Huseyni
Müdavim
6. Bölüm - 3. FASIL: Hz. Ebubekir'in Zekat Vermekten Kaçınıp Dinden Dönenlerle Savaşmaya Büyük Önem
3. FASIL: Hz. EBUBEKİR’İN ZEKAT VERMEKTEN KAÇINIP DİNDEN DÖNENLERLE SAVAŞMAYA BÜYÜK ÖNEM VERMESİ
Hz. Ebubekir’in Savaş Konusunda Ensar ve Muhacirlere Danışması
- Hz. Peygamber vefat ettiği zaman Medine’de münafıkların sayısı arttı. Arap ve Acem birçok kimse dinden döndü. Acemler Nihavend’de toplanarak “Arapların biraraya gelmelerini sağlayan kişi öldü!” dediler. Bunun üzerine Hz. Ebubekir, Muhacir ve Ensar’ı bir yerde toplayarak şunları söyledi:
“Bildiğiniz gibi Araplar zekat koyunlarını ve develerini vermeyerek dinden döndüler. Acemler de Nihavend’de toplanıp aralarında anlaşarak sizinle savaşmaya karar verdiler ve sizi birarada tutan kişinin öldüğünü söylediler. Bu konuda ne öneriyorsunuz? Çünkü ben de sizden birisiyim. Bu beladan en büyük pay da halifelik görevini taşımam dolayısıyla bana düşmektedir. Benim yüküm hepinizinkinden ağırdır”.
Orada bulunanlar başlarını eğerek uzun bir süre düşündüler. En sonunda Hz. Ömer sessizliği bozarak şunları söyledi:
“Ey Allah Rasûlünün halifesi! Bana kalırsa bu Araplardan namaz kılma ve zekat verme görevlerini affetmelisin. Çünkü onlar câhiliyeden henüz yeni çıkmışlardır. İslâmiyet onlarda yerleşmiş değildir. Ya Allah onları daha sonra imana yeniden döndürür ya da İslâm’ı güçlendirir ve gâlib kılar. O zaman da onlarla savaşabilecek duruma gelmiş oluruz. Şu anda ise Muhacir ve Ensar’ın bütün Arap ve Acemlere karşı savaşma gücü yoktur”. Hz. Ebubekir bu kez Hz. Osman’a dönerek ne düşündüğünü sordu. O da Hz. Ömer’i destekler mahiyette konuştu. Daha sonra Hz. Ali ve diğer Muhacirler de ona katıldılar. Hz. Ebubekir bu kez de Ensar’a baktı. Onlar da bu hususta Muhacirlere tâbi olduklarını söylediler. Böylece herkesin fikrini öğrenen Hz. Ebubekir minbere çıktı; Allah’a hamdu senâlarda bulunduktan sonra şunları söyledi:
“Ey İnsanlar! Allah, Muhammed’i gönderdiğinde hak taraftarları azınlıkta olup her taraftan ona hücum edilmekteydi. İslâm garipti ve her gittiği yerden kovuluyordu. Allah onları Muhammed vasıtasıyla biraraya getirdi. Onlar kıyamete dek devam edecek orta bir ümmet oldular. Yemin ederim ki Allah’ın emirlerini yerine getirmek ve O’nun yolunda cihat etmek için hiç durmadan çalışacağım; tâ ki Allah Teâlâ’nın bize vermiş olduğu va’dini yerine getirinceye kadar. Bu uğurda öldürülenlerimiz şehit olur ve cennete giderler. Sağ kalanlarımız da yeryüzünde Allah’ın halifesi ve kullarının mirasçısı olacaklardır. Bunu Rabb’imiz va’detmiştir. O’nun va’di ise haktır. Allah Teâlâ şek ve şüphe götürmez kelâmında şunları söylüyor: “Allah sizden iman edip, salih amellerde bulunanlara (şunu) va’detmiştir: Onlardan öncekileri nasıl iktidar sahibi kıldı ise onları da yeryüzünde iktidar sahibi kılacaktır...’ (Nûr: 24/55) Allah’a yemin ederim ki Hz. Peygamber’e zekat olarak verdikleri bir yuları dahi vermeyecek olsalar, dünyadaki bütün ağaçlar, taşlar, cinler ve insanlar onlara yardım etseler yine de Allah’a kavuşuncaya dek onlarla cihada devam edeceğim. Çünkü Allah Teâlâ namaz ile zekatı birbirinden ayırmayıp birçok yerde birlikte zikretmiştir”. Halifenin bu sözleri üzerine Hz. Ömer tekbir getirerek
“Yemin ederim ki Ebubekir onlara savaş açma konusunda haklıdır!” dedi. [1]
- Arapların dinden döndükleri sıralarda Hz. Ebubekir minbere çıkıp Allah’a hamdu senalar getirdikten sonra şunları söylemiştir:
“Hamd, hidâyete erdirdiğine yeterli olan ve onu zengin kılan Allah Teâlâ’ya mahsustur. Allah, peygamberi Muhammed’i sıkıntılar içerisinde göndermiştir. İslâm garip ve sıkıntılı olarak başlamıştır. Allah’ın insanlara yüklemiş olduğu ahdi zayıflamış ve eskimişti. Allah Teâlâ kitap ehline gazap etmiş ve onların yanlarında hayır denilebilecek hiç bir şey bırakmamıştı. Onlar kötülüklerden sakınmadığı için Allah da onlardan şerleri uzaklaştırmamıştı. Onlar kitaplarını tahrif edip ona yabancı şeyler sokuşturdular. Araplarsa ümmiydi (mektep ve medrese görmemişti). Allah konusunda birşey bilmiyorlar ve O’na kulluk da yapmıyorlardı. Mâddî bakımdan çok büyük sıkıntılar içerisinde olup din yönünden de dalâlette bulunuyorlardı. Toprakları ise çorak ve verimsizdi. Bunların yanısıra bir de sahabe kitlesi vardı ki Allah Teâlâ onları Muhammed’le biraraya getirdi. Onları hayırlı ve orta bir ümmet kıldı. Onları, kendilerine katılanlarla destekledi ve karşılarındakilere gâlib getirdi. Bu durum Hz. Peygamber’in vefatına kadar böyle devam etti. Onun vefatından sonra şeytan yine onların enselerine bindi. Onları eski sapıklıklarına çevirdi. Allah’ın koymuş olduğu sınırları çiğnediler. “Muhammed sadece bir peygamberdir ve ondan önce de (nice) peygamberler gelip geçmiştir. Eğer o ölür veya öldürülürse topuklarınız üzerinde geriye mi döneceksiniz? Kim topukları üzerinde geriye dönerse (bilsin ki) o Allah’a hiç bir zarar veremez! Muhakkak Allah şükredenlerin mükâfaatını verecektir!” (Âl-i İmran: 3/144).
“Etrafınızdaki Araplar zekât koyunlarını ve develerini vermemek için isyan ettiler. Onların, dinlerini bugünkü kadar hiçe saydıkları görülmemiştir. Siz de Hz. Peygamber’in bereketini kaybetmenize rağmen dininizde hiç bir zaman bugünkü kadar kuvvetli olmamışsınızdır. Hz. Peygamber sizleri, kendisini dalâlette bulup da hidâyete erdiren o Kâfî ve Evvel olan Allah’a emanet etmiştir. Onu fakir bulup zengin eden Allah, sizi de durmakta olduğunuz ateş çukurunun kenarından kurtardı. Allah’a yemin ederim ki O va’dini yerine getirip bize vermiş olduğu ahdini ifa edene kadar O’nun emirleri doğrultusunda savaşacağım. Bizden öldürülenler şehid olur ve cennete giderler. Kalanlarımız ise yeryüzünde Allah’ın halifesi ve vârisi olacaklardır. Bu Allah’ın vermiş olduğu sözüdür ki O sözünden dönmez. “Allah sizden iman edip sâlih amellerde bulunanlara onları yeryüzünde iktidar sahibi yapmayı va’detmiştir” (Nûr: 24/55) Hz. Ebubekir bu sözlerden sonra minberden inmiştir.[2]
______________________________
[1] Kenz III/142 (İmam Malik, İbn Ömer’den).
[2] Kenz III/142 (İbn Asakir, Salih b. Keysan’dan); Bidaye VI/311 (İbn Asakir’den bir benzerini).
Muhammed Yusuf Kandehlevi, Hayatu’s-Sahabe, Akçağ Yayınları: 1/422-424
3. FASIL: Hz. EBUBEKİR’İN ZEKAT VERMEKTEN KAÇINIP DİNDEN DÖNENLERLE SAVAŞMAYA BÜYÜK ÖNEM VERMESİ
Hz. Ebubekir’in Savaş Konusunda Ensar ve Muhacirlere Danışması
- Hz. Peygamber vefat ettiği zaman Medine’de münafıkların sayısı arttı. Arap ve Acem birçok kimse dinden döndü. Acemler Nihavend’de toplanarak “Arapların biraraya gelmelerini sağlayan kişi öldü!” dediler. Bunun üzerine Hz. Ebubekir, Muhacir ve Ensar’ı bir yerde toplayarak şunları söyledi:
“Bildiğiniz gibi Araplar zekat koyunlarını ve develerini vermeyerek dinden döndüler. Acemler de Nihavend’de toplanıp aralarında anlaşarak sizinle savaşmaya karar verdiler ve sizi birarada tutan kişinin öldüğünü söylediler. Bu konuda ne öneriyorsunuz? Çünkü ben de sizden birisiyim. Bu beladan en büyük pay da halifelik görevini taşımam dolayısıyla bana düşmektedir. Benim yüküm hepinizinkinden ağırdır”.
Orada bulunanlar başlarını eğerek uzun bir süre düşündüler. En sonunda Hz. Ömer sessizliği bozarak şunları söyledi:
“Ey Allah Rasûlünün halifesi! Bana kalırsa bu Araplardan namaz kılma ve zekat verme görevlerini affetmelisin. Çünkü onlar câhiliyeden henüz yeni çıkmışlardır. İslâmiyet onlarda yerleşmiş değildir. Ya Allah onları daha sonra imana yeniden döndürür ya da İslâm’ı güçlendirir ve gâlib kılar. O zaman da onlarla savaşabilecek duruma gelmiş oluruz. Şu anda ise Muhacir ve Ensar’ın bütün Arap ve Acemlere karşı savaşma gücü yoktur”. Hz. Ebubekir bu kez Hz. Osman’a dönerek ne düşündüğünü sordu. O da Hz. Ömer’i destekler mahiyette konuştu. Daha sonra Hz. Ali ve diğer Muhacirler de ona katıldılar. Hz. Ebubekir bu kez de Ensar’a baktı. Onlar da bu hususta Muhacirlere tâbi olduklarını söylediler. Böylece herkesin fikrini öğrenen Hz. Ebubekir minbere çıktı; Allah’a hamdu senâlarda bulunduktan sonra şunları söyledi:
“Ey İnsanlar! Allah, Muhammed’i gönderdiğinde hak taraftarları azınlıkta olup her taraftan ona hücum edilmekteydi. İslâm garipti ve her gittiği yerden kovuluyordu. Allah onları Muhammed vasıtasıyla biraraya getirdi. Onlar kıyamete dek devam edecek orta bir ümmet oldular. Yemin ederim ki Allah’ın emirlerini yerine getirmek ve O’nun yolunda cihat etmek için hiç durmadan çalışacağım; tâ ki Allah Teâlâ’nın bize vermiş olduğu va’dini yerine getirinceye kadar. Bu uğurda öldürülenlerimiz şehit olur ve cennete giderler. Sağ kalanlarımız da yeryüzünde Allah’ın halifesi ve kullarının mirasçısı olacaklardır. Bunu Rabb’imiz va’detmiştir. O’nun va’di ise haktır. Allah Teâlâ şek ve şüphe götürmez kelâmında şunları söylüyor: “Allah sizden iman edip, salih amellerde bulunanlara (şunu) va’detmiştir: Onlardan öncekileri nasıl iktidar sahibi kıldı ise onları da yeryüzünde iktidar sahibi kılacaktır...’ (Nûr: 24/55) Allah’a yemin ederim ki Hz. Peygamber’e zekat olarak verdikleri bir yuları dahi vermeyecek olsalar, dünyadaki bütün ağaçlar, taşlar, cinler ve insanlar onlara yardım etseler yine de Allah’a kavuşuncaya dek onlarla cihada devam edeceğim. Çünkü Allah Teâlâ namaz ile zekatı birbirinden ayırmayıp birçok yerde birlikte zikretmiştir”. Halifenin bu sözleri üzerine Hz. Ömer tekbir getirerek
“Yemin ederim ki Ebubekir onlara savaş açma konusunda haklıdır!” dedi. [1]
- Arapların dinden döndükleri sıralarda Hz. Ebubekir minbere çıkıp Allah’a hamdu senalar getirdikten sonra şunları söylemiştir:
“Hamd, hidâyete erdirdiğine yeterli olan ve onu zengin kılan Allah Teâlâ’ya mahsustur. Allah, peygamberi Muhammed’i sıkıntılar içerisinde göndermiştir. İslâm garip ve sıkıntılı olarak başlamıştır. Allah’ın insanlara yüklemiş olduğu ahdi zayıflamış ve eskimişti. Allah Teâlâ kitap ehline gazap etmiş ve onların yanlarında hayır denilebilecek hiç bir şey bırakmamıştı. Onlar kötülüklerden sakınmadığı için Allah da onlardan şerleri uzaklaştırmamıştı. Onlar kitaplarını tahrif edip ona yabancı şeyler sokuşturdular. Araplarsa ümmiydi (mektep ve medrese görmemişti). Allah konusunda birşey bilmiyorlar ve O’na kulluk da yapmıyorlardı. Mâddî bakımdan çok büyük sıkıntılar içerisinde olup din yönünden de dalâlette bulunuyorlardı. Toprakları ise çorak ve verimsizdi. Bunların yanısıra bir de sahabe kitlesi vardı ki Allah Teâlâ onları Muhammed’le biraraya getirdi. Onları hayırlı ve orta bir ümmet kıldı. Onları, kendilerine katılanlarla destekledi ve karşılarındakilere gâlib getirdi. Bu durum Hz. Peygamber’in vefatına kadar böyle devam etti. Onun vefatından sonra şeytan yine onların enselerine bindi. Onları eski sapıklıklarına çevirdi. Allah’ın koymuş olduğu sınırları çiğnediler. “Muhammed sadece bir peygamberdir ve ondan önce de (nice) peygamberler gelip geçmiştir. Eğer o ölür veya öldürülürse topuklarınız üzerinde geriye mi döneceksiniz? Kim topukları üzerinde geriye dönerse (bilsin ki) o Allah’a hiç bir zarar veremez! Muhakkak Allah şükredenlerin mükâfaatını verecektir!” (Âl-i İmran: 3/144).
“Etrafınızdaki Araplar zekât koyunlarını ve develerini vermemek için isyan ettiler. Onların, dinlerini bugünkü kadar hiçe saydıkları görülmemiştir. Siz de Hz. Peygamber’in bereketini kaybetmenize rağmen dininizde hiç bir zaman bugünkü kadar kuvvetli olmamışsınızdır. Hz. Peygamber sizleri, kendisini dalâlette bulup da hidâyete erdiren o Kâfî ve Evvel olan Allah’a emanet etmiştir. Onu fakir bulup zengin eden Allah, sizi de durmakta olduğunuz ateş çukurunun kenarından kurtardı. Allah’a yemin ederim ki O va’dini yerine getirip bize vermiş olduğu ahdini ifa edene kadar O’nun emirleri doğrultusunda savaşacağım. Bizden öldürülenler şehid olur ve cennete giderler. Kalanlarımız ise yeryüzünde Allah’ın halifesi ve vârisi olacaklardır. Bu Allah’ın vermiş olduğu sözüdür ki O sözünden dönmez. “Allah sizden iman edip sâlih amellerde bulunanlara onları yeryüzünde iktidar sahibi yapmayı va’detmiştir” (Nûr: 24/55) Hz. Ebubekir bu sözlerden sonra minberden inmiştir.[2]
______________________________
[1] Kenz III/142 (İmam Malik, İbn Ömer’den).
[2] Kenz III/142 (İbn Asakir, Salih b. Keysan’dan); Bidaye VI/311 (İbn Asakir’den bir benzerini).
Muhammed Yusuf Kandehlevi, Hayatu’s-Sahabe, Akçağ Yayınları: 1/422-424