hükûmeti, hem Denizli Mahkemesi, hem Ankara Ceza Mahkemesi, hem Diyanet Riyaseti, hem iki defa, belki üç defa mahkeme-i temyiz tam tetkik ettikleri ve onların ellerinde iki-üç sene Risale-i Nurun mahrem ve gayr-ı mahrem bütün nüshaları kaldığı ve bir küçük cezayı icab edecek bir tek maddeyi göstermedikleri, hem _____________________________ (Hâşiye): Ya Üstad! Değil yirmi milyon, üçyüz elli milyon insanların maddi ve manevi hukukunu, Kur'anın nuruyla Lillâh için müdafaa etmişsin, Lillâh için olduğuna delil, Cenab-ı Hak seni Kur'an'ın hizmetinde muvaffak eyledi. Musa Aleyhisselâm, Fir'avun'un zulmünden necat bulduğu gibi; Resûl-ü Ekrem Aleyhissalâtü Vesselâm da, münafıkların lâşelerini görüp, hususan münafıkların reisini, mübarek kendi eliyle geberterek Cehenneme gönderdiği gibi; Risale-i Nur da, Eskişehir'de Risale-i Münacat; Denizli'de Meyve Risalesi ve Hücceti; Afyon'da bu arzuhal ile, zındıkanın küfr-ü mutlakının ve şakilerin canlarını Cehenneme gönderdi. Prensiplerini, rejimlerini yırtarak dünyanın her köşesinde intişar etti. Elhamdülillâh.. Küçük Ali (Orjinal Sayfa:551) bu derece zâfiyetim ve mazlumiyetim ve mağlûbiyetim ve ağır şerait ile beraber, ikiyüz bin hakikî fedakâr şakirdlere, vatan ve millet ve asayiş menfaatinde en kuvvetli ve sağlam ve hakikatlı bir rehber olarak kendini gösteren Risale-i Nurun elinizdeki mecmuaları ve dörtyüz sahife müdafaatımız mâsumiyetimizi isbat ettikleri halde; hangi kanun ile, hangi vicdan ile, hangi maslahat ile, hangi suç ile bizi ağır ceza ve pek ağır ihanetler ve tecridlerle mahkûm ediyorsunuz? Elbette Mahkeme-i Kübra-yı Haşirde sizden sorulacak!.. İkincisi: Beni cezalandırmak için gösterdikleri bir sebeb: Benim tesettür, irsiyet, zikrullah, taaddüd-ü zevcat hakkında Kur'anın gayet sarih Âyetlerine, medeniyetin itirazlarına karşı onları susturacak tefsirimdir.. Onbeş sene evvel, Eskişehir Mahkemesine ve Ankara'ya mahkeme-i temyize ve tashihe yazdığım ve aleyhimdeki kararnamemde yazdıkları bu gelen fıkrayı; hem Haşirde Mahkeme-i Kübraya bir şekva, hem istikbalde münevver ehl-i maarif hey'etine bir ikaz, hem iki defa beraetimizde insaf ve adaletle feryadımızı dinliyen mahkeme-i temyize «Elhüccetüz-zehra» ile beraber bir nevi lâyiha-i temyiz, hem beni konuşturmıyan ve seksen hatasını isbat ettiğimiz garazkârâne ithamname ile beni, iki sene ağır ceza ve tecrid-i mutlak ve iki sene başka yere nefy ve göz nezareti hapsiyle mahkûm eden hey'ete aynen o fıkrayı tekrar ediyorum! İşte ben de adliyenin mahkemesine derim ki: «Bin üçyüz elli senede ve her asırda üçyüz elli milyon müslümanların hayat-ı içtimaiyesinde kudsî ve hakikî bir düstur-u İlâhiyi, üçyüz elli bin tefsirin tasdiklerine ve ittifaklarına istinaden ve bin üçyüz senede geçmiş ecdadımızın itikadlarına iktidaen tefsir eden bir adamı mahkûm eden haksız bir kararı, elbette rû-yu zeminde adalet varsa.. o kararı red ve bu hükmü nakzedecektir..» diye bağırıyorum! Bu asrın sağır kulakları dahi işitsin. Acaba, bu zamanın bazı ilcaatının iktizasiyle muvakkaten kabul edilen bir kısım ecnebi kanunlarını fikren ve ilmen kabul etmiyen ve siyaseti bırakan ve hayat-ı içtimaiyeden çekilen bir adamı, o Âyâtın tefsiriyle suçlu yapmakla İslâmiyeti inkâr ve dindar ve kahraman bir milyar ecdadımıza ihanet ve milyonlarla tefsirleri itham çıkmaz mı? (Orjinal Sayfa:552) Üçüncüsü: Mahkûmiyetime gösterdikleri bir sebeb: Emniyeti ihlâl ve asayişi bozmaktır. Pek uzak bir ihtimâl ve yüzde, belki binde bir imkân ile, hattâ uzak imkânatı vukuat yerinde koyup, bazı mahrem risale ve hususî mektuplardan, Risale-i Nurun yüzbin kelime ve cümlelerinden kırk-elli kelimesine yanlış mânâ vererek, bir sened gösterip, bizi itham ve cezalandırdılar. Ben de, bu otuz-kırk senelik hayatımı bilenleri ve Nurun binler has şâkirdlerini işhad ederek derim: İstanbulu işgal eden İngilizlerin Başkumandanı İslâm içinde ihtilâf atıp, hattâ Şeyhül-İslâm ve bir kısım hocaları kandırıp birbiri aleyhine sevkederek «İtilâfçı-İttihatçı» fırkalarını birbirleriyle uğraştırmasiyle Yunanın galebesine ve harekât-ı milliyenin mağlûbiyetine zemin hazırladığı bir sırada; İngiliz ve Yunan aleyhinde «Hutuvat-ı Sitte» eserimi Eşref Edib'in gayretiyle tab ve neşretmek ile, o kumandanın dehşetli plânını kıran ve onun idam tehdidine karşı geri çekilmiyen ve Ankara reisleri o hizmeti için onu çağırdıkları halde Ankara'ya kaçmıyan ve esarette, Rusun Başkumandanının idam kararına ehemmiyet vermiyen ve Otuz Bir Mart Hâdisesinde sekiz taburu bir nutukla itaata getiren ve divan-ı harb-i örfide, mahkemedeki paşaların: «Sen de mürtecisin, şeriat istemişsin!» diye suallerine karşı, idama beş para kıymet vermeyip cevaben: «Eğer meşrutiyet, bir fırkanın istibdadından ibaret ise, bütün cin ve ins şahid olsun ki ben mürteciyim! Ve şeriatın bir tek mes'elesine ruhumu feda etmeye hazırım.» diyen ve o büyük zabitleri hayretle takdire sevkedip, idamını beklerken beraetine karar verdikleri ve tahliye olup dönerken, onlara teşekkür etmiyerek «Zâlimler için yaşasın Cehennem!» diye yolda bağıran ve Ankara'da, divan-ı riyasette, Mustafa Kemal hiddetle ona dedi: «Biz, seni buraya çağırdık ki, bize yüksek fikirler beyan edesin; sen geldin, namaza dair şeyler yazdın, içimize ihtilâf verdin.» Ona karşı, «İmandan sonra en yüksek hakikat namazdır. Namaz kılmayan haindir! Hainin hükmü merduttur.» diye kırk elli meb'usun huzurunda söyliyen ve o dehşetli kumandan ona bir nevi tarziye verip hiddetini geri aldıran ve altı vilâyet zabıtasınca ve hükûmetçe, asayişin ihlâline dair bir tek maddesi kaydedilmiyen ve yüz binlerle Nur şâkirdlerinin hiç bir vukuatı görünmiyen; yalnız, bir küçük talebenin haklı bir müdafada, küçük bir vukuatından başka hiçbir şâkirdinden bir cina- (Orjinal Sayfa:553) yet işitilmeyen ve hangi hapse girmiş ise o mahpusları ıslah eden ve yüz binler Risale-i Nurdan, memlekette intişar etmekle beraber, menfaattan başka hiçbir zararı olmadıklarını yirmiüç senelik hayatının ve üç hükûmet ve mahkemelerin beraetler vermelerinin ve Nurun kıymetini bilen yüzbin şâkirdlerinin kavlen ve fiilen tasdiklerinin şehadetiyle isbat eden ve münzevî mücerred, garip, ihtiyar, fakir ve kendini kabir kapısında gören ve bütün kuvvet ve kanaatiyle fâni şeyleri bırakıp, eski kusuratına bir keffaret ve hayat-ı bâkiyesine bir medar arıyan ve dünyanın rütbelerine hiç ehemmiyet vermiyen ve şiddet-i şefkatinden masumlara, ihtiyarlara zarar gelmemek için kendisine zulüm ve tâzib edenlere beddua etmiyen bir adam hakkında, «Bu ihtiyar münzevi asayişi bozar, emniyeti ihlâl eder ve maksadı dünya entrikalarıdır. Ve muhabereleri dünya içindir. Öyle ise suçludur!» diyenler ve onu pek ağır şerait altında mahkûm edenler, elbette yerden göğe kadar suçludur. Mahkeme-i Kübrada hesabını verecekler!... Acaba, bir nutuk ile, isyan eden sekiz taburu itaata getiren ve kırk sene evvel, bir makalesiyle binler adamı kendine taraftar yapan ve mezkûr üç dehşetli kumandanlara karşı korkmıyan ve dalkavukluk yapmayan ve mahkemelerde, «Başımdaki saçlarım adedince başlarım bulunsa ve her gün biri kesilse zındıkaya ve dalâlete teslim-i silâh edip, vatan ve millet ve İslâmiyete hiyanet etmem. Hakikat-ı Kur'ana feda olan bu başımı zâlimlere eğmem!» diyen; ve Emirdağ'ında beş-on âhiret kardeşi ve üç dört hizmetçilerden başka kimse ile alâkadar olmıyan bir adam hakkında; ittihamnamede: «Bu Said, Emirdağ'ında gizli çalışmış, asayişe zarar vermek fikriyle orada bir kısım halkları zehirlemiş! Yirmi adam da etrafında onu medhedip, hususî mektuplar yazdıkları gösteriyor ki, o adam inkılâb ve hükûmet aleyhinde gizli bir siyaset çeviriyor.» diyerek, emsalsiz bir adâvet ve ihanetlerle iki sene hapse sokmak ve hapiste tecrid-i mutlak ile ve mahkemede konuşturmamakla tâzib edenler, ne derece haktan ve adâletten ve insaftan uzak düştüklerini vicdanlarına havale ediyorum. Hiç mümkün müdür ki, böyle haddinden yüz derece ziyade teveccüh-ü âmmeye mazhar ve bir nutuk ile binler adamı itaata getiren ve bir makale ile, binlerle insanları İttihad-ı Muhammedî (A.S.M.) Cemiyetine iltihak ettiren ve Ayasofya Camiinde ellibin adama takdir ile nutkunu dinlettiren bu adam; üç sene (Orjinal Sayfa:554) Emirdağ'ında çalışsın, yalnız beş-on adamı kandırsın! Ve âhiret işini bırakıp siyaset entrikalariyle uğraşsın. Yakın olduğu kabrine nurlar yerine lüzumsuz zulmetler doldursun... Hiç kabil midir? Elbette şeytan dahi bunu kimseye kabul ettiremez. Dördüncüsü: Şapka giymediğimi mahkûmiyetime ehemmiyetli bir sebeb göstermeleridir. Beni konuşturmadılar, yoksa beni cezalandırmağa çalışanlara diyecektim ki; üç ay Kastamonu'da polisler ve komiser karakolunda misafir kaldım. Hiçbir vakit bana demediler şapkayı başına koy. Ve üç mahkemede şapkayı başıma koymadığım ve başımı makhemede açmadığım alde, Afyon müstesna bana ilişmedikleri ve yirmi üç sene bazı dinsiz zâlimlerin, o bahane ile bana gayr-ı resmî çok sıkıntılı ve ağır bir nevi ceza çektirdikleri ve çocuklar ve kadınlar ve ekseri köylüler ve dairelerde giymeğe mevbur olmadıkları ve hiç bir maddî maslahat giymesinde bulunmadığı halde, benim gibi münzevi; bütün müçtehidlerin ve umum Şeyhül-İslamların yasak ettikleri bir serpuşu giymediğim bahanesiyle ve uydurmalar iulâvesiyle, yirmi sene bir âdetle tekrar beini cezalanldırmağa göndüzde rakı içip, namaz kılmayanları hürriyet-i şartiye var diye, kendi fesi iken, ilişmediği halde, bu derece şiddet ve tekrarla ve ısrarla beni bir Kıyafetim için suçlandırmağa çalışan; elbette ölümün îdam-ı ebedîsini ve kabrinde dâimî hmaps-i nünferidini gördükten msonra mahkeme-i kübrada ondan bu batâsı sorulacak. Beşincisi: Otuzüç âyâtı Kur'aniyenin tahsikârâne işaretine mazariyetini; ve İman-ı Ali (Kerremallahü Vechehü) ve Gavs-ı A'zam (Kuddise sırruhu) gibi evliyanın takdirlerini; ve yüzbin ehl-i îmanın tasdiklerini; ve yirmi senede millete ve vatana zararsız pekçok menfatli yüksek bin mertebeyi kazı-andıran Risale-i Nur'u sinek kanadı gibi bahanelerle, bazı risealelerinin müsaderesine hattâ dörtyüz sahife olan ve yüzbin adamın îmanlarını kurtaran ve kuvvetlendiren"zülfikar - Mu'cizat-ı Ahmediye" mecmuasını, içindeki eskiden yazılmış ve mürur-u zaman ve af haklı tevsirlerine dair, iki ahife bahanesiyle o pekçok menfaatlli ve kıymatdar mecmuanın müsaderesine çalıştığı gibi şimdi de Nur'un kıymetter risalelerinden, her birisinin bir kelime içinde bir-iki kelimesine yanlış mânâ vermekle, o bin menfaatli risalenin müsaderesine çalıştığını, bu üçüncü iddianameyi işiten (Orjinal Sayfa:555) ve neşrettiğimiz kararnameyi işi-ne ve neşrettiğimiz kararnameyi gören tasdik eden. Biz dahi: ِلكُلِّ مُصِيبَةٍ اِنَّا لِلَّهِ وَاِنَّآ اِلَيْهِ رَاجٍعُونَ deriz. وَنِعْمَ الْوَكِيلُ بِاسْمِهِ سُبْحَانَهُ Altıncısı: Nur'un şâkidlerinden bazılarını fevkalâde îman hüccetlerini ve sarsılmaz ayn-el yakîn ulûm-u îmaniyeyi nurlarda görüp istifade ettiklerinden bu bîçare tercüm-anına bin nevi teşvik ve tebrik ve takdir ve teşekkür nev'inde, ziyade hüsn-ü zan ile ve müfritane medhetmeleri ile beni suçlu gösterene derim: Ben âciz, zaif, gurbette, menfi, yarım ümmî ve aleyhimde propaganda ile haklı benden ürkütmak halleri içinde, Kur'anın ilâçlarından ve îmanın kudsî hakîkatlarından dertlerime tam derman olanların kenldime bulunduğum zaman, bu millete ve bu vatan evlâdlarına dahi tam bir ilâç olduğuna tam kanaat getirdiğim için kıymetdar hakikatleri kaleme aldım. Hattım pek noksan olmasından yardımcılara pek çok muhtaç iken, inayet-i İlâhiyye bana sâdık, has, metin yardımcıları verdi. Elbette ben onların hüsn-ü sanlarına ve samimane medihlerini bütün bütün reddetmek ve hatırlarını tekdir ile kırmak, o hazine-i Kur'aniyeden alınan Nurlara bir ihanet ve adâvet hükmüne geçer diye o elması kalemli ve kahraman kalbli muavinleri kaçırmamak için onların âdi ve müflis şahsımakarşı medh-ü senalarını, asıl mal sahibi ve bir mânevî mu'cize-i Kur'âniye olan Risale-i Nur'a ve has şâkirdlerinin şahsiyet-i mâneviyesine çeviriyordum. Ve bana benim haddimden yüz derece ziyade hisse veriyorsunuz diye bir cihette hatırlarını kırıyordum. Acaba hiç bir kanun, müstenkif olan ve râzı olmayan bir adamı başkalırının onu medhetmesiyle suçlu yapar mı ki, kanun namına hareket eden resmî me'mur beni suçlu yapıyor? Her neşrettiğimiz aleyhimde yazılan kararnamenin ellidördüncü sahifesinde: Hem Nur'un mesleğinde hiç bir cihette benlik, şahsi makamlara arzu etmek. şan ve şeref kazanmak olmaz. Nur'daki ihlâsi bozmamak için, uhrevî makamat dahi bana verilse, bırakmağa kendimi mecbur biliyorum diye kararnamede yazdıkları...Ve yine kararnamede yirmiikinci ve (Orjinal Sayfa:556) üçüncü sahifesinde "kusurunu bilmek fark ve aczini anlamak, tezellül ile dergâh-ı İlâhîyeye iltica etmek ki; o şahsiyetle kendimi herkesten ziyade bîçâre, âciz, kusurlu görüyorum. O halde, bütün halk beni medh ü sena etse, beni inandıramazlar ki iyiyim, sabib-i kemalim. Sizi bütün bütün kaçırmamak için, üçüncü hakikî şahsiyetimin gizli çok fenalıklarını ve sû-i hallerini söylemiyeceğim. Cenab-ı Hak inayetiyle en etna bir nefes gibi, bu şahsımı esrar-ı Kur'aniyede istihdam ediyor. Yüzbin şükür olsun. "Nefis cümleden etna, vazife cümleden âlâ." fıkrasını, kararnamede yazdıkları halde, beni başka zâtların medhile ve Risale-i Nur mânasiyle bana bir hidayet edici vasfını vermekle, beni suçlu yapanlar, elbette bu hatâlarının cezasını dehşetli çekmeğe müstehak olurlar. Başıma gelen musîbetlerden yedincisi: Biz ve umum Nur risaleleri Denizli ve Ankara ağır ceza ve temyiz mahkemelerinin ittifakıyla beraet ettiğimiz ve umum risale ve mektublarımızı bize iade ettikleri ve "Temyizin bozma kararında, Denizli beraetinde faraza bir hatâ dahi olsun, o bedret ve hüküm kat'iyyen kesbetmeştir, daha tekrar muhakeme edilmez." dedikleri halde, ben Emirdağında üç sene münzevi ve iki - üç terzi çırağı nöbetle bana hizmet vepek nadir olarak, beş-on dakika bazı dindar zâtlardan başka, zaruret olmaktan konuşmayan ve tek bir yere Nurlara teşvik için haftada bir tek mektiptan teşvik ieçein haftada bir tek mektubtan başka muhabere etmiyen ve kendi müftü kardeşine üç senedeş üç mektubdan baka yazmayan ve yirmi otuz seneden beri devam eden te'lefini bırakan, yalnız baütün ehl-i Kur'an îmana menfaatlğı yirmi sahifelik iki nükte, (Biri : Kur'an'daki tekrarların hikmeti, diğeri: Melekler hakkındakie bazı mes'elelerden) hiçbir risale daha te'lif etmeyen; ve yalnızmahkemelerini iade ettikleri risalelerin büşük mecmualar yapılmasına ve eski harf ile tab'edilen "Âyet-ül kübrâ" nın beşyüz nüshası mahkeme tarafından bize teslim edildiğinden ve teksir makinesi rahmen yasak olmadığından, Alem-i İslâm'ın istifadesi fikriyle kardeşlerime neşr için teksirine izin verecek, onların tasdikleri ile meşgul olan ve kat'iyyen hiç bir siyasetle alâkadar olmıyan ve memleketine gitmek için, resmen izin verildiği halde, bütün menfilere muhalif olarak dünyaya ve siyasete kaçırmamak için, sıkıntılı bir gurbeti kabul edip, memlekitine gitmeyen bir adam hakkında, bu üçüncü ittihamnâmedeki asılsız isnadlarla ve yalan bahisler ve yanlış mânalarla o adamı suçlu yapmağa çalışanlar -şimdilik söyleyemiyeceğim- dehşitli iki mâna hükmettiğini, bu yirmi ayda bana karşı (Orjinal Sayfa:557) muamelesi isbat ediyor. Ben de derim: Kabir ve sakar yeter, mahkeme-i kübra ya havale ediyorum. Sekizincisî: Beşinci Şuâ iki sene Denizli ve Ankara Mahmekelerinin ellerinde kalıp, sonra bize iade ettiklerinden, Denizli mahkemesinde beraetimizi metice veren müdafaatımla beraber "Sirac-ün-Nur" ismindeki biyüt mecmuanın âhirinlde yazılmış.Gerçi evvelce mahrem tutuyorduk, fakat mâdem mahkemeler onu teşhir edip, beraetle, bize iade ettiler Demek bir zararı yoktur diye teksirini izin verdim. Ve o Beşinci Şuânl'ın aslı, kırk elli sene evvel yazılmış müteşabih blir kısım hadîslerdin, fakat ümmette eskiden beri intişar eden bir kısımına, gerçi bazı ehl-i hadîs bir za'fiyet isnad etmişler,. fakat zâhirî manaleri mendar-ı itiraz olmasından, sırf ehl-i îmânı şüphe yelrden kurturmak için yazıldığı halde bir zaman sonra onun hârika te'vellerini bir kısımı göstere göründüğü için, biz onu mahrem tutuk; tâ yanlış mâna verilmesin. Sonra, mütaaddit mahkemeler onu tedkik edip, teşhirine sebep olmakla berabar, bize iade ettikleri halde, şimdi bin tekrar onunla suçlu yapmak ne kadar adâletten, haktan. insaftan uzak olduğunu bizi kanaat-ı vicdaniye ile mahkûm etmek ve onları dahi mahkeme-i kübraya havale ederek, وَنِعْمَ الْوَكِيلُ بِاسْمِهِ سُبْحَانَهَ deriz. Dokuzuncusu: Çok mühimdir. Fakat bizi mahkûm edenler Risale-i Nur'u mütalâa ettiklerinin hatırı için, onları kızdırmamak fikriyle yazmadım. Onuncusu: Kuvvetli ve ehimmiyetlidir. Fakat yine onalrı küstürmemek niyetiyle şimdilik yazmadım. (Hâşiye) _______________________ (Hâşiye): Resûl-ü Ekrem Aleyhissalâtü Vesselâm; mu'cize-i Kübra-yı Mi'raciyle, cin ve inse ve melâikeye nübüvvetini gösterdiği ve müşrikîne ve münafıklara karşı, erkân-ı îmaniyenin kutbu olan Zât-ı Zülcelâli, Cenneti ve Cehennemi bizzat gözüyle müşahede edip, Muhammedül-Emin ismiyle müsemma olan Zât-ı mübarekiyle, Cenab-ı Hakkın varlığını ve haşri ve Mahkeme-i Kübrayı bütün cin ve inse haber verdiği gibi; Risale-i Nur da, "Haşirdeki Mahkeme-i Kübraya Bir Arzuhal" olan bu risale ile bu asrın imanî, i'tikadî olan istinad noktaları sarsıldığından, şek ve şüpheye düşen ehl-i îmana ve ehl-i vukufa ve ehl-i hâkimlere, Cenab-ı Hakkın varlığını ve adâletini, Mahkeme-i Kübrayı ve haşri, âlem-i gaybı, âlem-i şehadete getirip; kat'iyyen, aslâ şekk ve şüphe olmayacak derecede; dalâlete, küfr-ü mutlaka düşenlere Cehennemi ve ehl-i îmana da Cenneti, bu dünyada gözlere göstermiştir. Bütün nev-i beşere îman-ı tahkikişyi hakkalyakîn isbat etmiştir. Cenab-ı Hak, Risale-i Nur Müellifi Üstadımızdan ebediyen razı olsun. Âmîn! Küçük Ali (Orjinal Sayfa:558) BEDİÜZZAMAN SAİD NURSÎ'NİN AFYON HAPİSHANESİNDE TECRİD-İ MUTLAKTA İKEN TALEBELERİNE YAZDIĞI MEKTUPLARDAN BAZI KISIMLAR بِاسْمِهِ سُبْحَانَهُ Aziz Sıddık Kardeşlerim, Sizi, taziye değil, belki tebrik ediyorum. Mâdem kader-i İlâhî bizi bu üçüncü Medrese-i Yûsufiyeye bir hikmet için sevketti. Ve bir kısım rızkımızı bize burada yedirecek ve rızkımız bizi buraya çağırdı; ve mâdem şimdiye kadar kat'î tecrübelerle عَسَى اَنْ تَكْرَهُوا شَيْئًا وَهُوَ خَيْرٌ لَكُمْ sırrına, inayet-i İlâhiyye bizi mazhar etmiş; ve mâdem Medrese-i Yûsufiyedeki yeni kardeşlerimiz herkesten ziyade Nurlardaki teselliye muhtaçtırlar ve adliyeciler memurlardan ziyade Nur kaidelerine ve sair kudsi kanunlarına ihtiyaçları var. Ve mâdem Nur nüshaları pek kesretle hariçteki vazifenizi görüyorlar ve fütuhatları tevakkuf etmiyor; ve mâdem burada herbir fâni saat, bâkî ibadet saatleri hükmüne geçer.. elbette biz bu hâdiseden, mezkûr noktalar için kemâl-i sabır ve metanet içinde merurane şükür etmemiz lâzımdır. Denizli hapsinde teselli için yazdığımız bütün o küçük mektupları, size de aynen tekrar ederim. İnşâallah o hakikatlı fıkralar sizi de müteselli ederler. SAİD NURSÎ * * * بِاسْمِهِ سُبْحَانَهُ Aziz, sıddık kardeşlerim! Evvelâ: Benim şahsıma edilen eziyet ve ihanetlerden müteessir olmayınız. Çünki Risale-i Nur'da bir kusur bulamıyorlar, onun bedeline benim ehemmiyetsiz ve çok kusurlu şahsımla uğraşıyorlar. Ben bundan memnunum. Risale-i Nur'un selâmetine ve şerefine binler şahsî elemler, belalar, tahkirler görsem; yine müftehirane şükretmek, Nur'dan aldığım dersin muktezasıdır ve onun için bana bu cihette acımayınız.,[/COLOR][/B] [/QUOTE]
Adı
İnsan doğrulaması
Peygamber Efendimiz a.s.v.'ın kabri nerededir? (Sadece şehir adını küçük harfler ile giriniz)
Cevap yaz
Forumlar
Risale-i Nur Okuma ve Anlama
Risale-i Nur Külliyatı
Tarihçe-i Hayat
Afyon hayatı
Bu site çerezler kullanır. Bu siteyi kullanmaya devam ederek çerez kullanımımızı kabul etmiş olursunuz.
Accept
Daha fazla bilgi edin.…
Üst