Huseyni
Müdavim
Kıyafetler kimliğimizi ele veren dış yansımalar, davranışlar samimiyeti yansıtan içsel görüntüler… Hüküm şekle göre mi verilir, yoksa özden dökülen edebe göre mi?
Sıcak solunan sokaklar aynı zamanda edebin, tesettürün, inanmışlığın, kimliğin turnusolu. Ne kadar samimîsin inandığına? Çelişkilerden kurtulup aidiyetlerinle sağlam bir kimlik ve o kimliğe yaraşan bir kıyafet ve davranış sergileyebiliyor musun? Sergilenen sulu, samimîyetsiz görüntüler koyu bir taklitçilik içerisinde olunduğunu gösteriyor, öyle ki bazı manzaralar yakışıksızlıktan öte çirkin, utanç verici…
Başına örtü takmakla tesettürlü olunmuyor, bez parçasıyla saçını örtmekle haya kuşanılmış olmuyor; bütün azaları ve davranışlarıyla tesettüre bürünmek, duygularını düşüncelerini imanla terbiye etmek ve dizginlemek, karşı cinsin hislerini uyandırmamak, fitneye sebep olmamak; samimiyet ve sağlam kimliğin elbisesini giyinmek bu olsa gerek…
Dünyayı tercih edenler her yaz biraz daha hayâsızlığa yaklaşıyor—tarife gerek yok, sokaklar bunun şahidi. Başörtüsü ile ehl-i iman görüntüsü veren bir kısım tesettürsüzlerin bunu kötü bir kopya ile taklit etmeleri doğrusu çok üzücü, çok endişe verici, çok rencide edici… Ne oralı ne buralı olamamışlık, imanla imansızlık arasında salınım, dünya ve ahiret arasında sağlam Sırat Köprüsü kuramamak… Öyle manzaralar gösteriliyor ki utanmaktan öte ıztırap verici. Ayıp bile bundan utanıyordur her halde…
Evet, muvaffak oldular, türban diye diye bize de alıştırdılar, tesettürü sadece başını örtmek olarak algılattılar ve öyle uygulattırıyorlar. Tesettür, ruhu ve bedeni örten ne kadar kuşatıcı bir kavram; türban kuşa çevrilmiş, içi boşaltılmış bir kavram… İçi dolmamış şekilcilik, çelişkilerle hayâsızca savruluyor sokaklarda, bazen de içi edeple dolu başı açıkları görüyor şaşırıyoruz; hangisi hangi yolda, hangisi imana daha yakın?
İnanç köklerinin zayıflığı, rüzgârın önünde oradan oraya savuruyor. Kalpten, kâinatın kalbine uzanan Kur’ânî kökler sağlam olsaydı böylesi bir savrulmuşluk olmaz, kimlik kırılmaları yaşanmaz, kavî bir dik duruşla edeple yürünürdü sokaklarda, tam bir tesettürle sıcak zemherilerden kurtulunur, kurtarılırdı gençlik…
Kalpteki zaaf-ı diyanet devam ediyor, imana çalışmak daha bitmedi, köke ve insana yatırım en büyük yatırım olduğu hâlen geçerliliğini koruyor… Küfür ile iman, hayâ ile hayâsızlık, sıradanlık ile samimiyet, örtüsüzlükle tesettür arasında yakınlık görülüyorsa da aralarındaki derin çukur hiç değişmedi, değişmeyecek. Değişen gündemler düşünceler algılayışlar da değiştiremeyecek bu değişmez hakikati. Kâinatta en büyük hakikat imandır, haya imandandır, dünya ise bir meydan-ı imtihandır, ebedî saadet burada kazanılacaktır.
Sıcak solunan sokaklar aynı zamanda edebin, tesettürün, inanmışlığın, kimliğin turnusolu. Ne kadar samimîsin inandığına? Çelişkilerden kurtulup aidiyetlerinle sağlam bir kimlik ve o kimliğe yaraşan bir kıyafet ve davranış sergileyebiliyor musun? Sergilenen sulu, samimîyetsiz görüntüler koyu bir taklitçilik içerisinde olunduğunu gösteriyor, öyle ki bazı manzaralar yakışıksızlıktan öte çirkin, utanç verici…
Başına örtü takmakla tesettürlü olunmuyor, bez parçasıyla saçını örtmekle haya kuşanılmış olmuyor; bütün azaları ve davranışlarıyla tesettüre bürünmek, duygularını düşüncelerini imanla terbiye etmek ve dizginlemek, karşı cinsin hislerini uyandırmamak, fitneye sebep olmamak; samimiyet ve sağlam kimliğin elbisesini giyinmek bu olsa gerek…
Dünyayı tercih edenler her yaz biraz daha hayâsızlığa yaklaşıyor—tarife gerek yok, sokaklar bunun şahidi. Başörtüsü ile ehl-i iman görüntüsü veren bir kısım tesettürsüzlerin bunu kötü bir kopya ile taklit etmeleri doğrusu çok üzücü, çok endişe verici, çok rencide edici… Ne oralı ne buralı olamamışlık, imanla imansızlık arasında salınım, dünya ve ahiret arasında sağlam Sırat Köprüsü kuramamak… Öyle manzaralar gösteriliyor ki utanmaktan öte ıztırap verici. Ayıp bile bundan utanıyordur her halde…
Evet, muvaffak oldular, türban diye diye bize de alıştırdılar, tesettürü sadece başını örtmek olarak algılattılar ve öyle uygulattırıyorlar. Tesettür, ruhu ve bedeni örten ne kadar kuşatıcı bir kavram; türban kuşa çevrilmiş, içi boşaltılmış bir kavram… İçi dolmamış şekilcilik, çelişkilerle hayâsızca savruluyor sokaklarda, bazen de içi edeple dolu başı açıkları görüyor şaşırıyoruz; hangisi hangi yolda, hangisi imana daha yakın?
İnanç köklerinin zayıflığı, rüzgârın önünde oradan oraya savuruyor. Kalpten, kâinatın kalbine uzanan Kur’ânî kökler sağlam olsaydı böylesi bir savrulmuşluk olmaz, kimlik kırılmaları yaşanmaz, kavî bir dik duruşla edeple yürünürdü sokaklarda, tam bir tesettürle sıcak zemherilerden kurtulunur, kurtarılırdı gençlik…
Kalpteki zaaf-ı diyanet devam ediyor, imana çalışmak daha bitmedi, köke ve insana yatırım en büyük yatırım olduğu hâlen geçerliliğini koruyor… Küfür ile iman, hayâ ile hayâsızlık, sıradanlık ile samimiyet, örtüsüzlükle tesettür arasında yakınlık görülüyorsa da aralarındaki derin çukur hiç değişmedi, değişmeyecek. Değişen gündemler düşünceler algılayışlar da değiştiremeyecek bu değişmez hakikati. Kâinatta en büyük hakikat imandır, haya imandandır, dünya ise bir meydan-ı imtihandır, ebedî saadet burada kazanılacaktır.
Hüseyin EREN
10.07.2009
Elif-Yeniasya
10.07.2009
Elif-Yeniasya