Muhammed Esed ve Meali (II-III)

molla_zehra

Well-known member
Müfessir Vahidi, Sülemi'nin yazdığı "Hakâiku't-Tefsir" adlı eseri kastederek der ki: "Eğer o bunun tefsir olduğuna inanıyorsa, kesinlikle küfre sapmıştır." (İtkan ıv, 195)

Bu, eleştiri tarihimizin aşırı örneklerinden biridir. Fakat, dikkat ederseniz bu aşırı yorumda bile Vahidi, eleştirisinin merkezine eleştirdiği "eseri" yerleştirir, yazarının dedesini, ebesini, soyunu, sopunu değil. Çünkü Vahidi'nin anlayışına göre, tefsir, te'vilden farklı olarak "dirayet" değil "rivayet" esaslı olmak durumundadır. Yani Vahidi, bu aşırı yorumunda dahi, kendi zaviyesinden "usule sadık kalmaya" özen göstermiştir.

Merhum Esed'in meal-tefsiri konusunda son dönemde eleştiri adı altında yazılıp çizilenler, eleştiri sınırlarını çoktan aşıp karalama kampanyasına dönüşmüş durumdadır. Çünkü eleştiri "ilmi" olmaktan çıkıp tamamen "hissi" bir zaviyeye taşınmıştır.

Meal eleştirisi "monografik", yani kitapla ilgili bir uğraştır değil mi? Oysa ki, Esed meali konusunda yazılıp çizilenler "monografik" olmaktan çok "biyografik", hatta ondan da öte, "etnografik", yani soybilimle ilgili bir hal almıştır.

Muhammed Esed, küçükken dini tahsil yaptığı için iyi bildiği, Tevrat'ı İbranicesinden daha çocuk yaşta okuyup anlayabildiği halde, atalarının dini yerine Allah'ın dini olan "teslimiyet yolunu" benimsemiş örnek bir Müslüman.

Onun "Yahudi asıllı oluşunu" yerli yersiz vurgulayanlar, bununla neyi anlatmak istiyorlar? "Necip bir ırka", "asil bir soya" mensup olmadığını mı? "Yerli" değil, "yabancı" oluşunu mu? Ata mirasına konarak değil, yürek, zihin ve alın teri dökerek (sözün gelişi değil, inanmayan Mekke'ye Giden Yol'u okusun) "Müslüman" oluşunu mu?

Tutun ki birinin birinci kuşak dedesi "kâfir", diğerinin yetmişinci kuşak dedesi. Bu durum birincinin Allah nezdindeki itibarını düşürür, ikincinin Allah nezdindeki itibarını artırır mı? Hz. Nuh'un kafir oğlu, Hz. İbrahim'in putperest babası, Hz. Lut'un nankör karısı ve kızları, Firavun'un mü'min karısı, Hz. Peygamber'in müşrik amcası örneklerinin, Kur'an'daki veriliş amacı nedir?

Bizde bir damar, oldum olası ilim ve alim tercihinde "yerli malı" kampanyasını kendilerine iş, hatta "mezhep" edinmişlerdir. İlim yerli ve yabancı diye tasnif edilebilir mi? Elbette edilemez. Alim de öyle. Vahyin inşa ettiği bir tasavvur, "bizden-elden" ayrımının zeminine "iman" dışında bir şeyi nasıl yerleştirir?

Her türlü merdut asabiyetin beslediği bu damar (=asabe=asabiyye), hayatını imanına şahit kılmış nice Müslüman ilim, fikir, eylem adamları hakkında sürekli kuşku üretmeyi üstüne vazife bilmiştir. Onların pirelerini deve yapmaktan çekinmemiştir. Onlar hakkında hep peşin hükümlü olmuş, eleştirilerinde acımasız davranmıştır. Fakat onları okumamış ve elinden geldiği kadar okutmamıştır. Mücadelelerini, ilim ve fikir dünyalarını tanımamış ve tanınmasının önünde de engel olmuştur.

Aynı kampanya şimdilerde merhum Esed'e karşı açılmış bulunmaktadır. Onun meal-tefsirine yöneltilecek haklı eleştiriler bile, bu "yerli malı" kampanyasının cephanesi olarak kullanılma riski içermektedir. Şahsen beni Esed mealinin eleştirisine girişmekten alıkoyan unsurların en başında, bu endişe gelmekteydi. Bu endişe gözetilmeden yapılacak bir eleştiri ne kadar "ilme" uygun olursa olsun, "fehme" uygun olmayacaktır.

Fakat, şu türden bir eleştiri, ne ilme ve fehme, ne de insafa ve vicdana sığar:

"(Esed) adeta kutsal kitapta tahrifat yapmak hastalığına yakalanmış ruh hastaları gibi davranmaktadır."

"(Onun mealinde) Hem Kur'an'ı hem Tevrat'ı tahrife yönelik anlayışlar sergilenmektedir"

"(Esed) İslami değerleri yıkmak İslam dışı değerlere imkan tanımak için, bilerek veya yanılarak Kur'an'ın tahrifinde hayli mesafe kat etmiştir."

"Al-i İmran 85'de "İslam'dan başka bir din" yerine "Allah'a teslimiyetten başka bir din" demek suretiyle, bu çerçeve içine Yahudi ve Hıristiyan inançlarını da sokmak istemiştir. Zahirdeki İslami haline rağmen kalbindeki inancının farkında olduğu anlaşılıyor."

Merhum Esed'in meal-tefsirini eleştirme adına yazılan bir metinden seçtiğim bu cümleleri ele alıp irdeleyecek değilim. Çünkü bunların eleştiriyle hiçbir alakası yok.

Yargılayan bu sözler, eseri de, merhum müellifi de konu edinmiyor. Onun niyetini, inancını, imanını yargılıyor ki, bu suizandan da öte bir şey. Dolayısıyla bu sözler bir "eleştiri" çerçevesinde değil, adı her neyse, daha farklı bir çerçevede ele alınıp değerlendirilmelidir. İşbu yazının konusu da değildir.

Geleneğimizde, eleştiri edebine ve usulüne ilişkin bir ilim (ilm-i hilaf) ve bu ilme ilişkin bir usul bile vardır. Yine geleneğimizde, en zıt mezheplere mensup alimler birbirlerinin en aykırı gördükleri konuları bile belli bir edep ve nezaket sınırları içinde eleştirirlerdi. Mesela Süyuti, kendisi için kesinlikle kabul edilemez olan bir konuda Zemahşeri'yi eleştirirken şöyle der: "Zemahşeri, bu ayet hususunda, nezaketi göz ardı etme konusundaki genel eğilimine uygun olarak, Allah'ın edebiyle edeplenmemiştir." (İtkan ııı, 237)

...

Esed'i "rasyonalist bir tevile kaymak"la, hatta düpedüz "rasyonalist olmak"la suçlamadan önce, haksızlık yapmamak için, onun mucize, melek, cin, şeytan, sihir gibi konularla ilgili ayetlere yaklaşımını üçe ayırmak gerek:

1. Sahih hiçbir delile dayanmaksızın akıl alanının dışına itilen ayetleri, ait olduğu alana geri döndürmek:

Buna Bakara 73'ü örnek verebiliriz. Bu ayet, akli alanın dışına taşınan ayetlerden biridir. Bazılarının sandığı gibi bunu ilk fark eden de Esed değildir. Reşid Rıza el-Menar'da şu açıklamayı yapar: "Buradaki "darb" (vurma) konusunda birçok rivayet naklederler. Denilir ki, bu sözcükle kastedilen ineğin dili ya da budu ya da kuyruğuyla öldürülen kişiye vurmaktır. Dediler ki: İsrailoğulları ineğin parçasıyla vurdular, maktul dirildi ve "beni kardeşim, ya da yeğenim falanca veyahut da başka biri öldürdü" dedi. Ayet, bununla ilgili bir metin bile değilken, nasıl bunca ayrıntı verir? Daha önce de açıkladığımız gibi, bu olay fail-i meçhul cinayetleri çözümlemek için uygulanan bir yöntemdir. Buna göre, bir cinayet suçu işlendiğinde katil tesbit edilemez ve maktul de bir yerleşim birimine yakın bir yerde bulunursa, oranın halkından kim onların şeriatlarında tanımlandığı gibi gelir de kurban edilen ineğin üzerinde elini yıkarsa o cinayeti işlememiştir. Bunu yapmayan kimsenin katil olduğu ortaya çıkar." (el-Menar, 1/351)

Evet, tefsir ve tevil, "lafız-mânâ-maksat" üçlüsünü birbiriyle çatıştırmadan "meramı" ortaya koymaktır. Doğrunun bir parçasını görenlerin tamamını görenleri suçlaması komik bir durum. İsrailoğulları'yla ilgili en olağan haberleri bile mucizevi bir havaya büründürmek Müslümanlar'ın üzerine vazife mi, vecibe mi? İsrailiyyat'ın ilk asırlarda tefsir ilmini nasıl istila ettiği erbabının malumudur. Kaldı ki bu malumat doğrudan Tevrat'tan değil, tıpkı yukarıdaki ayetin tefsirinde olduğu gibi, Talmut ve daha tali kaynaklardan bize geçmiştir. Hadi ayetin sonundaki "Allah'ın ölüyü diriltmesi" ile beş ayet sonraki "kısasta hayat vardır" (2.179) ve Maide 32'deki "bir insanı dirilten" ibareleri arasındaki bağ farkedilemedi diyelim. Bari Tevrat'taki bu ayetin ele aldığı konuyu tereddüde mahal bırakmayacak şekilde açıklayın ilgili bölümü (Tesniye xxı, 1-9) okunsaydı ya? Bunu ilk tefsir otoritelerinden bekleyemeyiz. Çünkü Tevrat'ın bilinen ilk Arapça çevirisi çok daha sonraki yüzyıllara aittir. Ama bugünkülerden beklemek hakkımız değil mi?

Aynı şey "Alçak maymunlar (gibi) olun" (2.65) ibaresine yaklaşımı için de geçerlidir. Bu ayetteki "maymunlaşma" fiziksel ve bedensel (mesh) olarak anlaşılmıştır. Bu bir yorumdur ve üstelik sahih bir dayanaktan da yoksundur. Onun için Mücahid bunu "ruhsal ve ahlaki maymunlaşma" olarak anlamıştır. Fakat kimse çıkıp da İbn Abbas'ın bu seçkin şakirdini "rasyonalist" olmakla suçlamamıştır. Peki, en az diğeri kadar, hatta mutada uygun olduğu için vahyin "öğüt verme" maksadıyla örtüşen bu görüşü benimseyen niçin suçlanır?

Sihir konusundaki yaklaşımı da öyle (Bkz. 2.102). İslam'ın rasyonel (rasyonalist değil) damarını temsil eden Mutezile'nin büyük imamları sihre Esed'den daha dışlayıcı yaklaşmışlardır. Sahi sihrin "etkisini" ve itibarını savunmak, neden 'akidevi' bir yükümlülük gibi algılanır ki? Bu konuda yapılacak hiçbir tevil ihtimal dışı değildir. Suçlama vesilesi de olamaz. Bunu yapanlar, Hanefi imamların bu konuya yaklaşımını da biliyorlar mı?

2. Her iki alana da ihtimali olan çok anlamlı (zu-vücuh) terim ve ibareler:

Buna Esed'in yine bir boyutuyla "akli" değil "nakli" olan cin meselesinde ortaya koyduğu yaklaşım gelir. Geleneksel tefsir, ağırlıklı olarak "cin" terimine "tek anlamlı" bir terimmiş muamelesi yapar. Bu yaklaşım tıpkı Kur'an'daki tüm "salat"ların "namaz", tüm "secde"lerin "namaz secdesi", tüm "fitne"lerin "imtihan", tüm "zikr"lerin "anmak" manasına geldiğini söylemek kadar yanıltıcıdır. Esed doğru ve yoğun bir çabayla Kur'an'da "cin" teriminin birden çok anlam taşıdığını iddia etmiş ve bunu da mealinin sonuna koyduğu "ek"te izah etmiştir. O, müfessirin mutlaka yapması gereken "istikra yöntemini" esas almıştır. Konuyla ilgili tüm parçaları alt alta dizerek, bunlar arasındaki farklılık ve benzerlikleri tesbit ederek, bir sonuca ulaşmaya çaba göstermiştir. Onun bu yöntemini göz ardı edenler, onun cin, şeytan vs. gibi akıl-üstü alanlarda "aşırı sübjektif yoruma" (teassufi tefsir) gittiğini, "rasyonalist" bir tutumla "cinlerin varlığını inkar ettiğini" iddia etmişlerdir.

Eğer maksadımız doğruyu bulmaksa, bir yazarın bir konuda ne düşündüğü hakkında kesin hüküm vermemiz için, onun o konuda söylediklerinin tamamına muttali olmak gibi bir endişemizin olması şarttır. Esed, Buhari şerhi İslam'ın İlk Yılları'nda, cinlerle ilgili bir hadisin altına düştüğü notta şöyle der: "Sıradan şüpheci sadece duyularının delaletine dayanmaya ve günlük deneyimini aşan herhangi bir şeyin varlığını inkar etmeye fazlasıyla hazırdır." Bunun ardından Batılı bir bilginin "varlığını sınırlı duyularımızla hissedemeyeceğimiz başka bedenlerin ve görünmeyen varlıkların mevcudiyeti" konusundaki satırlarını "görünmeyen nesnelere karşı –sözde- modern tavra" (bu ibare aynen Esed'e ait) karşı bir cevap olarak nakleder (s. 163).

3. "Makul" olanın değil "menkul/mansus" olanın konusu olan bazı mucizeleri zorlama yorumlarla, akli olana indirgemek:

Esed'e yapılacak tutarlı bir itiraz, bu alanda yapılmalıdır. Fakirin de, onun bu alandaki bazı yorumlarına itirazı vardır. Fakat adil olabilmek için onun mucizeler konusunda akli yaklaşımını, önce üçe ayırmak gerek.

SAMİ HOCAOĞLU
 
Üst