Diziler gönül güzelliklerimizi kurşuna diziyor!

topraktoprak

Well-known member
Göz nereye bakarsa gönül oraya akar. Gönül nereye akarsa ayak oraya koşar. Her şey gözle başlar. Göz geçit vermezse günaha, gönül temiz kalır.


Göz nereye bakarsa gönül oraya akar


İnsan yediğinden ibarettir. Ne yerse ne ile beslenirse onların özelliklerini taşır. Bir başka deyimle, bizim karakterimizi, yediklerimiz belirler. Bu yüzden, sağlıklı yaşamak için sağlıklı beslenmek gerekiyor. Sıhhat kazanmak için yediklerimizin sıhhatli olması icap ediyor.

Son zamanlarda bu husus çok öne çıktı; sağlığımızı düzeltmek için beslenme şeklimizi ve malzemesini değiştirmemiz hep tavsiye ediliyor. Hem yanlış beslenmeye devam eder hem de sağlıklı yaşamayı umarsak, başarılı olabilir miyiz?

Manevi beslenmeler de aynen böyledir. Ruhumuzun beslendiği gıdalar da huyumuzu, karakterimizi belirler. İnsan ruhu, gözden ve kulaktan beslenir. Gönle giden yol, gözden başlar. Gördüklerimiz ve dinlediklerimiz belirler, manevi varlığımızı… Özellikle de göz, çok önemli ve etkilidir. Bu yüzden Hazreti Mevlana, “İnsan gözden ibarettir” der.

Göz nereye bakarsa gönül oraya akar. Gönül nereye akarsa ayak oraya koşar. Her şey gözle başlar. Göz geçit vermezse günaha, gönül temiz kalır. Bu sebeple, Güzeller Güzeli Hazreti Peygamber sallallahu aleyhi vesellem, “Eğer arkasından ikincisi gelmezse ilk bakışta vebal olmadığını” bildirir.

Ancak, harama ısrarlı bakışlar, kalbi karartır.

Önüne geleni yersin,
Aklına geleni dersin,
Sen nasıl bir dervişsin?


derdi, rahmetli dedem…

Bu sözü şöyle devam ettirsek yeridir: “Önüne çıkana bakakalırsın, sen nasıl Müslümansın?..”

Göz görür, gönül akar… Bir başka deyişle, gözün ilgilendiğine meyleder gönül… Bediüzzaman Hazretleri, daha delikanlı yaşında iken Van valisi Tahir Paşa’nın konağında uzun süre misafir olmuş… Bu süre zarfında, o evde kaç kız kardeşin yaşadığını bile fark etmemiş… O kadarcık bir alanda bile, bu gencecik adam, gözünü, gönlünü ve özünü, namahremden korumayı başarmış, oradan tertemiz çıkmış…

Allah dostları, hep böyledir. Gözlerini haramdan korurlar. Allah’ın bedene açtığı bu pencereyi, daima onun isim ve sıfat tecellilerini yansıtan güzelliklere açarlar. Güzellikleri bir kitap gibi okur, Hakk’a yakınlaşma vesilesi kılarlar. Böylece, “Güzele bakmak, sevaptır” sözünün hakikatini de fiilen göstermiş olurlar.




İnsanı nefsinin kölesi kılmak için çabalayanlar,
gözümüzü ve gönlümüzü malayani ile meşgul etme peşindedirler. Malayani, manasız olan, dünya ve ahiret hayatı için geçersiz ve gerçeksiz olan her şeydir.

TV Dizileri ne yapıyor?

Sadece dünyevi, sadece maddi ve sadece şehevi olan seyirler, zamanla bizi de değiştirir, dönüştürür ve seyrettiklerimizin bir parçası haline getirir. Çünkü insan seyrettiğine alışır. Alıştığını da hoş görmeye, hatta helal saymaya başlar.

Televizyon dizileri bunu yapıyor. Birçok sinema filmi, bu olumsuzluğu körüklüyor. Birçok tiyatro, aynı istikamette etkiliyor. Sonra da cinsel suçlar neden arttı diye, boş boş konuşuyor koca koca adamlar, utanmadan!

Taşlar bağlanıyor, köpekler de salıveriliyor… Bu durum, hangi sonucu verebilir ki? Sonra da, zayiatın çetelesi tutuluyor. Bu hal, “Tavşana kaç, tazıya tut” demekten bile beterdir. Peyami Safa bu alçaklığı yapanlara sorar: “Açık gezen kadın, saygı telkin etmez. Lokantadaki piliç kızartmasına niçin ipekli don giydirmiyorlar? İştah niçin alenidir de şehvet gizli?”

Sahi, neden her türlü tahrik, kışkırtma, serbesttir? Bataklığı konuşmuyorlar. Çünkü bataklığı oluşturan unsurları sanat sayıyorlar. Bu çeşit sanatta, utanma olmaz, ar, hayâ, namus bilinci söz konusu edilemez. Çünkü (hâşâ) bu mefhumları, modası geçmiş eski zaman düşünceleri gibi görmekteler. (!)

Böyle empoze edildiği için de insan utanmayı unutuyor. Ar ve hayâ, gönlümüzü bırakın, dilimizden bile çıkıp gidiyor. Ahlak bile demiyorlar artık; bir ‘etik’ lafı alıyor ortalığı. Artık ahlaksızlık yok, ‘etik kurallarına uymamak’ var. İşi kibarlaştırıyorlar. Terbiye kaldı mı dilimizde, terbiyesizlik kelimesini kullanıyor muyuz? “Arsızlık, namussuzluk, hayâsızlık” sadece sözlüklerde kalmak üzere…

Son yirmi yıldan beri çığ gibi arttı ahlaksızlık, taciz ve tecavüz olayları… Boşuna mı?

Bir de insanın züğürt tesellisi vardır; “Bana tesir etmez!” sanır. Oysaki koskoca Peygamber Hz. Yusuf aleyhisselam bile, “Nefis daima kötülüğü emredicidir; ancak Rabb’imin rahmetiyle koruması hariç” buyurmuştur. Demek ki, insan gafletinin neticesi olarak, hiç bir garantisi bulunmayan tehlikeye dalıyor ve kendisine bir şey olmaz sanıyor. Bunun adı, bile bile ladestir.

İşte, bu vahim tehlikenin kapısı, her gün, her saat, televizyon ve internet aracılığıyla evimizde açılıyor. Hem de bütün ev ahalisine… Çoluk çocuğa, masum yavrulara… Hiçbir şekilde korunma, savunma mekanizmaları oluşmamış evlatlara…

İblis, kendisini inkâr ettirerek aldatır

Sürekli seyredilen kötülüklere alışılıyor; böylece, kötülük kötülük olmaktan çıkıyor. Kötülük kötü görünmediği zaman, tehlike başlıyor. Hatta tehlikenin içine düşülmüş oluyor. Malumdur ki, Şeytan’ın en büyük hilelerinden biri de kendisini inkâr ettirmesidir. “Şeytan diye bir varlık yoktur” diyen kişi, tabiatıyla ondan korunma ve kurtulma çabası göstermez.



Müminin namazı beklediğinden daha ziyade bir şevkle, dizi saatini bekliyor. Nefsin günlük gıdası olan programlar, tiryakice bir sabırsızlıkla, özlemle bekleniyor hem de... Bu nefsanî gıda uğruna, neler feda ediliyor, neler… En fecisi de eğitimci anne baba olmak fırsatı kaçırılıyor. Çünkü birbirini izleyen diziler dolayısıyla, çocuğuna ve eşine ayıracak zamanı kalmıyor. Daha da kötüsü, cemaat halinde izlenen dizilerle, masum çocukların ve gençlerin de gönülleri zehirleniyor.

Daha ne olsun ki?
Bu zararı, bize hiçbir düşman veremezdi. Bizim bize yaptığımızı, bize hiç kimse yapamadı. Bile bile, kesici, yaralayıcı cam parçalarını elmaslara tercih ettik. Ruhi değerlerimizi feda edip nefsi ve hayvani zevklerin geçici ve anlık tatlarına fit olduk.
Ahir zaman fitnelerinden bir fitne değilse bu, nedir acaba? Artık biten dizilerin şerrinden de kurtulamıyoruz. Dizi bitiyor ama etkisi bitmiyor. Nefisler üzerinde nasıl bir dalgalanma meydana getirmiş ki dedikodusu, oynayanlarının hali, tavrı, yaşayışı, kılık kıyafeti örnek alınıyor, moda haline geliyor. Kiminle düşüp kalktıkları, ne yiyip içtikleri, nerelerde tatil yaptıkları ezberleniyor.

Örneklerini yitirenler, örneksiz kalanlar, hiçbir özelliği olmayan zavallıları örnek ediniyor. İnsanın bu zaafı, reklamcılara yarıyor. Dizideki kadın gibi olmak için önce onun gibi giyinmek gerekir ya da onun gibi giyinirsen, hayatın ona benzer mesajı veriliyor.

Türk dizileri pespaye ve seviyesiz

Bir Kazak dost anlatmıştı: “Bizim oralarda Türk televizyonları yayına başlayınca ne sevinmiştik… Fakat sevincimiz kısa sürdü. Çünkü sizinkilerin neşriyatı kadar pespaye ve seviyesiz olanına, o vakte kadar hiç rastlamamıştık… Çoğumuz kapattık o kanalları, çocuklarımızı korumak için… ”

Evet, ne yazık ki, korunmak ve korumak için kapatmaktan başka çare yoktur. Bunca rezalet, eğer sırf para için ise seyretmemek çözüm olabilir. Çünkü maneviyat derdinde olmayanları, ancak maddi cezalar yola getirebilir.
Vehpi VAKKASOĞLU.

 

memluk

Hatim Sorumlusu
Dizi bitiyor ama etkisi bitmiyor. Nefisler üzerinde nasıl bir dalgalanma meydana getirmiş ki dedikodusu, oynayanlarının hali, tavrı, yaşayışı, kılık kıyafeti örnek alınıyor, moda haline geliyor. Kiminle düşüp kalktıkları, ne yiyip içtikleri, nerelerde tatil yaptıkları ezberleniyor..

malesef ki çok doğru:(
 
Üst