Risale-i Nur-İkramlık

Sergerdan

Well-known member
Aynen öyle de: Tevhid dahi iki çeşittir.

Biri: Tevhid-i âmi ve zâhirîdir ki, «Cenâb-ı Hak birdir, şeriki nazîri yoktur, bu kâinat onundur.»

İkincisi: Tevhid-i hakikîdir ki, herşey üstünde sikke-i kudretini ve hâtem-i rubûbiyetini ve nakş-ı kalemini görmekle doğrudan doğruya herşeyden Onun nuruna karşı bir pencere açıp Onun birliğine ve her şey Onun dest-i kudretinden çıktığına ve ulûhiyetinde ve rubûbiyetinde ve mülkünde hiçbir vechile, hiçbir şeriki ve muini olmadığına, şuhuda yakın bir yakîn ile tasdik edip îman getirmektir ve bir nevi huzur-u daimî elde etmektir. Biz dahi şu Söz'de, o hâlis ve âlî tevhid-i hakikîyi gösterecek şuaları zikredeceğiz.


Hisse:Tevhid-i ami olan imanımızı etrafımızdaki herşey üstünde Allah ın kudretinin sikkesini,çok geniş ve mükemmel olan rububiyetinin mührünü ve yeryüzünde Allah kalem çalmışçasına o kalemin nakışlarını okuyabilen biri olmaya çalışarak hakiki tevhide çabalamak.

Uluhiyetini ve Rububiyetini anlamaya çalışmak,böylece tevhidi bir huzur kazanmaya çalışmak



urunlokum5se8.jpg


Yukarıdaki farkı daha sade anlatan şu temsille durumumuzun neye benzedigini tekrar görelim

Meselâ: Nasılki bir çarşıya ve bir şehre büyük bir zâtın mütenevvi malları gelse, iki çeşitle onun malı olduğu bilinir. Biri; icmâlî, âmiyanedir ki: «Bu kadar azîm mal, ondan başka kimsenin haddi değil ki sahib olabilsin.» Fakat böyle âmi bir adamın nezaretinde çok hırsızlık olabilir. Parçalarına çok adamlar sahib çıkabilir. İkinci çeşit odur ki; her denk üzerinde yazıyı okur, her bir top üstünde turrayı tanır, herbir ilân üstünde mührünü bilir bir Sûrette «Herşey o zâtındır» der. İşte şu halde herbir şey o zâtı mânen gösterir.


_________________________________________________
589000642f25a9d263omw2.jpg


Deme ki, "havâî bir Elhamdülillâh kelimem nasıl mücessem bir meyve-i Cennet olur?" Çünkü, sen gündüz uyanık iken güzel bir söz söylersin; bâzan rüyâda güzel bir elma şeklinde yersin. Gündüz çirkin bir sözün, gecede acı bir şey sûretinde yutarsın. Bir gıybet etsen, murdar bir et sûretinde sana yedirirler. Öyle ise, şu dünya uykusunda söylediğin güzel sözlerin ve çirkin sözlerin, meyveler sûretinde uyanık âlemi olan âlem-i âhirette yersin ve yemesini istib'âd etmemelisin.

Hisse:Burada anlatılan uykuda,rüyada dahi amellerin bir benzeriyle karşılaşılmasını herkes tecrübe etmiştir.Daha bugün bende oldu yine, belki ondan dolayı degildir ama güzel bir benzerlik.

Sahurdan sonra altıya kadar ayaktaydım,işim gücüm olmadıgından kerahatlerde yatmamalıyım diye karar çıkartmaya çalışıyordum.Nefsim kazandı yattım,kötü bir rüya gördüm okulu bitiremiyordum,halbuki okulu bitirdim ;D Demek iyi vesvese etmişimki rüyama girmiş.

Vesvese kamçısı şeytanın eline niye verilmiş?Kul uyanık olsun,sıradanlaşmasın,ilerlesin diye(vesveseye yenilmemek şartıyla)

Bu konunun daha detaylı açıklaması için şu sayfadaki- üçüncü müşkül - kısmını okuyabilirsiniz.

http://www.risaleara.com/oku.asp?id=522
 

hasret

Well-known member
abi oldumu şimdi oruclu oruclu koydun bunları önümüze,neyse bende şener abinin bir dersinde dinledğim bir örneği vereyim;
süleymaniye cami kimin eseridir,mimar sinanın. Evet simdi iki adam farzediyoruz,bunlardan biri köylü ,diğeri mimarlık fakültesini okumuş olsun.köylüyü aldık suleymaniyeye getirdik şöyle amiyane bir bakar,maşallah bunun yapan ne kadar güzel yapmış der.bir ustasının olduğunu oda derk eder,ama bu kadar...
diğeri sanattan anladığı icin sanatin tüm inceliklerine nüfuz eder,sanata nüfüus ettikce sinanı o derece tebrik eder ve tanır.hatta sinanın ruhunun inceliklerine dahi inebilir.
şimdi birinci bakış amiyane kabaca, diğeri arifane latifane bakış....
arada ne kadaaar fark var dimi,aynen öylede tevhid iki ceşittir,mezkur yazıda ifade edilmiş.
biz acaba hangi bakışa ve tevhide sahibiz.kainat kitabinda derinleşmek....bunu elh risale kısa zamanda insana kazandırıyor.
RABBİM HAKİKİ TEVHİDE ERENLERDEN EYLESİN...
 

Sergerdan

Well-known member
urunlokum1uv1.jpg


Hem, Cennette lüzumsuz, kışırlı ve fuzûlî maddeler olmadığından, ehl-i Cennetin ekl ve şürbünden sonra kazurâtı olmadığını -3- hadîs-i şerif beyân ediyor. Mâdem şu süflî dünyada, en âdi zîhayat olan ağaçlar, çok tegaddî ettikleri halde kazurâtsız oluyorlar; en yüksek tabaka-i hayat olan Cennet ehli neden kazurâtsız olmasın?

Hisse:28.söz cennet bahsinde geçen şu misal çok hoşuma gitti.Nasıl bitkiler onca yedikleri halde belki terleme veya başka yollarla boşaltımları çalışıyor.Neden olmasın ehl-i cennet,cennettede insanlar yer içer istifade eder ama cennete lüzumsuz,kışır,fuzuli maddeler bulaşmaz.Ki bununla ilgili hadis-i şerif varmış yani cennette ekl ve şürbden sonra kazurat olmadıgı.
 

Sade ve Sadece

Active member
Arkadaş, Tevhid iki çeşit olur:

* Birisi âmiyâne tevhiddir ki, "Allah'ın şeriki yok ve bu kâinat Onun mülküdür" der. Bu kısım tevhid sahiplerinin fikirce gaflet ve dalâlete düşmeleri korkusu vardır.

* İkincisi hakikî tevhiddir ki, "Allah birdir, mülk Onundur, vücut Onundur, herşey Onundur" der; lâyetezelzel bir itikada sahiptirler. Bu kısım tevhid sahipleri, herşeyin üstünde Cenab-ı Hakkın sikkesini görür ve herşeyin cephesinde bulunan mührünü, damgasını okur. Ve bu sayede huzurî bir tevhid melekesi mâliki olurlar ki, dalâlet ve evhamın taarruzundan kurtulurlar.
(Mesnevi Nuriye - Lemalar)

Mesela bahsini etmiş olduğunuz kişinin yapdıklarının bir nevi mukafatınnı veya mucazatını veyahut guzel cirkin olduğunu ruya ile görmesinin ise Allahın bir hikmeti olduğunuda söliyebiliriz. Çünkü o kul gördükleri o rüyalar ile kendisine ceki düzen verebilir ve veriyor ise ona liyakat göstermye kesb edebilir...

Bu arada sergerdan kardeş nefsimizi bu kadar zorlamasan olmaz mı ?
Ustad Bediüzzaman iktisat risalesinde ne diyor ;

"İşte, madem ağızdaki kuvve-i zâika bir kapıcıdır; mide, cesedin idaresi noktasında bir efendi ve bir hâkimdir. O saraya veyahut o şehre gelen ve sarayın hâkimine verilen hediyenin yüz derece kıymeti varsa, kapıcıya bahşiş nevinden ancak beş derecesi muvafık olur, fazla olamaz. Tâ ki, kapıcı gururlanıp, baştan çıkıp, vazifeyi unutup, fazla bahşiş veren ihtilâlcileri saray dahiline sokmasın.

İşte, bu sırra binaen, şimdi iki lokma farz ediyoruz. Bir lokma, peynir ve yumurta gibi mugaddî maddeden hediye kırk para, diğer lokma en âlâ baklavadan on kuruş olsa; bu iki lokma, ağza girmeden, beden itibarıyla farkları yoktur, müsavidirler. Boğazdan geçtikten sonra, ceset beslemesinde yine müsavidirler. Belki, Bazen kırk paralık peynir daha iyi besler. Yalnız, ağızdaki kuvve-i zâikayı okşamak noktasında yarım dakika bir fark var. Yarım dakika hatırı için kırk paradan on kuruşa çıkmak ne kadar mânâsız ve zararlı bir israf olduğu kıyas edilsin."
(Lemalar - İktisat Risalesi)
 

Sergerdan

Well-known member
Bu arada sergerdan kardeş nefsimizi bu kadar zorlamasan olmaz mı ?

Yavf ben de iyilik yapıyorum zannediyordum ;D

Meselâ: Dildeki kuvve-i zâika, rızk zevkinde envâ'-ı mat'ûmat adedince mizanlara menşe' olmasaydı; herbirini ayrı ayrı hissedip tanımazdı, tadıp tartamazdı. Hem ekser Esmâ-i İlâhiyenin tecelliyatını hissedip bilmek, zevkedip tanımak cihazatı, yine cismâniyettedir. Hem gâyet mütenevvi ve nihayet derecede ayrı ayrı lezzetleri hissedecek istidadlar, yine cismâniyettedir. Mâdem şu kâinatın Sânii, şu kâinatla bütün hazain-i rahmetini tanıttırmak ve bütün tecelliyat-ı Esmâsını bildirmek ve bütün enva'-ı ihsânatını tattırmak istediğini; kâinatın gidişatından ve insanın câmiiyetinden, -Onbirinci Söz'de isbat edildiği gibi- kat'î anlaşılıyor.
 

imported_mihrace

Active member
GÜNEŞİN YAKITI NERDEN GELİYOR?

Bu muhteşem saray-ı kâinatın damı, gayet intizamlı, mizanlı hadsiz elektrik lâmbalarıyla tezyin edilmiştir. Fakat o kadar hârika bir intizam ve mizan iledir ki; başta Güneş olarak Küre-i Arz’dan bin defa büyük o semavî lâmbalar, mütemadiyen yandıkları halde müvazenelerini bozmuyorlar, patlak vermiyorlar, yangın çıkarmıyorlar.. Sarfiyatları hadsiz olduğu halde, vâridatları ve gazyağları ve madde-i iştialleri nereden geliyor? Neden tükenmiyor? Neden yanmak müvazenesi bozulmuyor?.. Küçük bir lâmba dahi muntazam bakılmazsa, söner. Kozmoğrafyaca Küre-i Arz’dan bir milyondan ziyade büyük ve bir milyon seneden ziyade yaşayan Güneş’i 15(Haşiye) kömürsüz, yağsız yandıran; söndürmeyen Hakîm-i Zülcelal’in hikmetine, kudretine bak. “Sübhanallah” de. Güneş’in müddet-i ömründe geçen dakikalarının âşiratı adedince “Mâşâallah, Bârekâllah, Lâilahe İllâ Hu” söyle. Asa-yı Musa
 
Üst