infak

ARİF

Well-known member
İbâdet ve muâmelâtın paha biçilmez sermayesi olan dünya hayatının her ânı, ebediyet mücevherleri ve âhiret tohumlarıdır. İnsan, bu âhiret tohumlarını dünyâ tarlasına ekerek ukbâda bunların mahsullerini toplar. Lâkin bu kıymetli tohumları nefsânî arzuların girdapları içinde ve selde sürüklenen kütükler misâli şaşkınlıkla ziyân ederse, o tohumlar, cehennem mahsulleri hâline gelir. Böyle bedbahtlara ne yazık! Kitap ve sünnetin rûhâniyeti ile tezyin edilen zamanlar ise ebedî cennet bahçelerinde yeşerecek olan saâdet tohumlarıdır.

İnfâk edilmeyen mal, vefâsız bir arkadaş gibiyken, infâk edilen mal, hayırlı ve sâdık bir dost gibidir. Hadîs-i şerîflerde buyrulur:

“Servet bir müslüman için ne güzel arkadaştır. Yeter ki, o servetinden fakire, yetime ve yolcuya vermiş olsun!” (Ahmed, III, 21)

“(Kıyâmet günü) hesap görülünceye kadar herkes sadakasının gölgesinde olacaktır.” (İhyâ, I, 626)

Übeyd bin Ümeyr -rahmetullâhi aleyh- de bu hakîkati şöyle îzah eder:

“İnsanlar kıyâmet günü çok çetin bir açlık, susuzluk ve çıplaklık içinde haşredilecektir. Ancak Allah için yedireni Allah doyuracak; Allah için içireni Allah içirecek ve Allah için giydireni yine Allah Teâlâ giydirecektir.”

Kıyâmetin o zor gününde selâmete erenleri Rabbimiz şöyle müjdeler:

“Mallarını gece ve gündüz, gizlice ve açıkça infâk edenler yok mu, işte onların Rableri katında ecir ve mükâfâtları vardır. Ve onlara herhangi bir korku yoktur. Onlar mahzun da olmazlar.” (el-Bakara, 274)

Velhâsıl, infâkı bir tabiat-ı asliye hâline getirip her ânımızda bütün imkânlarımızdan infak gayreti içinde bulunmamız, zamanın kıymetini bilip hayırda acele etmemiz gerekir. (altınoluk )
 

TaLHa

Nur-u Aynım
Yönetici
Evet ; Ramazana ve yeni öğrenim dönemine az kalan şu günlerde dahi manevi havanın kokusunu almaktayız; inşallah bu manevi havalar vesilesi ile evvela bizler azda olsa gerek fitre gerek sadaka gerek iftar vermeler ile gerek zekatımızı talebelere burs vererek : Resülü zişan a.s.v. efendimizin Bilal r.a. efendimize sölediği "İNFAK ET EY BİLAL" sözü kendi nefsimize almış gibi dinleriz ve işittik ve itaat ettik deriz biiznillah..

az sadaka çok belayı defeder. belaların büyüklüğü nisbetinde sizlerde sadakanızı büyütünüz. Gelecek olan felakete kalkan olabilsin..

Herkes gücü yettiğince önce kendi hanesinden başlayarak salisen daireyi genişleterek yardımlarını mahrum etmesinler..

Ya Rab bize verdiğin nimetlere hamdu senalar olsun bize ne olmuşki senin verdiğin malı kendimizin zannedip onları Senin yolunda harcamıyalım Şüphesizki Allah malı dilediğine verir.. Madem dilediği biziz öle ise Onun yolunda Onun verdiğini infak etmeliyiz..
 

ARİF

Well-known member
Cenab-ı Hak Asr Suresi'nde "zaman"a yemin ederek dikkatlerimizi ömrümüzün keyfiyeti üzerinde yoğunlaştırmamızı arzu etmektedir.

Zaman, iki uçlu bir bıçak gibidir. Kitap ve Sünnet'in ruhaniyeti içinde değerlendirilirse cennete vuslat vesîlesidir. Diğer taraftan nefsine râm olanlar için, sanki akıp giden bir sel gibidir ki, bu selin içinde sürüklenen âvâre bir kütük olmamak îcâb eder.


Geçip giden zamanı bir daha geri almak mümkün değildir. Zaman biriktirilemez, borç alınıp verilemez, satın alınamaz. İnsan bütün varlığını fidye olarak verse, ecel senedinin vâdesini bir sâniye bile uzatamaz, takdim veya tehir edemez.
 

mihrimah

Well-known member
Verdiğiniz sadaka, gelecek belaya karşı koyacak güçte olmalıdır!..

Çölleri kaplayan koyun sürüleri vardı. Boynuzlu koçlar, bol sütlü koyunlar vahaları aşıp çöllere taşmıştı. Zaten kendisi de çevrede koyun sürüleriyle biliniyordu.
Zaman zaman süt yoğurt yüzü görmeyen yoksullar da müracaat ederek istekte bulunurlardı:
-Bizim çoluk çocuk da sizlere dua etsin, şöyle süt veren bir koyun ihsan buyurun da...
Bu istekleri genellikle reddetmezdi. Hemen gider, sürüyü gezer, ancak nerede zayıf bir koyuncuk, topal bir hayvancık varsa getirip yoksula:
-Buyur, derdi, besle, büyüt, sonra sütünü alır, çoluk çocuk istifade edersiniz...
Yoksul adam yarı üzüntülü yarı sevinçli olarak sonra süt verecek zayıf koyunu alır, uzun zaman besler, süt almaya ancak muvaffak olurdu...
Bir gün camiye gelmiş, kürsüdeki hocanın vaazını dinliyordu. Şöyle diyordu hocaefendi:
-Sadaka belayı def eder. Bunda şüpheniz olmasın. Ancak verdiğiniz sadaka gelen belayı def edecek güçte olmalıdır. Buna dikkat etmelisiniz. Zayıf sadaka kuvvetli belaya karşı koyamaz.
İçinden kızdı hocanın bu sözlerine:
-Ne demek sadaka gelecek belayı karşılayacak güçte olmalıdır? Herhalde benim verdiğim zayıf koyunları kast ediyor. Biri ona anlatmış olacak ki böyle söylüyor...
O gece yatağına bile bu düşünceler içinde girdi. Bunun münakaşasını yaparak uykuya daldı. Az sonra kendini toz duman içinde çöldeki sürüsü içinde buldu. Çölü bir uçtan bir uca kaplayan koyun sürüsünün de tam ortasındaydı...
Ne var ki o boynuzlu koçlar, besili koyunlar bu defa kendine hücum ediyor, kimi boynuzla kimi de sert başıyla kendisine tosluyor, yerlere seriyorlardı. Bunlara karşı birkaç zayıf koyun, topal kuzu kendisini korumaya çalışıyorlar, ne yazık ki, zayıf ve sakat olduklarından boynuzlu koçlara, besili koyunlara karşı koymaya güçleri yetmiyordu.
Toz duman içinde toslamalarla düştüğü yerden kalkma mücadelesi verirken uyandı...
Ne türlü bir rüya gördüğünü seçmeye çalışıyordu...
Kuvvetli koyunlar, boynuzlu koçlar kendisine hücum ediyor, bunlara mukabil iki zayıf koyun, topal kuzucuk da korumaya çalışıyor, ama koruyamıyorlardı. Yani, kendisine gelen belayı karşılayacak güçte değillerdi.
O sabah ilk işi vaazını dinlediği hocaefendinin camisine gitmek oldu...
Hocaefendinin sohbeti yine aynıydı:
-Verdiğiniz sadakanız gelecek belayı karşılayacak kuvvette olmalıdır. Yoksa bela kuvvetli gelir, sadaka cılız kalırsa kurtulma ihtimaliniz azalır. Belaların toslamasından kurtulamaz, toz duman içinde yerlere serilmeye mecbur kalırsınız!..
Bu defa hoca efendinin yanına yaklaştı:
- Cemaatinizde ihtiyaç sahibi varsa gönderin de onlara sürünün en kuvvetli koç ve koyunlarından vereyim.
Keşfi açık olan hocaefendi tebessüm ederek cevap verdi:
-Keşke bunu daha önce uygulasaydın da toz toprak içinde bunca toslamalara maruz kalmasaydın! Evet, şimdi bir daha tekrar edebiliriz: -Vereceğiniz sadaka, yapacağınız yardımlarınız maruz kalacağınız musibeti önleyecek güçte ve sizin de imkanınızla mütenasip miktarda olmalı; sizi korumaya gücü yetmelidir. Yoksa musibet gelir, yardımınız zayıf kalır, sizi korumaya gücü yetmez olur... Bu incelik unutulmamalıdır.
Ahmet ŞAHİN
 

NuruAhsen

Sonsuz Temâþâ
Allah Yolunda İnfak

Ebu Hüreyre -radiyallahu anh-den rivayet edildiğine göre bir Hadis-i şerif’lerinde şöyle buyurmuşlardır:
“Âdemoğlu ölünce yapmakta olduğu hayırlı işleri durur.
Ancak üçü müstesnâdır:
Sadaka-i câriye, yani kesilmeden devam eden hayır yapanların, faydalı ilim bırakanların, arkasından kendisine duâ eden hayırlı bir evlâdı olan kimselerin amel defterleri kapanmaz.”
(Müslim)



İnfaka Dâvet:

Allah-u Teâlâ iman edenlere seslenerek, kendilerine rızık olarak verdikleri şeylerden Allah yolunda infakta bulunmayı emrediyor. Hakk katında bunların sevabını biriktirmeleri, inandıkları gayeye ulaşabilmeleri, bu hayırlı işlere koşmaları için mali fedakârlıkta bulunmayı teşvik ederek Âyet-i kerime’sinde şöyle buyurur:

“Ey iman edenler! Ne alış-verişin ne de dostluğun ve ne de iltimasın olmadığı günün gelmesinden önce, size verdiğimiz rızıklardan (Allah için) sarfedin.
İnkar edenler ancak zâlimlerdir.” (Bakara: 254)

Serveti veren O’dur, verdiği şeylerden infak etmeye davet eden de O’dur.

Allah-u Teâlâ geçici olarak tasarrufumuza bıraktığı az miktardaki malı, o korkunç gün gelmeden önce, O’nun rızâsı mucibince infak etmemizi istemektedir.

Şöyle ki;

Zekât günü gelince kuruşuna kadar verilmeli, fakirin hakkı geciktirilmemelidir. Zekât ve sadaka vermekle beraber, dinin yücelmesi için gereken harcamayı yapmak, bu gibi bağışlarda bulunmayı adet haline getirmek gerekmektedir.

Bugün elde fırsat dilde ruhsat varken malını istediği gibi harcayabilen insan, yarın öyle bir gün gelecek ki, istese bile infakta bulunamayacak. Çünkü o gün alım-satım, değiş-tokuş günü değil; yargılama günü, ceza ve mükafat verme günüdür.

Âyet-i kerime’de şöyle buyuruluyor:

“O gün ne mallar fayda verir ne de oğullar... Meğer ki Allah’a tamamen salim ve temiz bir kalp ile gelenler ola.” (Şuarâ: 88-89)

Ahirette herkes kendi derdi ile meşgul olacağı için dünyadaki sevgiler unutulur. Kendi başı selamet buluncaya kadar hiç kimse diğerinin halini sorup soruşturamaz. Hiç kimse kendisini, istediği kadar bolca verse de malıyla kurtaramayacak.

Nitekim diğer bir Âyet-i kerime’de şöyle buyuruluyor:

“O inkâr edenler var ya, eğer yeryüzünde bulunan her şey ve bunların bir o kadarı daha onların olsa da, kıyamet gününün azabından kurtulmak için feda etseler yine kendilerinden kabul edilmez.
Onlar için pek acıklı bir azap vardır.” (Mâide: 36)

Allah-u Teâlâ’nın nimetlerine karşı nankörlük edip malını keyfine göre sarfedenler, kendi nefislerine zulmetmekten başka hiçbir şey yapmamışlardır.

Allah-u Teâlâ rızkını genişlettiği kimseye, şükrünü denemek için ihtiyaç sahiplerine infakta bulunmasını emir buyurdu:

“Akrabaya, yoksula, yolda kalmışa hakkını ver. Allah’ın rızasını dileyenler için bu daha hayırlıdır.
İşte onlar kurtuluşa erenlerdir.” (Rûm: 38)

Bu infak vazifesini yapmayanlar veya gösteriş için yapanlar bu müjdeye lâyık olamazlar.




İnsan Allah-u Teâlâ’nın ve O’nun yüce Peygamberi’nin emrine uyarak infak ettiğinde, bu fedakarlığının menfaatı ve mükafatı kendisine ait olduğu gibi; infak etmekten kaçınıp cimrilik yaptığında, o cimriliğin zararı da kendisine aittir.
Âyet-i kerime’de şöyle buyurulmaktadır:

“İşte sizler, Allah yolunda infak etmeye çağırılıyorsunuz. İçinizden kiminiz cimrilik ediyor. Amma cimrilik eden bilsin ki, ancak kendisine cimrilik etmiş olur.” (Muhammed: 38)

Allah-u Teâlâ onlardan fedakarlık isterken, sırf kendilerinin iyiliği için istemektedir. Şu halde cimri bir kimse bu davranışı ile malını esirgediğini zanneder, fakat kendi malını kendisinden esirgediğini, bu yüzden kendisini sevaptan ve rızâ-î Bârî’ye ermekten mahrum bıraktığını bilmez.

Kim bir fedakarlıkta bulunursa, bu kendisi için biriktirilmiş bir hazinedir. Allah-u Teâlâ kullarının mallarını infak etmelerine ihtiyaçtan münezzehtir, verilenlerden müstağnidir. İnsanlar ise dünyada da ahirette de O’na muhtaçtırlar.

“Allah ganidir, siz ise fakirsiniz.” (Muhammed: 38)

O lütfetmedikçe hiç kimse hiç bir rızık elde edemez.

“Eğer ondan yüz çevirirseniz, yerinize sizden başka bir kavim getirir de, onlar sizin gibi olmazlar.” (Muhammed: 38)

Onlar iman ve takva ile bu işe sahip çıkarlar, ilâhî hükümlere muhalefette bulunmazlar, vaad edilen ecir ve mükafatlara kavuşurlar.

Nitekim öyle olmuştur.

Diğer bir Âyet-i kerime’de ise şöyle buyuruluyor:

“Ey iman edenler! İçinizden kim dininden dönerse, Allah onun yerine ileride öyle bir millet getirir ki; Allah onları sever, onlar da Allah’ı severler. Müminlere karşı alçak gönüllü, kâfirlere karşı başları dik ve güçlüdür. Allah yolunda cihad ederler. Hiçbir kınayıcının kınamasından korkmazlar.

İşte bu, Allah’ın öyle bir lütfu ihsanıdır ki, onu dilediğine verir. Allah’ın lütfu geniştir, her şeyi bilendir.” (Mâide: 54)

İnfak; zekâtı, sadakayı ve hayır yolda verilen her yardımı içine alan bir ifadedir. İslâm’ın doğuşuyla doğmuş olup, İslâm cemaatinin hayatında ta başından beri mevcut olan bir prensiptir.

Allah-u Teâlâ infak emriyle, infak eden kişinin nefsini temizleyip terbiye ve tezkiye etmektedir. Kalplerin temizlenmesi, mal ve mülk sevgisinden uzaklaşması için en iyi ilâçtır.

Kur’an-ı kerim’in bir çok Âyet-i kerime’lerinde infak hükümleri vardır.
 
Üst