İlklerin Namaz Hayatları

zuhur

Member
Allah Resûlü’nün Namaz Hayatından Örnekler

Peygamberlerin (alâ nebiyyinâ ve aleyhimüsselam) gönderiliş gayelerinden en önemlisi kulluk olsa gerek. Tebliğ, güzel örnek olma gibi diğer gayelerin de ancak kulluk vazifesinin yerine getirilmesiyle mümkün olabileceği düşünüldüğünde bu tespit kuvvet kazanıyor. Nitekim ubûdiyet derinliği olmadan ne tebliğ yapılabilir, ne başkalarına güzel bir misal teşkil edilebilir ve ne de dünya- ukbâ muvazenesi temin edilebilir.

Güzel ve makbûl her hususta olduğu gibi ubudiyet mevzuunda da -Kalbin Zümrüt Tepeleri’ndeki ifadesiyle ‘ubûdet’ demek daha doğru olabilir- Efendiler Efendisi zirveyi tutar. Çünkü O (aleyhi ekmelü’t-tehâyâ), mutlak mânâda insan-ı kâmildir; başkalarının terakkisinin sona erdiği yer ancak O’nun yola başladığı yer olabilir. Namaz da en kâmil insanın en kâmil ve en câmi ibadetidir. Evet, namaz ibadeti Peygamber Efendimiz’in işte bu mukayeseler üstü, derin ibadet hayatında farklı bir önemi haizdir. Biz, daha ziyade O’nun ilk dönem çıraklarının namaz hususundaki hassasiyetleri üzerinde durmak istediğimiz bu makalemizde, Allah Resûlü’nün namaz hususundaki hassasiyetine sadece bir-iki cümleyle değinmek ve mücelletlere konu teşkil edebilecek bu hususu işin erbabına bırakmak istiyoruz; ta ki, sönük cümlelerimiz Efendimiz’in ibadet hayatının enginliğinin -şayet kâbilse- idrakine perde olmasın.

Allah Resûlü’nün Namaz Hayatından Örnekler

Peygamber Efendimiz “namaz benim gerçek göz aydınlığım” vecîz sözüyle ifade buyurur, namazın nezdindeki önemini. Bir başka hadis-i şerîfinde ise “Allah her peygambere bir arzu ve istek vermiştir. Bana verilen de gece kalkıp namaz kılmaktır” buyurarak, başkalarının şehvetle bir kısım şeylere arzu duyduğu kadar, namaza karşı o derecede belki daha fazla bir iştiyak duyduğunu ifade eder. Allah’ın “elçim” demeden önce “kulum” dediği o gerçek kul, Namaz İnsanı, Rabbisinin huzurunda o kadar çok kıyamda duruyordu ki, çok zaman mübarek ayaklarının altı kabarıyordu. “Ey Allah’ın Resûlü, Allah Senin gelmiş-geçmiş günahlarını affetti; niçin kendini bu kadar helâk ediyorsun?” denilince de, “Rabbime şükreden bir kul olmayayım mı?” cevabını veriyordu. Namaza karşı alâkası işte bu ölçüdeydi.

Efendimiz’in namaz ufkuna işaret etmesi bakımından, Sonsuz Nur’dan istimdatla bir-iki örnek zikretmek istiyoruz:

Hz. Âişe Validemiz (radiyallahü anhâ) anlatıyor:

“Bir gece uyandığımda, Allah Resûlü’nü yanımda göremedim. Aklıma, diğer hanımlarından birinin yanına gitmiş olabileceği ihtimali geldi. El yordamıyla etrafı yokladım. Elim ayağına dokundu. O zaman Allah Resûlü’nün namaz kılmakta olduğunu anladım.. başı secdedeydi. Kulak verdim, hıçkıra hıçkıra ağlıyor ve şöyle yakarıyordu: “Allahım! Senin gazabından Senin rızana sığınırım. İkâbından affına sığınırım. Allahım! Başka değil, Senden yine Sana sığınırım. Zâtını senâ ettiğin ölçüde, Sen’i senâ etmekten âciz olduğumu itirâf ederim.” “Senin komşuluğun, yakınlığın, azizliktir. Senin senâ ve övülmen, yücedir. Senin ordun mağlup edilemez. Sen va- ’dettiğin şeyde, va’dinden dönmezsin. Senden başka ilah, Senden başka ma’bûd da yoktur.”

O, namaza bir türlü doyma bilmiyor, adetâ hiç doyum noktasına varamıyordu.

Şimdi de İbni Mes’ûd (radiyallahü anh)’ı dinleyelim. Diyor ki: “Bir gün Allah Resûlü’yle beraber gece namazı kılmaya azmettim. Geceyi O’nunla geçirecek ve O’nun yaptığı ibadeti ben de yapacaktım. Namaza durdu, ben de durdum. Fakat bir türlü rükûa gitmiyordu. Bakara sûresini bitirdi, “şimdi rükûa gider”, dedim; fakat O, devam etti; sonra Âl-i İmran’ı, sonra da Nisâ sûresini okudu ve ardından rükûa vardı. Namaz esnasında o kadar yoruldum ki, bir ara aklıma kötü düşünceler geldi. Dinleyenler arasından biri sordu: Ne düşünmüştün? İbn-i Mes’ûd (radiyallahü anh): “Namazı bozup, O’nu namazıyla baş başa bırakmayı düşünmüştüm.”

O, ömrünü kullukla geçirmişti. Namaz, O’nun en sevdiği gözdesiydi. Gece gündüz namaz kıldı ve hep öyle yaşadı. Nasıl yaşanırsa öyle ölüneceğini zaten O söylememiş miydi? Ve her fâni gibi O da ölecekti. Ama o, “namaz” demiş yaşamıştı ve namaz deyip hayata veda edecekti...

Son günleriydi. Gözlerini açacak dermanı dahi kalmamıştı. Başından aşağıya bir miktar su dökülünce gözlerini açıyor, şayet bir tek kelime söyleyecek kadar dermanı varsa, “Cemaat namazı kıldı mı?” diye soruyordu. Ancak bu kadarcık dahi, enerji sarfı, efor, O’nun dermanını tüketiyor ve yine bayılıyordu. Dökülen soğuk suyla kendine gelince sorduğu soru yine aynı soruydu: “Cemaat namazı kıldı mı?”

Hayır, cemaati saatlerden beri O’nu bekliyordu. Gözler hep kapısındaydı. Ne zaman perde aralanacak ve mescide yine güneş doğacaktı.. işte bunu gözlüyorlardı. Çoğu, O Güneşin batmak üzere olduğunun farkındaydılar; ancak buna bir türlü inanmak istemiyorlardı. Bu arada, Allah Resûlü, artık namaz kıldıracak tâkâtının olmadığını anlayınca “Ebu Bekr’e söyleyin namazı kıldırsın” buyurdu. Biraz kendinde iyileşme hissedince de mescide doğru yürüdü. Bir kolundan amcası Abbas (radiyallahü anh), diğerinden de amcasının oğlu ve aynı zamanda damadı, Hazreti Ali tutmuş, zorlukla mescide götürülmüştü. Kendisinden sonra imam olacak zâtın arkasına durdu ve namazını oturarak kıldı. O, bu şekilde mescide sadece iki defa gelebildi. Birinde namazı Allah Resûlü kıldırdı, Hazreti Ebu Bekir (radiyallahü anh) da arkadakilere onun sesini duyurdu. Diğerinde ise, namazını Hazreti Ebu Bekir (r.a.)’ın arkasında kıldı. Cemaatine kendisinden sonra gelecek imamı âdetâ iş’âr buyurdu.

Bir kere daha, evet O, namazla ve cemaatla bu derece bütünleşmişti. Son anına kadar da cemaati terketmemişti... (S. Nur, 2. cilt, sh. 247-248)


alıntıdır
 
Üst