Mülk suresi ve sırları

kasif1

Well-known member
SÛRE HAKKINDA ÖZET BİLGİ

Mülk Sûresi, Mekke döneminde 77.sırada nazıl olmuştur... 30 ayettir... Adını, ilk ayetindeki “el-Mülk” kelimesinden alır... Bazı hadis-i şerifler’de “Mücadele”, “TebarekelMüfassala”, “Mania” (mani olan) ve “Münciye” (kurtarıcı) diye de isimlendirilmiştir...
Mülk Sûresinde: Mülk elinde olan ve kudret sırrı... Bazı Esma-i İlahi... Ölüm-hayat işlevi ve imtihan... Rahman’ın yaratışındaki mükemmellik vardır; kaos ve tesadüf yoktur... Yedi sema tabakaları, Sema’nın kandillerle süslenmesi ve şeytanların taşlanması... Cehennem’in dehşeti... Uyarıcıları dikkate almayanların sonu, uyarıcıyı dinleyip akletmenin önemi... Yaratan, yarattığını bilir... Arz’ın hizmeti, Sema’dan inen afetler... Hiçbir şeyden emin olma, hiçbir şeyine güvenme... Rahmaniyet sırrı... Kanatlarını açıp-yuman kuşlar’ı Rahman tutuyor... Yüzüstü sürünen ile dimdik yürüyenler... İnsanı inşa eden Allah ona idrak duyularını da vermiştir... İlim, Allah indindedir... Kesilen suları getirecek olan Rabbülalemiyn olan Allah’dır,... gibi konular açıklanmaktadır...
Mülk Sûresi hakkında bazı hadis-i şerifler:
Bilmeden bir insan mezarı’nın üzerine çadır kuran bir sahabi, insan mezarı’nın Mülk Sûresini sonuna kadar okuduğunu işitir... Bunu haber verdiğinde Hz.Rasûlullah şöyle buyurdu: “O (Mülk Sûresi) Mania’dır, o münciye’dir, onu kabir azabından kurtarır”.
Kim onu gece okursa, gereçekten sevabı çoğaltmış ve çok hoş bir iş yapmıştır”.
Her mü’minin kalbinde, TEBAREKELLEZİ BİYEDİHİLMÜLK’ün olmasını arzu ederdim”.
Allah’ın Kitabından, ancak otuz ayet olan bir sûre vardır ki, kıyamet gününde bir adama, onu ateşten çıkartıp cennete dahil edinceye kadar şefaat etti... O Tebareke Sûresi’dir”.
Allah’ın Kitabından, ancak otuz ayet olan bir sûre vardır ki, kıyamet gününde bir adama, onu mağfiret edinceye kadar şefaat etti... Tebarekelleziy Bi yedihil Mülk’dür (O)”.
Bir adam, Kur’an’dan bir sûrenin şefaatı ile cennete dahil oldu... O ancak otuz ayettir... Kabir azabından kurtarır... Tebarekellezi BiyedihilMülk’dür (o)”.
AYETLERİN MÂNÂSI

BİSMİLLAHİRRAHMANİRRAHIYM
1-) Tebarekelleziy BiyediHİlMülkü, ve HUve 'alâ külli şey'in Kadiyr;
Mülk (alemi B sırrınca) elinde olan ne yücedir!... O, herşeye Kadiyr’dir.
2-) Elleziy halekalmevte velhayate liyebluveküm eyyüküm ahsenu 'amela* ve HUvel'AziyzulĞafur;
Amel itibarıyla hanginiz ahsendir (diye) sizi imtihan etmek (kemalatınızı ortaya çıkartmak; cezası olan, bilinir amel haline getirmek) için ölüm’ü ve hayat’ı yaratan O’dur... O, Aziyz’dir, Ğafur’dur.
3-) Elleziy haleka seb'a Semavatin tıbaka* ma tera fiy halkırRahmani min tefavut* ferci'ılbasare hel tera min futur;
Semavat’ı yedi tabaka (halinde) yaratan O’dur... Rahman’ın halkında hiçbir tefavüt (ihtilaf, uyumsuzluk, uygunsuzluk, aykırılık, düzensizlik, kaos) göremezsin... Hadi basar’ı (bakışını) döndür (gözünü tekrar çevir) de bak... Bir futur (çatlak, kopukluk, uyuşmazlık) görüyor musun?.
4-) Sümmerci'ıl basare kerrateyni yenkalib ileykelbasaru hasien ve huve hasiyr;
Sonra basarı (gözünü, bakışını) iki kerre daha döndür de bak!.. Basar’ın (gözün, bakışın), yorgunluğun en ileri derecesine ulaşmış (aradığını bulamamış), hor-hakir olarak sana inkılab eder (döner).
5-) Ve lekad zeyyennes Semaeddünya Bimesabiyha ve ce'alnaha rucumen lişşeyatıyni ve a'tedna lehüm 'azâbesse'ıyr;
Andolsun ki Dünya Seması’nı (Bi-) mesabih (kandiller, aydınlatıcılar) ile süsledik... Onları şeytanlar için rücum (recm nesneleri) kıldık (şeytanlar, onlarla taşlanırlar; bertaraf edilirler)... Ve onlar (şeytanlar) için Saiyr (alevli ateş)’in azabını hazırladık.
6-) Ve lilleziyne keferu BiRabbihim 'azâbu cehennem* ve bi'selmasıyr;
Rablerine (B gerçeği ile) kafir olanlar (perdeliler) için cehennem azabı vardır... Ne kötü dönüş yeridir o!.
7-) İza ülku fiyha semi'u leha şehiykan ve hiye tefur;
Onun içine atıldıklarında, o kaynayıp feveran ederken, onun hırıltılı teneffüsünü işitirler.
:cool: Tekâdu temeyyezu minelğayz* küllema ülkıye fiyha fevcun seelehüm hazenetuha elem yeti'küm neziyr;
Ğayzından (öfkesinden, hiddetinden) neredeyse çatlayacak haldedir... Onun içine herbir fevc (bölük) atıldıkça, hazinleri (muhafızları; onları zabtedenler) onlara: “Size bir neziyr (uyarıcı, Rasûl) gelmedi mi?” diye sorar.
9-) Kalu bela kad caena neziyrun fekezzebna ve kulna ma nezzelellahu min şey'* in entüm illâ fiy dalalin kebiyr;
(Cehennem ehli de) derler ki: “Evet, gerçekten bize bir neziyr geldi de biz yalanladık ve: <Allah hiçbir şey indirmemiştir; siz büyük bir sapkınlık içindesiniz, başka değil> dedik (arınıp hakikatımızı tanımayı reddettik)”.
10-) Ve kalu lev künna nesme'u ev na'kılu ma künna fiy ashabisse'ıyr;
Ve derler ki: “Eğer dinleseydik (işitip anlasaydık) yahut akletseydik, ashab-ı saiyr (alevli ateş halkı) içinde olmazdık”.
11-) Fa'terefu Bizenbihim* fesuhkan liashabisse'ıyr;
(Diye) günahlarını (B sırrınca) itiraf ettiler... (Allah’ın rahmetinden) uzak olsun ashab-ı saiyr!.
12-) İnnelleziyne yahşevne Rabbehüm Bilğaybi lehüm mağfiretun ve ecrun kebiyr;
Bil-Ğayb (gaybleri olarak) Rablerinden haşyet duyanlara gelince, onlar için bir mağfiret ve büyük bir ecir vardır.
13-) Ve esirru kavleküm evicheru Bih* inneHU 'Aliymun BiZâtissudur;
Sözünüzü ister gizleyin (içinizde tutun) ister onu (B sırrınca) açık söyleyin (hep birdir)... Muhakkak ki O, sadırların (kalblerin, şuurun) zatı (aynı) olarak (B sırrınca) Aliym’dir.
14-) Ela ya'lemu men haleka, ve HUvel Latıyful Habiyr;
Yaratan bilmez mi (hiç yarattığını) ?... O, Latiyf’tir, Habiyr’dir.
15-) HUvelleziy ce'ale lekümül'Arda zelulen femşu fiy menakibiha ve kûlu min rizkıh* ve ileyHİnnuşur;
O, Arz’ı size boyun eğmiş/muti’ kıldı... Onun omuzlarında/yanlarında yürüyün ve O’nun rızkından yeyin... Nüşur (diriliş, dönüş) O’nadır.
16-) Eemintüm men fiysSemai en yahsife Bikümül'Arda feiza hiye temur;
Sema’daki’nin sizi (B sırrınca) Arz’a geçirmesinden emin mi oldunuz?... Birden o (Arz) harekete geçip çalkalanmaya başlar (o size itaat edip hizmet eden Arz, helak ve ızdırap mahalliniz oluverir).
17-) Em emintüm men fiysSemai en yursile 'aleyküm hasiba* feseta'lemune keyfe neziyr;
Yahut Sema’dakinin üzerinize bir hasıb (kasırga, taş yağdıran rüzgar) irsal etmesinden emin mi oldunuz?... Uyarım nasılmış, bileceksiniz (bir gün) !.
1:cool: Ve lekad kezzebelleziyne min kablihim fekeyfe kâne nekiyr;
Andolsun ki onlardan öncekiler de yalanladı... Benim Nekiyr’im (beni inkar, redd, tanımama; ve onun sonucu cezam) nasıl oldu?.
19-) Evelem yerav ilettayri fevkahüm saffatin ve yakbıdne, ma yumsikühünne illerRahman* inneHU Bikülli şey'in Basıyr;
Fevklerinde saf saf/dizi dizi, kanatlarını açıp (yukarı yükselen) kapayan (aşağı inen) halde kuşları görmediler mi?... Onları (kuşları) Rahmandan başkası tutmuyor... Muhakkak ki O, herşeyi (B sırrınca) Basıyr’dir.
20-) Emmen hazelleziy huve cündün leküm yansurukum min dunirRahman* inilkafirune illâ fiy ğurur;
Yahut Rahman’a karşı size yardım edecek şu sizin ordunuz kimdir (böyle bir ordunuz veya kuvvetiniz mi var) ?... Kafirler (gerçeği reddedenler) ancak bir gurur (aldanış) içindedirler.
21-) Emmen hazelleziy yerzükuküm in emseke rizkaHU, bel leccu fiy 'utuvvin ve nufur;
Eğer (Rahman) rızkını tutsa, sizi rızıklandıracak kimdir şu?... Hayır, bir azgınlık (haddi aşma) ve nefret içinde inatla sürdürmektedirler.
22-) Efemen yemşiy mükibben 'alâ vechihi ehda emmen yemşiy seviyyen 'alâ sıratın mustekıym;
Peki, yüzüstü kapanmış (sürünen; a’ma) olduğu halde yürüyen mi daha doğru yoldadır yoksa sırat-ı müstekıym üzerinde dimdik (önünü görerek; hakikat ilmi ile) yürüyen mi?.
23-) Kul huvelleziy enşeeküm ve ce'ale lekümüssem'a vel'ebsare vel'ef'idete, kaliylen ma teşkûrun;
De ki: “Sizi inşa eden (mülk aleminde meydana getiren) ve sizin (kendinizi-hakikatınızı tanımanız, bilmeniz) için sem’ (işitme azası-işlevi; hakikatınızı algılama kuvvesi), ebsar (gözler; görme-idrak kuvvesi) ve fuadlar (kalbler) oluşturan O’dur... Ne kadar az şükrediyorsunuz!”.
24-) Kul HUvelleziy zereeküm fiyl'Ardı ve ileyHİ tuhşerun;
De ki: “Sizi, Arz’da yaratıp yayan O’dur... Ve O’na haşrolunacaksınız”.
25-) Ve yekulune meta hazelva'du in küntüm sadikıyn;
Ve derler ki: “Eğer doğru söyleyenler iseniz, bu va’d (tehdidiniz, kıyamet, ba’s, haşr) ne zaman?”.
26-) Kul innemel'ılmu 'ındAllah* ve innema ene neziyrun mübiyn;
De ki: “O ilim Allah indindedir... Ben ancak apaçık bir neziyr’im”.
27-) Felemma raevhu zulfeten si (y) et vucuhülleziyne keferu ve kıyle hazelleziy küntüm Bihi tedde'un;
Onu (va’dolunanı) yaklaşmış/yakın olduğu halde gördüklerinde, o kafir olanların yüzleri kötü oldu (karardı)... “İşte bu, kendisini (bilfiil B sırrınca) dua edip istediğinizdir” denildi.
2:cool: Kul eraeytum in ehlekeniyAllahu ve men ma'ıye ev rahımena, femen yüciyrulkafiriyne min 'azâbin eliym;
De ki: “Gördünüz mü (bir düşünün) ?... Eğer Allah beni ve benimle beraber olanları (arınma ilmini, hakiki imanı) helak etse veya bize rahmet etse, kafirleri (gerçeği reddedenleri) elim bir azabtan kim kurtarır?”.
29-) Kul HUverRahmanu amenna Bihi ve 'aleyhi tevekkelna* feseta'lemune men huve fiy dalalin mübiyn;
De ki: “O, Rahman’dır, O’na (B sırrıyla) iman ettik ve O’na tevekkül ettik... Kimin apaçık bir sapkınlık içinde olduğunu yakında bileceksiniz”.
30-) Kul eraeytum in asbeha mauküm ğavren femen ye'tiyküm Bimain me'ıyn;
De ki: “Gördünüz mü (bir düşünün) ?... Eğer suyunuz (yerin dibine) çekilse, size kim (B sırrınca) maiyn (kaynak, gözle görünür akar su) bir su (ilim) getirir? (Allahu Rabbül Alemiyn!).
 

kasif1

Well-known member

MÜLK SURESİNİN FAZİLETLERİ VE ÖZELLİKLERİ
Allah Resulü (S.A.V.) bu konuda şöyle buyurmuştur :
«Kur'an'da bir sure vardır; o otuz ayettir. Bir adama, bağışlanıncaya kadar şefaat etmiştir. O, Tebarekellezi biyedihil mülk'dür.

«Mülk suresi (kötülükleri) engelleyicidir ve o sure kurtarıcıdır; kabir azabından kurtarır.»
İmam-ı Tirmizi


«Çok arzu ettim ki Tebarekellezi biyedihilmülk suresi her mü'minin gönlünde bulunsun....»İmam-ı Hakim

«Tebarekellezi biyedihil-mülk suresini her gece okuyan kimseden Cenab-ı Allah kabir azabını men'eder.»
İmam-ı Nesai


«Her gece Tebarekellezi biyedihil-mülk suresini okuyan kimseye, bu sure kabrinde gelip azabı ondan defetmeye çalışır ve bunun mücadelesini yapar.»
İmam-ı Nesai
Tezkiretü'l-Kurtubi'de de aynı rivayetler nakledilmiştir.


«Kur'an'da bir sure vardır, o sadece otuz ayettir. Sahibin den yana çetin bir mücadele verir, sahibi cennete girinceye kadar o bu mücadeleye devam eder. O sure, Mülk süresidir.»İmam-ı Taberani

«Mülk suresi kurtarıcıdır ve mücadelecidir; kıyamet günü okuyucusundan yana Rabbinin katında çetin bir mücadele verir.»
Müsnedi El Abd


Yapılan rivayete göre, ibni Abbas (R.A.) bir adama diyor ki:
Sana öyle bir hadisten haber vereceğim ki onu duyduğunda sevineceksin..


Adam da memnun kaldığını söyleyince, ibni Abbas dedi ki:
Tebarekellezi biyedihil-mülk suresini oku, onu ezberle ve onu bütün çoluk-çocuğuna, komşularına da öğret. Çünkü
bu sure kurtarıcıdır, mücadelecidir; kıyamet günü Rabbinin katında okuyucusundan yana mücadele eder; kabir azabından kurtulmasını sağlamak için de Rabbinden dilekte bulunur.

Ölen kimsenin içinde (hafızasında) bu sure varsa o takdirde
onu kabir azabından kurtarır.


Bunun için Cenab-ı Peygamber Efendimiz (S.A.V.) buyurdu ki:
«Bu surenin ümmetimden her ferdin kalbinde olmasını çok arzu ederim..»
Tezkire-i Kurtubi


Abdullah bin Mes'ud (R.A.)'den yapılan rivayette deniliyor ki:
«Kabrinde adamın baş ucundan gelinir, ona denilir ki: Sana bu yönden yol yoktur, çünkü benim üzerime Mülk suresi okundu.. Ayak tarafından gelinmek istenilir, ona yine denilir ki: Sana bu cihetten de yol yoktur. Çünkü bu adam Mülk süresiyle kalkardı. iç kısmından gelinmek istenilir. Ona yine: Sana bu cihetten de yol yoktur. Çünkü bu adam Mülk süre siyle beni doldurup onu muhafaza eyledi.»

«Mülk suresi, Tebarekellezİ biyedihil-mülk cümlesiyle başlayan suredir. Bu sure kurtarıcıdır, sahibini kabir azabmdan kurtarır.»
Zer bin Hubeyş


Yapılan bir rivayette Cabir bin Abdullah (R.A.) diyor ki:
Resulüllah (S.A.V.) Efendimiz Elif-Lam tenzilül-kitab'ı ve Tebarekellezi biyedihil-mülk surelerini okumadıkça uyumaz dı.

Ebu Leys Hazretleri de bu hususu kendi eserinde belirtmiştir.
«Allah'ın kitabında bir sure vardır, o ancak otuz ayettir; bir adama kıyamet günü şefaat edecek, onu cehennemden çıkarıp cennete sokuncaya kadar bu şefaati devam edecektir. O sure, Tebareke süresidir.»


Teysir kitabının sahibi aym eserinde diyor ki:
«Mülk suresi otuz ayet, üçyüz otuzüç kelime bin üçyüz yirmi bir harftir.»


Hazret-i Ali (R.A.) diyor ki:
«Mülk suresini okuyan kimse kıyamet günü meleklerin kanatları üzerinde gelir. Yüzünün güzelliği Hz. Yusuf Peygam­ber'in güzelliğine benzer.»

ibni Abbas (R.A.) Hazretleri naklediyor ki:
«Ashab-ı kiramdan bazı zevat bilmeden çadırlarını bir kabrin üstüne kurmuşlardı. Bir ara kabirde bir adamın MÜLK suresi okuduğu işitildi. Ürperdiler ve durumu gelip Resulüllah Efendimiz'e anlattılar
.

Bunun üzerine Efendimiz (S.A.V.) şöyle buyurdu:
«Mülk suresi kabir azabını engelleyicidir, azabdan kurtarıcıdır..»


Nitekim Resulüllah Efendimiz devrinde bu sure MÜNCİ-YE diye adlandırılırdı. Tevrat'ta ise buna MANIA, İncil'de VAKIA denilirdi.

Ibni Mes'ud (R.A.) diyor ki:
«Kabirde ölen kimsenin baş ucundan gelinmek istenilir. (Melek) buradan size yol yoktur, çünkü bu adamın baş ucunda MÜLK suresi okunurdu. Ayak tarafından gelinmek istenilir; buradan da size yol yoktur; çünkü bu adam kalkıp MÜLK su­resini okurdu, iç kısmı tarafından gelinmek istenilir; buradan da size yol yoktur, çünkü bu adam MÜLK suresini ezberleyip içinde taşırdı.»


Evet, gece ve gündüz birer defa bu sureyi okuyan kimse cidden çok güzel bir amelde bulunmuş olur. Ruhu'l-Beyan Tefsiri'nde de bu husus etraflıca açıklanmıştır.

Bilmiş ol ki:
YASIN suresinin esrarı sonunda, MÜLK suresinin esrarı başındadır. Mülk suresini okumaya devam eden kimseye bu surenin sıfatı yüksek bir mertebe ve büyük bir makam ile dönüp gelir. Böylece o kimse bir nice mal ve mülkte tasarruf etme imkanına erişmiş olur. Aynı zamanda hem erkekler, hem kadınlar arasında sevilen ve sayılan bir kimse olur. Hükümdar ve devlet büyükleri yanında gayet heybetli tanınır.

Havass ehlinden bazısı şöyle demiştir
:
Mülk suresini okumaya devam eden kimse define ve hazinelere rastlar. Bu surede bir nice esrar vardır. Cahiller elinde oyuncak olmasın diye bu esrar anlatılmayın terkedil miştir

MÜLK suresinde ELA YA'LEMÜ MEN HALEKA VE HÜ VEL LATIFÜL-HABIR cümlesindeki özellik hastaya yarar sağlar, belayı defeder, musibetleri geri çevirir, fakirliği önler. Kişi bununla makam ve mertebelere nail olur. Gaibden bununla haber alabilir. Define ve hazineleri, çeşitli menfaatleri öğrenme imkanına erişebilir. Ancak bunlann gerçekleşebilmesi için belirtilen ayeti iki bin on iki defa okuması tavsiye edilmiştir. ibni Mübarek (R.A.) de bu hususu bilhassa belirtmiştir.
 

kasif1

Well-known member

bismill2.gif

MÜLK SÛRESI

Kur'an-i Kerim'in altmis yedinci sûresi. Otuz âyet, üç yüz otuz bes kelime ve bin üç yüz on üç harften ibarettir. Fasilâsi râ, mim ve nun harfleridir. Mekkî sûrelerden olup "Tûr" sûresinden sonra nâzil olmustur. Adini ilk ayetinde geçen "mülk" kelimesinden almistir. Ayette geçis sekli söyledir: "Mülk ve saltanat, kudret elinde olan Allah yücedir. O her seye kadirdir. " Sûreye, Tebâreke, Mâma, Münciyye, Vâkiyye ve Mennâa adlari da verilmektedir.
Mülk sûresi, fazileti hakkinda hadis varid olan sûrelerdendir. Peygamber (s.a.s)'in söyle buyurdugu rivayet edilir: "Kur'an'da otuz ayetlik bir sûre var, bir adama sefaat eder ve o kisi magfiret olunur, O "Tebâreke" sûresidir" (Tirmizi, Fedâilil-Kur'ân 9; Ebu Davud, Salât, 322; Ibn Mâce, Edep, 52).
Câbir (r.a)'dan nakledilen baska bir hadiste de söyle denilmektedir: "Peygamber (s.a.s), Secde ve Tebâreke (Mülk) sûrelerini okumadan uyumazdi" (Tirmizi, Fedâil'ül-Kur'an, 9).
Sûre, Bakara sûresindeki; "Allah'i nasil inkâr edersiniz? Halbuki siz, ölüler idiniz, sizi O diriltti. Sonra öldürecek, sonra tekrar diriltecektir. Nihayet O'na döndürüleceksiniz. Yeryüzünde ne varsa hepsini sizin için yaratan O'dur. Sonra göge yönelip onlari yedi gök olarak düzenleyen de O'dur" (el-Bakara, 2/28-29) ayetlerde verilmek istenen mesaji tafsili bir sekilde gözler önüne sermektedir. Katiksiz bir tevhid akidesine ulastirilmak için insan, varlik âlemini ve ötesindekileri düsünmeye davet edilir. Nasil olur da insan, yoktan var edildigi halde, onu var edeni inkâr edebilir! Ve nasil olur da, her akil sahibini hayrete düsürüp iman etmeye sevkedecek ezametteki olaylar her gün çevresinde cereyan ettigi halde, kâinatin tek sahibi olan ve onu diledigi gibi sevkeden Allah'a iman etmeyi beceremez! Yer yüzünde ne varsa hepsini insan için yaratan Allah'tir. Ama insan, her gün etrafinda cereyan eden ve yaratanin mutlaka bir alâmetini tasiyan olaylara karsi körelmis bir durumdadir. Mekke'de nâzil olan ve insanlarin akillarini sirkten ve câhilî yasayisin tortularindan temizleyip, onlari her seyin yaraticisi ve sahibi olan Allah Teâlâ'yi tanimaya, O'na ibadet etmeye yöneltmeyi hedef alan sûrelerden bir tanesi de "Mülk" sûresidir.
Bu sûrenin muhtevasi ve konuyu ele alisi öteki sûrelerden farklidir. Düsünen insani Allah'a imana götürecek olan, görülen ve görülmeyen yaratilistaki mükemmellik ve incelikler, yeryüzünün dar sinirlarinin ötesine tasarak bütün kâinati kucaklayan, maddî hayati asip âhiret alemini de içine alan bir uslûbla ele alinmaktadir. Insana, kâinattaki hadiselerin dis görünüsü ile ugrasmaktan kurtulup onun iç gerçeklerini kavramanin yollari açilir.
Sûreye, mülkün ve saltanatin Allah'a ait oldugu hatirlatilarak giriliyor. Herseyin tasarrufu O'na aittir. Diledigini diledigi gibi yapmakta hiç bir sey O'nu sinirlayamaz ve yaptiklarindan dolayi sorgulayamaz. Mülkün tek sahibi O'dur ve O'nun her seyi yapmaya gücü yeter: "Mülk ve saltanat O'nun elinde olan Allah yücedir. O her seye kadirdir" (1).
Bu gerçekler kalplerde yer edince insan, duygularinin esaretinden kurtulur ve varlik sebebini daha yakinî bir sekilde kavramaya baslar. Mülkün sahibi olan Allah, ölümü ve hayati yaratti. Bu, O'nun gücünün, sonsuzlugunun ve erisilmezliginin bir alâmetidir. Allah Teâlâ'nin mülkün sahibi oldugunu idrak eden insan, O'nun halkettigi ölüm ve hayat gerçegini düsünmeye baslayacaktir. Bu düsünce onu basibosluktan alikoyacak, sinanmak için gönderildigi bu dünyadaki hayatinda yasam ölçülerini belirleyecektir. Her seyin tek sahibi Allah Teâlâ'dir. Ölüm ile hayat O'nun elinde olduguna göre hiç bir baska güç, insani Allah'in dilediginin disinda bir seyi yapmaya zorlayamaz. Ölüm ve hayat, kimin daha iyi bir is isleyecegi ve öteki hayatta Aziz ve Gafûr olan Allah'in rahmetine muhatap olacaginin anlasilmasi için yaratildi: "Hanginizin daha iyi amel isledigini denemek için O'dur ölümü ve hayati yaratan, O, Aziz'dir, Gafûr'dur" (2).
Bundan sonra varliklarin yaratilisindaki nizami ve onun çarpiciligini açiklayan âyetler gelmeye basliyor. Allah gökleri yedi kat olarak yaratmistir. Onu akil sahibleri için de bir ibret kaynagi kilmistir. Ancak insanlardan çok azi müstesna hiç kimse bu gerçeklerin farkinda degildir. Insanlar öyle bir hayat sürerler ki; ölüm sanki onlara hiç yetismeyecektir. Iste Allah Teâlâ, insana hitap ederek, onu alemleri yaratmasindaki mükemmelligi görmeye davet ediyor. Gaflet içerisindeki insana; "Sen Rahman'in yaratmasinda bir eksiklik bulamazsin. Gözünü çevir de bak; bir aksaklik görebilir misin?" (3). Diye seslenerek ona yaratilisin intizam ve mükemmelligini, varligina isaret eden en büyük delil olarak sunuyor.
Burada Allah Teâlâ, meydan okuyan bir üslûb kullaniyor. Bu, konunun ciddiyetini vurgulamak içindir. Insandan, Allah'in bütün yarattiklarina dikkatle bakmasi isteniyor ki o, sapiklikta devam edip de, Allah'in hazirladigi çilginca kaynayan Cehennem azabiyla cezalandirilmayi haketmesin. Gökyüzünün, seyredildiginde kalpleri sihirleyen o muhtesem manzarasi, düsünen akillari Allah'in va'dine imana davet ediyor: "Andolsun ki Biz yere yakin gögü kandillerle donattik" (5).
Insan yaradilistaki bu güzellikleri kavramaya çagriliyor. Çünkü varliktaki güzelligi kavrayinca onu yaratanin güzelligini, ululugunu daha kolay idrak edecektir.
Allah Teâlâ, gökyüzünü süsledigi kandillerle, ayni zamanda seytanlarin taslanmasini da sagladi. Lânetlenen bu seytanlar için, çilgin bir Cehennem azabi da hazirlanmistir: "Onlarla seytanlarin taslanmasini sagladik. Âhirette de Biz; seytanlara alev alev yanan bir azap hazirladik " (5). Bu ayete baglantili olarak Allah'in açikça bilinen varligini inkar edip, O'nun dinine uymaktan yüz çevirerek tagutlarin pesine takilan ve Allah'a sirk kosan kâfirler tehdit edilmektedir. Onlarin da uyduklari seytanlar gibi hazirlanan ayni acikli Cehennem azabina çarptirilacaklari; "Rabbini inkâr edenler için cehennem azabi vardir. O, ne kötü bir yerdir" (6) ayetiyle haber verilmektedir.
Bunun pesindeki ayetlerde Cehennemin canli bir tasviri yapilir. Cehennem, ahiret günü, kaynamasinin siddetinden korkunç ugultular çikartacak ve o kâfirlerin Allah Teâlâ'ya olan isyanlarina karsi kizginligindan parçalanacak bir hale gelecektir. O gün hiç bir münkir onun öfkeli alevlerinden kendini kurtaramayacaktir: "Cehenneme atildiklari zaman onun kaynarken çikardigi öfkeli ugultuyu duyarlar. Cehennem öfkesinden parçalanacak bir hale gelir..." (7-8).
Bu âyetlerdeki ifâde tarzi ayrica büyük bir hakikati da ortaya koymaktadir; Allah'in yarattigi canli cansiz her sey, bir ruha sahiptir. Ve mevcudâttaki bütün varliklar kendi tabiatlari içerisinde Allah Teâlâ'yi hamd ile tesbih ederler. Iste Allah'a tam bir itaatla boyun egen bu varliklar, insanoglunu yaraticisina isyan ederken gördüklerinde, inkâr ve isyana karsi fitratlarinda gizli olan nefretleri onlari öfkeden çilgina çevirir. Mevcudâttaki her seyin Allah Teâlâ'yi zikrettigi gerçegi; "Yedi gök, yer ve onlarda bulunan varliklar, Allah'i tesbih ve tenzih ederler. Aslinda hiç bir sey yoktur ki hamd ile Allah'i tesbih etmesin ne var ki siz onlarin tesbih etmesini anlamazsiniz..." (el-Isra, 17/44) ayetiyle insanlara bildirilmektedir. Bu gerçek Kur'an-i Kerim'de defalarca tekrar edilmektedir. Bunlar, kâinatta her seyin Allah Teâlâ'yi hamd ile tesbih ettigi halde, insanin bu kafileden ayrilip hüsrana ugrayanlardan oldugu gerçegini vurgulamaktadirlar.
Bunun akabinde, Cehennem bekçilerinin bu insanlara karsi tavirlari dile getiriliyor. Onlari rezil edip büyük bir sikintiya düsürecek olan; "Size bir uyarici gelmemis miydi?" (8) sorusu sorulunca, onlarin buna verdigi cevap; budalaliklari ve gafletlerinin kendilerini sürükledigi inkarciliklarini büyük bir pismanlikla itiraf etmekten baska bir sey degildir: "Onlar: "Evet dogrusu bize bir uyarici geldi ama biz yalanladik ve dedik ki, Allah hiç bir sey indirmemistir... Sadece siz büyük bir sapiklik içindesiniz" derler" (9).
Ellerinde hiç bir delil olmadan Allah'in indirdiklerini inkâr edip peygamberlerini yalanlayanlar, o gün, duyan ve düsünen hiç bir insanin düsemeyecegi böyle kötü ve igrenç bir durumda olduklari halde pismanliklarini çok acikli bir sekilde dile getirirler: "Eger kulak vermis veya düsünmüs olsaydik çilgin cehennemlikler arasinda bulunmazdik derler" (10).
Allah Teâlâ, insanlari hidayete ulastirmak için gönderdigi Kur'an-i Kerim'de, hak ile batili, iyi ile kötüyü, mü'min ile kâfiri bir arada, birbiriyle kiyaslanabilecek bir sekilde, karsilikli sahifeler halinde sunarak, insanlarin muhakeme yapip dogru yolu seçebilmeleri için ilâhî bir teblig metodu uygulamaktadir. Bu hikmete istinaden inkârcilarin karsilasacaklari musibetleri zikrettikten hemen sonra, kurtulusa erip, Rablerinin magfiret ve mükâfaatina nâil olanlarin durumlari dile getirilir: "Muhakkak ki Rablerinin azâbindan giyâben korkanlar (yok mu) onlar için bir magfiret ve büyük bir ecir vardir" (12). Onlar yaptiklari her isi Allah Teâlâ'nin kendilerini murakebe altinda tuttugunun bilincinde olarak yaparlar. Bir kötülük yapmaktan kaçinmalari, insanlarin onlari cezalandirmasindan çekindikleri için degil; ancak, gizli âsikâr herseyi gören ve bilen Allah Teâlâ'dan korktuklari içindir. Onlar, Allah Teâlâ'nin, yarattigi her seyin bütün inceliklerini, gizliliklerini gören ve kalplerdeki bütün sirlari bilen oldugunu çok iyi bilirler. Açiga vurulani da gizlenmeye çalisilani da O yaratmis oldugu halde, nasil olur da onlari bilmez? Allah Teâlâ; "Sözünüzü ister gizleyin, ister açiga vurun. Süphesiz Allah, kalblerin özünü çok iyi bilir. Yaratan hiç bilmez mi? Halbuki O her seyi bütün incelikleriyle bilir ve her seyden hakkiyla haberdardir" (13-14) ayetleriyle insanlari uyararak, dininin icaplarini gizli, açik çignememeye çalisanlarin dikkatini çeker. Ayrica bu gerçegin vicdanlarda yer etmesi, insana hassasiyet ve uyaniklik kazandirir. Bu, onun yeryüzünde tasimak zorunda oldugu, Allah'a iman emanetini omuzlamasini kolaylastirir.
Bundan sonraki âyetlerde, insanoglunun gafletten kurtulup, yaraticisini tanimaya yönelmesi için, onun iç içe yasadigi, varedilis hikmetlerini bilmedigi halde hepsinden istifade ettigi nimetlerin kaynagi açiklanir. Allah Teâlâ, yer yüzündeki her seyi insanin emrine sunmus ve ona boyun egdirmistir. Insan, orada hayatini kolayca devam ettirip suyundan, topragindan, havasindan, riziklarindan ve gizli hazinelerinden istifade ederken, bütün bu nimetleri ona bahseden Rabbinin yüce varligini hamdederek tesbih etmelidir. "Yeryüzünü size boyun egdiren O'dur. Yeryüzünün her tarafinda gezip dolasin ve Allah'in vermis oldugu riziklardan yeyin. Sonunda dönüs(ünüz) ancak O'nadir" (15).
Yeryüzünün insana boyun egmesi ifadesi, çok büyük gerçekleri ifade eder. Allah Teâla arzin, canli bir varlikmis gibi, insanlara boyun egdigini ifade ediyor. Bugün bilinen bir gerçektir ki yeryüzü, öyle görüldügü gibi yerinde duran, hareketsiz bir varlik degildir. Içi alev alev kaynadigi halde, kendi etrafinda saatte bin milden fazla bir, hizla hareket eder. Ayrica tabi oldugu günes sistemi ile de gökyüzünün derinliklerine dogru saatte binlerce kilometre hizla yol alir. Yani arz herseyiyle hareket halindedir. Ve Allah Teâlâ hiç kimsenin zabtedemiyecegi bu gücü insanin emrine âmade kilmis, ona boyun egdirmistir.
Gökyüzünü insanlar için süsleyip, yeryüzünü onun hizmetine sunan Allah Teâlâ, gaflet içerisinde, etrafindaki harikuladelikleri göremeyerek O'na isyan eden insanogluna, onu düsünmeye davet eden ve tehdit tasiyan bir üslûbla sorular yöneltir ve yaptiklari seylerden dolayi baslarina büyük bir belâ gelmeyeceginden nasil emin olabildikleri sorusunu sorar: "Gökteki (melek)lerin Allah'in emriyle sizi yerin dibine geçirmeyeceginden emin misiniz? O vakit bakarsiniz ki yeryüzü siddetle sarsilip çalkalaniyor" (16). Insanin ayaklari altinda sakince duran yer sallanmaya, yerin içinde sakladigi alevleri agzini açarak fiskirtmaya ve gökyüzünden taslar yagmaya basladigi zaman, insanlar kapana kistirilmis fare gibi güçsüz ve çaresiz kalirlar. Akillari baslarindan çikar, dehsete düserler. Ve kulak tikadiklari uyarmanin gerçekligini kavrarlar. Ama is isten geçmistir: "O zaman uyarmanin ne demek oldugunu bileceksiniz" (17). Allah Teâlâ bunu anlamakta güçlük çekenlere, idrak etmelerinde yardimci olsun diye, geçmisteki sapik kavimlerin helâk oluslarini misal verir: "Süphesiz bundan öncekiler de yalanlamislardi. Yaptiklarini reddedip onlari cezalandirmam nasilmis; bir bak!" (18). Bu âyetle, inkarlarindan dolayi helâk edilmis kavimlerin bu gün de gözönünde olan helâklerine dair alâmetlere bakip ibret alinmasi isteniyor.
Bundan sonra gelen âyetlerde inkârcilari düsünce ve tefekküre sevketmek için, Allah Teâlâ'nin bir takim mucizeleri zikredilir. Ve onlarin da Allah'i inkâr etmekle beraber, O'nun riziklandirmasina muhtaç olduklari gerçegi vurgulanarak, varliklarini Allah'a borçlu olduklari hatirlatilir. Sûrenin sonunda, bütün bu apaçik deliller karsisinda iman etmekten kaçinirlarsa, artik onlar için yapacak hiç bir sey yoktur. Onlara söylenecek olan son sözü, Allah Teâlâ, peygamberine söyle ögretir: "De ki; O, Rahman olan Allah'tir. Biz O'na iman ettik ve O'na güvendik. Yakinda kimin apaçik bir sapiklik içinde oldugunu bileceksiniz" (29).
Ömer TELLIOGLU
Kaynak: Sâmil Islam ansiklopedisi
 

kasif1

Well-known member
Kur'an-ı Kerim'in altmış yedinci sûresi. Otuz âyet, üç yüz otuz beş kelime ve bin üç yüz on üç harften ibarettir. Fasılâsı râ, mim ve nun harfleridir. Mekkî sûrelerden olup "Tûr" sûresinden sonra nâzil olmuştur. Adını ilk ayetinde geçen "mülk" kelimesinden almıştır. Ayette geçiş şekli şöyledir: "Mülk ve saltanat, kudret elinde olan Allah yücedir. O her şeye kadirdir. " Sûreye, Tebâreke, Mâma, Münciyye, Vâkıyye ve Mennâa adları da verilmektedir.

Mülk sûresi, fazileti hakkında hadis varid olan sûrelerdendir. Peygamber (s.a.s)'in şöyle buyurduğu rivayet edilir: "Kur'an'da otuz ayetlik bir sûre var, bir adama şefaat eder ve o kişi mağfiret olunur, O "Tebâreke" sûresidir" (Tirmizi, Fedâilil-Kur'ân 9; Ebu Davud, Salât, 322; İbn Mâce, Edep, 52).

Câbir (r.a)'dan nakledilen başka bir hadiste de şöyle denilmektedir: "Peygamber (s.a.s), Secde ve Tebâreke (Mülk) sûrelerini okumadan uyumazdı" (Tirmizi, Fedâil'ül-Kur'an, 9).

Sûre, Bakara sûresindeki; "Allah'ı nasıl inkâr edersiniz? Halbuki siz, ölüler idiniz, sizi O diriltti. Sonra öldürecek, sonra tekrar diriltecektir. Nihayet O'na döndürüleceksiniz. Yeryüzünde ne varsa hepsini sizin için yaratan O'dur. Sonra göğe yönelip onları yedi gök olarak düzenleyen de O'dur" (el-Bakara, 2/28-29) ayetlerde verilmek istenen mesajı tafsili bir şekilde gözler önüne sermektedir. Katıksız bir tevhid akidesine ulaştırılmak için insan, varlık âlemini ve ötesindekileri düşünmeye davet edilir. Nasıl olur da insan, yoktan var edildiği halde, onu var edeni inkâr edebilir! Ve nasıl olur da, her akıl sahibini hayrete düşürüp iman etmeye sevkedecek ezametteki olaylar her gün çevresinde cereyan ettiği halde, kâinatın tek sahibi olan ve onu dilediği gibi sevkeden Allah'a iman etmeyi beceremez! Yer yüzünde ne varsa hepsini insan için yaratan Allah'tır. Ama insan, her gün etrafında cereyan eden ve yaratanın mutlaka bir alâmetini taşıyan olaylara karşı körelmiş bir durumdadır. Mekke'de nâzil olan ve insanların akıllarını şirkten ve câhilî yaşayışın tortularından temizleyip, onları her şeyin yaratıcısı ve sahibi olan Allah Teâlâ'yı tanımaya, O'na ibadet etmeye yöneltmeyi hedef alan sûrelerden bir tanesi de "Mülk" sûresidir.

Bu sûrenin muhtevası ve konuyu ele alışı öteki sûrelerden farklıdır. Düşünen insanı Allah'a imana götürecek olan, görülen ve görülmeyen yaratılıştaki mükemmellik ve incelikler, yeryüzünün dar sınırlarının ötesine taşarak bütün kâinatı kucaklayan, maddî hayatı aşıp âhiret alemini de içine alan bir uslûbla ele alınmaktadır. İnsana, kâinattaki hadiselerin dış görünüşü ile uğraşmaktan kurtulup onun iç gerçeklerini kavramanın yolları açılır.

Sûreye, mülkün ve saltanatın Allah'a ait olduğu hatırlatılarak giriliyor. Herşeyin tasarrufu O'na aittir. Dilediğini dilediği gibi yapmakta hiç bir şey O'nu sınırlayamaz ve yaptıklarından dolayı sorgulayamaz. Mülkün tek sahibi O'dur ve O'nun her şeyi yapmaya gücü yeter: "Mülk ve saltanat O'nun elinde olan Allah yücedir. O her şeye kadirdir" (1).

Bu gerçekler kalplerde yer edince insan, duygularının esaretinden kurtulur ve varlık sebebini daha yakınî bir şekilde kavramaya başlar. Mülkün sahibi olan Allah, ölümü ve hayatı yarattı. Bu, O'nun gücünün, sonsuzluğunun ve erişilmezliğinin bir alâmetidir. Allah Teâlâ'nın mülkün sahibi olduğunu idrak eden insan, O'nun halkettiği ölüm ve hayat gerçeğini düşünmeye başlayacaktır. Bu düşünce onu başıboşluktan alıkoyacak, sınanmak için gönderildiği bu dünyadaki hayatında yaşam ölçülerini belirleyecektir. Her şeyin tek sahibi Allah Teâlâ'dır. Ölüm ile hayat O'nun elinde olduğuna göre hiç bir başka güç, insanı Allah'ın dilediğinin dışında bir şeyi yapmaya zorlayamaz. Ölüm ve hayat, kimin daha iyi bir iş işleyeceği ve öteki hayatta Aziz ve Gafûr olan Allah'ın rahmetine muhatap olacağının anlaşılması için yaratıldı: "Hanginizin daha iyi amel işlediğini denemek için O'dur ölümü ve hayatı yaratan, O, Aziz'dir, Gafûr'dur" (2).

Bundan sonra varlıkların yaratılışındaki nizamı ve onun çarpıcılığını açıklayan âyetler gelmeye başlıyor. Allah gökleri yedi kat olarak yaratmıştır. Onu akıl sahibleri için de bir ibret kaynağı kılmıştır. Ancak insanlardan çok azı müstesna hiç kimse bu gerçeklerin farkında değildir. İnsanlar öyle bir hayat sürerler ki; ölüm sanki onlara hiç yetişmeyecektir. İşte Allah Teâlâ, insana hitap ederek, onu alemleri yaratmasındaki mükemmelliği görmeye davet ediyor. Gaflet içerisindeki insana; "Sen Rahman'ın yaratmasında bir eksiklik bulamazsın. Gözünü çevir de bak; bir aksaklık görebilir misin?" (3). Diye seslenerek ona yaratılışın intizam ve mükemmelliğini, varlığına işaret eden en büyük delil olarak sunuyor.

Burada Allah Teâlâ, meydan okuyan bir üslûb kullanıyor. Bu, konunun ciddiyetini vurgulamak içindir. İnsandan, Allah'ın bütün yarattıklarına dikkatle bakması isteniyor ki o, sapıklıkta devam edip de, Allah'ın hazırladığı çılgınca kaynayan Cehennem azabıyla cezalandırılmayı haketmesin. Gökyüzünün, seyredildiğinde kalpleri sihirleyen o muhteşem manzarası, düşünen akılları Allah'ın va'dine imana davet ediyor: "Andolsun ki Biz yere yakın göğü kandillerle donattık" (5).

İnsan yaradılıştaki bu güzellikleri kavramaya çağrılıyor. Çünkü varlıktaki güzelliği kavrayınca onu yaratanın güzelliğini, ululuğunu daha kolay idrak edecektir.

Allah Teâlâ, gökyüzünü süslediği kandillerle, aynı zamanda şeytanların taşlanmasını da sağladı. Lânetlenen bu şeytanlar için, çılgın bir Cehennem azabı da hazırlanmıştır: "Onlarla şeytanların taşlanmasını sağladık. Âhirette de Biz; şeytanlara alev alev yanan bir azap hazırladık " (5). Bu ayete bağlantılı olarak Allah'ın açıkça bilinen varlığını inkar edip, O'nun dinine uymaktan yüz çevirerek tağutların peşine takılan ve Allah'a şirk koşan kâfirler tehdit edilmektedir. Onların da uydukları şeytanlar gibi hazırlanan aynı acıklı Cehennem azabına çarptırılacakları; "Rabbini inkâr edenler için cehennem azabı vardır. O, ne kötü bir yerdir" (6) ayetiyle haber verilmektedir.

Bunun peşindeki ayetlerde Cehennemin canlı bir tasviri yapılır. Cehennem, ahiret günü, kaynamasının şiddetinden korkunç uğultular çıkartacak ve o kâfirlerin Allah Teâlâ'ya olan isyanlarına karşı kızgınlığından parçalanacak bir hale gelecektir. O gün hiç bir münkir onun öfkeli alevlerinden kendini kurtaramayacaktır: "Cehenneme atıldıkları zaman onun kaynarken çıkardığı öfkeli uğultuyu duyarlar. Cehennem öfkesinden parçalanacak bir hale gelir..." (7-8).

Bu âyetlerdeki ifâde tarzı ayrıca büyük bir hakikati da ortaya koymaktadır; Allah'ın yarattığı canlı cansız her şey, bir ruha sahiptir. Ve mevcudâttaki bütün varlıklar kendi tabiatları içerisinde Allah Teâlâ'yı hamd ile tesbih ederler. İşte Allah'a tam bir itaatla boyun eğen bu varlıklar, insanoğlunu yaratıcısına isyan ederken gördüklerinde, inkâr ve isyana karşı fıtratlarında gizli olan nefretleri onları öfkeden çılgına çevirir. Mevcudâttaki her şeyin Allah Teâlâ'yı zikrettiği gerçeği; "Yedi gök, yer ve onlarda bulunan varlıklar, Allah'ı tesbih ve tenzih ederler. Aslında hiç bir şey yoktur ki hamd ile Allah'ı tesbih etmesin ne var ki siz onların tesbih etmesini anlamazsınız..." (el-İsra, 17/44) ayetiyle insanlara bildirilmektedir. Bu gerçek Kur'an-ı Kerim'de defalarca tekrar edilmektedir. Bunlar, kâinatta her şeyin Allah Teâlâ'yı hamd ile tesbih ettiği halde, insanın bu kafileden ayrılıp hüsrana uğrayanlardan olduğu gerçeğini vurgulamaktadırlar.

Bunun akabinde, Cehennem bekçilerinin bu insanlara karşı tavırları dile getiriliyor. Onları rezil edip büyük bir sıkıntıya düşürecek olan; "Size bir uyarıcı gelmemiş miydi?" (8) sorusu sorulunca, onların buna verdiği cevap; budalalıkları ve gafletlerinin kendilerini sürüklediği inkarcılıklarını büyük bir pişmanlıkla itiraf etmekten başka bir şey değildir: "Onlar: "Evet doğrusu bize bir uyarıcı geldi ama biz yalanladık ve dedik ki, Allah hiç bir şey indirmemiştir... Sadece siz büyük bir sapıklık içindesiniz" derler" (9).

Ellerinde hiç bir delil olmadan Allah'ın indirdiklerini inkâr edip peygamberlerini yalanlayanlar, o gün, duyan ve düşünen hiç bir insanın düşemeyeceği böyle kötü ve iğrenç bir durumda oldukları halde pişmanlıklarını çok acıklı bir şekilde dile getirirler: "Eğer kulak vermiş veya düşünmüş olsaydık çılgın cehennemlikler arasında bulunmazdık derler" (10).

Allah Teâlâ, insanları hidayete ulaştırmak için gönderdiği Kur'an-ı Kerim'de, hak ile batılı, iyi ile kötüyü, mü'min ile kâfiri bir arada, birbiriyle kıyaslanabilecek bir şekilde, karşılıklı sahifeler halinde sunarak, insanların muhakeme yapıp doğru yolu seçebilmeleri için ilâhî bir tebliğ metodu uygulamaktadır. Bu hikmete istinaden inkârcıların karşılaşacakları musibetleri zikrettikten hemen sonra, kurtuluşa erip, Rablerinin mağfiret ve mükâfaatına nâil olanların durumları dile getirilir: "Muhakkak ki Rablerinin azâbından gıyâben korkanlar (yok mu) onlar için bir mağfiret ve büyük bir ecir vardır" (12). Onlar yaptıkları her işi Allah Teâlâ'nın kendilerini murakebe altında tuttuğunun bilincinde olarak yaparlar. Bir kötülük yapmaktan kaçınmaları, insanların onları cezalandırmasından çekindikleri için değil; ancak, gizli âşikâr herşeyi gören ve bilen Allah Teâlâ'dan korktukları içindir. Onlar, Allah Teâlâ'nın, yarattığı her şeyin bütün inceliklerini, gizliliklerini gören ve kalplerdeki bütün sırları bilen olduğunu çok iyi bilirler. Açığa vurulanı da gizlenmeye çalışılanı da O yaratmış olduğu halde, nasıl olur da onları bilmez? Allah Teâlâ; "Sözünüzü ister gizleyin, ister açığa vurun. Şüphesiz Allah, kalblerin özünü çok iyi bilir. Yaratan hiç bilmez mi? Halbuki O her şeyi bütün incelikleriyle bilir ve her şeyden hakkıyla haberdardır" (13-14) ayetleriyle insanları uyararak, dininin icaplarını gizli, açık çiğnememeye çalışanların dikkatini çeker. Ayrıca bu gerçeğin vicdanlarda yer etmesi, insana hassasiyet ve uyanıklık kazandırır. Bu, onun yeryüzünde taşımak zorunda olduğu, Allah'a iman emanetini omuzlamasını kolaylaştırır.

Bundan sonraki âyetlerde, insanoğlunun gafletten kurtulup, yaratıcısını tanımaya yönelmesi için, onun iç içe yaşadığı, varediliş hikmetlerini bilmediği halde hepsinden istifade ettiği nimetlerin kaynağı açıklanır. Allah Teâlâ, yer yüzündeki her şeyi insanın emrine sunmuş ve ona boyun eğdirmiştir. İnsan, orada hayatını kolayca devam ettirip suyundan, toprağından, havasından, rızıklarından ve gizli hazinelerinden istifade ederken, bütün bu nimetleri ona bahşeden Rabbının yüce varlığını hamdederek tesbih etmelidir. "Yeryüzünü size boyun eğdiren O'dur. Yeryüzünün her tarafında gezip dolaşın ve Allah'ın vermiş olduğu rızıklardan yeyin. Sonunda dönüş(ünüz) ancak O'nadır" (15).

Yeryüzünün insana boyun eğmesi ifadesi, çok büyük gerçekleri ifade eder. Allah Teâla arzın, canlı bir varlıkmış gibi, insanlara boyun eğdiğini ifade ediyor. Bugün bilinen bir gerçektir ki yeryüzü, öyle görüldüğü gibi yerinde duran, hareketsiz bir varlık değildir. İçi alev alev kaynadığı halde, kendi etrafında saatte bin milden fazla bir, hızla hareket eder. Ayrıca tabi olduğu güneş sistemi ile de gökyüzünün derinliklerine doğru saatte binlerce kilometre hızla yol alır. Yani arz herşeyiyle hareket halindedir. Ve Allah Teâlâ hiç kimsenin zabtedemiyeceği bu gücü insanın emrine âmade kılmış, ona boyun eğdirmiştir.

Gökyüzünü insanlar için süsleyip, yeryüzünü onun hizmetine sunan Allah Teâlâ, gaflet içerisinde, etrafındaki harikuladelikleri göremeyerek O'na isyan eden insanoğluna, onu düşünmeye davet eden ve tehdit taşıyan bir üslûbla sorular yöneltir ve yaptıkları şeylerden dolayı başlarına büyük bir belâ gelmeyeceğinden nasıl emin olabildikleri sorusunu sorar: "Gökteki (melek)lerin Allah'ın emriyle sizi yerin dibine geçirmeyeceğinden emin misiniz? O vakit bakarsınız ki yeryüzü şiddetle sarsılıp çalkalanıyor" (16). İnsanın ayakları altında sakince duran yer sallanmaya, yerin içinde sakladığı alevleri ağzını açarak fışkırtmaya ve gökyüzünden taşlar yağmaya başladığı zaman, insanlar kapana kıstırılmış fare gibi güçsüz ve çaresiz kalırlar. Akılları başlarından çıkar, dehşete düşerler. Ve kulak tıkadıkları uyarmanın gerçekliğini kavrarlar. Ama iş işten geçmiştir: "O zaman uyarmanın ne demek olduğunu bileceksiniz" (17). Allah Teâlâ bunu anlamakta güçlük çekenlere, idrak etmelerinde yardımcı olsun diye, geçmişteki sapık kavimlerin helâk oluşlarını misal verir: "Şüphesiz bundan öncekiler de yalanlamışlardı. Yaptıklarını reddedip onları cezalandırmam nasılmış; bir bak!" (18). Bu âyetle, inkarlarından dolayı helâk edilmiş kavimlerin bu gün de gözönünde olan helâklerine dair alâmetlere bakıp ibret alınması isteniyor.

Bundan sonra gelen âyetlerde inkârcıları düşünce ve tefekküre sevketmek için, Allah Teâlâ'nın bir takım mucizeleri zikredilir. Ve onların da Allah'ı inkâr etmekle beraber, O'nun rızıklandırmasına muhtaç oldukları gerçeği vurgulanarak, varlıklarını Allah'a borçlu oldukları hatırlatılır. Sûrenin sonunda, bütün bu apaçık deliller karşısında iman etmekten kaçınırlarsa, artık onlar için yapacak hiç bir şey yoktur. Onlara söylenecek olan son sözü, Allah Teâlâ, peygamberine şöyle öğretir: "De ki; O, Rahman olan Allah'tır. Biz O'na iman ettik ve O'na güvendik. Yakında kimin apaçık bir sapıklık içinde olduğunu bileceksiniz" (29).

Ömer TELLİOĞLU
 
Üst