Ahseni takvim sırrı

kasif1

Well-known member
Ahsen-i Takvim terkibinde yer alan kelimelerden “Ahsen”, en güzel, en sevimli; “Takvim” ise; biçim, suret, endam anlamına gelir. Buna göre, ahsen-i takvim; insanın en güzel bir mahiyette ve surette yaratılması demektir.
İnsan her şeyden önce kendi mahiyetini hakkıyla tahkik ve tetkik ederse, ahsen-i takvim üzere yaratılmış olduğunu yakinen anlar. Zira, insan hem beden hem de ruh bakımından en mükemmeldir, varlıkların en güzelidir. Beden güzelliği, her azanın vücudunda en münasip bir yere konulması ve böyle harika bir vücudun başka hiçbir varlığa verilmemesidir.
Ruhuna gelince, onun ruhunda her biri dünyadan daha değerli nice hisler, duygular ve latifeler mevcuttur. Mesela, Tat alma duyusu, “rahmet-i İlahiye hazinelerinin bir nâzır-ı mahiri ve Kudret-i Samedaniye matbahlarının bir müfettiş-i şâkiri”1dir.Zira dil, tatlı ve acı, bütün lezzetleri zevk ettiği cihetle güzel olduğu gibi, Cenab-ı Hakkı zikir, tazim ve hamd ettiğinden dolayı da ahsendir ve değeri âlidir.
Koku alma duyusunagelince, o da bütün güzel kokuları aldığı ve insanı mesrur ettiği için güzeldir.
Göz, “şu kitab-ı kebir-i kâinatın bir mütalaacısı ve şu âlemdeki mu'cizat-ı san'at-ı Rabbaniyenin bir seyircisi ve şu Küre-i Arz bahçesindeki rahmet çiçeklerinin mübarek bir arısı”2dır.
Rengâ renk çiçeklerin letafet ve zarafetini temaşa edip ibret alan bir göze paha biçilemez. Evet, insan, bu marifetli gözü ile bütün âlemi seyreder, kâinattaki nizam ve ahengi görür ve bunun bir sahibi olduğunu bilir ve O’na iman eder. Göz güzel olduğu gibi, onun muhafazası için yaratılan ve insanın yüz güzelliğini süsleyen kirpikler ve terlerin gözün içine girmesine mani olan kaşlar da ahsendir, güzeldir.
Ruhunun güzelliği, Allah’a iman, marifetullah ve muhabbetullah yolunda dereceler kazanılmasına vesile olan akıl ve kalp gibi âli meziyetlerie sahip olaması cihetiyledir.
Mesela, akıl, “öyle tılsımlı bir anahtardır ki, şu kâinatta olan nihayetsiz rahmet hazinelerini ve hikmet definelerini açar. Ve bununla sahibini, saadet-i ebediyeye müheyya eden bir mürşid-i Rabbanî”3olur. Akıl, Cenab-ı Hakkın sonsuz azamet ve kudretini tefekküre vesile olduğu gibi, hak ve batılı, hayır ve şerri, faydalıyı ve zararlıyı tefrik eden Rabbânî bir mürşittir. Bu bakımdan aklın güzelliğine ve değerine paha biçilemez.
Vicdanın ziyası, ulûm-u diniyedir. Aklın nuru, fünun-u medeniyedir. İkisinin imtizacıyla hakikat tecelli eder. O iki cenah ile talebenin himmeti pervaz eder. İftirak ettikleri vakit; birincisinde taassub, ikincisinde hile, şübhe tevellüd eder.”4
Böyle bir aklın insana verilişinin en büyük gayesi; onun ebedi saadet ve sürurları kazanmasına vesile olması içindir.
İnsanın gözü ile göremediği hakikatları inkâra kalkışması aklın kârı değildir. Zira gözün müşahede ettiği şeyler sınırlı ve akla göre sahası çok dar olduğundan insan her şeyi gözü ile göremez. Öyle ise, her şeyi maddede arayanların akılları gözlerindedir, göz ise manevîyatta kördür.5
İnsan göremediği birçok hakikati, aklı ile keşfetmiş ve hâlâ da etmektedir. İnsan okyanusların derinliklerinden fezanın enginlerine kadar olan varlık sahifesini ve mevcudat satırlarını fikir ve akıl sayesinde mütalâa edebilir. “Bazen de, âlemi bir karpuz gibi eline alır ve kâinatı misafireten getirir, akıl odasında misafir eder.”6
İnsan eserden müessire akıl ve basiret gözüyle intikal eder. Semadaki acîb yıldızları, yerdeki müzeyyen çiçekleri, denizlerdeki envai çeşit balıkları ve son derecede intizam ve ihtişam içinde olan bu muhteşem kâinatı ibretle mütalaa ederek; ilim, irade ve kudret sahibi bir yaratıcısının olduğunu akıl gözüyle görür. Eğer “Basar masnuatı görüp de; basiret Sânii görmezse çok garib ve pek çirkin düşer.”7 hakikatini anlar. Bir köyün muhtarsız, bir iğnenin ustasız ve bir harfin kâtipsiz olmayacağını bilen bir insan, eserden müessirini görür ki; buna bürhan-ı innî denilir.
Akıl için müessirden esere intikal yolu da vardır. Bir mimarda bulunan mimarlık sanatı onu bir eser yapmaya sevk edecektir. O sanat, o eserin vücut bulacağına bir delildir. İşte bu delile de bürhan-ı limmî denilir. Cenab-ı Hakkın Rezzak olması rızkın yaratılmasına, keza Muhyi olması hayatı vermesine, Hâlık olması da mahlûkatı yaratmasına bir delidir.
Kalbin değeri, her türlü tasavvurun fevkindedir. Zira o imanın mahalli, marifet ve muhabbetin tecellîgâhı ve bütün feyizlerin kaynağıdır.
İnsanın vicdanı da güzeldir. Zira o hayrı kabul ve şerri reddeden ve haksızlığı kabul etmeyen emin bir mürşittir. Bu gibi âli meziyetlere mazhar olan bir insan, elbette Ahsen-i Takvîm üzere yaratılmış ve hârika güzelliklere sahip olmuştur.
İnsanın bütün azaları, akıl, kalp ve vicdan gibi bütün latifeleri birden nazara alındığında, onun Ahsen-i takvimde yaratıldığı açıkça anlaşılır.
Dipnotlar:


1 Sözler, s, 27.
2 Sözler, s, 27.
3 Sözler, s, 27.
4 Münazarat, 86.
5 Mektubat s. 473
6 Mesnevi Nuriye, 94
7 Mesnevi Nuriye, 210.

YAZAN MEHMET KIRKINCI HOCAEFENDİ

Ne güzel dizaynın vardır biz en güzel kıvamdayız
Birliğini tebliğ için bugün yine kıyamdayız.


 

kasif1

Well-known member
Biz insanı, gerçekten en güzel bir biçimde(Ahseni Takvim üzere)yarattık.
Kesret hayatı içinde yaşamak üzere takdir ettiğimiz,Vahdet bilincini kuşanmaya teşvik ettiğimiz,bütün sırların-güçlerin özünde saklı olduğunu bildirdiğimiz,özüne dönerse güven bulacağını söylediğimiz insanı biz ne güzel yarattık!...
AHSENİ TAKVİM üzere donanarak yaratıldı insan.Kuvvelerin-Enerjilerin-Güçlerin en güzelleri,en mükemmelleri ile donanarak!..İnsan;Esma-i İlahi’nin mazharı…99 Esmanın tamamı özünde;toprakta saklı maden misali potansiyel olarak yüklü.Nereden mi çıkardık?..İşte ayet:Ve Adem'e bütün isimleri öğretti.”(Bakara-31)
Öğretilen isimleri,eşyanın etiketlerini bellemek şeklinde düşünmek;Yaratılış Sırrının kabuğunda kalmaktır.Adem’in şahs-ı manevisinde insan;Allah’a ait Sıfatlarla-İsimlerle terkip halinde yoğrulmuştur.
Nasibi olanlar, gayretleri ölçüsünde mayalarında olanı açığa çıkarırlar.
İnsan;nefsi olmayan melekuta,aklı olmayan hayvanata,cismi olmayan cinnî ve narî yapılara üstündür.
Çünkü fark edebilmek esastır.Yaratılış sırrı fark edebilmekle açığa çıkar.Balık yüzer,sudan habersiz!..
Kuş uçar,havadan habersiz!İnsan her ikisinin yaptığını da yapabileceğini fark etmekle hepsine üstün olur…Melekler sürekli taat-ibadet halindeler.İsyan eğilimi programlarında yok.Şeytan sürekli isyan halinde;onun da programında itaat yok. İnsan öyle mi?!...
Şeytani boyut da, Melekî boyut da özünde olmasına karşın,hepsini geçme şansı yine Onun.Dilerse meleklerin geçemediği boyutlara Mirac edip Sidre’yi geçer,dilerse Şeytanın inemeyeceği kadar aşağılara;Esfele düşer.Garip belki ama;insanın mükemmeliyeti de bundan!Meleki,şeytani cevheri birlikte barındırmasından.Kah Celalle sinirlenir,kah Cemalle gülümser.Kah Adl ile hakkaniyete uyar, kah Kahr ile zulmeder.Bir dem İkram edicidir,bir dem Muksit cimri olur.Makro planda ne tür haller, sıfatlar işliyorsa sistemde,hepsinin minimize halidir insan.Beyne,akletme kabiliyetine sahiptir.
Mikro Evrendir Beyin; Makro Beyindir Evren! (A.H)
Bu haliyle alem üzeri alemler,katman üzeri katmanlar,evren içre evrenler saklar özünde.Kozmik Alemin hakim gücü;kendi cevherini hiçbir mahluka bütün olarak vermezken insana lütfeder.Nefesinden nefes,canından can,gönlünden gönül katar insana."Onu, amaçlanan düzgünlüğe ulaştırıp öz ruhumdan içine üflediğim zaman,”(Hicr-29)
“O her an yeni bir şa’nda,yeni bir yaratmadadır.” Ezelden Ebede akan sistem içinde geçmiş-gelecek kavramlarına yer olmadığına göre;”AHSENİ TAKVİM kıvamında insanı yarattık” ayetini de, devam eden yaratma süreci diye düşünelim.O halde insan gayreti, nasibi nispetinde EN GÜZEL KUVVELERİ, EN GÜZEL MANALARI ÖZÜNDEN çıkarmaya devam edecek.İnsan gayret ettikçe özünde cereyan eden İlahi Tecellinin mükemmel işleyişi sürecek an be an!..
İnsan aynadır Rabbül Alemiyne.İnsan sahnedir ilahi sırlara.En üst boyutta bütün esma ve sıfatları kendinde cem eden İNSAN-I KAMİL isimli melekî yapı;kendi özelliklerini insan aynasında seyreder.
Çünkü insandır yeryüzü halifesi.(Bakara-30)Bu seyir için,üst yapının aşağı bir boyuta; bedene, cisme, arza inişi de (Sünnetullah) Allah Sistemi gereği.Şimdi bunu okumaya çalışalım…
5-Sonra da onu (Esfeli Safiline) düşüklerin en düşüğüne-aşağıların en aşağısına çevirip attık.
Ahseni Takvim olarak yaratılıp da Esfeli Safilîne;aşağıların en aşağısına sürülmek!..Niçin?!..Ahseni Takvim oluşunu fark etmek için!...Kalkışın huzuru için düşmek,yükselişin hazzı için aşağı inmek,güzeli görmek için çirkini bilmek,sevincin mutluluğu için üzüntüyle tanışmak,dirilmek için ölmek de sistem gereği.İmtihan sırrı bu.Cennet boyutundan dünyaya inişi insanın…Halife sırrını icra için elzem olan doğal bir sürgün!...Ruhun bedene,Özün cisme,Canın tene,İlmin beyne,Aşkın gönle saklanması; aşağıların aşağısına çevrilip atılmak!...
Tohum; filizlensin,meyve versin diye atıldı buz gibi soğuk,zifiri karanlık toprağa.Maden,cevheri bozulmasın diye saklandı derinlere.Yıldızlar,pırıltıları fark edilsin diye yüzüyor karanlık uzayda.
Bütün güzellikler,bütün sırlar perde ardında saklı.Cevher derinlere gömülü.Öz;aşağıların aşağısına atılmış ki;yukarıya hasret olsun.Hasret çeken yönelir sevgiliye.Uçan kuş ne bilsin,kafesteki kuş özler hürriyeti.Gönül,Ten Kafesine mahkum bir süre,fark etsin,özlesin,gayret etsin diye..
Rabbül Alemiyn;”Alemlere sığmadı da mümin kulun kalbi Ona geniş geldi.” Oraya “İstiva etti”karargah kurdu. Kalbini,özünü,sinesini fark edebilenler derine saklananı kazıp bulacak yine kendi içlerinde…
Kendi kendine mi olacak buluş?!...Hayır,hayır,hayır!…Yer altında gürül gürül akan su kaynakları bile kazma vuran ele muhtaç.Maden,sondaj vuracak mühendis bekler.Tohum,çiftçinin hoyrat ama müşfik elinde kıvama geliyor.Bunca maddi oluşum bile bir ele muhtaçken,insan bir fark ettiren olmadan nasıl çıkar Esfeli Safilinden?!...
O el; Rasül-Nebilerin Tebliği….O el;her dönemi,her mekanı boş bırakmayan Evliyaullah eli..O el;Hak Aşığı gönül ehlinin eli.. Zahir İlimlerinde yaşayan Celaleddin’i,kuru ilim esfelinden Batıni manalara; Aşk Ahsenine tutup çeken;Mevlana yapan el Şems’in eli. Kadı Mahmut’u makam-mevki-şöhret batağından çekip çıkaran,Aziz Mahmud Hüdai diye çağlara armağan eden el;Üftade Hazretleri.Halife Harun Reşid’e makam esfelini gösteren Behlül Dane’nin deli dolu devinen meczup eli…Çiftçi Yunus’u, Emre Yunus’a doğru yükselten el;Taptuk’un eli.Ferhat dağları delmiş ab-ı hayat için.Şirin sevgilinin,aşk kokan elleriyle vurduğu kazma,sineden fışkırtır özün pınarlarını…Yusuf’a dolanan Züleyha eli Onu zindan esfeline iter,Tabir İlmi-Hikmet Bilgisi fışkırsın diye!…Züleyha’nın elidir Mısır’a Sultan,Gönüllere Bürhan;Nebi Yusuf’u aşk potasında yoğuran!..
Esfel olan beden;sınavlara,belalara uğrayacak,ıstırap çekecek ki; Ahsen olan gönül çıksın özünden.
Esfel dünya hayatı yaşanacak ki; Ahsen cennetinde Cemalullah seyredilsin…
Kimler aday Esfelden;çukurdan,bataklıktan çıkışa?!...Kimler seçilmiş Ahseni Takvim sırrına?!.. Devam edelim, görelim…
6-İman Edip,Ameli Salih (hayra ve barışa yönelik iş) üretenler müstesna. Bunlar için kesintisiz bir ödül vardır.
Çoğunluk Esfelde kalacak.Kafirler,müminlerden daima çok olacak.Zulüm,Adaletten daha fazla egemen olacak dünyaya.Karanlık,mum yanmadıkça hükmünü sürecek.Cehennemlikler,sayıca cennetliklerden fazla olacak.Bedensellik,ruha nispetle kişiye hakim olacak.Bu da Sistem gereği..Nereden anladık?
Esfeli Safiline sürülenler içinde bir grup istisna tutuluyor.İstisnalar,genel kaideler içinde daima az.Hatta o kadar az ki; istisnalar kaideyi bozmaz,vecizesini söyletecek çapta düşük bir oran bu!..İşte ayette de kurtuluşa erecek olanlar istisna edatı İLLÂ ile işaret ediliyor: İLLELLEZİYNE ÂMENÛ VE AMİLÛS SALİHÂTİ….
Kimler bu İLLA lütfuna erenler?İman edenler ve iyi işler üretenler… İman;fark ediştir.İman,özün kendini gördüğü mahalle yönelişi,bağlanışıdır.İman,şek ve şüpheden arınıp,eminliği kuşanmaktır.
Eminlik İman kelimesi içinde mana olarak mevcut zaten.Ebubekir,kendini görür Muhammed’de de yönelir.Tüccar Ebubekir’den Sıddikiyet ışığı yansıtan Muhammed’dir.
İman;teslimiyettir. İman; görüneni-görünmeyeni Hak bilmektir. Kesretle perdelenen Vahdeti fark etmektir.
B sırrı ile,noktadan patlayan evrenle BİR,kainatla BÜTÜN,Hak ile BİRLİKTE yürüdüğünü,HAK ile HAK OLDUĞUNU fark ediştir iman. Başkası,Öteki kavramından kurtulup özü bulanlar;şu dizelerdeki manayı terennüm ederler:
Âşikardır Zât-ı Hak,görmeyi bir dilesen…
“Benliği”dir var olan,adını silebilsen!
Düşünürsün ki varsın;oysa bu varsayımın!!!
Zâtı Hak’tır varlığın,“nefs”ini görebilsen! (1)
İman;sevgilide yok olmaktır.Ebubekir,Muhammed’e feda eder kendini.O feda ediş çıkarır Sıddikiyet cevherini.İman;gönülle aklın,beyinle kalbin,ilimle hâlin,zikirle fikrin,düşünceyle duygunun bileşimidir.
Birleştiren;insan-ı kamilden ilham alan mürşidi kamildir:
Ya Rab haberin nerden alalım
Bir kamil mürşide varalım
Aşkın ateşine canlar verelim
Bir anda safa olmaz ebedâ
Gözüme uyku girmez ebedâ

İlminin hâliyle hâllenen,Aşkın rengine boyanan,Hikmet pınarından bengisu akıtan birleştirir,özde bir olduğunu fark ettirir. Ötelerde arananın yanı başında,içinde olduğunu söyler de hayret ettirir. Hayret edenin adı;Salih kimsedir.
”Salih Kişi;beşeri kavramlardan arınıp bilinç boyutunda kendini bulmuş ve bilincini istediği gibi kullanarak ruhunu yönlendirebilen kişi!..Tanrı kavramından kurtulup kendi hakikatini tanıyarak gereğini yaşayan..Salihler,mardiye bilincini yaşayanlardır!”(2)
İman eden;mürşidi kamile teslim olan,her ne var ise Hak bilen Salih insandan bazı haller yansır.
”İmanın gereği olan bu fiillere Dinî terminolojide "Ameli Sâlih" adı verilir.”(3)
Ameli Salih;hayra,barışa,iyiliğe yönelik bütün fiillerdir.Ameli Salih; Salih insanın duruşu, yaşamı, konuşması,tutumu,sevgisi ve ilgisidir.O insan için ecir sürekli,nimetler devamlı,lütuflar sağanak misalidir.Salih insan;etrafına manyetik alan misali oluşturduğu çekim alanı ile,nasibi olanı Hakka çeker.Toplum;kelebeğin ışığa üşüşmesi gibi onların etrafında halka olur.Çoğu kere konuşması,nasihat etmesi dahi gerekmez.Salih Kişinin sükûtu,hatta bir bakışı bile nice dönüşümlere vesile olur. Yunus, Mevlana’nın bir bakışının kendinde neleri açtığını şöyle dile döker:
“Mevlana Hüdavendigar bize nazar kılalı
Onun görklü nazarı gönlümüz aynasıdır.”
Salih insan,zaman ve mekan kalıplarından sıyrılmış,anda yaşayan kimsedir.Sıradan kimseler için ikili,çoklu yaklaşımlar devam ederken,Salih insan her şeyi tek,her gelişimi an görür.Müminlerin çoğu ezelde KALU BELA dedik diye inanırken bakın Yunus ne diyor:
Belî kavlin dedik evvelki demde
Henüz bir demdir ol vakt ü bu saat,
“Evvelki anda bela dedik ama o an ile bu an,o vakitle bu saat aynı andır”,diye yaşadığı sırrı ifşa ediyor Yunus’umuz.Kimileri kıyamet kopacak,hesap görülecek,cennet cehennem oluşacak derken,Salih Kimseler;an be an hesap görülmede,dem be dem cennet-cehennem yaşanmada diyeceklerdir.
Kesret boyutunu fark edip,Vahdet yaşamına talip olan,kendi sinesine yönelerek eminliği,huzuru kuşanan,zahiri hayatın aşağı seviyesinden yücelerin haline yönelen insan için ecir de,ödül de devamlıdır.Ödül;cennet midir?...Ödül,bol para,yüksek makam,lüks bir yaşam mıdır? Elbette hayır!..
Ödül; bilince Hak olduğunu hissettiren,yaşatan RIZA HALİdir.O hali kuşananlar önce şöyle derler:
Hoştur bana senden gelen, ya hil’atü yahut kefen
Ya taze gül yahut diken,kahrın da hoş lütfun da hoş
Kahrı-Lütfu bir gören göz,bir müddet sonra Cennetten de, ödülden de geçer.İstediği TEKtir artık.Ona ermeyi dile döker de, erdiğini saklar nedense!...Aslında O,ödüllerin en büyüğünü çoktan almıştır.Onun ödülü şu dizelere dökülen bilinç halidir:
Cennet cennet dedikleri,birkaç bahçe birkaç huri
İsteyene ve onları,bana seni gerek seni
(Y.Emre)
m.doğramacı
 

kasif1

Well-known member
AHSEN-İ TAKVİM SIRRI

Allahû Tealâ ve Tekaddes Hz. bütün kâinatı insan için yaratmış ve insanın emrine tahsis etmiştir (Bakara-29, Casiye-13). Her şeyin emrine verildiği insan ise, bütün kâinata hakim ve ondan en iyi şekilde yararlanacak vasıf ve mahiyette yaratılmıştır. Lüzumlu ve gerekli bütün teknik unsurlara ve her türlü şartlara sahip kılınmıştır. Ayrıca gerekli fizik ötesi yardımlar da kendisine bir nimet olarak sunulmuştur. İnsan, üstün yetenek ve şartlarla dizayn edilmekle birlikte kendisi tek başına terkedilmemiş, lâzım olan her türlü ilâhî yardımlar ilk insan Hz. Âdem ile birlikte verilmiştir. Kendisinin nefsine ve şeytana uyarak helak olmaması için Yüce Yaratıcı, peygamberler göndermiş, kitaplar nazil etmiş, hâlifeler (Bakara-30) ve mürşid resuller görevli kılmıştır (Cuma-2, Al-i İmran-164, Secde-24...).

İnsan en iyiye, en güzele, ahsene dönüşebilecek şekilde halk edilirken kendisine bu âlem için fizik ceset (Hicr-26 ), emr âlemi için ruh (Secde-9) ve berzah âlemi için ise nefs ihsan edilmiştir (Şems-7). Hanif fıtratı (Rum-30) ile yaratılan insan, İrcii İlâ Rabbiki Rab-bine dön (Fecr-28) temel emrini yerine getirebilmesi için ruhlar âleminde her üç cesedi ile birlikte ilâhî huzurda yeminlere (Müddessir-38,39,40, Şems-9) ahdlere (Yasin-60,61) ve misâklere (Maide-7, Rad-20,21) muhatap kılınmıştır ve bütün bu yeminleri kabul etmiştir. Bunların yerine getirilmesi ise farz kılınmıştır (En'am-152, Maide-7, Maide-105 ve diğer farzlar).

Bu yemin, ahd ve misakın yerine getirilmesi ise topluca Fecr-27, 28, 29 ve 30'uncu ayetlerde emredilnıektedir.

Ey mutmain olan nefs, Allah'tan razı ol ve Allah'ın rızasını kazan ve Rabbine dön, o zaman kullarımın arasına gir ve cennetime gir.

Ayetlerden açıkça ve kesin olarak anlaşılan odur ki, nefs 7 kademede tezkiye (ıslah) olacak, ruh Rabbine dönecek, fizik ceset Allah'a kul olacak ve böylece Allah'ın kulları arasına girilecek ve de Allah kulluğuna kabul buyurduktan sonra cennete hak kazanılacak. İşte insan bütün bunları yapabilecek şekilde yaratılmıştır ve bunları yerine getirmek mecburiyetindedir. Bunu da hür iradesiyle yapacaktır (Bakara-256).

Aynca bütün insanlar İslâm şerefi ile şereflenmek ve dünya saadetini de elde etmek durumundadır. Çünkü Allah en çok insanları sevmektedir. İnsanın ahret ve dünya saadeti farz-ı ayın halinde Kur'ân'da yer almıştır.

Dünya saadeti için daimî zikir (Müzemmil-8, Nisa-103), irşad (Bakara-186) ve teslimler (Bakara-208, Zümer-54) farz kılınmıştır. İnsan dilerse hür iradesiyle bütün bunları yerine getirebilecek kabiliyettedir.

İnsan; en iyiye, en güzele, ahsen olana dönüşebilecek, ulaşabilecek durumda halk edildiğine göre, İslâmı ilâhî emirler doğrultusunda Kitabın bütününe tâbi olarak yaşamak durumunda ve de zorundadır. Bunu başarmak için örnek mi arayacak? İşte Ahzab-21;

Allah'ı ve ahret gününü arzulayanlar ve Allah'ı çok zikredenler için Allah'ın resulünde ahsen bir örnek vardır.

İnsan ahsene ulaşmak için mutlaka Peygamberimiz (S.A.V) ve sahabenin yaşadığı İslâmı yaşamak zorundadır.

O kişi ki vechini (fizik cesedini) Allah'a teslim etmiş ve muhsinlerden olmuştur. Dinde ondan daha AHSEN kim vardır. Hanif olarak İbrahim'in dinine tâbi olmuştur. Ve Allah İbrahim'i dost (sevgili) kıldı.
Nisa-125

Muhsinler makamı ve 2. teslim, 2. takva. Örnek alınan bu iki ayette açıkça AHSEN olma üzerinde durulmaktadır. Ancak konu Tin Suresinin-4,5,6. ayetlerinde net olarak beyan buyrulmaktadır;

"Lekad halaknel insani fiyahseni takvim sümmeredadnâhü esfele safilin illellezine âmenu ve âmilûssaâlihati felehüm ecrin gayrimemnûn".
Tin Suresi-4,5,6
And olsunki, biz insanı AHSEN-İ TAKVİM içinde yarattık. Sonra onu esfeli safiline (cehennemin en alt katına) reddettik (attık). Ancak iman eden ve (nefsi ıslah edici) salih amel işleyenler hariç onlara kesintisiz ecirler vardır.

Ayetin orijinal metni ve gerçek tercümesi bu, ancak tercümelerde, tefsirlerde, vaizlerde, dinî sohbetlerde, konuşmalarda (Radyo ve TV.lerde) Allah insanı en güzel şekilde yarattı şeklinde, ayetlerin sıralanış tekniğine ve ilâhî emir ve iradeye ters yorum ve açıklamalar görmekteyiz. Eğer Allah insanı en güzel şekilde yaratmıştır diye tercüme ve açıklamalarda bulunursak, öyle anlar ve öyle amel edersek, o zaman yapılacak bir şey kalmamaktadır. Kâinat güzeli pozlarında boy aynasının karşısında bu güzel yaratılıştan dolayı sadece Allah'a hamd ve şükretmek kalmaktadır. Nefs tezkiyesi mi, vuslat mı, daimî zikir mi, irşad mı teslimler mi (ruh, cesed ve nefs olarak)? Bunlara lüzum kalmadı. Yukarıda verilen birçok ayetler ve başka ayetler, farzlar devre dışı bırakılmaktadır. Zaten ne yazık ki tatbikatta da bunu açıkça görmekteyiz. Dinde mevcut kavram kargaşasına kurban giden dinî bir mefhum, bir müessese bu şekilde devre dışı kalmaktadır. Bu yazıyı, kargaşadan nasibini alan ahsen-i takvim sırrını çözmek için yazmak zarureti hasıl olmuştur.

Ahsen, en iyi, en güzel, çok iyi, en üstün lügat manâlarına gelmektedir. Takvim ise, kıvama koyma, doğrultma, düzeltme, eğriyi doğru tutma, tadil etme lügat anlamına gelmektedir. Ayrıca yıllık, güneş, ay ve mevsim değişikliklerini ihtiva eden defter manasına da gelmektedir. Günlük hayatta en çok kullanılan manâ budur.

Bu durumda insan ahsen-i takvim içinde yaratıldığına göre, bir zaman dilimi, takvimi içinde en iyiye, en güzele, en yüksek mevkiye, kemâlat derecelerinin son noktasına çıkabilecek imkânlar içinde yaratılmış olmaktadır. Bu husus insanın doğuştan tabiî bir hakkı olmakla birlikte, insanı mutlaka, ifası gereken farzlar topluluğuna da muhatap kılmaktadır.

İnsan ancak kendi karar vererek, hür iradesiyle irşad yoluna (Bakara-256) dolayısı ile Sırat-ı Müstakiym'e (Fatiha-6) tabî olarak, ruh olarak sağ iken Allah'a mülâki (vuslat) olacak ve "Rabbine dön" temel enirini yerine getirmiş olacaktır, aksi ise Esfel-i Safilindir. Yani insan kendine verilen imkân ve nimetleri hür iradesiyle kullanarak, bir hidayetçi (mürşide) tâbi olmadan bir hayat sürerse o zaman nefsine ve şeytana tâbi olacak ve şeytanla birlikte cehennemin en alt 7. katında olacaktır. Fakat bu kişi iman eder, salih amel işlerse o, cehennemde değildir (Tin-6). însan ahsen-i takvim içinde yaratılmış, fakat nefsi emmarede olduğu için cehennemdedir. Ancak nefsinin tezkiye yeminini yerine getirirse o zaman cehennemde değildir (Müddessir-38,39,40 ve Tin-6). Zaten metnini yukarıda verdiğimiz Tin Suresi-4,5,6. ayetlerde sıralanış tekniği yönüyle de bu durumu açıklamaktadır. Aksi açıklamalar Kur'ân'a aykırı bulunmaktadır.

Çok canlı ve herkesin çok iyi bildiği bir örnekle ahsen-i takvim sırrını netleştirmek istiyorum.

Hz. Ömer, islâm'dan önce putperest idi ve kızını da diri diri toprağa gömenlerdendi, "îki olay var ki, birisi aklıma geldiğinde gülerim, diğeri aklıma geldiğinde ise çok ağlarım" buyurmuştur. "Hurmadan put yapar, tapar sonra da acıktığımızda yerdik. Hatırladığımda buna çok gülerim. Minik kızımı toprağa canlı canlı gömerken benim sakalıma sıçrayan toprakları minik elleri ile temizler ve benim yaptığım gömme işini şaka zanneder, bana gülerdi. Bu olayı hatırladığımda ise çok ağlarım".

İslâmın zuhuru ile fitne, fesat kaynamağa başlar ve Hz. Ömer, sevgili Peygamberimizi öldürmek için yola çıkar, yolda kız kardeşinin evine uğrar ve yeni nazil olan ayetleri öğrenir ve çok sinirlenerek kız kardeşi ile eniştesini döver ve hırpalar. Onlar ise müslümanlıktan vazgeçmeyeceklerini, bu yolda ölüme hazır olduklarını açıkça Hz. Ömer'e ifade ederler.

Hz. Ömer İslâm olayı ile karşılaşır. Etrafında olaylar cereyan eder (Bakara-216, Dehr-3) olaylardan bir intiba edinir (Dehr-3) ve bu intiba ile İslama, irşada bir meyil oluşur (Bakara 256). İrşada meyil oluşturan Hz. Ömer üzerinde Allah, rahim esması ile tecelli eder (Yu-suf-53). Allah, rahim esması ile Hz. Ömer üzerinde tecelli edince O'nu irşad yoluna ulaştırmak için kendisinden razı olmuştur (Maide 16).

Bundan sonra Allah, Hz. Ömer'e ayetlerini işittirmiş (Hac-54) ve aklettirmiştir (Hac-54, Mülk-8,9,10), Allah Hz. Ömer'in kalbine hidayet koymuştur (Allah'a ulaşma duygusu Tegabün-11) ve nefsinin kalbini Allah'a döndürmüştür (Kaf-33). Allah'tan gelen rahmetin Hz. Ömer'in kalbine ulaşması için Allah, onun kalbine giden göğsünden bir rahmet yolu açmış, şerhetmiştir (En'am-125). Allah'ın rahmeti manevî kalbine ulaşmıştır (Zümer-23), rahmet kalbinde huşu oluşturmuştur (Zümer-23, Hadid-16), huşûya ulaşan Hz. Ömer, Peygamber Efendimizin hak elçisi, en büyük mürşid olduğunu görmüş ve kabul etmiştir (hacet namazı kılmadan, Bakara-45).'

Peygamberimize ulaşarak önünde tövbe etmiş ve Kelime-i Şehâdet getirmiş, (Furkan-70) müslüman olmuş, iman etmiş ve salih amellere başlamıştır. O anda Hz. Ömer'e Allah 7 ihsanda bulunmuştur. Peygamberimizin ruhu O'nun başı üzerinde oluşmuştur. Kendi ruhu Sırat-ı Müstakiym'e adım atmış ve Allah'a doğru yola çıkmıştır. Kalbine iman yazılmıştır ve mümin olmuştur (Mümin-40), Islah-ı nefse başlamıştır, günahları sevaba çevrilmiştir (Furkan-70), her haseneye 700 kadar sevap verilmiştir (Bakara-261), cennetlik olmuştur.

Bundan sonra Hz. Ömer, Peygamberimizin (S.A.V) emrinde O'na tâbi olarak nefsini, nefs-i emmare (Yu-suf-53), nefs-i levvame (Kıyame-2), nefs-i mülhime (Şems-8), nefs-i mut-mainne (Fecr-27, Rad-28), nefs-i radiye (Fecr-28), nefs-i mardiye (Fecr-28) ve nefs-i tezkiye (Fatır-18) olmak üzere 7 kademede terbiye ve tezkiye etmiştir. Ve neticede Hakk'a ulaşmıştır. Hakk'ı tavsiye edecek duruma gelmiştir. Bundan sonra velayet kademelerinde ilerlemeye devam etmiştir. Ruhunu Allah'a teslim etmiştir (Nebe-39, fena makamı), ruhu İndi Ilâhi'de altın tahta sahip olmuştur (En'am-126, beka makamı). Zikri günün yarısını geçmiş, zahidlerden olmuştur (Yusuf-20, zühd makamı), vechini yani fizik cesedini Allah'a teslim etmiştir (Nisa-125, muhsinler makamı). Hz. Ömer günlük zikirlerini artırarak daimî zikre ulaşmış ve ulûl-elbab olmuştur. Kalp zikrinin ve hikmetin sahiplerinden olmuştur. Kalp gözü ve kulağı olmuştur (Al-i İmran-190,191). Daimî zikirden sonra nefsinde bulunan bütün afetleri tasfiye ederek, nefsini de Allah'a teslim etmiş, takva elbisesini giymiş, 3 takvayı da tamamlamış ve ihlâs sahibi olmuştur (ihlâs makamı). Bundan sonra bir seher vakti Allah Hz. Ömer'i huzuruna alarak nasuh tövbesi yaptırmış ve salâh makamına ulaşmıştır. İrşada memur ve mezun kılınmıştır (Tahrim-8). Bilindiği gibi Hz. Ömer 4 büyük irşad ehlinden ikincisidir. İrşad 'eden 4 halifeden ikincisi.

Bu makamdan sonra Hz. Ömer, Peygamber olmadığı halde Nisa Suresinin 69'uncu âyet-i kerimesine göre peygamberlerle haşrolmaya hak kazanmıştır. Bu en yüce mevkiye ulaşmıştır. Başlangıçta puta tapan, evlâdını öldüren esfeli safilindeki Hz. Ömer, kendi hür iradesiyle irşada tâbi olarak peygamberler içine yükselebilmiştir. Bu, ahsen-i takvim sırrıdır.

Allah hepinizden razı olsun.
alıntı
 

NİSANUR

Well-known member
Ahsen-i takvîm, “kıvama koymanın, biçimlendirmenin, mânen ve maddeten doğrultmanın en güzeli” demetir. Alâ-yi illiyyîn; “yücelerin en yücesi; en ileri nokta.; cennetteki üstün makam”, esfel-i sâfilîn ise “aşağıların aşağısı, sefillerin en sefili, cehennemin en derin azap mahalli” şeklinde tarif edilmiş.

Âlemlerin Rabbi, “Muhakkak biz insanı ahsen-i takvîmde yarattık” buyuruyor. Ve insan, bu üstün yaratılışıyla, nice güzelliklerin tohumunu saklıyor. Anlamağa, inanmağa, amel etmeğe, sevmeğe, şefkat etmeğe, feyz almağa aday.

Peygamberlik bu ulvî mahiyetten çıkıyor. Evliya, asfiya bu mahiyetin meyveleri. Âlimler, ârifler, muttakiler, sâlihler, cömert simalar, âdil hükümdarlar hep bu ulvî mahiyetin değişik sahalardaki farklı meyveleri.

Yine Nur Külliyatında, “küfür, mahiyet-i insaniyyeyi yıkar, elmastan kömüre kalbeder” denilerek, büyük bir hakikat dersi verilir. Demek ki, insan ahsen-i takvim ile ifade buyrulan bir elmas mahiyetinde yaratılmış. Kendisini rıza çizgisinden, istikamet hattından dışarı çıkarırsa, ceza alarak aşağıların aşağısına atılıyor. Bu çöküş “kömür” olmakla sembolize edilmiş.

Buna göre,

Ahsen-i takvim, “ömür sayfasına en güzeli yazabilecek kıvamda, kabiliyette yaratılmış olma.”

Alâ-yı illiyyîn, “bunu başarabilenlerin yüksek makamı.”

Esfel-i safilîn, ise “yanlış yazanların büyük düşüş ve çöküşüdür,” diyebiliriz.

Nur Külliyatında insanın iman nuruyla alâ-yı illiyîne çıkacağı, küfür zulmetiyle de esfel-i safilîne düşeceği kaydedilir. O halde, insan bu iki makama da bu dünyada eriyor yahut düşüyor. Dünya ahiretin tarlası olduğu için de, ahirette de buna göre cennetin en yüce mertebelerine çıkıyor, yahut cehennemin en derinliklerine iniyor.
 

kasif1

Well-known member
İnsan noksan oldugu halde nasıl ahsen-i takvim suretinde yaratılmış?

İnsanın çok yönlerden noksan olduğunu görüyoruz.
Eksikleri olan bir varlığın Ahsen-i takvimde ”en güzel kıvamda yaratılmış olmasını“ nasıl yorumlayabiliriz?

İnsan yaratılışı itibariyle, Allah’a iman ve Onu tanıma konusunda en cami bir mahiyete sahiptir. İnsan Penceresinde insanın üç cihetle esma-i ılahiyeye ayna olduğu ifade edilir. Bunlardan birisi de zıddiyet itibariyledir. Soruda geçen noksanlıklar bu noktada insan için büyük bir marifet hazinesidir. İnsan sonsuz acziyle Allah’ın sonsuz kudretine, sonsuz fakrıyla Onun sonsuz zenginliğine ayna olduğu gibi, noksanlıklarıyla da Allah’ın kemaline ayna olur. Diğer iki cihet de nazara alındığında insanın ahsen-i akvim üzere yaratıldığı daha iyi anlaşılır.

Şu da var ki, güzelliği kendi kıstasları içinde ele almak gerekir.

Üstadın 4. şuada belirttiği gibi

"Her şeyin hüsnü kendine göredir, hem binler tarzda bulunur."

Şu dünya şartlarında imtihan edilen bu insanın mevcut yaratılışı bu mahiyete en uygun şeklidir.
Ama cennete gittiğinde durumu oranın şartlarına göre en güzel olacaktır.

Nur Külliyatında, özellikle 23.Sözde insanın yaratılışıyla ilgili bütün tespitler birden nazara alındığında ahen-i takvim manası çok iyi anlaşılır.

Örnek olarak Mektubattan bir parça nakledelim:

“Cenâb-ı Hak kemal-i kudretiyle nasıl bir tek şeyden çok şeyleri yapıyor, çok vazifeleri gördürüyor, bir sahifede bin kitabı yazıyor. Öyle de insanı, pek çok enva' yerinde bir nev-i câmi' halketmiş. Yani, bütün enva'-ı hayvanatın muhtelif derecatı kadar, birtek nev' olan insan ile, o vezaifi gördürmek irade etmiş ki; insanların kuvalarına ve hissiyatlarına fıtraten bir had bırakmamış; fıtrî bir kayıd koymamış, serbest bırakmış. Sair hayvanatın kuvaları ve hissiyatları mahduddur, fıtrî bir kayıd altındadır. Halbuki insanın her kuvası, hadsiz bir mesafede cevelan eder gibi, gayr-ı mütenahî canibine gider. Çünki insan, Hâlık-ı Kâinat'ın esmâsının nihayetsiz tecellilerine bir âyine olduğu için, kuvalarına nihayetsiz bir istidad verilmiş. Meselâ insan hırs ile, bütün dünya ona verilse هَلْ مِنْ مَزِيدٍ diyecek. Hem hodgâmlığıyla, kendi menfaatine binler adamın zararını kabul eder. Ve hâkeza... Ahlâk-ı seyyiede hadsiz derecede inkişafları olduğu ve Nemrudlar ve Firavunlar derecesine kadar gittikleri ve sîga-i mübalağa ile zalûm olduğu gibi, ahlâk-ı hasenede dahi hadsiz bir terakkiyata mazhar olur, enbiya ve sıddıkîn derecesine terakki eder.”
 
Üst