Madden İlerleme Ve Müslümanlar

istiðna

Active member
"EĞER İNSANİYETİN MAHİYETİNİ ,HAYVANİYETİN,EN BEDBAHT VE EN AŞAĞI,DERCESİNDE TELAKKİ VE DÜNYAYI DAİMİ VE LAYEZAL TEVEHHÜM VE İNSANİ BAKİ VE LAYEMUT TAHAYYÜL EDEN BİR SARHOŞ VİCDANSIZ TARAFINDAN DENİLSE"SENİN BÜTÜN RİSALELERİN,İMANİ PEK KUVVETLİ DERS VERİYOR; DÜNYADAN SOĞUTUYOR,NAZARI AHİRETE CEVİRİYOR.BİZ İSEBÜTÜN KUVVET VE ZİHNİMİZLE DÜNYA HAYATINA MÜTEVECCIH OLMAMIZLA BU ZAMANDA DA YAŞIYA BİLİRİZ.ÇÜNKÜ ŞİMDİ YAŞAMAK DÜŞMANLARDAN SAKINMAK ÇOK MÜŞKİLLEŞMİŞTİR"

BU AKŞAM BURAYI MÜTAALA EDELİM Mİ?
 

istiðna

Active member
MÜDAFANIN İKİNCİ TETİMESİ

abi benim bu hususta beyan edebilecgim bişey olsaydı zaten sormazdım.
ben sizin fikirlerinizi merak ediyorum.ama söylemek istedigim i şey var;
şimdi nur dersleri cok kuvvetli iman dersleri veriyor,bende bütün zihnimle,hevesatlarımla dünyaya müptelayım,dünyada bütün ihtişamıyla bana doğru geliyor. bende bu acizlikle nerede hata yaptım ki,risale nurları okuyan hem bu düyayada mutludur ,hem ahirette sözünü daha yaşıyamadım.risale-i nurları okuyunca dünya arka planda kalıyor,e bende tabiri caizse gencim,nefsim mutmain olmamıs,hevesatlarım her gecen gün daha da ziyadeşiyor,ben bu durumda yüzümü hem dünyaya hem ahirete nasıl ceviricem?
 

Sergerdan

Well-known member
MÜDAFANIN İKİNCİ TETİMESİ

Üstad hazretleri risale-i nurları savunma makamında ,soru cevap şeklinde muarızların zanlarına mantıki cevaplar vermiş.Muarızlar buna layık olmasa da bir hikmete binaen ciddiye alınır bir şekilde açıklama yapılmış.Mahkeme müdafaası oldugu için ve enaniyet ve hissiyat adalet duygularına o kişilerin bulaşmaması hikmetiyle olabilir.

Osmanlının yıkıldıgı yüzyılı,yeni kurulmak istenen devleti düşünelim.Temel sorun neydi?Ehl-i islama galebe edenler neyi öne sürüyorlardı.Diyorlardı ki hep ;görüyorsunuz batı,yabancı nasıl sanayide
ilerledi zenginlige bak,silahlara bak,yiyecek ve giyeceklerin bolluguna bak vs...Burdan yola çıkarak demeye getiriyorlardı ki bugün ehl-i islam fakirdir neden ,sizin gibi hocalar hep böyle dedi,Allah Allah diyerek geri kaldınız demeye getiriyorlardı.

Burdan da şu sonuca varıyorlardı öyleyse bu zamanda teşvik dünyaya olmalı,sizlerin uhrevi telkinatı ayaga köstek oluyor,millete zarar ediyorsunuz demek istiyorlardı.

Devamını az sonra yazıcam inş istigna abi..
 

Sergerdan

Well-known member
MÜDAFANIN İKİNCİ TETİMESİ

Soruyu soranın zihniyeti bu olsa gerek ki o şekilde sormuş:

"Senin bütün risalelerin, îmanî pek kuvvetli ders veriyor; dünyadan soğutuyor, nazarı ahirete çeviriyor. Biz ise, bütün kuvvet ve dikkat ve zihnimizle dünya hayatına müteveccih olmamız ile bu zamanda yaşayabiliriz. Çünkü şimdi yaşamak ve düşmanlardan sakınmak çok müşkülleşmiştir. "

Zihniyeti bu şekilde olan insanın hatası şu:

1- insaniyetin mahiyetini, hayvaniyetin en bedbaht ve en aşağı derecesinde telakkî

2-dünyayı daimî ve layezal tevehhüm

3- insanı bakî ve layemût tahayyül eden bir sarhoş

Yani dünyayı bu kadar öven,gözünde büyükleştiren kişi dünyayı bir şekilde daimi,sürekli zannediyor olmalı ki böyle desin.Yine aynı kişi bir nevi sarhoş olup olmadıgını da sorgulamalı.Çünkü eger hani derler ya yaşamak için mi yiyorsun yoksa yemek için mi yaşıyorsun onun gibi kişi dünyayı yanlış bilmişse ona baglı olarak kendisinin varlıgını da yanlış bilecektir.Dünyayı ebedi vehmeden bir kişi(tüm insanların dil ile herkes ölür gerçegini bilmesi ayrı şey,çünkü dışardan gözlemledigimizde o gerçegin bir anlam ifade etmedigini lisanı hallerinden defaatle görüyoruz.Kimin ne için heyecanlandıgı,neye istek duydugu yaşamından kendini belli ediyor) bu bakış açısıyla insanı da baki zanneder(kagıt üstünde ortaokul talebesinin bile insan bu dünyada ölür dedigine bakmayın,çok kişinin hilesi var bu konuda,bal gibi de dünyayı uzun görüyorlar çogunlukla da fani,muvakkat nefislerinin aldıgı cüz i lezzetler itibariyle) Ve bu iki algılama şundan dolayıdır denebilir.kendini ve dünyayı bu şekilde gören, insanlıktan amaç bir çeşit hayvaniyet derecesinde olmaktır,yaşamaktır düşüncesinde oldugu için öyle diyordur.

Devamı biraz sonra inş..
 

istiðna

Active member
MÜDAFANIN İKİNCİ TETİMESİ

burada ki sarhoşun manası gaflet manasında.ama ehl -i iman bile olsa,gaflet perdes i altında olsa imansızlardan farkı ne olabil ir ki?
hem ehli iman bile olsa dünyayı yine yaşamak ister,ama sanki dini yaşarsan geri kaılrsın taalluk ettigi için ve sanki öylede oldugu için ahirettte nazar cevridiginde dunyadan kopuyusn gibi.hem dünya inkar edilemez,ahirette unutulamaz.ya hep ya hiç gibi.
ama nur talabelerının hem dünyası hem ahireti nasıl cennet oluyor peki.?
 

Sergerdan

Well-known member
MÜDAFANIN İKİNCİ TETİMESİ

Bu konuya dönmeden önce istigana kardeş senin bir yerde hususi olan sorunu da konuşalım.Ehl-i dünyayı böyle düşünmeye sevkeden saiklerin üzerine yogunlaşırsak(3 maddeyi hayal etsek,acaba insanlarda var mı,çevremde görüyor muyum,ne derecede?) soruyu daha iyi anlarız.Hem bize bakan yönüne,kendi adımıza olan cevabı da daha rahat buluruz.Ve cevap aynı yerin devamında şu şekilde verilmiş:


Elcevap: Îman-ı tahkîkînin dersleri, gerçi nazarı ahirete baktırıyor; fakat, dünyayı o ahiretin mezraa ve çarşısı ve bir fabrikası göstermekle, daha ziyade dünya hayatına çalıştırır. Hem, îmansızlıktaki müthiş bir sûrette kırılan kuvve-i maneviyeyi, gayet kuvvetli bir tarzda kazandırır ve me'yusiyet içinde atalet ve lakaydlığa düşenleri şevk ve gayrete, sa'ye sevk eder, çalıştırır. Acaba, bu dünyada yaşamak isteyenler; böyle, hayat-ı dünyeviyenin lezzetini, hem çalışmaya şevki, hem hadsiz musîbetlerine karşı dayanmaya medar kuvve-i maneviyesini temin eden ve îtiraz kabul etmeyen deliller ile ispat edilen îman-ı tahkîkînin derslerine yasak denecek bir kanunun vücudunu kabul ederler mi ve öyle bir kanun olabilir mi?

Yani mesela iman dersini alan biri olarak ben degil dünyadan kopmak onu yok saymak,onu Rabbimin tarif ettigi cihetiyle bilme keyfiyetine erişebilirim.Dünyayı ahirete alemine giderken üzerinden geçtigim bir han bilirim ve onu meşhud bilirim.Onunla amel edilmesi gerektigini bilir,kalben terketmekle kesben terketmenin farkını anlar olurum.

Ve imandan gelen bir şevk olur onun ile ümitsizlige yakalanmam.O manevi kuvvet: çalışmama şevk,olumsuzluklara sabır,hem o çalışma içinde hakiki lezzet olur.

Risale-i nurları okuyan tahkiki iman dersi alır,o dahi bize kanaat ögretir,Allah hesabına dünyaya esma-i ilahinin tecellisi olarak bakmayı telkin eder,hem insanın gaflet kalınlaşmamışsa en büyük arzusu olan ebediyet ve Ebedi olan Zatı nazara verir tüm bunlarla terbiye olan,imanın tadını alan kişi herhalde dünyada da daha ziyade mutlu olur.
 

istiðna

Active member
MÜDAFANIN İKİNCİ TETİMESİ

abi cok tesekkür ederim duymak istedıgımde tam buydu.cok muzzzam bi cvp olmuş.
Maşallah.
abi bunu cvpını nereden buldunuz,kaynak nurlar mı sadece?
 

Yaakarii

Member
MÜDAFANIN İKİNCİ TETİMESİ

Konunun geneli için güzel bir yerde şurası:


Böyle ahmaklardan mühim bir mevkii işgal eden birisi demiş ki: "Biz Allah Allah diye diye geri kaldık; Avrupa top tüfek diye diye ileri gitti."

"Cevâbü'l-ahmaki's-sükût" kaidesince, böylelere karşı cevap sükûttur. Fakat bazı ahmakların arkasında bedbaht âkıllar bulunduğundan deriz ki:

Ey biçareler! Bu dünya bir misafirhanedir. Her günde otuz bin şahit, cenazeleriyle "El-mevtü Hakkun" hükmünü imza ediyorlar ve o dâvâya şehadet ediyorlar. Ölümü öldürebilir misiniz? Bu şahitleri tekzip edebilir misiniz? Madem edemiyorsunuz; mevt Allah Allah dedirtir. Sekeratta Allah Allah yerine hangi topunuz, hangi tüfeğiniz, zulümat-ı ebedîyi o sekerattakinin önünde ışıklandırır, ye's-i mutlakını ümid-i mutlaka çevirebilir?

Madem ölüm var, kabre girilecek, bu hayat gidiyor, bâki bir hayat geliyor. Bir defa top tüfek denilse, bin defa Allah Allah demek lâzım gelir. Hem Allah yolunda olsa, tüfek de Allah der, top da Allahu ekber diye bağırır, Allah ile iftar eder, imsak eder.
 

Sungurlu

Member
MÜDAFANIN İKİNCİ TETİMESİ

"Senin bütün risale lerin, îmanî pek kuvvet li ders veriyo r; dünyadan soğutuyor, nazarı ahiret e çeviriyor. Biz ise, bütün kuvvet ve dikkat ve zihnim izle dünya hayatına müteveccih olmamız ile bu zamand a yaşayabiliriz"
Hayatta en büyük ahmak odur ki böyle dinsiz serserilerden terakkiyi beklesin.

Nasıl da şeytanın vesvesesi kokuyor. Her tarafından bu cümlenin.
Oysa helal haramı bilmeyen insanlarla hayatı içtimaiyye zirü zeber olur nasıl mutlu olacak.
9.Şua 'daki Ahirete imanın insan hayatına katkılarını ve insandan çıkarsa o insanlığın nasıl laşe hükmüne geçeceğini tahattur ediniz.

Sergerdan kardeş 9.Şua'daki meseleyi buraya yazabilirsin. Vaktim kalmadı çıkıyorum.
Selamla_________________________________________________yazmadan edemedim. istiğna kardeşe
bu zamanda bu hissiyat içinde eğer o haleti yakalayabilse idin :)
bu tarz hissiyat kör nefsi emmarede olur normaldir. Ancak çok yerlerde geçtiği gibi 32.Sözün ahirinde de geçen
Ehli dalaletin vekili....ilh başlayan yeri bir daha mütalaa ediniz.Bu o kör hissiyata perde çeker.
Amma zülcenaheyn olarak saadeti dareyn ise o ayrı bir mevzu olur. İnş.sonra birbiri içinde farklı konular çıkıyor bu meselede.
 

istiðna

Active member
MÜDAFANIN İKİNCİ TETİMESİ

“Dünya”ya, ister ‘yakın hayat’, ‘âhiretin önündeki hayat’ diyelim; isterse ‘ednâ’ kökünden alarak ‘en âdi, en değersiz, en iğreti en basit hayat’ diyelim; o insana ait istekler, arzular, şehvetler, uzun emeller ve bitip tükenmek bilmeyen hayaller olduğuna göre, gönül ile Allah sevgisi ve O’na itaat arasına perde olan her şey “dünya” sayılabilir. Akıllı insan, Allah sevgisi ile gönlü arasına girerek perde ve engel olabilecek bu imtihan dünyasına dikkat etmeli, aldanmamalı; onu kulluk bilinciyle değerlendirmelidir. Esas hayat, sonsuz hayat, en hayırlı hayat; sonraki hayatımız, yani âhirettir. Dünyada ekilenin orada biçileceğine göre, bu dünya hayatını âhiret bilinciyle yaşamalı, dünyadaki görevlerimizi yaparak, orası için hazırlanmalıyız.
Risale-i nurları okuyan tahkik i iman dersi alır,o dahi bize kanaat ögretir,Allah hesabına dünyaya esma-i ilahin in tecell isi olarak bakmayı telkin eder,hem insanın gaflet kalınlaşmamışsa en büyük arzusu olan ebediy et ve Ebedi olan Zatı nazara verir tüm bunlar la terbiy e olan,imanın tadını alan kişi herhal de dünyada da daha ziyade mutlu olur.

böyle idrak et diyosunuz yani?

_________________________________________________
Sungurlu ' Alıntı:
yazmadan edemedim. istiğna kardeşe
bu zamanda bu hissiyat içinde eğer o haleti yakalayabilse idin :)
bu tarz hissiyat kör nefsi emmarede olur normaldir. Ancak çok yerlerde geçtiği gibi 32.Sözün ahirinde de geçen
Ehli dalaletin vekili....ilh başlayan yeri bir daha mütalaa ediniz.Bu o kör hissiyata perde çeker.
Amma zülcenaheyn olarak saadeti dareyn ise o ayrı bir mevzu olur. İnş.sonra birbiri içinde farklı konular çıkıyor bu meselede.

abi bu kısmıda sizden dinlemek isterim...
 

Sergerdan

Well-known member
MÜDAFANIN İKİNCİ TETİMESİ

Şurayı dikkatlice okursak geldigimiz yer açısından istifadeli olur,belki konuyu bitirmiş de olur.


YEDİNCİ NOTA

Ey Müslümanları dünyaya şiddetle teşvik eden ve san'at ve terakkiyât-ı ecnebiyeye cebirle sevk eden bedbaht hamiyetfuruş! Dikkat et, bu milletin bazılarının din ile bağlandıkları rabıtaları kopmasın. Eğer böyle ahmakane, körü körüne topuzların altında bazıların dinden rabıtaları kopsa, o vakit hayat-ı içtimaiyede bir semm-i kâtil hükmünde o dinsizler zarar verecekler. Çünkü mürtedin vicdanı tamam bozulduğundan, hayat-ı içtimaiyeye zehir olur. Ondandır ki, ilm-i usulde "Mürtedin hakk-ı hayatı yoktur. Kâfir eğer zimmî olsa veya musalâha etse hakk-ı hayatı var" diye usul-i şeriatın bir düsturudur. Hem mezheb-i Hanefiyede, ehl-i zimmeden olan bir kâfirin şehadeti makbuldür; fakat fâsık merdûdü'ş-şehadettir. Çünkü haindir Ey bedbaht, fâsık adam! Fâsıkların kesretine bakıp aldanma ve "Ekseriyetin efkârı benimle beraberdir" deme. Çünkü fâsık adam, fıskı isteyerek ve bizzat talep edip girmemiş; belki içine düşmüş, çıkamıyor. Hiçbir fâsık yoktur ki, salih olmasını temenni etmesin ve âmirini ve reisini mütedeyyin görmek istemesin. İllâ ki-el-iyâzü billâh!-irtidat ile vicdanı tefessüh edip, yılan gibi zehirlemekten lezzet alsın!

Ey divane baş ve bozuk kalb! Zanneder misin ki Müslümanlar dünyayı sevmiyorlar veyahut düşünmüyorlar ki fakr-ı hale düşmüşler; ve ikaza muhtaçtırlar, tâ ki dünyadan hissesini unutmasınlar?

Zannın yanlıştır, tahminin hatadır. Belki hırs şiddetlenmiş; onun için fakr-ı hale düşüyorlar. Çünkü mü'minde hırs sebeb-i hasârettir ve sefalettir. durub-u emsal hükmüne geçmiştir.

Evet, insanı dünyaya çağıran ve sevk eden esbab çoktur. Başta nefis ve hevâsı ve ihtiyaç ve havassı ve duyguları ve şeytanı ve dünyanın surî tatlılığı ve senin gibi kötü arkadaşları gibi çok dâileri var. Halbuki bâki olan âhirete ve uzun hayat-ı ebediyeye davet eden azdır. Eğer sende zerre miktar bu biçare millete karşı hamiyet varsa ve ulüvv-ü himmetten dem vurduğun yalan olmazsa, hayat-ı bâkiyeye davet eden azlara imdat etmek lâzım gelir. Yoksa, o az dâileri susturup çoklara yardım etsen, şeytana arkadaş olursun.

Âyâ, zanneder misin, bu milletin fakr-ı hali dinden gelen bir zühd ve terk-i dünyadan gelen bir tembellikten neş'et ediyor? Bu zanda hata ediyorsun. Acaba görmüyor musun ki, Çin ve Hintteki Mecusî ve Berâhime ve Afrika'daki zenciler gibi, Avrupa'nın tasallutu altına giren milletler bizden daha fakirdirler? Hem görmüyor musun ki, zarurî kuttan ziyade Müslümanların elinde bırakılmıyor? Ya Avrupa kâfir zalimleri veya Asya münafıkları, desiseleriyle ya çalar veya gasp ediyor.

Sizin cebren böyle ehl-i imanı mim'siz medeniyete sevk etmekteki maksadınız, eğer memlekette âsâyiş ve emniyet ve kolayca idare etmek ise, katiyen biliniz ki, hata ediyorsunuz, yanlış yola sevk ediyorsunuz. Çünkü itikadı sarsılmış, ahlâkı bozulmuş yüz fâsıkın idaresi ve onlar içinde âsâyiş temini, binler ehl-i salâhatin idaresinden daha müşküldür.

İşte bu esaslara binaen, ehl-i İslâm dünyaya ve hırsa sevk etmeye ve teşvik etmeye muhtaç değildirler. Terakkiyat ve âsâyişler bununla temin edilmez. Belki mesailerinin tanzimine ve mâbeynlerindeki emniyetin tesisine ve teavün düsturunun teshiline muhtaçtırlar. Bu ihtiyaç da, dinin evâmir-i kudsiyesiyle ve takvâ ve salâbet-i diniye ile olur.
 
MÜDAFANIN İKİNCİ TETİMESİ

abi ben cok yeniyim,nurlarla yeni ilgileniyorum.bundan sonraki konularınızda biraz daha türkçe yazsanız bende anlasam.
cok güzel olur.size zahmet vericem ama hakknızı helal edersiniz inş.
dua ile.
 

Sergerdan

Well-known member
MÜDAFANIN İKİNCİ TETİMESİ

MÜSTAĞFİR ' Alıntı:
abi ben cok yeniyim,nurlarla yeni ilgileniyorum.bundan sonraki konularınızda biraz daha türkçe yazsanız bende anlasam.
cok güzel olur.size zahmet vericem ama hakknızı helal edersiniz inş.
dua ile.
Kardeş vakit kısıtlı oldugundan ve kendi ifadelerimle manayı karıştırmak istemedigimden alıntı yapıyorum.Sitemizde lugat var ,kelimelerin üzerini çift tıklayınca anlamları çıkıyor.Siz de sabreder ve merak duygunuzu canlı tutarsanız olur inş.
 

Yaakarii

Member
Tüm bunlar nedeniyle şimdilik benim kafamda şu fikir oluştu.

1-Kainatın ve onun bir çeşit kalbi olan dünyanın varlıgı Allah tan ötürüdür.Zat-ı Akdes e uygun olacak şekilde şuuanat sahibidir demiştik.Dünya şuunat,sıfat,isim,fiil sırasını izleyen yaratıldıgı günden beri hervakit tazelenen eserlerle dolu alemlerden bir alemdir.Zihayat,ziruh ve zişuur olanların yaşadıgı ve yaşaması irade edilen yerdir.Tüm sıfatları kemalde olan Zat ın bilinmek ve görünmek istemesi sırrınca kendisini Kendi ve mahlukatının nazarına sundugu yerlerden bir yerdir.Ve mahlukatın buna tesbih,tazim,şükür ve hamdla karşılık verdigi ve vermesi gereken,beklenilen yerdir dünya.

Denebilir ki geçmişten günümüze tüm enbiyanın,peygamberlerin insanlara verdigi ders buydu.İnsanı bu gerçege davet ettiler.Onun için semavi dinler tahrif olmamış haliyle haktır,aynı kaynaktan gelir deriz.

Ve bu anlamda yaşamak,bu teklif herkesin üzerinde olan bir yükümlülüktür.Emaneti üzerine alan müslüman,hristiyan,çinli,hind,arap herkestir.Bu vazifedeki noksanlık herkeste olacaktır yani ehl-i islam da bundan,dünyanın bu anlamından gafket edebilir.Dolayısıyla telkin,teşvik,tahşidat insanlara bu anlamda her vakit şarttır ve en öncelikli meseledir beşerin başında bulunan.


2-Şöyle hayal ettim Hz Adem a.s dünyaya ilk adımını atıyor cezasının üzerine ve insanlar için belirlenmiş imtihan geregi.Acaba dünyaya gelen Adem a.s ın aklına önce ne gelmiştir veya ne gelmeliydi.Uzaya ogullarımla bereber ne zaman çıkarım,bilgisayarı ne zaman icad ederim,televizyon radyoyla biz insanları ne zaman eglendiririm vs degildi herhalde.Aslolan manevi cihetti insanın ancak yaşadıgı yerde insanın ayrı bir gerçegiydi.İmtihanı burada devam edecekti ve iradeleriyle insan dünyanın dünya cihetine şekil vereceklerdi.

3-Terakkinin kaynagı ihtiyaç ve beşerin kaderinde,tarihinde kimbilir neler neler etkili olmuş.Asya da din,Batı da hikmet hakim olmuş.İnsan tarih içinde yuvarlana yuvarlana nisyan ve nankörlükle de beraber nerelere gelmiş,kimbilir hangi iyi şeyinin arkasında hangi kötü vasfı var.

Bu geldigimiz yer itibariyle dünyanın imarında,yani konunun başındaki bu zamanda yaşamak müşkilleşmiştir müslümanlar Allah Allah dedigi için geri kalmıştır demeye sebeb olan maddi ilerlemede frenkler,yabancılar önde olmuşlardır.Dünyanın kaderinde bu varmış diyebiliriz çünkü;

(Bil ki, kıymet ve ehemmiyet, kemiyette ve adet çokluğunda değil. Çünkü, insan eğer insan olmazsa, şeytan bir hayvana inkılâp eder. İnsan, bazı frenkler ve frenkmeşrepler gibi ihtirâsât-ı hayvâniyede terakki ettikçe, daha şiddetli bir hayvâniyet mertebesini alır. Sen görüyorsun ki, hayvânâtın kemiyet ve adet itibarıyla hadsiz bir çokluğu varken, ona nispeten insan gayet az iken, umum envâ-ı hayvânat üstünde sultan ve halife ve hâkim olmuştur.

İşte, muzır kâfirler ve kâfirlerin yolunda giden sefihler, Cenâb-ı Hakkın hayvânâtından bir nevi habislerdir ki, Fâtır-ı Hakîm onları dünyanın imârâtı için halk etmiştir. Mü'min ibâdına ettiği nimetlerin derecelerini bildirmek için, onları bir vâhid-i kıyasî yapıp, âkıbetinde, müstehak oldukları Cehenneme teslim eder.
)

frenkler belkide insana has o nankörlük ve nisyan ile birlikte beşerin tarihinde hayvani ihtiraslarda ilerleyerek yol aldılar,müslümanlar gibi degillerdi.Dolayısıyla Hz Adem in düştügü bu topraklarda onları dünyaya dünya cihetiyle sevkeden ihtiyaçlar,saikler veya arızalar daha şiddetli idi.Ve sonuç olarak dünyayı imar ettiler ve bizim açımızdan belki bu durum yine bir nimet oldu,onlar dahi kıyas yapacagımız bir çeşit ölçü gibi oldular.Belki şu an şu konuda da buna muhatap oluyorlar bu halleriyle.

4-İşte yukarıda geri kaldık diyenin nazar etmedigi,gaflet ettigi şey buydu ve onun için insanlar bu zamanda dünya da dünya demeli diyordu.Halbuki buraya kadar konuştugumuz şeyler dikkate alınsa ahiret ve ahiret yolunda dünyada din cihetiyle gaflet etmekten insanların her vakit korunması gerektigi düşünülürdü.Veya en azından o zihniyette bir noksanlık olmasa biz dinimizden geri kalmadan bu ihtiras-ı hayvaniyeleri sonucu madden terakki etmiş yabancılara nasıl yetişiriz diye düşünülürdü.

Onun için bir defa top tüfek dense bin defa Allah Allah demek gerekir.Ama bu zihniyetin uygulamaları bin defa top tüfek demek şeklinde gözüküyor,insanların gafletini artırıyorlar bu zamanın her türlü aracıyla.

5-Ve ayrıca düşünmüyorlar ki dinden kopan,dine az telkin yapan insanların maddiyatçılıgı nere gider.Çünkü şu an maddi terakkiden saglanan menfaatler,lezzetler dahi bir şekilde ahiret inancıyla mümkün.Çünkü sonu oldugu bilinen bir lezzet acılaşır insan kendisinin ve dünyanın ebedi oldugu zannıyla belki o şeylerden mutluluk duyuyor.(devekuşu misali)

O açıdan insanlar iki şekilde de aslında dine gebe,borçlu.Bir fıtri olarak/hak olarak üzerlerine aldıkları emanetin Allah a bakan ciheti.İki gafletlerini ve dünyadaki aldıkları lezzetlerini dahi biz yaşamaya devam edecegiz şeklindeki bir çeşit ahiret inançlarına borçlu olmaları.Çünkü onun ile kendilerini teselli ediyorlar ve ahiret inançlarını sadece bu noktada lezzetlerini artırmak adına kullanıyorlar.
 
H

hatve

Misafir
MECLİS-İ MEB'USANA HİTABEN

BİN ÜÇYÜZOTUZDOKUZ TARİHİNDE, MECLİS-İ MEB'USANA HİTABEN YAZDIĞIM BİR HUTBENİN SURETİDİR

بِسْمِ اللّهِ الرّحْمنِ الرّحِيمِ

اِنَّ الصّلَوةَ كَانَتْ عَلَى الْمُؤْمِنِينَ كِتَابًا مَوْقُوتًا


Ey mücahidîn-i İslâm! Ey ehl-i hall ü akid! Bu fakirin bir mes'elede on sözünü, birkaç nasihatını dinlemenizi rica ediyorum.

Evvelâ: Şu muzafferiyetteki hârikulâde nimet-i İlahiye bir şükran ister ki devam etsin, ziyade olsun. Yoksa, nimet şükrü görmezse gider. Mademki Kur'an'ı, Allah'ın tevfikiyle düşmanın hücumundan kurtardınız; Kur'anın en sarih ve en kat'î emri olan Salât gibi feraizi imtisal etmeniz lâzımdır. Tâ onun feyzi böyle hârika suretinde üstünüzde tevâli ve devam etsin.

Sâniyen: Âlem-i İslâmı mesrur ettiniz, muhabbet ve teveccühünü kazandınız. Lâkin o teveccüh ve muhabbetin idamesi, şeair-i İslâmiyeyi iltizam ile olur. Zira, Müslümanlar İslâmiyet hesabına sizi severler.

Sâlisen: Bu âlemde evliyaullah hükmünde olan gazi ve şühedalara kumandanlık ettiniz. Kur'an'ın evamir-i kat'iyesine imtisal etmekle, öteki âlemde de o nuranî güruha refik olmağa çalışmak, sizin gibi himmetlilerin şe'nidir. Yoksa, burada kumandan iken orada bir neferden istimdad-ı nur etmeğe muztar kalacaksınız. Bu dünya-yı deniyye, şan ve şerefiyle öyle bir meta değil ki, sizin gibi insanları işba etsin, tatmin etsin ve maksud-u bizzât olsun.

Râbian: Bu millet-i İslâmın cemaatleri -çendan bir cemaat namazsız kalsa, fâsık da olsa yine- başlarındakini mütedeyyin görmek ister. Hattâ umum Kürdistan'da umum memurlara dair en evvel sordukları sual bu imiş: “Acaba namaz kılıyor mu?” derler. Namaz kılarsa mutlak emniyet ederler; kılmazsa, ne kadar muktedir olsa nazarlarında müttehemdir. Bir zaman, Beyt-üş Şebab aşairinde isyan vardı. Ben gittim, sordum: “Sebeb nedir?” Dediler ki: “Kaymakamımız namaz kılmıyordu, rakı içiyordu. Öyle dinsizlere nasıl itaat edeceğiz?” Bu sözü söyleyenler de namazsız, hem de eşkıya idiler.
Hâmisen: Enbiya'nın ekseri şarkta ve hükemanın ağlebi garbda gelmesi kader-i ezelînin bir remzidir ki, şarkı ayağa kaldıracak din ve kalbdir, akıl ve felsefe değil. Şarkı intibaha getirdiniz, fıtratına muvafık bir cereyan veriniz. Yoksa, sa'yiniz ya hebaen gider veya muvakkat, sathî kalır...

Sâdisen: Hasmınız ve İslâmiyet düşmanı olan firenkler dindeki lâkaydlığınızdan pek fazla istifade ettiler ve ediyorlar. Hattâ diyebilirim ki, hasmınız kadar İslâma zarar veren, dinde ihmalinizden istifade eden insanlardır. Maslahat-ı İslâmiye ve selâmet-i millet namına, bu ihmali a'male tebdil etmeniz gerektir. Görülmüyor mu ki, İttihadcılar o kadar hârika azm ü sebat ve fedakârlıklarıyla, hattâ İslâm'ın şu intibahına da bir sebeb oldukları halde, bir derece dinde lâübalilik tavrını gösterdikleri için, dâhildeki milletten nefret ve tezyif gördüler. Hariçteki İslâmlar dindeki ihmallerini görmedikleri için hürmeti verdiler.

Sâbian: Âlem-i küfür, bütün vesaitiyle, medeniyetiyle, felsefesiyle, fünunuyla, misyonerleriyle âlem-i İslâma hücum ve maddeten uzun zamandan beri galebe ettiği halde, -âlem-i İslâma- dinen galebe edemedi. Ve dâhilî bütün fırak-ı dâlle-i İslâmiye de, birer kemmiye-i kalile-i muzırra suretinde mahkûm kaldığı; ve İslâmiyet metanetini ve salabetini sünnet ve cemaatle muhafaza eylediği bir zamanda, lâübaliyane, Avrupa medeniyet-i habise kısmından süzülen bir cereyan-ı bid'atkârane, sinesinde yer tutamaz. Demek âlem-i İslâm içinde mühim ve inkılabvari bir iş görmek, İslâmiyetin desatirine inkıyad ile olabilir, başka olamaz. Hem olmamış, olmuş ise de çabuk ölüp, sönmüş...

Sâminen: Za'f-ı dine sebeb olan Avrupa medeniyet-i sefihanesi yırtılmağa yüz tuttuğu bir zamanda ve medeniyet-i Kur'anın zuhura yakın geldiği bir anda, lâkaydane ve ihmalkârane müsbet bir iş görülmez. Menfîce, tahribkârane iş ise, bu kadar rahnelere maruz kalan İslâm zâten muhtaç değildir.

Tâsian: Sizin bu “İstiklal Harbi”ndeki muzafferiyetinizi ve âlî hizmetinizi takdir eden ve sizi can u dilden seven, cumhur-u mü'minîndir. Ve bilhassa tabaka-i avamdır ki sağlam müslümanlardır. Sizi ciddî sever ve sizi tutar ve size minnettardır ve fedakârlığınızı takdir ederler. Ve, intibaha gelmiş en cesîm ve müdhiş bir kuvveti size takdim ederler. Siz dahi, evamir-i Kur'aniyeyi imtisal ile onlara ittisal ve istinad etmeniz maslahat-ı İslâm namına zarurîdir. Yoksa, İslâmiyetten tecerrüd eden bedbaht, milliyetsiz Avrupa meftunu firenk mukallidleri,avam-ı müslimîne tercih etmek, maslahat-ı İslâma münafî olduğundan, âlem-i İslâm nazarını başka tarafa çevirecek ve başkasından istimdad edecek...

Âşiren: Bir yolda dokuz ihtimal-i helâket, tek bir ihtimal-i necat varsa; hayatından vazgeçmiş, mecnun bir cesur lâzım ki o yola sülûk etsin. Şimdi, yirmidört saatten bir saati işgal eden farz namaz gibi zaruriyat-ı diniyede, yüzde doksandokuz ihtimal-i necat var. Yalnız, gaflet ve tenbellik haysiyetiyle, bir ihtimal zarar-ı dünyevî olabilir. Halbuki feraizin terkinde, doksandokuz ihtimal-i zarar var. Yalnız gaflet ve dalalete istinad, tek bir ihtimal-i necat olabilir. Acaba dine ve dünyaya zarar olan ihmal ve feraizin terkine ne bahane bulunabilir? Hamiyet nasıl müsaade eder?

Bahusus bu güruh-u mücahidîn ve bu yüksek meclisin ef'ali taklid edilir. Kusurlarını millet ya taklid veya tenkid edecek; ikisi de zarardır. Demek onlarda hukukullah, hukuk-u ibadı da tazammun ediyor. Sırr-ı tevatür ve icmaı tazammun eden hadsiz ihbaratı ve delaili dinlemeyen ve safsata-i nefis ve vesvese-i şeytandan gelen bir vehmi kabul eden adamlarla, hakikî ve ciddî iş görülmez.

Şu inkılab-ı azîmin temel taşları sağlam gerek. Şu meclis-i âlînin şahsiyet-i maneviyesi, sahib olduğu kuvvet cihetiyle mana-yı saltanatı deruhde etmiştir. Eğer şeair-i İslâmiyeyi bizzât imtisal etmek ve ettirmekle mana-yı hilafeti dahi vekaleten deruhde etmezse, hayat için dört şeye muhtaç fakat an'ane-i müstemirre ile günde lâakal beş defa dine muhtaç olan şu fıtratı bozulmayan ve lehviyat-ı medeniye ile ihtiyacat-ı ruhiyesini unutmayan bu milletin hacat-ı diniyesini Meclis tatmin etmezse, bilmecburiye mana-yı hilafeti, tamamen kabul ettiğiniz isme ve lafza verecek. O manayı idame etmek için kuvveti dahi verecek. Halbuki meclis elinde bulunmayan ve meclis tarîkıyla olmayan böyle bir kuvvet, inşikak-ı asâya sebebiyet verecektir. İnşikak-ı asâ ise, وَ اعْتَصِمُوا بِحَبْلِ اللّهِ جَمِيعًا âyetine zıddır.
Zaman cemaat zamanıdır. Cemaatın ruhu olan şahs-ı manevî daha metindir ve tenfiz-i ahkâm-ı şer'iyeye daha ziyade muktedirdir. Halife-i şahsî, ancak ona istinad ile vezaifi deruhde edebilir. Cemaatın ruhu olan şahs-ı manevî eğer müstakim olsa, ziyade parlak ve kâmil olur. Eğer fena olsa, pek çok fena olur. Ferdin, iyiliği de fenalığı da mahduddur. Cemaatin ise gayr-ı mahduddur. Harice karşı kazandığınız iyiliği, dâhildeki fenalıkla bozmayınız. Bilirsiniz ki ebedî düşmanlarınız ve zıdlarınız ve hasımlarınız, İslâmın şeairini tahrib ediyorlar. Öyle ise zarurî vazifeniz, şeairi ihya ve muhafaza etmektir. Yoksa şuursuz olarak şuurlu düşmana yardımdır. Şeairde tehavün, za'f-ı milliyeti gösterir. Za'f ise düşmanı tevkif etmez, teşci' eder...


حَسْبُنَا اللّهُ وَنِعْمَ الْوَكِيلُ * نِعْمَ اْلمُوْلَى وَنِعْمَ النَّصِيرُ
SAiD NURSi
* * *
 

hasret

Well-known member
Aynı yerden bende bi soru sorayım, gerci benim sorularımla pek ilgilenmiyorsunuz(HERHALDE VAKTİNİZ OLMADIĞINDAN) ama yinede şansımı deneyeyim.
Şimdi aynı yeri erzurumdan gelen bi abimizle mutaala ettik,istiğnada vardı.Ben bi soru sordum müzakere ile kısmen cevabı bulundu, balkalım sizler ne diyeceksiniz bu konuda;

Eğer insaniyetin mahiyetini, hayvaniyetin en bedbaht ve en aşağı derecesinde telakkî ve dünyayı daimî ve layezal tevehhüm ve insanı bakî ve layemût tahayyül eden bir sarhoş vicdansız tarafından denilse: "Senin bütün risalelerin, îmanî pek kuvvetli ders veriyor; dünyadan soğutuyor, nazarı ahirete çeviriyor. Biz ise, bütün kuvvet ve dikkat ve zihnimizle dünya hayatına müteveccih olmamız ile bu zamanda yaşayabiliriz. Çünkü şimdi yaşamak ve düşmanlardan sakınmak çok müşkülleşmiştir. "
Elcevap: Îman-ı tahkîkînin dersleri, gerçi nazarı ahirete baktırıyor; fakat, dünyayı o ahiretin mezraa ve çarşısı ve bir fabrikası göstermekle, daha ziyade dünya hayatına çalıştırır. Hem, îmansızlıktaki müthiş bir sûrette kırılan kuvve-i maneviyeyi, gayet kuvvetli bir tarzda kazandırır ve me’yusiyet içinde atalet ve lakaydlığa düşenleri şevk ve gayrete, sa’ye sevk eder, çalıştırır. Acaba, bu dünyada yaşamak isteyenler; böyle, hayat-ı dünyeviyenin lezzetini, hem çalışmaya şevki, hem hadsiz musîbetlerine karşı dayanmaya medar kuvve-i maneviyesini temin eden ve îtiraz kabul etmeyen deliller ile ispat edilen îman-ı tahkîkînin derslerine yasak denecek bir kanunun vücudunu kabul ederler mi ve öyle bir kanun olabilir mi?


Şimdi iman ,insandaki ataleti dahi kaldırır.Sa'ye şevkini arttırır.Ben bunu hep erkeklerin derdi maişet hususunda ki ataleti olarak düşünüyordm Hani dinimiz calışmaya sevkeder ya,teşvik eder falan...Ama ehli hizmetin atalaetini,bir öğrencinin ataletini,ev hanımının ataletini,imandaki hangi bakış acısı,hangi hususiyet, giderip sa'ye şevkini kazandırır.
Her defasında iman diyoruz geciyoruz,iyide bunu biraz acalım dimi? Mesela üstad bi olayda bi ayatten istimdad ediyor,bi olayda başka bi ayetten...O ayetlerdeki hakaikle olaya bakıyor.Şİmdi diyelim ki ehli hizmetin üzerinde atalet var,nasıl kalkacak?Sa'ye şevki nasıl artacak?
 

Sergerdan

Well-known member
Yukarıdaki sorunuza kafi bir cevap olmayacak belki ama bir katkımız olsun,sonra sorularıma cevap gelmiyor diye şekva etmeyin.

İman say'e şevki nasıl artırır?

Bu konuda şimdilik aklıma gelen fikir veya hissiyat şudur.Mümin hayrı sever,ona meyleder.Hadis de var ya ''iki günü müsavi(eş) olan ziyandadır'' diye,ömrünün günleri saatleri adedince imandan gelen bir farklılık,daha iyisini yapma arayışı içinde olur.Çünkü bozulmamış bir fıtrat kalben hayır olan cihete,vücudi olana meftundur denebilir.İyi şeyler vücudidir,ve fıtrat basireti ile bunu amellerinde arar.Bu ademi olma,vücudu olmaya dair bir yer mesela şurası:

Adem şerr-i mahz, ve vücud hayr-ı mahz olduğunu, ehl-i tahkik ve ashab-ı keşif ittifak etmişler. Evet, ekseriyet-i mutlaka ile, hayır ve mehâsin ve kemâlât, vücuda istinad eder ve ona râci olur. Sureten menfi ve ademî de olsa, esası sübutîdir ve vücudîdir. Dalâlet ve şer ve musibetler ve mâsiyetler ve belâlar gibi bütün çirkinliklerin esası, mayası ademdir, nefiydir. Onlardaki fenalık ve çirkinlik, ademden geliyor. Çendan suret-i zâhirîde müsbet ve vücudî de görünseler, esası ademdir, nefiydir.


İşte bir insan yaşamına dair herşeye buradaki farklılıgı dikkate alarak bakabilir.Mesela ne diyor mutlak çogunlukla,ekseriyetle hayırlar güzellikler kemalatlar vücudidir.İman nuruyla kişi yemesine içmesine gülmesine okumasına maişetine sevmesine ...herşeye hayır cihetiyle bakar.Ademi bir şey,hareket onlarda görmemeye çalışır.Buna dair hüznü de o nev'i hareketlerinden rahatsız oldugunun işaretidir.

Daha özelde mesela bir evhanımının ataleti,ehl-i hizmetin ataleti geçici olması gerekir çünkü aklı ve kalbi fiillerindeki,duygularındaki ademi ciheti görecektir.Allah hesabına,Rabbim böyle olmasını istemezdi diyecek onu hayra teşvik edecektir fikri veya vesvesesi.Mesela risale-i nurlara muhitinde alakanın az oldugunu gören bir ehl-i hizmet fütura,gevşeklige,yes'e düşmeyecek hemen vazifesinin sadece ibadet oldugu kimse namaz kılmasa kendisinin namazda sebat eder gibi ,o vaktinde yapması gerekenleri yapacaktır.Bir esnaf veya çiftçi rızkını ararken,bir ev hanımı ailesinin işlerine çocuklarının terbiyesine dair vs...hep hayır arayışı içinde olacaktır,olmalıdır.Kendini imanen yenileme ahdiyle orantılı olarak belki bu şekilde bakması kolaylaşacaktır.

Çalışmayla ilgili aklıma gelen bir yerde şurası:

Ey sa'y ve ameldeki lezzet ve saadeti bilmeyen tembel insan! Bil ki, Cenâb-ı Hak, kemâl-i kereminden, hizmetin mükâfâtını hizmet içinde derc etmiştir. Amelin ücretini nefs-i amel içine koymuştur. İşte bu sır içindir ki, mevcudat, hattâ bir nokta-i nazarda câmidat dahi, evâmir-i tekviniye tabir edilen hususî vazifelerinde, kemâl-i şevkle ve bir çeşit lezzetle evâmir-i Rabbâniyeyi imtisal ederler. Arıdan, sinekten, tavuktan tut, tâ şems ve kamere kadar herşey kemâl-i lezzetle vazifesine çalışıyorlar. Demek hizmetlerinde bir lezzet var ki, akılları olmadığından âkıbeti ve neticeleri düşünmeden, mükemmel vazifelerini ifa ediyorlar.

Yani imani olan herşeyde bir kolaylık,lezzet var gibi.Mesela arı,sinekten tut güneşe aya kadar sırf Halıkına olan nisbetleriyle lezzetin en güzeliyle O'na,tekvini emirlerine itaat ediyorlar.Bu nisbeti kendimiz yani zişuur bir mahluk açısından iman gibi düşünebiliriz.Biz dahi emre kemal-i lezzet içinde itaati aradıkça say'imiz bereketlenecektir,artacaktır.Hem say'imizde amelin bir nevi içinde yaptıgımız şeyin lezzetini de Allah yerleştirmiştir.Tenbellikteki ademi cihet budur.Onun için belkide en ziyade hayattan işsizler,birşeyle meşgul olmayanlar şikayet ediyorlar.Onlar bile tefessüh etmiş,kıymetini yitirmiş kalbleriyle günlerinin faniligini yoklugunu hissediyorlar.Yine belki onun için insana yüzyıllarca dünyada kalsa da bir gün kalmış gibi geliyor.İmani olanın,vücudi olanın,cennetten bir nurun yerini,bakiligini hiçbirşey tutamıyor.

Onun için hem dünya hem ahiret mutlulugumuz Allah adına olan say'imizdedir.Çünkü biz başkası hele ecnebi gibi olamayız.Tereyag bozulursa yenmez ama süt,yogurt ekşise de olur.
 

hasret

Well-known member
Yani imani olan herşeyde bir kolaylık,lezzet var gibi.M esela arı,sinekten tut güneşe aya kadar sırf Halıkına olan nisbet leriyl e lezzet in en güzeliyle O'na,tekvini emirle rine itaat ediyor lar.Bu nisbet i kendim iz yani zişuur bir mahluk açısından iman gibi düşünebiliriz.Biz dahi emre kemal-i lezzet içinde itaati aradıkça say'imiz bereke tlenec ektir,artacaktır.Hem say'imizde amelin bir nevi içinde yaptıgımız şeyin lezzet ini de Allah yerleştirmiştir.Tenbellikteki ademi cihet budur. Onun için belkid e en ziyade hayatt an işsizler,birşeyle meşgul olmaya nlar şikayet ediyor lar.On lar bile tefessüh etmiş,kıymetini yitirm iş kalble riyle günlerinin fanili gini yoklug unu hissed iyorla r.Yine belki onun için insana yüzyıllarca dünyada kalsa da bir gün kalmış gibi geliyo r.İmani olanın,vücudi olanın,cennetten bir nurun yerini,bakiligini hiçbirşey tutamıyor.

Maşallah! bu kısmı cok beğendm,bu arada abim şekva değil sitemdi, o da size değildi.Cevapladığınız cin Allah razı olsun.Demek en kücük zerre dahi emri ilahi,sevki ilahi ile görevini lezzetle yapıyorsa,eşrefi mahlukat olan bizler atalet göstersek ayıp etmiş oluruz ;)Bende mesela namaz kılmayan bu noktadan ataleti olanları,şevke getirecek bir yer ekliyeyim;
Dînî farzlarını yerine getirmek sûretiyle dünyevî çalışmaların da bir ibâdet hükmüne geçtiğine dâir Üstadımızın yanına gelenlere verdiği derslerden bir kaç nümûne:
1. Üstadımız Bediüzzaman Hazretleri ile birlikte, birgün, Eskişehir’deki Yıldız Otelinde bulunuyorduk. şeker fabrikasından yanına gelen birkaç işçi ve ustabaşyna kısaca dedi:
"Siz farz namazlarınızı kılsanız, o zaman, fabrikadaki bütün çalışmalarınız ibâdet hükmüne geçer. Çünkü, milletin zarûri ihtiyacyny temin eden mübârek bir hizmette bulunuyorsunuz."
2. Yine birgün, Eğridir yolu altynda oturmuş, Rehber’i okuyorduk. Tren yolunda çalışan birisi geldi; ve Üstad, ona da ayny şekildé, ferâizi edâ edip, kebâirden çekilmek şartıyla bütün çalışmalarının ibâdet oldu?unu, çünkü on saatlik bir yolu bir saatte kestirmeye vesîle olan tren yolunda çalıştığından mü’minlere, insanlara olan bu hizmetin boşa gitmeyeceğini, ebedî hayatynda sevincine medar olacağını ifâde etmiştir.
3. Yine birgün, vaktiyle Eskişehir’de tayyâreciler ve subaylar ve askerlere de aynen şu dersi vermişti: "Bu tayyâreler, birgün İslâmiyete büyük hizmet edecekler. Farz namazlarınızı kılsanız, kılamadığınız zaman kazâ etseniz, asker olduğunuz için her bir saatiniz on saat ibâdet, husûsan hava askeri olanların bir saati, otuz saat ibâdet sevabını kazandırır. Yeter ki kalbinde îman nûru bulunsun ve îmânyn lâzymy olan namazy îfâ etsin."
4. Hem Barla, hem Isparta, hem Emirda?’da çobanlara derdi: "Bu hayvanlara bakmak büyük bir ibâdettir. Hattâ, bâzy peygamberler de çobanlyk yapmy?lar. Yalnyz, siz farz namazyny kılınız, tâ hizmetiniz Allah için olsun."
5. Yine birgün, Eğridir’de, elektrik santralının inşâsında çalışan amele ve ustaya, "Bu elektriğin umum millete büyük menfaati var. O umûmi menfaatten hissedar olabilmeniz için, farzınızı kılınız. O zaman bütün sa’yiniz, uhrevî bir ticaret ve ibâdet hükmüne geçer" demiştir.
 
Üst