Kıyamet 19

sinang

Member
بسم الله الرحمن الرحيم

Sonra muhakkak onu açıklamak bize ait (bir iş) tir.KIYAMET 19


Bu çok önemli bir ayettir. Bu ayetin ortaya koyduğu bazı ana umdeleri eğer iyice anlarsak daha önceleri pekçok kişinin düştüğü ve bugün de yaygın olan birçok sapıklığa düşmekten kurtuluruz.

İlk önce, şu açıkça anlaşılmaktadır ki, Rasulüllah'a nazil olan vahiy sadece Kur'an'da yazılı olandan ibaret değildir. Kur'an'ın haricinde ve Kur'an'da yer almayan bilgiler de Allah Rasulü'ne verilmiştir.

Kuranın emirleri, yol gösterişleri, kelimeleri, hususi ıstılahları ve bunların manaları Allah Rasulü'ne anlatılmıştır. Eğer bunların hepsi Kur'an'da yazılı olmuş olsaydı o zaman "Bunların anlamlarını biz sana açıklayacağız" ya da "Onun açıklanması bize düşer" gibi bir söze gerek duyulmazdı.

Eğer Rasulüllah'ın (s.a) bilgilenmesi böyle olmasaydı, tüm açıklamalar Kur'an'da olurdu. O halde, Kur'an'ın Allah tarafından yapılan açıklama ve izahı her halûkârda Kur'an kelimelerinden ayrıdır. Bu, bize Kur'an'da anlatılan Vahy-i Hafî'nin diğer bir ispatıdır.

Kur'an'ın anlamının, gayesinin ve emirlerinin açıklanmasının Allah tarafından Rasulüllah'a bildirilmesinin sebebi, kendi söz ve eylemleriyle insanlara onu anlatması ve o pratiğe göre amel etmeyi de onlara öğretmesi içindir.


Eğer bu gaye olmasaydı ve onun ilmini yalnızca kendine saklaması sözkonusu olsaydı o zaman bu işin bir manası kalmazdı. Çünkü peygamberlik görevini yerine getirmenin bir faydası olmayacaktı.
O halde ancak aptal bir insan bu ilmin hiçbir şerî özelliğinin olmadığını ileri sürebilir. Nahl Suresi 44. ayette Allah: "Ey Peygamber! Sana, insanlara açıklayasın diye Kur'an'ı indirdik. Belki düşünürler" buyurmuştur. Kur'an'da ayrıca dört yerde de Rasul'ün vazifesinin yalnızca Allah'ın ayetlerini bildirmek değil; bu Kitabı öğretmek olduğu açık açık buyurulmuştur.

Şimdi eğer bir kimse Kur'an'a inanmasına rağmen; Kur'an'ın doğru, dayanaklı ve resmi açıklamasının ancak Allah Rasulü'nün kendi sözleri ve amelleriyle olduğu, çünkü bunların O'nun şahsî açıklamalarının olmadığı, bilakis O'na Kur'an'ı indiren Allah'ın kendi açıklamaları olduğu gerçeğini bir kenara bırakarak Kur'an'ın ayet ve kelimelerine kendi isteğine göre bir mana vermeye cüret ederse bu kimsenin iman sahibi olduğunu söylemek zordur.
Üçüncü olarak; Kur'an-ı Kerim'i yüzeysel olarak mütalaa eden bir kişi bile, bunda birçok şeyler olduğunu ve ayrıca Arapça bilen birisi de, yalnızca kelimelerinden hareketle onun hakiki maksadını anlayamayacağını görecektir. Eğer onu anlamazsa nasıl amel edebilir? Mesela Salât kelimesi. Kur'an-ı Kerim'de imandan sonra en fazla üzerinde durulan amel Salât (namaz) 'dır.

Fakat sadece Arapça sözlükten bu kelimenin amel anlamını öğrenemeyiz. Kur'an'da bunun tekrar tekrar bahsinin geçmesinden, en fazla bu kelimenin, Arapça'daki belirli bir ıstılahi manada kullanıldığını anlayabiliriz. Bu amel, ehli imandan talep edilmiştir.

Ama sadece Arapça bilen bir kimse, yalnızca Kur'an'ı okuyarak bu fiilin keyfiyetinin nasıl olması gerektiğini ve nasıl yerine getirileceğini belirtemez. Kur'an-ı Kerim'i indiren, bununla birlikte ıstılahların anlamlarını tam olarak talim ettirsin diye bir muallim de göndermemiş olsaydı, o zaman salât emrini nasıl yerine getirecekleri hususunda yalnızca Kur'an'ı göz önünde bulunduran iki müslüman bile belirli bir biçim üzerinde anlaşamayacaklardı. Bugün yaklaşık bin beşyüz sene geçmiş olmasına rağmen nesilden nesile bütün müslümanlar aynı temel esaslara sahip namazı kılmaktadırlar ve bu dünyanın her köşesinde milyonlarca insanda aynı hareketleri yapmaktadır.

Öyleyse Allah (c.c) Rasulü'ne yalnızca Kur'an kelimelerini vahyetmekle kalmamış, aynı zamanda o kelimelerin manalarını da tam olarak O'na anlatmıştır. O da Allah'ın Kitabı olarak Kur'an'a ve Allah'ın elçisi olarak Rasul'e inanan bütün insanlara bu Kur'an'ın ayetlerini ve anlamlarını öğretmiştir.

Dördüncü olarak, Kur'an ayetlerini, kelimelerini, Allah (c.c) kendi elçisine öğretmiş ve o da kendi sözleri ve eylemleri ile bu talimleri ümmete aktarmıştır. Bizim elimizde Kur'an'ı öğrenmek için başka bir şey yoktur. Hadis'ten, maksat; Allah Rasulü'nün kavli ve fiili (uygulama) rivayetlerinin öncekiler tarafından isnad ile sonra gelenlere aktarılmasıdır.

Sünnet ise, Allah Rasulü'nün sözleri ile tebliğ etmiş olduğu ya da eylem olarak birey ve toplum bazında uyguladığı, takip ettiği yoldur. Bunun tafsilatı da nesilden nesile güvenilir rivayetler ile gelmektedir. Sonra gelenler, önce gelenlerden uygulamayı görmüşlerdir. Bu şekilde gelen bir ilmi reddeden kimse, maazallah, Allah'ın, "Onun açıklaması bize aittir." sözünü reddetmiş yani Rasul'ün açıklama sorumluluğunu yerine getirmekte başarılı olmadığını zannetmiş olur.


Bu sorumluluk sadece Rasul'ün şahsı ile ilgili değildi. Bunun maksadı Rasul vasıtasıyla Allah'ın Kitabı'nı ümmete anlatmak idi. Öyleyse hadis ve sünneti teşri kaynaklarından saymamak demek, Allah'ın bu yükümlülüğü yerine getiremediğini ileri sürmek demektir. (Bundan Allah'a sığınırız) . Buna karşılık eğer bir kimse, birçok hadisin mevzu (uydurma) olduğunu söylerse, ona şöyle cevap veririz; Bu da kendiliğinden göstermektedir ki İslâm'ın ilk döneminde bütün ümmet Allah Rasulü'nün söz ve eylemlerini kanun olarak kabullenmişti ve bu yüzden sapıklığa yol açmak isteyenler yalan hadisler uydurmak gereğini duymuşlardı.

Çünkü ancakdeğerli paranın sahtesi basılır, zira güvenilir ve sağlam paradır. Geçmeyen, değersiz bir paranın sahtesini hangi bir zekalı basar ki. Hadisler konusunda böyle iddialarda bulunanlar bilmiyorlar ki bu ümmet başlangıçtan beri, o Zat-ı Pak'ın sözleri ve eylemlerinin kanun hükmünde oduğunu bilmişler ve dolayısı ile onun uydurma ve tahrifi karşısında bir dizi tedbirler almışlardır.

Bu gibi kişiler ne kadar Allah Rasulü'ne karşı yalan yanlış şeyler nisbet etmeye çalışmışlarsa, ümmet bir o kadar da karşı tedbirler almıştır. Doğru ve yanlış haberleri temyiz etmek için ve rivayetlerin dürüstlük ve güvenirliğini kontrol etmek için muhteşem bir ilim dalı oluşturmuşlardır. Dünyada müslümanlardan başka hiçbir millette böyle bir ilim yoktur.

Bu ilmi bilmeden bazı Batılı oryantalistlerin oyunlarına gelip hadise ve sünnete itimatsızlık iddia ederek, itibar olunamaz olduklarını ileri süren nasibsizler bilmezler ki bu cahilane hareketleriyle İslâm'a ne kadar zarar vermekteler.

 
Üst