ben kardeşlerde merak uyansın bi baksınlar diye hemen açıklamak istemedim.
evet, bu konu baya derin bir konu olduğundan sadece yüzeysel bir iki cümle söyleyeceğim.
Heme ost -- İbn i Arabi nin görüşüdür, Herşey O'dur demektir. yani eşyanın varlığını kabul etmez herşeyi Allah ın varlığının içinde olarak kabul eder, teşbihte veya lisanda hata olmasın, herşey Allah ın kendi ruhundan gücünden yarattığıdır, Her eşya yani yaratılmış her şey Allah ın yansımalarıdır demektir. Meşhur vahdeti vucud düşncesi de burdan kaynaklanmıştır.
Heme ezost -- İmam Rabbani nin görüşüdür. Herşey O'ndandır demektir. Bu görüşte yaratılan eşya ayrı olarak vardır ve yaratılan herşeyi Allah yaratmıştır, dolayısıyla herşey O'ndandır..
Bediüzzaman, başta Muhyiddin-i Arabi olmak üzere onun yolunda gidenlerin ehl-i velayet, ehl-i hak ve hakikat olduğunu kabul etmekle beraber, bunların, kitap ve sünneti mihenk yapan veraset-i nübüvvet ehli olan asfiyaya nazaran daha nakıs(eksik), ihatasız ve daha uzun bir yolda ilerlediklerini, dolayısıyla çeşitli muhatara ile yüz yüze olduklarını belirtir. (Bediüzzaman Said Nursi, Mektubat, s. 83).
Vahdeti vucud hakkında üstad:
"Vahdet-i vücud" meşrebinin yüksek bir makam olmadığını ifade eden Bediüzzaman, "Vahdet-i Vücud"a, sahabeler ve dört halife döneminde görülmediği, Kur'an ve Sünnet ölçülerine göre tam uymadığı için, "dar", "hususi" bir meşreb olarak yaklaşır.
Bediüzzaman, açık ve net bir şekilde yaratan ve yaratılan ikiliğini kabul etmekte, Ehl-i vahdetü'l-vücudun dedikleri gibi mevcudatı evham ve hayalât olarak görmemektedir. Eşya vardır, bu görünen eşya Cenab-ı Hakk'ın eseridir, onun isimlerine ayinelik yapmaktadır. Yaratan-yaratılan ilişkisinde, Bediüzzaman "Heme ost"u (Her şey o dur) değil, "Heme ezost" (Her şey onda/ondandır; o icad ediyor) hükmünü kabul eder. Ona göre, ancak Cenab-ı Hakk'ın vücuduna nispeten zayıf, kararsız bir gölge gibi bir varlığa sahip olsa da, eşyanın gerçekliği hayal ve vehim değildir. (Bediüzzaman Said Nursi, Mektubat, s. 84-85.)