Risale-i nurdan vecizeler

NİSANUR

Well-known member
Cevap: Risale-i Nurdan Vecizeler

Eğer, nur-u imân, içine girse, üstündeki bütün mânidar nakışlar o ışıkla okunur. O mümin, şuur ile okur ve o intisabla okutur. Yani, "Sâni-i Zülcelâlin masnuuyum, mahlûkuyum, rahmet ve keremine mazharım" gibi mânâlarla, insandaki sanat-ı Rabbâniye tezâhür eder. Demek, Sâniine intisabdan ibâret olan imân, insandaki bütün âsâr-ı sanatı izhâr eder. İnsanın kıymeti, o sanat-ı Rabbâniyeye göre olur ve âyine-i Samedâniye itibâriyledir. O halde, şu ehemmiyetsiz olan insan, şu itibarla bütün mahlûkat üstünde bir muhatab-ı İlâhî ve Cennete lâyık bir misafir-i Rabbânî olur.

23.söz
 

NİSANUR

Well-known member
Cevap: Risale-i Nurdan Vecizeler

''hilkat-i kainatın bir netice-i azamı, ubudiyet-i insaniyedir ve rububiyet-i ilahiyeye karşı iman ve itaatle mukabeledir.''

lem'alar
 

NİSANUR

Well-known member
Cevap: Risale-i Nurdan Vecizeler

''en hayırlı genç odur ki, ihtiyar gibi ölümü düşünüp ahiretine çalışarak, gençlik hevesatına esir olmayıp gaflette boğulmayandır.''

mektubat
 

harp

Well-known member
Risale panoya ne yazardiniz?

Bu panoya rİsalelerden sÖzler yazabİlİr ayrica ÖzlÜ sÖzler atasÖzlerİ yazabİlİrsİnİz...sadece...selametle..

Made İn harp....
 

harp

Well-known member
Cevap: Rİsale panoya ne yazardiniz?

Üçüncü Şuâ

Mukaddime

Bu Sekizinci Hüccet-i İmaniye 1 , vücub-u vücuda ve vahdâniyete delâlet ettiği gibi, hem delâil-i kat’iye ile rububiyetin ihatasına ve kudretinin azametine delâlet eder. Hem hâkimiyetinin ihatasına ve rahmetinin şümulüne dahi delâlet ve ispat eder. Hem kâinatın bütün eczasına hikmetinin ihatasını ve ilminin şümulünü ispat eder.

Elhasıl, bu Sekizinci Hüccet-i İmaniyenin herbir mukaddimesinin sekiz neticesi var. Sekiz mukaddimelerin herbirinde, sekiz neticeyi delilleriyle ispat eder ki, bu cihette bu Sekizinci Hüccet-i İmaniyede yüksek meziyetler vardır.
Hâtime

Sırr-ı tevhid içinde sair erkân-ı imaniyeye birer kelâmla kısacık birer işarettir.

Ey insan-ı gafil! Gel bir kere düşün ve bu risalenin üç makamında beyan edilen Üç Meyve, Üç Muktazî, Üç Hücceti nazara al, bak ki, bu kâinatta tasarruf eden ve en cüz’î bir şifayı ve en küçük bir şükrü dahi nazara alan ve sinek kanadı gibi en az bir san’atı başkalarına havale etmeyen ve vermeyen ve lâkayt kalmayan ve en basit bir tohuma bir ağaç kadar vazifeler ve hikmetler takan ve kendi Rahmâniyetini ve Rahîmiyetini ve Hakîmliğini herbir san’atıyla ihsas eden ve kendini herbir vesileyle tanıttıran ve herbir nimetle sevdiren bir Sâni-i Kadîr, Hakîm, Rahîm, Alîm, hiç mümkün müdür ki ve hiçbir cihetle kàbil midir ki, kâinatı mânen istilâ eden mehâsin-i hakikat-ı Muhammediyeye (a.s.m.) ve tesbihat-ı Ahmediyeye (a.s.m.) ve envar-ı İslâmiyeye karşı lâkayd kalsın?

Ve hiçbir cihetle mümkün müdür ki, bütün masnuatını yaldızlayan ve bütün mahlûkatını sevindiren ve kâinatı ışıklandıran ve semâvât ve arzı velveleye veren ve küre-i arzın yarısını ve nev-i beşerin beşten birisini ondört asır bilâ fasıla saltanat-ı maddiye ve mâneviyesi altına alan ve daima o muhteşem saltanatı Hâlık-ı Kâinat hesabına ve namına süren Risalet-i Ahmediye (a.s.m.) o Sâniin en mühim bir maksadı, bir nuru, bir âyinesi olmasın? Hem Muhammed (a.s.m.) gibi aynı hakikata hizmet eden enbiyalar dahi o Sâniin elçileri ve dostları ve memurları olmasın? Hâşâ, mu’cizat-ı enbiya adedince hâşâ ve kellâ!
Said Nursî​
 

NİSANUR

Well-known member
Cevap: Risale-i Nurdan Vecizeler

Hudutsuz şükürler, nihayetsiz senalar olsun o Zât-ı Zülcelâle ki, bizleri cehl-i mutlak derelerinden, isyan ve küfran bataklıklarından lütuf ve keremiyle çıkarıp, gözleri kamaştıran en parlak bir Nur a talebe etmiştir.

Emirdağ Lahikası
 

NİSANUR

Well-known member
Cevap: Risale-i Nurdan Vecizeler

Hem madem ben sizlere kanaat ettim ve ediyorum, başkalara bakmıyorum,
meşgul olmuyorum; siz dahi Risaletü'n-Nur'a kanaat etmeniz lazımdır, belki bu zamanda elzemdir.

Kastamonu Lâhikası
 

NİSANUR

Well-known member
Cevap: Risale-i Nurdan Vecizeler

O azâbı çekmekte kabahat, kusur ona aittir. Çünkü kalbindeki hadsiz istidad-ı muhabbet, hadsiz bir cemâl-ı bâkiye mâlik bir Zâta tevcih etmek için verilmiş. O insan sûiistimal ederek o muhabbeti fâni mevcudata sarf ettiği cihetle kusur ediyor, kusurunun cezasını firâkın azâbıyla çekiyor. ..

Lemalar
 

harp

Well-known member
Cevap: Rİsale panoya ne yazardiniz?

[FONT=tahoma,sans-serif]Bu Nesil Kimin Eseri?[/FONT]


[FONT=tahoma,sans-serif] Sene 1800'lü yılların başı...

O tarihlerde İstanbul'un Karaköy semti İstanbul'un en önemli ticaret merkezidir. Osmanlı Devleti'nin sadece Anadolu'ya açılan ticari kapısı değil, aynı zamanda ithalat ve ihracatın da merkezidir. Karaköy o yıllarda yerli yabancı çok sayıda insan kaynamaktadır. O tarihlerde henüz tren ulaşımı devreye girmediğinden, İstanbul'a gelen yabancı tüccarların kullandığı en önemli ulaşım aracı gemilerdir. Avrupa'dan gemilerle gelen yabancı tüccarlar ve seyyahlar Karaköy limanına ayak basarak İstanbul'a giriş yapmaktadırlar. Haliyle o tarihlerde kağıt para, çek vb. mübadele araçları henüz kullanılmaya başlanmadığından, bütün alışverişler altın ve gümüş paralar üzerinden yapılmaktadır.
Fransa'dan gelen bir gemiden inen ve Karaköy rıhtımına adımını atan bir Fransız tüccar, hem İstanbul'a ilk ayak basmanın şaşkınlığı, hem de kalabalığın itiş kakış etkisi ile üzerinde taşıdığı altın kesesini yere düşürür. Yere saçılan altınlar kalabalığın arasında ayaklar altında sağa sola yayılır gider. Fransız tüccar altınlardan bazılarının denize yuvarlandığını da görür. Olaya şahit olan kalabalıkların hemen altınlara saldırması, hatta denize yuvarlanan altınların peşinden suya atlayanlar olduğunu da görünce, "bittim ben" diye düşünür. Fransız tüccar panikten saçını başını yolmaya başlar.
Yukarıda da anlattığımız gibi bankaların olmadığı, 'ben paramı kaybettim, bana şu kadar havale edin' demenin mümkün olmadığı o dönemde yabancı bir ülkede beraberinde getirdiği altınları kaybetmek demek, herşeyini yitirmek anlamına gelmektedir. Fransız tüccarı perişan eden durum da yabancı bir ülkede içine düştüğü bu çaresizliktir. Çöküp kaldığı yerde başını ellerinin arasına almış kara kara düşünürken, insanların kendisine doğru geldiğini fark eder. Her gelen önüne 1-2 altın koyar. Önüne altın koyanlar arasında, üstü başı su içinde surulsıklam ıslanmış gençler de vardır. Fransız tüccar fark eder ki, altın kesesini düşürdüğünde altınlara doğru hamle yapan, hatta denize düşen altınların peşinden suya atlayan insanlar, kendi altınlarını toparlayabilmek için mücadele veren insanlardır.
[FONT=verdana,sans-serif]Nitekim kalabalık dağıldığında ve altınlarını saydığında hiç eksik olmadığını fark eder. Bu nesli kim ve hangi iman,inançla yetiştirdi?[/FONT]
[/FONT]
 

harp

Well-known member
Cevap: Risale panoya ne yazardiniz?

Risale-i Nur Külliyatı'ndan... Aziz kardeşim,

Sizler sabah ve akşam duamda dahilsiniz. Siz dahi beni duanızda dahil ediniz. Şu âlemde mü’minin mü’mine karşı en büyük yardımı dua iledir. Eğer bir adam, dostundan emin ise ki gurura girmez; onu şükre sevketmek için, tahdis-i nimet nev’inden ona ait bir kısım ihsânât-ı Rabbaniyeyi bahsetse beis yoktur zannederim.
 

harp

Well-known member
Cevap: Rİsale panoya ne yazardiniz?

Hulûsi Beye hitaptır.

2وَاِنْ مِنْ شَىْءٍ اِلاَّ يُسَبِّحُ بِحَمْدِهِ1بِاسْمِهِ سُبْحَانَهُ

اَلسَّلاَمُ عَلَيْكُمْ وَرَحْمَةُ اللهِ وَبَرَكَاتُهُ
3

Aziz kardeşim,

Sizler sabah ve akşam duamda dahilsiniz. Siz dahi beni duanızda dahil ediniz. Şu âlemde mü’minin mü’mine karşı en büyük yardımı dua iledir. Eğer bir adam, dostundan emin ise ki gurura girmez; onu şükre sevketmek için, tahdis-i nimet nev’inden ona ait bir kısım ihsânât-ı Rabbaniyeyi bahsetse beis yoktur zannederim.

İşte, seni gurursuz bildiğim için bu sırrı sana açıyorum. Şöyle ki:

Ben Sözleri yazarken ihtiyarsız olarak ekser temsilâtı, şuûnât-ı askeriye nev’inde zuhur ediyordu. Ben hayret ediyordum, neden böyle yazıyorum? Sebebini bulamıyorum. Sonra hatırıma geldi ki, belki istikbalde şu Sözler’i hakkıyla anlayacak, kabul edip hırz-ı cân edecek en mühim talebeleri askerîyeden yetişecek. Onun için böyle yazmaya mecbur oluyorum, düşünüp o kahraman askerleri bekliyordum.

İşte mağrur olma, şükret; sen o askerlerden bahtiyar birisisin ki, evvel yetiştin. Yirmi dört adet Sözleri meşâgil-i dünyeviye içinde yazmaklığın, benim bu hüsn-ü zannımı teyid etti. Fakat bâki kalan Sözler çok mühimdirler. Hususan i’câz-ı Kur’ân ve Kader Sözleri… İnşaallah ötekileri sana yazdıran, bunları dahi yazdıracak. Şimdiye kadar yazdığın Sözleri bir vakit gönder, güzelce tashih edip göndereceğim.

Merhum Muallim Cudi’nin kasidesi mübarektir. Cenâb-ı Hak o zâtı şefâat-i Kur’ân’a mazhar etsin. Görmemiştim, görmesinden memnun oldum, Allah senden razı olsun. Yazdığın salâvat-ı şerife ise, onun hususunda birşeye rastgelmedim. Fakat ondaki letâfet ve nuraniyet gösteriyor ki, onun hakkında zikredilen sevaba ve fazilete lâyıktır.

İşittim ki, Onuncu Sözden sen kendi nüshanı pederinize göndermişsiniz. Ben ona mukabil bir nüshayı kardeşime hediye ediyorum. O nüshada, fehmi teshil edecek çok yerlerinde çizgi çekilmiş. Onu Şeyh Mustafa, Hakkı Efendi, Hüseyin Efendiye veriniz ve daha sair bildiğinize gösteriniz—tâ onlar nüshalarını onun gibi yapsınlar.

Kardeşim, şu gurbet, esaret, yalnızlık vahşetinde Şeyh Mustafa, Hakkı Efendi, sen ve Hüseyin Efendi gibi nurlu dostlarla ünsiyet edip tesellî buluyorum. Cenâb-ı Hak beni de, sizi de tarik-i Haktan şaşırtmasın. Âmin.

Şeyh Mustafa, Hakkı, Hüseyin ve Edhem Efendilere selâmla dua ederim.

4اَلْبَاقِى هُوَ الْبَاقِى

Âhiret kardeşiniz

Said Nursî​


• • • Dipnotlar - Arapça İbareler - Haşiyeler :

1 : Her türlü noksan sıfatlardan yüce olan Allah’ın adıyla.
2 : “Hiçbir şey yoktur ki Allah’ı hamd ile tesbih etmesin.” İsrâ Sûresi, 17:44.
3 : Allah’ın selâmı, rahmeti ve bereketi üzerinize olsun.
4 : Bâkî olan sadece Odur.

http://www.sorularlarisale.com/index.php?s=modules/kulliyat&risale=554
 

harp

Well-known member
Cevap: Rİsale panoya ne yazardiniz?

Hulûsi Beye hitaptır.

2وَاِنْ مِنْ شَىْءٍ اِلاَّ يُسَبِّحُ بِحَمْدِهِ1بِاسْمِهِ

اَلسَّلاَمُ عَلَيْكُمْ وَرَحْمَةُ اللهِ وَبَرَكَاتُهُ بِعَدَدِ عَاشِرَاتِ دَقَائِقِ زَمَانِكَ الْمَصْرُوفِ لِكِتَابَةِ اَجْزَاۤءِ رِسَالَةِ النُّورِ
3

Gayyûr, ciddî, hâlis ve muhlis âhiret kardeşim,

Evvelen: Size Otuz İkinci Sözün İkinci Mevkıfını gönderdim. (HAŞİYE) Dikkatle okuyunuz ve güzelce yazınız. Hatâlar varsa da tashih ediniz. Acele ve hazin bir kalble yazıldığı için, içinde müşevveşiyet bulunacaktır.

Saniyen: Muvakkat bir fütur, bir tembellik sizde ârız olduğunu yazıyorsunuz. Baharda kanın galeyânından gelen ve gecelerin kısalmasındaki uykusuzluğundan neş’et eden ve müstemilerin kalbleri işlere teveccüh etmelerinden tevellüd eden rehavet ve füturdan başka, meyanımızdaki münasebet-i ruhiyenin rabıtasıyla, musibetin eseri olarak bendeki sarsıntının size in’ikâsı ve sirayet etmesi mümkündür.

Merhum Abdurrahman’ın vefatı zamanında, bilmediğim halde, o münasebet-i ruhiye cihetiyle fazla bir sarsıntıyı Ramazan-ı Şerifte hissettim. Şimdi anladım ki, şuurî ve ihtiyarî olmayan çok in’ikâsât vardır.

Fakat, kardeşim, sen şimdi iki vazifeyi görmekle mükellefsin: Biri, kardeşim Hulûsi Beyin vazifesi; biri de, evlâd-ı mâneviyem ve biraderzâdem ve bir dehâ-i nuranî sahibi olmak pek muhtemel olan Abdurrahman’ın vazifesi de size ilâve edildi. O benim hakikî bir vârisim idi. Yazdıklarımı ve malımı kendi malı telâkki ederdi, öyle de sahip oluyordu. Sen de bundan sonra yazı ve sözleri, senin hocanın yazısı diye tutma; kendi malın ve senin sözlerindir bil, öyle sahip ol. Hakkı Efendiye söyle ki, o da kardeşim Abdülmecid yerinde kendini anlasın ve onun vazifesiyle mükellef olduğunu bilsin.

Salisen: Otuz Üçüncü Sözden başka Söz yazılmak ihtiyacı kalmadı. Hem şer’an çok mübarek bu otuz üç adetten, bazı esbaba binaen vazgeçmeyeceğim. Hem de hakaik-i esasiye-i Kur’âniye ve imaniyenin elzem ve lâzım olan kısımları hemen ekseriyet-i mutlaka itibarıyla yazılmıştır.

Ümit ediyorum ki, Cenâb-ı Hak kabul etse, tevfik verse, yazılanlar dalâlet bulutlarını dağıtmaya kâfidirler. Her derdin devâsı içinde var demeyeceğim; fakat mühlik dertlerin ağleb devâsı, yazılanlarda vardır. Siz onların mütalâasını, kıymettar bir ibadet olan tefekkür nev’inde telâkki ediniz. Ve onlardaki ilmi, envâr ı imandan ve mârifetullahtan tasavvur ediniz ki usanç vermesin. Hem sizde ve müstemiînde iştiyak olduğu zaman okuyunuz. Bakî selâm ve dua.

Kardeşiniz

Said​


Otuz Üçüncünün Birinci Makamına dair sen fikrini yazdın. Beğendiğini gösteriyorsun. Hakkı Efendiyle Müftü Efendi ve sair ihvanların da nasıl bulduklarını anla, bana yaz. Umum kardeşlerime selâm ve dua ediyorum ve onların duasını istiyorum.

Hulûsi Bey kardeşim, o senin selefine mektubunu oku, ona acı ve ona dua et.​

• • • Dipnotlar - Arapça İbareler - Haşiyeler :

1 : Her türlü noksan sıfatlardan yüce olan Allah’ın adıyla.
2 : “Hiçbir şey yoktur ki Allah’ı hamd ile tesbih etmesin.” İsrâ Sûresi, 17:44.
3 : Risaletü’n-Nur’un eczâlarını yazmak için harcadığınız zaman dakikalarının âşireleri sayısınca, Allah’ın selâmı, rahmeti ve bereketi üzerinize olsun.
(HAŞİYE) : HAŞİYE Birinci Mevkıfı ise Ramazan hediyesidir.

http://www.sorularlarisale.com/index.php?s=modules/kulliyat&risale=555
 

harp

Well-known member
Cevap: Rİsale panoya ne yazardiniz?

Risale-i Nur Külliyatı'ndan

Senin vazifen fahir değil, şükürdür. Sana lâyık olan şöhret değil, tevazudur, hacâlettir. Senin hakkın medih değil, istiğfardır, nedâmettir. Senin kemâlin hodbinlik değil, hüdâbinliktedir.
 

harp

Well-known member
Cevap: Risale panoya ne yazardiniz?

Bütün bunları düşünürken birden tekrar Üstadın o duasına döndüm ve şu mısraları vücudumun bütün zerreleri ile söylemeye başladım."El-aman, el-aman! Ya Rahmân! Yâ Hannân! Yâ Mennân! Yâ Deyyân! Beni çirkin günahlarımın arkadaşlıklarından kurtar! Yerimi genişlettir! İlâhî, Senin rahmetin melceimdir ve Rahmeten li’l-Âlemîn olan Habibin, Senin rahmetine yetişmek için vesilemdir. Senden şekvâ değil, belki nefsimi ve halimi Sana şekvâ ediyorum” (Lemalar sh. 134) dedim ve bu duayı defalarca okudum. Kalbime bir sürur ruhuma bir inşirah geldi. Allah’ın bana bahşettiği imanımdan dolayı ona binlerce hamd ettim.17. Lemasının 12. Notasında “Benim sû-i ihtiyarımla ömrüm ve gençliğim zayi olup gitti””Senden başka ilâh yoktur. Sen birsin. Senin hiçbir şerikin yoktur. Dünyada son, âhirette ve kabirde ilk söz: Şehadet ederim ki Allah’tan başka ilâh yoktur; yine şehadet ederim ki Muhammed (s.a.v.) Allah’ın Resulüdür.” (Lemalar sh. 134) Bu duayı, yani şehadet kelimesini ölmeden önce söyleyebilecek miydim?
 
C

cetinsolhanli77

Misafir
Cevap: Risale panoya ne yazardiniz?

Risale-i Nur Külliyatı'ndan... NEFİS VE MALINI Cenâb-ı Hakka satmak ve Ona abd olmak ve asker olmak ne kadar kârlı bir ticaret, ne kadar şerefli bir rütbe olduğunu anlamak istersen, şu temsîlî hikâyeciği dinle: Bir zaman bir padişah, raiyetinden iki adama, herbirisine emaneten birer çiftlik verir ki, içinde fabrika, makine, at, silâh gibi herşey var. Fakat fırtınalı bir muharebe zamanı olduğundan hiçbir şey kararında kalmaz; ya mahvolur veya tebeddül eder, gider. Padişah, o iki nefere, kemâl-i merhametinden, bir yaver-i ekremini gönderdi. Gayet merhametkâr bir ferman ile onlara diyordu:

“Elinizde olan emanetimi bana satınız; ta sizin için muhafaza edeyim, beyhude zayi olmasın. Hem muharebe bittikten sonra size daha güzel bir surette iade edeceğim. Hem güya o emanet malınızdır; pek büyük bir fiyat size vereceğim. Hem o makine ve fabrikadaki aletler benim namımla ve benim destgâhımda işlettirilecek; hem fiyatı, hem ücretleri birden bine yükselecek. Bütün o kârı size vereceğim. Hem de siz, âciz ve fakirsiniz. O koca işlerin masârifâtını tedarik edemezsiniz. Bütün masarifatı ve levâzımatı, ben deruhte ederim. Bütün varidatı ve menfaatı size vereceğim. Hem de terhisat zamanına kadar elinizde bırakacağım. İşte beş mertebe kâr içinde kâr!

“Eğer bana satmazsanız, zaten görüyorsunuz ki, hiç kimse elindekini muhafaza edemiyor. Herkes gibi elinizden çıkacak. Hem beyhude gidecek; hem o yüksek fiyattan mahrum kalacaksınız.
Dipnotlar - Arapça İbareler - Haşiyeler :

1 : “Allah mü’minlerden canlarını ve mallarını, karşılığında Cenneti onlara vermek suretiyle satın almıştır.” Tevbe Sûresi, 9:111.

Hem o nazik, kıymettar aletler, mizanlar, istimal edilecek şahane madenler ve işler bulmadığından, bütün bütün kıymetten düşecekler. Hem idare ve muhafaza zahmeti ve külfeti başınıza kalacak. Hem emanette hıyanet cezasını göreceksiniz. İşte beş derece hasâret içinde hasâret!

“Hem de bana satmak ise, bana asker olup benim namımla tasarruf etmek demektir. Adi bir esir ve başıbozuğa bedel, âli bir padişahın has, serbest bir yaver-i askeri olursunuz.”

Onlar şu iltifatı ve fermanı dinledikten sonra, o iki adamdan aklı başında olanı dedi: “Başüstüne! Ben maaliftihar satarım, hem bin teşekkür ederim.”

Diğeri mağrur, nefsi firavunlaşmış, hodbin, ayyaş, güya ebedî o çiftlikte kalacak gibi dünya zelzele ve dağdağalarından haberi yok, dedi: “Yok yok, padişah kimdir? Ben mülkümü satmam, keyfimi bozmam.”

Biraz zaman sonra birinci adam öyle bir mertebeye çıktı ki, herkes haline gıpta ederdi. Padişahın lûtfuna mazhar olmuş; has sarayında saadetle yaşıyor. Diğeri öyle bir hale giriftar olmuş ki, herkes ona acıyor, hem “Müstehak!” diyor. Çünkü hatasının neticesi olarak, hem saadeti ve mülkü gitmiş, hem ceza ve azap çekiyor.

İşte, ey nefs-i pürheves! Şu misalin dürbünüyle hakikatin yüzüne bak. Amma o padişah ise, Ezel-Ebed Sultanı olan Rabbin, Hâlıkındır. Ve o çiftlikler, makineler, aletler, mîzanlar ise, senin daire-i hayatın içindeki mâmelekin ve o mâmelekin içindeki cisim, ruh ve kalbin ve onlar içindeki göz ve dil, akıl ve hayal gibi zahirî ve batınî hasselerindir. Ve o yaver-i ekrem ise, Resul-i Kerîmdir. Ve o ferman-ı ahkem ise, Kur’ân-ı Hakîmdir ki, bahsinde bulunduğumuz ticaret-i azîmeyi şu âyetle ilân ediyor:

اِنَّ اللهَ اشْتَرٰى مِنَ الْمُؤْمِنِينَ اَنْفُسَهُمْ وَاَمْوَالَهُمْ بِاَنَّ لَهُمُ الْجَنَّةَ 1 Dipnotlar - Arapça İbareler - Haşiyeler :

1 : “Allah mü’minlerden canlarını ve mallarını, karşılığında Cenneti onlara vermek suretiyle satın almıştır.” Tevbe Sûresi, 9:111.

Ve o dalgalı muharebe meydanı ise, şu fırtınalı dünya yüzüdür ki, durmuyor, dönüyor, bozuluyor ve her insanın aklına şu fikri veriyor: “Madem herşey elimizden çıkacak, fânî olup kaybolacak. Acaba bâkîye tebdil edip ibkà etmek çaresi yok mu?” deyip düşünürken, birden semâvî sadâ-yı Kur’ân işitiliyor. Der:

“Evet, var. Hem beş mertebe kârlı bir surette, güzel ve rahat bir çaresi var.”

Sual : Nedir?

Elcevap: Emaneti sahib-i hakikîsine satmak. İşte o satışta beş derece kâr içinde kâr var.

Birinci kâr: Fânî mal bekà bulur. Çünkü Kayyûm-u Bâkî olan Zât-ı Zülcelâle verilen ve Onun yolunda sarf edilen şu ömr-ü zâil, bâkîye inkılâb eder, bâkî meyveler verir. O vakit ömür dakikaları, adeta tohumlar, çekirdekler hükmünde, zahiren fena bulur, çürür; fakat âlem-i bekàda saadet çiçekleri açarlar ve sünbüllenirler ve âlem-i berzahta ziyâdâr, mûnis birer manzara olurlar.

İkinci kâr: Cennet gibi bir fiyat veriliyor.

Üçüncü kâr: Her âzâ ve hasselerin kıymeti birden bine çıkar. Meselâ akıl bir alettir. Eğer Cenâb-ı Hakka satmayıp belki nefis hesabına çalıştırsan, öyle meş’um ve müz’iç ve muacciz bir alet olur ki, geçmiş zamanın âlâm-ı hazinanesini ve gelecek zamanın ehvâl-i muhavvifanesini senin bu biçare başına yükletecek; yümünsüz ve muzır bir alet derekesine iner. İşte bunun içindir ki, fâsık adam, aklın iz’aç ve tacizinden kurtulmak için, galiben ya sarhoşluğa veya eğlenceye kaçar. Eğer Mâlik-i Hakikîsine satılsa ve Onun hesabına çalıştırsan, akıl öyle tılsımlı bir anahtar olur ki, şu kâinatta olan nihayetsiz rahmet hazinelerini ve hikmet definelerini açar. Ve bununla sahibini saadet-i ebediyeye müheyya eden bir mürşid-i Rabbânî derecesine çıkar.

Meselâ göz bir hassedir ki, ruh bu âlemi o pencere ile seyreder. Eğer Cenâb-ı Hakka satmayıp belki nefis hesabına çalıştırsan, geçici, devamsız bazı güzellikleri, manzaraları seyirle şehvet ve heves-i nefsaniyeye bir kavvad derekesinde bir hizmetkâr olur.

Eğer gözü, gözün Sâni-i Basîrine satsan ve Onun hesabına ve izni dairesinde çalıştırsan, o zaman şu göz, şu kitab-ı kebir-i kâinatın bir mütalâacısı ve şu âlemdeki mucizât-ı san’at-ı Rabbaniyenin bir seyircisi ve şu küre-i arz bahçesindeki rahmet çiçeklerinin mübarek bir arısı derecesine çıkar.

Meselâ dildeki kuvve-i zâikayı Fâtır-ı Hakîmine satmazsan, belki nefis hesabına, mide namına çalıştırsan, o vakit midenin tavlasına ve fabrikasına bir kapıcı derekesine iner, sukut eder. Eğer Rezzâk-ı Kerîme satsan, o zaman dildeki kuvve-i zâika, rahmet-i İlâhiye hazinelerinin bir nâzır-ı mâhiri ve kudret-i Samedâniye matbahlarının bir müfettiş-i şâkiri rütbesine çıkar.

İşte, ey akıl, dikkat et! Meş’um bir alet nerede, kâinat anahtarı nerede? Ey göz, güzel bak! Adi bir kavvad nerede, kütüphane-i İlâhînin mütefennin bir nâzırı nerede? Ve ey dil, iyi tat! Bir tavla kapıcısı ve bir fabrika yasakçısı nerede, hazine-i hassa-i rahmet nâzırı nerede?

Ve daha bunlar gibi başka aletleri ve âzâları kıyas etsen anlarsın ki, hakikaten mü’min Cennete lâyık ve kâfir Cehenneme muvafık bir mahiyet kesb eder. Ve onların herbiri öyle bir kıymet almalarının sebebi, mü’min imanıyla Hâlıkının emanetini Onun namına ve izni dairesinde istimal etmesidir. Ve kâfir hıyanet edip nefs-i emmâre hesabına çalıştırmasıdır.

Dördüncü kâr: İnsan zayıftır; belâları çok. Fakirdir; ihtiyacı pek ziyade. Âcizdir; hayat yükü pek ağır. Eğer Kadîr-i Zülcelâle dayanıp tevekkül etmezse ve itimad edip teslim olmazsa, vicdanı daim azap içinde kalır. Semeresiz meşakkatler, elemler, teessüfler onu boğar. Ya sarhoş ya canavar eder.

Beşinci kâr: Bütün o âzâ ve aletlerin ibadeti ve tesbihâtı ve o yüksek ücretleri, en muhtaç olduğun bir zamanda Cennet yemişleri suretinde sana verileceğine, ehl-i zevk ve keşif ve ehl-i ihtisas ve müşahede ittifak etmişler.

İşte bu beş mertebe kârlı ticareti yapmazsan, şu kârlardan mahrumiyetten başka, beş derece hasâret içinde hasârete düşeceksin.

Birinci hasâret: O kadar sevdiğin mal ve evlât ve perestiş ettiğin nefis ve hevâ ve meftun olduğun gençlik ve hayat zayi olup kaybolacak, senin elinden çıkacaklar. Fakat günahlarını, elemlerini sana bırakıp boynuna yükletecekler.

İkinci hasâret: Emanete hıyanet cezasını çekeceksin. Çünkü en kıymettar aletleri en kıymetsiz şeylerde sarf edip nefsine zulmettin.

Üçüncü hasâret: Bütün o kıymettar cihazât-ı insaniyeyi hayvanlıktan çok aşağı bir derekeye düşürüp hikmet-i İlâhiyeye iftira ve zulmettin.

Dördüncü hasâret: Acz ve fakrınla beraber, o pek ağır hayat yükünü zayıf beline yükleyip zevâl ve firak sillesi altında daim vâveylâ edeceksin.

Beşinci hasâret: Hayat-ı ebediye esasatını ve saadet-i uhreviye levazımatını tedarik etmek için verilen akıl, kalb, göz, dil gibi güzel hediye-i Rahmâniyeyi, Cehennem kapılarını sana açacak çirkin bir surete çevirmektir.

Şimdi satmaya bakacağız. Acaba o kadar ağır bir şey midir ki, çokları satmaktan kaçıyorlar?

Yok, kat’a ve asla! Hiç öyle ağırlığı yoktur. Zira helâl dairesi geniştir, keyfe kâfi gelir. Harama girmeye hiç lüzum yoktur. Ferâiz-i İlâhiye ise hafiftir, azdır. Allah’a abd ve asker olmak öyle lezzetli bir şereftir ki, tarif edilmez. Vazife ise, yalnız bir asker gibi, Allah namına işlemeli, başlamalı. Ve Allah hesabıyla vermeli ve almalı. Ve izni ve kanunu dairesinde hareket etmeli, sükûnet bulmalı. Kusur etse, istiğfar etmeli.

“Yâ Rab, kusurumuzu affet. Bizi kendine kul kabul et. Emanetini kabzetmek zamanına kadar bizi emanette emin kıl. Âmin” demeli ve Ona yalvarmalı.
 
C

cetinsolhanli77

Misafir
Cevap: Risale-i Nurdan Vecizeler

Her yüz, yüzer cihetle Allah'a şehadet eder
04 Haziran 2011 / 00:01
Günün Risale-i Nur dersi

Bismillahirrahmanirrahim
Eşya, vücut ve teşahhusatlarında, nihayetsiz imkânat yolları içinde mütereddit, mütehayyir, şekilsiz bir surette iken,
birden bire gayet muntazam, hakîmâne öyle bir teşahhus vechi veriliyor ki,
meselâ herbir insanın yüzünde, bütün ebnâ-yı cinsinden herbirisine karşı birer alâmet-i farika o küçük yüzde bulunduğu ve zâhir ve bâtın duygularıyla, kemâl-i hikmetle teçhiz edildiği cihetle, o yüz, gayet parlak bir sikke-i ehadiyet olduğunu ispat eder.
Herbir yüz, yüzer cihetle bir Sâni-i Hakîmin vücuduna şehadet ve vahdetine işaret ettikleri gibi, bütün yüzlerin heyet-i mecmuasıyla izhar ettikleri o sikke, bütün eşyanın Hâlıkına mahsus bir hâtem olduğunu akıl gözüne gösterir.
Ey münkir! Hiçbir cihetle kabil-i taklit olmayan şu sikkeleri ve mecmuundaki parlak sikke-i samediyeti hangi destgâha havale edebilirsin? (Otuz Üçüncü Söz)
Bediüzzaman Said Nursi
SÖZLÜK:
âciz : güçsüz
alâmet-i farika : ayırt edici işaret
bâtın : görünmeyen, iç
bilmüşahede : gözle görüldüğü gibi
câmid : cansız
ebnâ-yı cins : kendi cinsinden olanlar
efrat : fertler
envâ : türler
erzak : rızıklar
faaliyet-i hakîmane ve basîrâne ve rahîmâne : şefkat ve merhametle, görerek ve bilerek yapılan hikmetli işler, icraatlar
fâsık-ı gafil : âhiretten ve Allah’ın emir ve yasaklarından habersiz davranan günahkâr kimse
hakîmâne : hikmetli biçimde
Hâlık : herşeyi yaratan Allah
hâtem : mühür, damga
heyet-i mecmua : genel yapı, bütün
imkânat : olabilirlikler, varlığı ile yokluğu ihtimal dahilinde olanlar
izhar : gösterme
kabil-i taklit : taklidi mümkün
kemâl-i hikmet : tam ve mükemmel bir hikmet
kemâl-i mizan ve intizam : mükemmel bir ölçü ve düzen
kıyamet : dünyanın sonu, varlığın bozulup dağılması
muntazam : düzenli
münkir : inkârcı, inançsız
münkir-i cahil : cahil inkârcı
mütehayyir : şaşkın, hayrete düşen
mütereddit : teredütte kalan, kararsız
nebâtât : bitkiler
nihayetsiz : sonsuz
Sâni-i Hakîm : herşeyi hikmetle ve san’atla yaratan Allah
sikke : mühür, işaret
sikke-i ehadiyet : Allah’ın herbir varlıkta birliğini gösteren mühür
sikke-i samediyet : hiç kimseye muhtaç olmayan ve herşey Kendisine muhtaç olan Allah’a ait mühür, işaret
suret : şekil, biçim
şehadet : şahitlik, tanıklık
tabiat : doğa, canlı cansız bütün varlıklar, maddî âlem
taife : grup, topluluk
talimat : emirler, eğitimler
teçhiz : donatma
terhisat : görevlerin sona ermesi
teşahhus : şahıslanma, belirlenme
teşahhusat : şahıslanmalar, belirlenmeler
vahdet : birlik
vech : şekil
vücud : varlık
zâhir : görünen, dış
zaman-ı Âdem : Âdem peygamberin zamanı
zemin : yer
ziyade : fazla, çok
 
C

cetinsolhanli77

Misafir
Cevap: Risale-i Nurdan Vecizeler

Dünya mağazasından nasıl alıyorsunuz?
05 Haziran 2011 / 00:01
Günün Risale-i Nur dersi

Bismillahirrahmanirrahim
İ’lem eyyühe’l-aziz!
Küre-i arz mağazasından me’kûlât ve meşrûbat ve libas ve sair ihtiyaçlarınızı temin ediyorsunuz. Parasız aldığınız bu malları İlâhî hazineden almayıp birer birer esbaba yaptıracak olursanız, acaba bir nar tanesini ne kadar zamanlarda elde edip ne kadar pahalı alacaksınız? Çünkü o nar, bütün eşya ile alâkadardır. Az bir zamanda, az bir kıymetle husule gelmesi imkân haricidir. Ve aynı zamanda, ondaki ziynet, intizam, san’at, râyiha, tat ve koku gibi lâtif şeylerden anlaşılıyor ki, o nar tanesi öyle bir Saniin masnûudur ki, icadında külfet ve mübaşeret yoktur.
Mesele böyle olduğu halde, haşeratın zevk ve heveslerini tatmin için herbir noktasında bin türlü i’câz nükteleri bulunan o küre-i arz mağazasındaki eşyanın Sânii ya şuursuz, hissiz, iradesiz, ilimsiz, ihtiyarsız, kemâlsizdir ki, bu kadar bol zîkıymet antika eşyayı parasız dağıtıyor. Bu bâtıl ihtimal, isbata muhtaç olmayan bedihî bir hakikattir. Veya o hazine sâhibi, o hazineyi, âhirete gitmek üzere gelip muvakkaten kalan insanlara, İlâhî ve Rahmânî bir sofra olarak yaratmıştır. O hazine-i gaybda eşyanın icadı “Kün” emriyle bağlıdır. Ve bütün eşyanın melekûtiyetleri, santral gibi, Hakîm, Kadîr, Mürîd, Alîm bir Vâcibü’l-Vücudun yed-i kudretindedir.
Maahaza, o İlâhî sofradaki eşya yalnız insan ve hayvanların lezzet ve zevklerini tatmin için değildir. Herbir ferd-i müstehlikte zevilhayata âit cüz’î faidelerden başka esmâ-i İlâhiyenin tecelliyatına ve faaliyetteki esrar ve şuûnâtına ait gayr-ı mütenâhi hikmetler, gayeler vardır. Öyle ise, bu ziyafet-i âmme ve bu feyz-i âmmın bir kör kuvvetten neş’et etmesi ve bu eşyanın semeratı sel gibi akıp ittifakı ve tesadüfün eline havalesi muhaldir. Çünkü, o eşyanın intizamlı hakîmâne teşahhusatı ve şuurkârâne muhkem hususiyatı, kör tesadüf ve ittifakı reddediyor. Öyle de, o sofra-i rahmetteki ucuzluk ve kolaylık ve çokluk o eşyanın bir Cevad-ı Mutlakdan, bir Hakîm-i Mutlaktan, bir Kadîr-i Mutlakdan geldiğini gösteren şahitlerdir. (Mesnevi-i Nuriye, Zeylû'l-Hubâb)
Bediüzzaman Said Nursi
SÖZLÜK:
âhiret : öldükten sonra yaşanılacak olan sonsuz hayat
alâkadar : alâkalı, ilgili
Alîm : küçük büyük, görünen görünmeyen, gelmiş ve gelecek herşeyi hakkıyla bilen ve ilmi herşeyi kuşatan Allah
antika : eski ve kıymetli san’at eseri
bâtıl : doğru olmayan, yalan, yanlış
bedihî : açık, aşikâr
cüz’î : az, sınırlı, ferdî, bireysel
esbab : sebepler
esmâ-i İlâhiye : Allah’ın isimleri
esrar : sırlar
eşya : şeyler; varlıklar
ferd-i müstehlik : tüketen, tüketici kişi
gayr-i mütenâhi : sonsuz
hakikat : gerçek
Hakîm : herşeyi hikmetle belirli gayelere yönelik olarak, mânâlı, faydalı ve tam yerli yerinde yaratan Allah
haşerat : küçük zararlı hayvanlar
hazine-i gayb : görünmeyen hazine
heves : nefsin arzu ve isteği
hikmet : gaye, fayda, anlam, sır
husule gelme : meydana gelme
i’câz : mu’cize oluş; bir benzerini yapma konusunda başkalarını âciz bırakan olağanüstülük
i’lem eyyühe’l-aziz : “Bil ey aziz, saygıdeğer kardeşim!” mânâsında muhatabı uyarmak ve dikkatini çekmek için kullanılan bir söz
icad : var etme, yaratma
ihtiyar : dileme, seçme, tercih etme
İlâhî : Allah tarafından olan
imkân harici : imkânsız, imkân dışı
intizam : disiplin, düzen
irade : dileme, tercih, seçme gücü
Kadîr : herşeye gücü yeten, sonsuz güç ve kudret sahibi Allah
kemâlsiz : mükemmellikten uzak, noksan
külfet : güçlük, zorluk
kün emri : Arapça “kün = كُنْ”, yani “Ol” emri
küre-i arz : yerküre, yeryüzü
lâtif : şirin, güzel, hoş
libas : elbise
maahaza : bununla beraber
masnû : san’atlı şekilde yaratılmış varlık
me’kûlât : yiyecekler
melekûtiyet : bir şeyin görünmeyen iç yüzü, aslı, hakikati
meşrûbat : içecekler
muvakkaten : geçici olarak
mübaşeret : doğrudan temas
Mürîd : her şeyi istediği gibi, istediği zamanda ve keyfiyette yapan ve bir anda sonsuz şeyleri dilemekten âciz olmayan Allah
nükte : ince mânâ
Rahmânî : rahmeti sonsuz, yarattıklarını esirgeyip koruyan, şefkat eden ve rızıklandıran Allah’a âit
râyiha : güzel koku
sair : diğer
Sâni : herşeyi mükemmel ve san’atlı bir şekilde yaratan Allah
şuûnât : hâller, durumlar, vaziyetler
tatmin : doyurma
tecelliyat : tecellîler; yansımalar
temin etmek : sağlamak
Vâcibü’l-Vücud : varlığı zorunlu olan, var olmak için hiçbir sebebe ihtiyacı bulunmayan Allah
yed-i kudret : Allah’ın kudret eli
zevilhayat : canlılar
zîkıymet : kıymetli
ziyafet-i âmme : umumî, herkesi içine alan ziyafet
ziynet : süs
 
C

cetinsolhanli77

Misafir
Cevap: Risale-i Nurdan Vecizeler

68- Deli adama "iyisin, iyisin" denilse iyileşmesi, iyi adama "fenasın, fenasın" denilse fenalaşması nadir değildir.

69- Düşmanın düşmanı, düşman kaldıkça dosttur; düşmanın dostu, dost kaldıkça düşmandır.

(Bediüzzaman Said Nursi - Hakikat Çekirdekleri'nden 68-69)

Lügatler
Fenâ :yokluk, yok olmak, gelip geçicilik, ölüm, kötü
Hakikat: gerçek, doğru, bir şeyin gerçek mahiyeti
Nadir :az bulunan, seyrek
 
K

kordon

Misafir
Cevap: Risale-i Nurdan Vecizeler

Şu dar-ı dünya, meydan-ı imtihandır ve dar-ı hizmettir; lezzet ve ücret ve mükâfat yeri değildir. Madem dar-ı hizmettir ve mahall-i ubudiyettir; hastalıklar ve musibetler, dini olmamak ve sabretmek şartıyla o hizmete ve o ubudiyete çok muvafık oluyor ve kuvvet veriyor. Ve herbir saati, bir gün ibadet hükmüne getirdiğinden şekva değil, şükretmek gerektir. Evet, ibadet iki kısımdır: Bir kısmı müsbet, diğeri menfi. Müsbet kısmı malumdur. Menfi kısmı ise, hastalıklar ve musibetlerle musibetzede za'fını ve aczini hissedip Rabb-ı Rahimine ilticakarane teveccüh edip, onu düşünüp, ona yalvarıp halis bir ubudiyet yapar. Bu ubudiyete riya giremez, halistir. Eğer sabretse, musibetin mükâfatını düşünse, şükretse, o vakit herbir saati bir gün ibadet hükmüne geçer. Kısacık ömrü uzun bir ömür olur.

(Bediüzzaman Said Nursi - 2. Lem'adan)

Lügatler
Acz: âcizlik, güçsüzlük
Dar-ı dünya :dünya yurdu
Dar-ı hizmet :hizmet yeri
Dini :dinle ilgili, dine yönelik
Hâlis :katıksız, saf, duru, hilesiz
Hissetmek :duymak, derinden yaşamak
Hükmüne :eek:nun yerine, onun gibi olarak
İbadet :Allah’ın emirlerini yapmak, sevaplı ve ihlâslı iş yapmak, Allah’a kulluk
İlticakârane :sığınarak
Kısım :parça, bölüm
Lem’a :parıltı, parlamak
Lezzet :tat
Mahall-i ubudiyet :kulluğun yapılacağı yer
Mâlum :bilinen, belli olan
Menfi :müsbet olmayan, negatif, olumsuz
Meydan-ı imtihan :imtihan meydanı
Musibet :bela, felaket, afet, dert

Musibetzede :belaya uğrayan
Muvafık :uygun,yerinde, denk
Mükâfat : ödül
Müsbet :eek:lumlu, pozitif
Ömür :yaşama, hayat, yaşayış
Rabb-ı Rahîm :merhamet sahibi rızık veren terbiyeci(Allah)
Riya : gösteriş, yapmacık, özü sözü bir olmamak
Sabır :acıya ve zorluğa katlanmak
Şekva: şikâyet
Şükür :Allah’a teşekkür, Allah’a karşı minnet duymak
Teveccüh :bir şeye doğru yönelmek, alaka duymak
Ubudiyet: Allah’a kulluk
Ücret :hizmet karşılığı verilen şey
Vakit :zaman, saat, çağ, mevsim
Za’f :zayıflık, kuvvetsizlik, güçsüzlük
 
Üst