İsimleri Çerçevesinde Kur'an

molla_zehra

Well-known member
Kur'ân'ın nasıl bir kitap olduğunu, onun fonksiyonlarını, hedeflerini, yine Kur'ân'ın açıklamalarına göre ele almaya çalışacağız. ez-Zerkeşî, Kur'ân'da yer alan 55 Kur'ân ismini zikreder[3].

Bu sayıyı, 90'a kadar çıkaran­lar vardır. Bu bölümde Kur'ân'ın, kendisi hakkındaki ba­kış açısını, kendi adlandırma ve nitelendirmeleri ışığında ele alacağız. Şüphe yok ki dünya tarihinde fevkalade mühim bir yer işgal etmiş olan Kur'ân'ın bizatihi kendisi hakkında söylediği sözler, ister istemez dikkate alınmalıdır. Özellik­le ona inanan insanlar için, vazgeçilmez bir kaynak olan Kurân'ın, kendisi hakkında söyledikleri, çok daha ehem­miyetli olmalıdır. Biz, Kur'ân'ın isim ve sıfatlarından bir kısmını tek tek ele alacağız.[4]

1. Kitâb

Kur'ân'da el-Kitâb kelimesi umumî anlamda bütün peygamberlere gelen vahy veya vahiylerin toplamı anlamında kullanılır[5]. Ehlul-Kitab tabirini de, bu çerçevede değerlendirirsek, onun, vahye muhatap olmuş insanlar­dan, toplumlardan söz ettiğini anlarız. Kur'ân, önceki va­hiy mahsulü verilere de kitâb adını verirken, kendisini de, kitâb olarak adlandırır[6]. O, açık ve hikmetli bir kitaptır[7]. Onun, ilahî kaynaklı oluşunda, hiçbir şüphe yoktur. Hiç bir yabancı unsur, ona yaklaşamaz[8].


Kur'ân, henüz indirilmekte iken, kendisine, kitâb demiştir. Bu adlandırma, o dönem için düşünürsek, vahyin devam edeceğini ve ayetlerin, sonunda bir kitap haline ge­leceğini gösteriyordu. Ayrıca bu, Kur'ân ayetlerinin yazıl­ması gerektiğine de, işaret ediyordu. Nitekim Kur'ân, so­nunda iki kapak arasında bir kitap haline gelmiştir. Zaten Kur'ân, Levh-i Mahfuz[9], Ummu'l-Kitâb[10] veya Kitâbun Meknûn diye[11] tabir edilen bir kitapta kayıtlıdır. Kâinatla ilgili çok ehemmiyetli ve temel şeylerin kaydedildiği bu ki­taba, meleklerden başka hiç kimse dokunamaz[12]. Melek­ler, onda herhangi bir değişiklik yapamazlar. Onda, ancak dilerse Allah, bazı şeyleri silip, bazı şeyleri, aynıyla sakla­yabilir[13]. Şu halde Kur'ân'ın, tarihe girmeden önceki hali de kitaptır.

Kitaplar, bildiğimiz gibi okunmak için vardır. Onlar anlaşılmalıdır. Onlar öğrenilip öğretilen şeylerdir[14]. Onlar, çoğaltılarak başka insanlara ulaştırılmalıdır, açıklanmalı­dır[15]. Kitaplar, muhataplarına birşeyler anlatırlar ve anlatılanların, muhatapların zihin ve belki duygu dünyalarında yer bulmasını isterler. Kitapların mevzuları vardır. Mevzuların ehemmiyet derecesi vardır. Kitapların bir bü­tünlüğü vardır. Onların ana fikirleri ve hedefleri vardır. İşte Kur'ân da bir kitap olarak en azından bütün bu saydı­ğımız ve sayamadığımız kitap vasıflarına sahiptir. İlave olarak o, Allah'ın Kelamıdır.
Kur'ân, ayrıca insanı ve kâinatı da, bir bakıma kitap olarak görür. Kâinat ve insan kitabıyla birlikte okunması gereken bir kitaptır Kur'ân. Ne kâinat ve insan, Kur'ân'sız layıkıyla anlaşılabilir, ne de Kur'ân, tabiat ve insanla ilgi­li bilgiler olmadan anlaşılabilir[16].
 

molla_zehra

Well-known member
2. Furkân

Furkân kelimesi, Aramı asıllıdır[17]. Kelimenin kök manası, ayırt etmektir[18]. Kurân da, varlıkta bir arada ve­ya karışık olan şeyleri ayırt edip olması gereken yere ve kategoriye koyar. Bu bakımdan ona el-Furkân denmiştir.

Furkân Sûresinin 1. ayetinde şöyle denilmektedir:

"el-Furkân'ı, âlemlere uyarıcı olsun diye kuluna indi­ren Allah'ın şânı ne yücedir."
Şu halde Kur'ân'ın bir özelliği de onun, hatları ve safları, karışıklıktan kurtarıp netleştirmesidir. Bilindiği gibi yine Kur'ân'ın ifadesine ve insanlığın bilgi ve tecrübe­sine göre, varlıkta pek çok şey, çifttir ve birbirine zıttır. Her şeyin zıddı ile bilindiği ve her şeyin zıddı ile kâim ol­duğu, bir aksiyomdur. Kurân, Furkân olma özelliği ile, iyiyi kötüden, güzeli çirkinden, sâlih olanı sâlih olmayandan, hakkı bâtıldan, nizâmı kaostan, helali haramdan, günahı sevaptan, doğruyu yanlıştan, sahte tanrıları Allah'tan, ka­ranlığı aydınlıktan, bakiyi fâniden vb. şeyleri birbirinden ayırt edecek muhtevaya sahiptir.

Kur'ân'ın Furkân oluşunu, en fazla insanın, Allah'la, âlemle ve .insanlarla girdiği ahlakî ilişkide görebiliriz. Kur'ân, olgun şahsiyetler yetiştirmeyi amaçladığı için o, insanın, varlık içinde münasebette olduğu bütün durumlar, şahıslar ve oluşlar karşısındaki tutumunu belirleme­de, ona yardım eder. İçinde bulunduğu karmaşık yapı içe­risinde insanın, isabetli tercihler yapmasına katkıda bulu­nur. Kur'ân'ı, kâinat ve insan kitabıyla birlikte anlamaya çalışan insanların elinde, çok sağlam kıstaslar bulunur. Nitekim Allah, Enfâl Sûresinin 29. ayetinde, inananlar, eğer Allah'ın talimatları konusunda uyanık, dikkatli ve titiz bir ruh haleti içinde bulunur ve ölçülü davranırlarsa Allah'ın, onlara, iyiyi kötüden ayırt eden bir meleke ve güç vereceğini belirtiyor. Şu halde Kur'ân, karmaşık ilişkiler yumağı içindeki insanın zihnindeki, gönlündeki ve ruhun­daki bulanıklığı ortadan kaldırmakta ve ona berrak bir anlayış ve kavrayış kazandırmaktadır.[19]
 

molla_zehra

Well-known member
3. Zikr

Zikr, lügatta hatırlamak, anmak, bir şeyi sürekli zi­hinde tutmak, bildirmek, haber vermek, telaffuz etmek gi­bi anlamlara gelir[20]. Kur'ân'ın isimlerinden biri olan Tezkire[21] de, aynı kökten iştikak etmiştir ve hatırlatma, birisinin dikkatini çekme, işaret etme manalarına gelir".[22]

Kur'ân, kendini Zikr olarak adlandırır[23]. Bazı ayet­lerde Kur'ân'dan, ez-Zikru'l-Hakîm[24] diye bahsedilir. Yani o, hikmetli ifadelerle dolu zikirdir.

Zikr ve Tezkire adını alan Kur'ân, tarih ve toplum içinde bir zamanlar "Evet Rabbimizsin" diyen insana, söylediği bu sözü hatırlatır. Yani ona, sanatkârını, yaratanını hatırlatır. İnsanoğlu zaten tabiatı gereği unutur. Etrafın­daki menfî şartlar, Allah'ın, kendisine üflediği ruhu taşıdı­ğını unutturabilir.Yeryüzündeki kötülükler, onun vicdanı­nın derinliklerindeki adalet, iyilikseverlik, hakperestlik gibi değerleri, küllendirip, perdeleyebilir. O, artık var edi­liş gayesine uygun olmayan çıkmaz sokaklara girebilir. Dolayısıyla bir ahlak varlığı olduğunu da, giderek unuta­bilir. İşte bu dönemlerde Allah, ona, bütün bunları hatırla­tır. Onu, yaratılışına uygun bir hayat çizgisine çeker. Bu manada Kur'ân'da da kaydedildiği gibi, bütün peygamber­lere indirilen kitaplar, zikirdir[25].

Kur'ân, zikirdir. Çünkü o, önceki peygamberlerin unutulan talimlerini, yeniden hatırlatır. Önceki insan topluluklarının başlarına gelen bedbahtlıkları ve mutlulukla­rı hikaye ederek hatırlatır ve muhatapların ibret nazarla­rına sunar. Kur'ân'ın büyük bir bölümü bu hatırlatmanın örnekleriyle doludur.

Kur'ân kendine zikr diyerek, Allah'ı en güzel hatırla­manın yolunu da göstermiş olmaktadır. O da Kur'ân'ı çok okumak ve ondan öğüt almaktır. Bu manada Kur'ân'ın ez-Zikr ismi karşılığını bulmaktadır.[26]
 

molla_zehra

Well-known member
4. Nûr

Kur'ân, Tevrat'a ve İncil'e Nûr dediği[27] gibi, kendini de, Nûr diye nitelendirir.[28]

Râğıb el lsfahanî, nuru, görmeye yardımcı olan ya­yılan ışık olarak tarif ettikten sonra, dünyadaki nuru, iki kısma ayırır. Bunlardan biri, gözle görülen ve gözün gör­mesini sağlayan nurdur. Öbürü ise, basiret gözüyle (gönül gözüyle) akledilen, fark edilen nurdur. Bunlar da, aklın ve Kur'ân'ın nurudur. Rağıb el-Isfahanî, aklı da, Allah'ın, insana verdiği, onun yolunu aydınlatan bir nur olarak gör­mektedir[29]. Şu halde Kur'ân'ın nuru, kafamızda taşıdığı­mız gözlerimizle görebileceğimiz bir nur, bir aydınlık de­ğildir. O, manevî, tevhidi ve ahlakî anlamda insanların körlüğünü gideren bir nurdur.O, insanların imansızlık, ahlaksızlık, tanrısızlık gibi manevî dünyalarıyla doğrudan alakalı ve onların varlık şartları olan alanlardaki karan­lıkları aydınlatmaktadır.

Kur'ân'a nur benzetmesini biraz daha müşahhaslaştırarak anlarsak, Kur'ân'sız, yani tevhidsiz bir hayat, ka­palı bir havada geceleyin zifiri karanlıkta, ormanda veya çölde, yolunu bulmaya çalışan bir insanın durumuna ben­zer. Kur'ân'ın aydınlığı ile birlikte olmak ise, bir bakıma güneşin aydınlığında, nereye gideceğini, ne yapacağını bi­len bir insanın durumuna benzer.

Bazı ayetlerde, Kur'ân'ın, insanları, karanlıklardan aydınlığa çıkardığından bahsedilir[30]. Kur'ân'da el-Kitâbu'l-Munîr[31] diye bir tabir vardır ki o da, yine Kur'ân'ın, aydınlatan, ışık saçan özelliğinden söz etmektedir. Kur'ân bütün bir varlığa ışık tutar. İnsan, kâinat kitabını ve ken­dini okurken, Kur'ân, onun idrak melekelerinin önünü aydınlatır. İnsan, varlıkta nerede olduğunu, o ışıkla, daha rahat görür. O, varlığın ötesini, görünenle görünmeyenin, yani şehâdetle gaybın arasındaki perdeyi, Kur'ân'ın ışık huzmeleriyle aralar ve âlemdeki tevhidi yapıyı fark eder. Kur'ân, bu manada hakikati görmeye çalışan insanın, ba­siret gözünü keskinleştirir. Varlıktaki birliği, bütünlüğü fark eden insan, tarihe topluma, insanlığa, olaylara, tabi­ata ve kendine daha farklı ve daha anlamlı bir açıdan bak­maya başlar.[32]
 

molla_zehra

Well-known member
5. Huda

Kur'ân, hem doğru yolu gösterir hem de eğer rehber­liğine itibar edilirse, doğru olana taşır ve ulaştırır[33]. Bu anlamda o, "huden lî'n-nâs"[34] vasfıyla bütün insanlara hakkı ve hakikati gösterir; "Huden li'l-muttekîn"[35] vasfıyla da, onun gösterdiği yolda yürüme azim ve kararlılığın­da olan insanları, hakikate ve saadete ulaştırır.


Rehber kitap, yollardaki trafik işaretlerine benzeti­lebilir. Nasıl ki trafik işaretleri, sürücüleri, salimen he­deflerine ulaştıracak mesajları ihtiva ediyorsa, Kur'ân da, ifadeleriyle, muhataplarına istikamet verir. Bu du­rumda o, nûr sıfatıyla, insanların önünü aydınlatırken, rehberliği ile, bir ileri fonksiyon daha icra eder ve muha­taplarına doğru adresler verir. Onları doğru talimatlarla destekler.
Kur'ân'ın rehber kitap oluşu, onun, insanlığın tek ba­şına mutluluğunu kazanmasında yeterli olacağı anlamına gelmez. Kur'ân, insan, kendini ve kâinat kitabını okurken onun elinde bir kılavuzdur.

Bu kılavuz, insanın ihtiyacı olan temel konularda yeterli, özlü malumata sahiptir. İnsanlar, bu direktifler ve tavsiyeler istikametinde yürüyüşlerine, tarihin güçlerini kullanarak devam edeceklerdir. Eğer Kur'ân'ın, öğüt, tavsiye ve direktifleri nazarı itibara alınırsa, o zaman Kur'ân'ın yol göstericilik konusundaki desteği sürekli olur. Bu anlamda yollarını şaşırmadan he­defe doğru yürümelerinde Kur'ân, muttakîler'i, sonuna kadar desteklemeye devam eder.[36]

6. Beyân

Kur'ân'ın Beyân ismi, onun Huda ismiyle yakından alakalıdır. Allah, Beyân nitelendirmesiyle, açıklanması gereken konuları, Kelâmında açıkladığına işaret etmek­tedir[37]. Kur'ân Yüce Makam'dan bir açıklamadır, bir bildiridir.


Nahl Sûresinin 89. ayetinde Kur'ân'ın her şeye açık­lama getirdiği bildirilmektedir. Kur'ân, özellikle insanın dinî ve ahlakî konulardaki temel ihtiyaçlarına cevap teşkil edecek bir açıklamadır. Kur'ân, insanın dünya ve âhirette mesûd olabilmesi için gerekli olan temel bilgileri vermiş­tir. Kur'ân'ın, her şeyi bütün detaylarıyla açıklayan bir ki­tap olduğunu düşünmemiz doğru olmaz. Eğer Kur'ân her şeyi bütün detaylarıyla açıklamış olsaydı, o zaman insan­lığın inkişafının, gelecekle ilgili daha ideal hedeflere doğ­ru ilerlemesinin önü kapanmış olurdu.

Bu takdirde Al­lah'ın insana verdiği çok çeşitli kabiliyetler ve güçler, var­lık içinde kullanılma imkanından mahrum olurdu. Bu ise Allah yanında varlığın en şereflisi olan insanın kıymetini düşürür. Oysa Kur'ân, insanın kendini daha yükseklere doğru yükseltmesini istemektedir. Şu halde Kur'ân'ın Be­yân vasfını değerlendirirken, onun, insan için sadece çok ehemmiyetli ve hayatî konularda açıklamalarda bulundu­ğunu kabul etmek durumundayız. Kur'ân'ın, indirildiği toplumdaki bazı hususi konularla ve detaylarla da ilgilen­diği görülse de, yine de onun beyânının, günümüz insanı için de yön verici ve aydınlatıcı bir mahiyette olduğunu ka­bul etmeliyiz.[38]
 

molla_zehra

Well-known member
7. Rûh

Rûh, insanın, mahiyetini kavrayamadığı; fakat aksiyomatik olarak farkında olduğu bir varlıktır. Rûh denince, hayatın kaynağı akla gelir[39], canlılık akla gelir. Kur'ân'a Rûh denirken[40], onun, bakımsız, ihmal edilmiş, manevî gıdasını alamamış, porsumuş, güçsüz kalmış ruhları, yeni­den sıhhatli hayatına döndürecek bir fonksiyon icra ettiği­ni düşünmemiz isteniyor olabilir.


Kur'ân, insanların manevî ve ahlakî cephelerine sun­duğu, hayat bahşeden ilkeleri, öğütleri ve tavsiyeleriyle adeta hayat veren bir ruhtur. Nitekim Kur'ân, hayat ve­ren, canlılık veren bu özelliği ile, kısa süre içinde kabile anlayışı çerçevesinde bir hayat süren, ahlaken aşağı sevi­yelerde bulunan Arap Toplumu'ndan, büyük bir medeniye­tin mimarlarını yetiştirmiştir. Kur'ân'ın ilk muhatapları­na ve onların takipçilerine aşk, şevk ve canlılık veren, rûh veren İlahî Kelâm'dı. Çünkü o Rûh'tu. Hem de Allah'ın emrinden bir Rûh[41].

8. Kelâm

Arapçada anlamlı kelimelerden oluşan bütüne, ke­lâm denir[42]. Kelâm kelimesi, Kurân'da, Allah'a izafe edilerek Kelâmullah tarzında kullanılmaktadır[43].


Kur'ân'da el-Kavl kelimesi de, Allah'ın sözü, vahiyle bildirilen söz anlamında kullanılmaktadır[44]. Kur'ân, kendini Hadîs olarak, yani söz olarak da vasıflandırmaktadır[45]. Zumer Sûresinin 23.ayetinde de Kur'ân, Ahsenu'l-Hadîs olarak, yani en güzel söz olarak nitelendirilmektedir.
Kelâm, muhatapla ilişki kurmanın sembolik yolu olan dilin kullanılması demektir. Allah'ın insanla sözlü ilişkisi, miladî 7. asırda Arap Dili ile tecelli etmiştir. Aslın­da Allah'ın nasıl konuştuğunu, insanlar bilemez.. Onun, dünyada konuşulan herhangi bir dille konuştuğunu da söyleyemeyiz. Çünkü yeryüzünde konuşulan diller, tarih içinde insan toplumlarının birbirleriyle anlaşabilmek için icat edip geliştirdikleri bir olgudur. Yani dil, insanî ve ta­rihî bir olgudur. Dolayısıyla Allah'ın dilinden söz edilmez; O'nun Kelâm'ından bahsedilir. Bilindiği gibi söz ve kelâm, muhataba birşeyler söyleme iradesinin bir sonucudur. Şu halde Allah'ın Sözü de, muhataplara birşeyler iletmek üze­re gelmiştir.

Sözler, muhatabın üzerinde tesir icra eder[46]; onun zihin ve rûh dünyasında izler bırakır. Özellikle sözler tam zamanında söylenmişse, muhataptaki tesiri, daha fazla olur. Kur'ân indirilirken böyle bir durum, söz konusu idi. Şartların icabına göre, ayetler geliyordu. Nitekim pek çok ayetin iniş sebebi vardır. Bunlara Esbâbu'n-Nuzûl denir.

İnsanların, dinî, ahlakî ve psikolojik ihtiyaçlarının özünde bir değişiklik olmadığı için Allah'ın Kelâm'ı, nüzul döneminden sonraki insanların da içinde bulunduğu, du­rumlara uygun düşen ifadelerle doludur. Mesela başına, tahammülü zor bir musibet gelen bir mümin, bunun, de­ğiştirilemez bir kader olduğunu söyleyen Hadîd Sûresinin 22 ve 23. ayetlerini “Gerek yerde ve gerek kendi nefisleri­nizde başınıza gelen hiç bir musibet yoktur ki Biz onu ya­ratmadan önce bir kitapta yazılmamış olsun. Bu, şüphesiz Allah'a çok kolaydır. Bunu önceden yazmış olmamız kay­bettiklerinize üzülmemeniz, Allah'ın size verdikleriyle de şımarmamanız içindir. Allah, büyüklenip övünen hiç kim­seyi sevmez.” okuduğunda ayetlerin, sanki kendisi için in­diğini zanneder. Kur'ân'da bu konuya misâl olacak pek çok söz vardır.[47]
 

molla_zehra

Well-known member
9. Rahmet

Kur'ân, Tevrat [48] da kendini de, Rahmet olarak va­sıflandırır[49]. Kur'ân, diğer peygamberlere gönderilen vahiyleri de Rahmet olarak nitelendirmektedir. Kur'ân, ayrı­ca Hz.Muhammed'in de âlemlere rahmet olarak gönderildiğinden söz etmektedir[50] ki bu da, onun, sadece şahsı ile alakalı bir nitelendirme olmayıp ona gönderilen mesaja da, güçlü atıflarda bulunmaktadır.
Rahmet, yakınlık, ince muamele, nâzik davranış de­mektir[51]. Allah'ın rahmeti, O'nun nimetlendrmesidir.

Allah, insanları, iyiyi kötüden, doğruyu yanlıştan ayırt edebilecek ve ahlaklı olmayı becerebilecek bir nite­likte yaratmıştır. Ona Rûh'undan üflediği için o, Yaratan’ını da hissedebilecek, var olduğunu kavrayabilecek özelliktedir. Ne var ki insan, gerek yapısında taşıdığı zaaf­lardan gerekse içinde yaşadığı muhitin olumsuz şartların­dan müteessir olabilmekte ve fıtratına uygun davranabil­meyi zaman içinde yer yer unutmaktadır. Kur'ân'ın anlat­tığına göre, tarih bunun örnekleriyle doludur. İşte bu se­bepledir ki Allah, akıl, rûh ve vicdan vererek varlığın ar­dındaki sırrı fark edebilme gücünü verdiği insanı, yaptık­larından sorumlu tutmaya hak sahibi iken[52] ona acımak­ta ve sözlü olarak, ona unuttuğu ve terkettiği gerçekleri, kendi gerçeklerini hatırlatmaktadır ki bu bir lütuftur, ih­sandır ve rahmettir. Allah, yarattığı insanı sadece kendi anlayış ve kavrayış kapasitesiyle başbaşa bırakmayıp; ona acıyarak, ona ince muamelede bulunarak onun önünü ay­dınlatmıştır.[53]

10. Meviza

Mev'iza, nasihat ve öğüt manalarına gelir[54]. O, Zikr isminin muhtevasından biraz farklı bir muhtevaya sahiptir. Zikr, bir hatırlatma iken Mev'iza muhatabın gönlüne ve aklına tesir edebilecek etkili söz söylemek demektir". Öğüt ve nasihat, muhatabın yapması veya yapmaması is­tenen bir konuda olacağından, muhatabı ikna edici konuş­malar yapmak gerekir. Aksi takdirde netice alıcı olmayan, yerinde ve etkileyici olmayan konuşmaların bir değeri yoktur. Şu halde Kur’ân, muhataplarına öğüt verirken, En Güzel Söz olarak onları kırmadan, incitmeden ikna edebi­lecek bir Kelâmdır. Kur'ân, hem kendini[55] hem de Tev­rat'ı, Mev'iza olarak adlandırır[56].
 

molla_zehra

Well-known member
11. Şifâ

Kur'ân'ın bir vasfı da onun, gönüllerde olana[57] ve müminlere Şifâ olmasıdır[58]. Kur'ân'ın, şifa bahşeden bir Kelâm olmasını nasıl anlayabiliriz? Hastalıklara şifa vere­nin Allah olduğunu biliyoruz; ancak Kur'ân'ın Şifâ vasfı, onun marazî, hastalıklı gönüllere, Allah'ın, Allah sevgisi­nin dışında kötü ve anlamsız şeylerin istilasına uğramış kalplere hitap eden ve onları, içinde bulundukları hasta­lıklı, illetli durumdan kurtarmayı amaçlayan yönüne işa­ret edebilir.

Allah, Kur'ân'da gönüllerin İslâm'a açılmasından, kalplerin katılaşmasından, kalplerdeki hastalıklardan, ahlakî ve manevî hastalıklardan söz etmektedir. İşte Kur'ân bu konularda fonksiyon icra etmektedir. Şifâ vas­fıyla Kur'ân, güzellikleri, hakkı ve hakikati görebilme ka­biliyetini yitirmiş kalpleri bu olumsuz vaziyetten kurtar­makta ve onları göklerin ve yerin Nûr'u olan Allah'a yön­lendirmektedir.

Kur'ân'ın, müminlere Şifâ oluşunu da, yer yer ha­yat mücadelesi içinde çok çeşitli zorluklarla karşılaşan, bazen umutsuzluğa kapılan, bazen bedbin olan mümin­lere adeta derman olabilecek ifadeleri bünyesinde taşı­yor olmasıyla da izah edebiliriz. Bu konuda özellikle sa­vaş anlarında müminleri teselli eden ifadeleri misal ola­rak verebiliriz. Nisa Sûresinin 104. ayetinde şöyle denil­mektedir:
"Düşman topluluğu aramakta gevşeklik göstermeyin. Siz acı çekiyorsanız şüphesiz onlar da sizin acı çektiğiniz gibi acı duyuyorlar. Üstelik siz Allah'tan, onların ümit edemeyecekleri şeyleri ümit ediyorsunuz."[59]
 

molla_zehra

Well-known member
12. Kur'ân'ın İsimleri Çerçevesinde Bir Değerlendirme

Yukarıda kaydedilen Kur'ân'ın, kendisi hakkındaki nitelemelerini, bir bütün olarak değerlendirdiğimizde, şunları söyleyebiliriz: Kur'ân, özünde, insanlık için rehber kitaptır. İnsanın önünü aydınlatır, ona yol gösterir, ona sağlam ölçüler ve­rir. Bütün bu özellikleriyle Kur'ân, tarih içindeki yürüyü­şünde insanın yardımcısı, destekçisi durumundadır. Kur'ân, fıtrî kuvvelerini, manevî ve maddî imkanlarını kullanması için insanı, alabildiğine hür addetmiştir.

İnsa­nın maddi ve manevî inkişafını, tarih, toplum ve tabiat içinde ürettiği değerlerle sağlaması konusunda ona, yol göstericilik yapmıştır. Kur'ân bu özellikleriyle, ne değiş­mez bir siyasî sitem ne de değişmez bir ekonomik ve sos­yal sistem sunmuştur. Bütün bu işler, tarih içinde insanla­rın işidir; ama Kur'ân'ın, müntesiplerinden istediği, tarih içinde hangi siyasî, sosyal, ekonomik ve ahlakî değer üre­tirlerse üretsinler bu işleri yaparken onların, Kur'ân'ın ışığından ve yol göstericiliğinden istifade etmeleridir. Top­lumları, medeniyetleri, devletleri, eğitim ve öğretim mües­seselerini, iktisadî yapı ve sistemleri, insanlar oluşturur. İnsanlar bu yapıları oluştururken özellikle temel ahlakî konularda Kur'ân'ın tespitlerine ve sınırlandırmalarına isterlerse uyabilirler. Kur'ân'ın isim ve sıfatlarına baktığımızda o, kendini ne bir ansiklopedi ne de bir anayasa ve kanunlar manzu­mesi olarak sunar.

O, Allah'ın, insanlar ve müminler için bir rahmeti ve bir ihsanıdır. Bu ihsandan yerinde yarar­lanmasını bilmek, Kur'ân'ı sıhhatli anlamaktan ve yorum­lamaktan geçer.[60]

Abdulvahid METİN

[3] ez-Zerkeşi, el-Burhan, 1,273; Turgut, Ali, a.g.e., s.77
[4] Doç. Dr. Halis Albayrak Tefsir Usulu, Kuran Araştırmaları, Şule Yayınları: 57.
[5] İzutsu, T., a.g.e., s.21-22; Adam.Baki, Kuran'ın Anlaşılmasında Tevratın Rolü, İslami Araştırmalar Dergisi, Cilt: 9, Sayı: 1-2-3-4, 1996, ss.167-176
[6] Yusuf 1, Şuara 2, Kasas 2, Neml 1
[7] Yunus 1
[8] Fussilet 42
[9] Buruc 22
[10] Zuhruf 4
[11] Vakıa 78
[12] Vakıa 79
[13] Ra'd 39
[14] Ali Imran 79
[15] Ali İmran 187
[16] Öztürk, Yaşar Nuri, Kur'ân'ın Temel Kavramları, İstanbul 1991, ss. 324-325. Doç. Dr. Halis Albayrak Tefsir Usulu, Kuran Araştırmaları, Şule Yayınları: 58-59.
[17] Jeffery, A., The Foreign Vocabulary of The Qur'an, Gaekwad's Oriental Series, LXXIX, s.229
[18] İbn Faris, Mu'cem,IV,493; Rağıb, el-Mufredat, s.377
[19] Doç. Dr. Halis Albayrak Tefsir Usulu, Kuran Araştırmaları, Şule Yayınları: 59-60.
[20] Rağıb, el-Mufredat, ss,179-180; İbn Mânzur, Lisan, 1,1071
[21] el-Hakka 48
[22] Rağıb, el-Mufredat, s. 180
[23] Ali İmran 58, Yusuf 104, Hicr 6,9, Nahl 44, Enbiya 50, Yasin 69
[24] Ali İmran 58
[25] Nahl 43
[26] Doç. Dr. Halis Albayrak Tefsir Usulu, Kuran Araştırmaları, Şule Yayınları: 60-62.
[27] Maide 44,46; En'am 91
[28] Maide 15, A'raf 157, Şura 52,Teğabun 8
[29] Rağıb, el-Müfredat, s.508
[30] İbrahim 1, Hadid 9, Talak 11
[31] Ali İmran 184, Fatır 25
[32] Doç. Dr. Halis Albayrak Tefsir Usulu, Kuran Araştırmaları, Şule Yayınları: 63-63.
[33] Razi, Fahrudd'in, Mefatihu'1-Ğayb, Tahran, tarihsiz, II,19
[34] Bakara 185
[35] Bakara 2
[36] Doç. Dr. Halis Albayrak Tefsir Usulu, Kuran Araştırmaları, Şule Yayınları: 63-64.
[37] Rağıb, el-Mufredat, s.69
[38] Doç. Dr. Halis Albayrak Tefsir Usulu, Kuran Araştırmaları, Şule Yayınları: 64-65.
[39] Rağıb, el-Mufredat, s.205
[40] Şura 52
[41] İsra 85, Şura 52 Doç. Dr. Halis Albayrak Tefsir Usulu, Kuran Araştırmaları, Şule Yayınları: 65.
[42] Rağıb, el-Mufredat, s.439
[43] Bakara 75, Tfevbe 6, Feth 15
[44] Kasas 51
[45] A'raf 185, Kebf 6, Zumer 23, Casiye 6
[46] İbn Faris, Mu'cem, V.131; Rağıb, el-Mufredat, s.439
[47] Doç. Dr. Halis Albayrak Tefsir Usulu, Kuran Araştırmaları, Şule Yayınları: 66-67.
[48] En'am 154, A'raf 154, Hud 17
[49] En'am 157, A'raf 52,203, Yunus 57, Yusuf 111
[50] Enbiya 107
[51] Rağıb, el-Mufredat, s.191
[52] Ahzab 72
[53] Doç. Dr. Halis Albayrak Tefsir Usulu, Kuran Araştırmaları, Şule Yayınları: 67-68.
[54] İbn Manzur, Lisan, III,952
[55] Ali İmıan 138, Maide 46, Yunus 57
[56] A'raf 145, Hud 120, Nur 34 Doç. Dr. Halis Albayrak Tefsir Usulu, Kuran Araştırmaları, Şule Yayınları: 68.
[57] Yunus 57
[58] İsra 82, Fussilet 44
[59] Doç. Dr. Halis Albayrak Tefsir Usulu, Kuran Araştırmaları, Şule Yayınları: 69.,
[60] Doç. Dr. Halis Albayrak Tefsir Usulu, Kuran Araştırmaları, Şule Yayınları: 70
 
Üst