Bedîüzzaman milletin fikrî seviyesizliklerle sürüm sürüm yaşadığı ve içtimâî dertlerin birer buhran hâlini aldığı, her tarafta İslâmî ve millî değerlerin enkaz enkaz üstüne yıkılıp gittiği ifritten bir dönemin, düşünen, çareler arayan, teşhis ve tespitlerde bulunan sonra da bu rahatsızlıklara reçeteler sunan bir hekimi olmuştu.
Bu makalede Bediüzzaman Said Nursi'nin (rh.a) Risale-i Nur Külliyatı'nın, Kur'ân Tefsiri bakımından yerini özetlemeye çalışacağım. Bu konuda gelen başlıca soruları şöylece sıralayabiliriz:
Said Nursi'nin Risale-i Nur Külliyatı'nın bir tefsir olduğu söyleniyor. Bu konuda ne düşünüyorsunuz?
Tefsir, Kur'ân-ı Kerim'in lafızlarından kastedilen mânâları beşer takati ölçüsünde açıklamak, demektir. Kur'ân'ın en yetkili müfessiri, Hz. Peygamber'dir (a.s.). "Sana da, ey Resûlüm, bu Zikri indirdik ki kendilerine indirileni insanlara açıklayasın." (Nahl sûresi, 16/44) ayeti bunu açıkça belirtir. Onun Kur'ân hakkında üç mühim görevi vardı:
1- Tebliğ
2- Tebyin (açıklama)
3- Tatbik.
Hz. Peygamber (a.s.) Kur'ân'daki mücmelleri açıklamış, müşkilleri gidermiş, çok genel olan hükümleri sınırlandırmış (umumu tahsis etmiş), sorular üzerine cevap sadedinde bazen vahiy gelmiş, bazen kendisi açıklama yapmış, ondaki hükümlerin nasıl tatbik edileceğini göstermiştir.
Ashab-ı Kiram, Kur'ân'ın muayyen ayetlerinin açıklanmasına ihtiyaç duyar, Peygamber Efendimiz'in açıklamalarıyla maksatlarına erişirlerdi. İlerleyen asırlarda Müslümanların açıklanmasına ihtiyaç duydukları ayetlerin sayısı arttı. Hicri 2. ve 3. asırda yazılmış tefsirlere bakarsak, sûre ve sûre içinde ayet sırasının gözetildiğini, fakat ayetlerin ekserisi hakkında herhangi bir açıklama veya rivayet yerleştirilmediğini görürüz. Ancak 3. asrın sonlarında bütün ayetlerin tefsir edilmeye başlandığına şahit oluyoruz. Bu alanda elimizde olan ilk eser, Taberi'nin (v. 310/923) tefsiridir. Bu tarz devam ederken, bazı tefsirciler, muayyen konular hakkında tefsir yapmayı faydalı bulmuşlardır. Zira aslında her müfessirin 6200 küsur ayeti yeniden tefsir etmesine ihtiyaç da yoktur. O, kendi zamanının ihtiyaçlarını gidermeye öncelik vermeli, bunlara ihtimam göstermelidir. Bu konudaki ayetleri özellikle ve ayrıntılı olarak açıklamalıdır. Bunun dışında kalan pek geniş alanı, başka müfessirlerin eserlerine havale etmelidir.
Bu ihtiyaç diğer taraftan, dinî ilimlerin öğretiminin zayıfladığı, insanların himmetlerinin ve dinî ilimlere ayırabildikleri zamanın azaldığı bir dönemde, işe en sağlam yerinden başlamayı gerektiriyordu. İşte Üstad Bediüzzaman'ın tefsiri, dinin temeli olan; Allah Teâlanın varlığı, birliği, sıfatları, melekler, kitaplar, nübüvvet, vahiy, ahiret hayatı gibi meselelerde, güçlü açıklamalar yapmıştır. Bunları yaparken, diğer tefsirlerdeki gibi farklı kıraat vecihleri, esbab-ı nüzul, i'rab, lügat, belağat özellikleri, fıkhi hükümler vb. yönleri açıklamamıştır. Bu konular önemsiz olduğundan değil, onları, bu hususta ayrıntılı açıklamaların bulunduğu geniş tefsirlere havale ettiğinden ötürü böyle yapmıştır.
Kur'ân'ın tefsirini, başlıca ikiye ayırma görüşü İmam Gazali, İbn Kayyim ve Muhammed Abduh gibi zatlar tarafından da vurgulanmıştır. İşte Risale-i nur, "manevî tefsir" kabilindendir. Manevî tefsir bazılarının zannettiği üzere, "işârî tefsir, tasavvufî te'vil" demek olmayıp, lafızdan çok, mânâyı esas alan, mânâları anlatmaya yönelen tefsir tarzıdır. Üstad Bediüzzaman: "Risale-i nur, Kur'ân'ın çok kuvvetli, hakiki bir tefsiridir" der. Bazı dikkatsizler bunun ne mânâya geldiğini bilmediklerinden o, şöyle bir açıklama ihtiyacı hisseder: "Tefsir iki kısımdır: Birisi, malum tefsirlerdir ki, Kur'ân'ın ibaresini, kelime ve cümlelerinin mânâlarını beyan, izah ve ispat ederler. İkinci kısım tefsir ise, Kur'ân'ın imanî hakikatlerini kuvvetli hüccetlerle beyan, ispat ve izah eder. Bu kısmın pek çok ehemmiyeti var. Zahir malum tefsirler, bu kısmı bazen mücmel (çok kısa) bir tarzda dercediyorlar. Fakat Risale-i Nur, doğrudan doğruya bu ikinci kısmı esas tutmuş, emsalsiz bir tarzda muannit feylesofları susturan bir manevî tefsirdir"1
Bir misal verelim: Besmele-i şerifeyi tefsir eden mutad tefsirler "isim" kelimesinin mânâları, etimolojisi, "ba" edatının işlevleri, Besmele'nin sûre başlarındaki hükmü, Fâtiha'nın başındaki besmeleyi namazlarda okumanın hükmü, rahman ve rahim isimlerinin anlamları gibi konularda bilgi verirler. Bu bilgiler, bir evin binası durumundadır. Fakat o binadan tam yararlanabilmek için evde bulunması gereken eşya ve yiyecek gerekir ki bunlar da manevî tefsir mesabesindedir. Risale-i Nur, Sözler kitabının ‘Birinci Söz'ü ve makam münasebetiyle onun peşine konulan bir parçada, Besmele'nin insana gerçek kimliğini verdiğini, onu dünyada Yüce Yaratıcı'nın vazifelendirdiği bir müfettiş makamına yükselttiğini, bu manevi enerji kablosu ile insanı sonsuz kudret sahibine bağlayarak ona muazzam bir enerji kaynağı ve şahsi gücünden binlerce defa fazla bir güç kazandırdığını, kâinatı şenlendiren ve bütün yaratıkları insana âmade kılan sırrın "rahmet" olduğunu, koyun, inek gibi hayvanların da "Bismillah" diyerek rahmet feyzinden bir süt çeşmesi hâline geldiğini, bahçelerin, bostanların "Bismillah" diyerek hadsiz sebze ve meyveleri içinde pişirdiğini, kâinatı dolduran o rahmete ulaşmanın yolunun "Rahmeten lilâlemin" olan Hz. Peygamber (aleyhisselam)'ın terbiyesine girmek olduğunu anlatır. Başka çok örneklerden biri de Lem'alar kitabından ‘Birinci Lem'a'dır: Hz. Yunus'un (a.s.) denizde balık tarafından yutulması zahiri bir hadisedir. Fakat bu gerçekten hareket ederek her birimizin ondan daha müşkil durumda olduğumuzu, balığın onu yuttuğu gibi nefs-i emmâremizin de bizi yutup ihtiraslarımıza hapsettiğini, dalgalı dünya denizinde boğulmamak için, balığı bir denizaltı gemisi gibi bize hizmet ettirecek bir hale getirebilmemiz için Hz. Yunus gibi tam bir teslimiyetle Yüce Rabbimize sığınmamız gerektiğini vb. dersleri güzelce anlatarak bu kıssayı nasıl okumamız lazım geldiğini bildirir.
Bu tarz tefsire duyulan ihtiyacın da hayli fazla olduğunu, ayrıca geniş kitlelerin bunu daha kolayca anladıklarını söylemeye hacet yoktur.
Bu makalede Bediüzzaman Said Nursi'nin (rh.a) Risale-i Nur Külliyatı'nın, Kur'ân Tefsiri bakımından yerini özetlemeye çalışacağım. Bu konuda gelen başlıca soruları şöylece sıralayabiliriz:
Said Nursi'nin Risale-i Nur Külliyatı'nın bir tefsir olduğu söyleniyor. Bu konuda ne düşünüyorsunuz?
Tefsir, Kur'ân-ı Kerim'in lafızlarından kastedilen mânâları beşer takati ölçüsünde açıklamak, demektir. Kur'ân'ın en yetkili müfessiri, Hz. Peygamber'dir (a.s.). "Sana da, ey Resûlüm, bu Zikri indirdik ki kendilerine indirileni insanlara açıklayasın." (Nahl sûresi, 16/44) ayeti bunu açıkça belirtir. Onun Kur'ân hakkında üç mühim görevi vardı:
1- Tebliğ
2- Tebyin (açıklama)
3- Tatbik.
Hz. Peygamber (a.s.) Kur'ân'daki mücmelleri açıklamış, müşkilleri gidermiş, çok genel olan hükümleri sınırlandırmış (umumu tahsis etmiş), sorular üzerine cevap sadedinde bazen vahiy gelmiş, bazen kendisi açıklama yapmış, ondaki hükümlerin nasıl tatbik edileceğini göstermiştir.
Ashab-ı Kiram, Kur'ân'ın muayyen ayetlerinin açıklanmasına ihtiyaç duyar, Peygamber Efendimiz'in açıklamalarıyla maksatlarına erişirlerdi. İlerleyen asırlarda Müslümanların açıklanmasına ihtiyaç duydukları ayetlerin sayısı arttı. Hicri 2. ve 3. asırda yazılmış tefsirlere bakarsak, sûre ve sûre içinde ayet sırasının gözetildiğini, fakat ayetlerin ekserisi hakkında herhangi bir açıklama veya rivayet yerleştirilmediğini görürüz. Ancak 3. asrın sonlarında bütün ayetlerin tefsir edilmeye başlandığına şahit oluyoruz. Bu alanda elimizde olan ilk eser, Taberi'nin (v. 310/923) tefsiridir. Bu tarz devam ederken, bazı tefsirciler, muayyen konular hakkında tefsir yapmayı faydalı bulmuşlardır. Zira aslında her müfessirin 6200 küsur ayeti yeniden tefsir etmesine ihtiyaç da yoktur. O, kendi zamanının ihtiyaçlarını gidermeye öncelik vermeli, bunlara ihtimam göstermelidir. Bu konudaki ayetleri özellikle ve ayrıntılı olarak açıklamalıdır. Bunun dışında kalan pek geniş alanı, başka müfessirlerin eserlerine havale etmelidir.
Bu ihtiyaç diğer taraftan, dinî ilimlerin öğretiminin zayıfladığı, insanların himmetlerinin ve dinî ilimlere ayırabildikleri zamanın azaldığı bir dönemde, işe en sağlam yerinden başlamayı gerektiriyordu. İşte Üstad Bediüzzaman'ın tefsiri, dinin temeli olan; Allah Teâlanın varlığı, birliği, sıfatları, melekler, kitaplar, nübüvvet, vahiy, ahiret hayatı gibi meselelerde, güçlü açıklamalar yapmıştır. Bunları yaparken, diğer tefsirlerdeki gibi farklı kıraat vecihleri, esbab-ı nüzul, i'rab, lügat, belağat özellikleri, fıkhi hükümler vb. yönleri açıklamamıştır. Bu konular önemsiz olduğundan değil, onları, bu hususta ayrıntılı açıklamaların bulunduğu geniş tefsirlere havale ettiğinden ötürü böyle yapmıştır.
Kur'ân'ın tefsirini, başlıca ikiye ayırma görüşü İmam Gazali, İbn Kayyim ve Muhammed Abduh gibi zatlar tarafından da vurgulanmıştır. İşte Risale-i nur, "manevî tefsir" kabilindendir. Manevî tefsir bazılarının zannettiği üzere, "işârî tefsir, tasavvufî te'vil" demek olmayıp, lafızdan çok, mânâyı esas alan, mânâları anlatmaya yönelen tefsir tarzıdır. Üstad Bediüzzaman: "Risale-i nur, Kur'ân'ın çok kuvvetli, hakiki bir tefsiridir" der. Bazı dikkatsizler bunun ne mânâya geldiğini bilmediklerinden o, şöyle bir açıklama ihtiyacı hisseder: "Tefsir iki kısımdır: Birisi, malum tefsirlerdir ki, Kur'ân'ın ibaresini, kelime ve cümlelerinin mânâlarını beyan, izah ve ispat ederler. İkinci kısım tefsir ise, Kur'ân'ın imanî hakikatlerini kuvvetli hüccetlerle beyan, ispat ve izah eder. Bu kısmın pek çok ehemmiyeti var. Zahir malum tefsirler, bu kısmı bazen mücmel (çok kısa) bir tarzda dercediyorlar. Fakat Risale-i Nur, doğrudan doğruya bu ikinci kısmı esas tutmuş, emsalsiz bir tarzda muannit feylesofları susturan bir manevî tefsirdir"1
Bir misal verelim: Besmele-i şerifeyi tefsir eden mutad tefsirler "isim" kelimesinin mânâları, etimolojisi, "ba" edatının işlevleri, Besmele'nin sûre başlarındaki hükmü, Fâtiha'nın başındaki besmeleyi namazlarda okumanın hükmü, rahman ve rahim isimlerinin anlamları gibi konularda bilgi verirler. Bu bilgiler, bir evin binası durumundadır. Fakat o binadan tam yararlanabilmek için evde bulunması gereken eşya ve yiyecek gerekir ki bunlar da manevî tefsir mesabesindedir. Risale-i Nur, Sözler kitabının ‘Birinci Söz'ü ve makam münasebetiyle onun peşine konulan bir parçada, Besmele'nin insana gerçek kimliğini verdiğini, onu dünyada Yüce Yaratıcı'nın vazifelendirdiği bir müfettiş makamına yükselttiğini, bu manevi enerji kablosu ile insanı sonsuz kudret sahibine bağlayarak ona muazzam bir enerji kaynağı ve şahsi gücünden binlerce defa fazla bir güç kazandırdığını, kâinatı şenlendiren ve bütün yaratıkları insana âmade kılan sırrın "rahmet" olduğunu, koyun, inek gibi hayvanların da "Bismillah" diyerek rahmet feyzinden bir süt çeşmesi hâline geldiğini, bahçelerin, bostanların "Bismillah" diyerek hadsiz sebze ve meyveleri içinde pişirdiğini, kâinatı dolduran o rahmete ulaşmanın yolunun "Rahmeten lilâlemin" olan Hz. Peygamber (aleyhisselam)'ın terbiyesine girmek olduğunu anlatır. Başka çok örneklerden biri de Lem'alar kitabından ‘Birinci Lem'a'dır: Hz. Yunus'un (a.s.) denizde balık tarafından yutulması zahiri bir hadisedir. Fakat bu gerçekten hareket ederek her birimizin ondan daha müşkil durumda olduğumuzu, balığın onu yuttuğu gibi nefs-i emmâremizin de bizi yutup ihtiraslarımıza hapsettiğini, dalgalı dünya denizinde boğulmamak için, balığı bir denizaltı gemisi gibi bize hizmet ettirecek bir hale getirebilmemiz için Hz. Yunus gibi tam bir teslimiyetle Yüce Rabbimize sığınmamız gerektiğini vb. dersleri güzelce anlatarak bu kıssayı nasıl okumamız lazım geldiğini bildirir.
Bu tarz tefsire duyulan ihtiyacın da hayli fazla olduğunu, ayrıca geniş kitlelerin bunu daha kolayca anladıklarını söylemeye hacet yoktur.