Vakit Gece, şimdi "dinlenme" zamanı

Zuhr

Talebe
وَجَعَلَ اللَّيْلَ سَكَنًا وَالشَّمْسَ ...

...Ve geceyi dinlenme (sukûn) vakti ...
(EN'ÂM Suresi - 96)


vakit gece, şimdi "dinlenme" zamanı..
bütün gün dünya hayatıyla yorulmuş, yıpranmış yüreği dinlendirme zamanı ...
yeniden müslüman olma, islam olma, teslim olma zamanı
vakit gece, şimdi "tazelenme" zamanı,


1damlasuxo5.jpg



"Akşam'la başlayan, Sabah'la biten gece vaktine üç farz namaz vakti giriyor. Buna bir de Vitr'i ve Teheccüd'ü eklerseniz, Müslümanın ibadet yüklü gece hayatının genel çerçevesi ortaya çıkıyor. Bu haliyle gece, "Müslüman Saati"ne göre kurgulanmış bir zaman parçası.

Ama hepsi bu kadar değil. Bundan öte bir ibadet elektriği yüklü gecede. Başka bir şey gece, Müslümanın hayatında...

Mesela, Rasulullah Efendimizden bize bildirilen bir uyku disiplini var.

Huzeyfe (r.a.) şöyle diyor:
Rasulullah (s.a.) geceleyin uyumak istediği zaman elini yanağının altına koyar sonra da;
"Allahümme bismike emutü ve ahya: Allahım! senin isminle ölür, senin isminle dirilirim." derdi. Uykudan uyandığı zaman: "Elhamdülillahillezi ahyana min ba'di ma ematena ve ileyhinnüşur. Bizi öldürdükten sonra dirilten Allah'a hamdolsun. Diriltmek sadece O'na mahsustur." (Buhari, Müslim)


Rasulullah Efendimiz'in uyku ile ilgili bir de dua tavsiyesi var. O da şöyle:
Ebu Ümare Bera bin Azib'den, Rasulullah (s.a.) şöyle buyurdu:

"Ey falan! Yatağına yattığında şöyle dua et:
"Allah'ım! Kendimi sana teslim ettim. Yüzümü sana çevirdim. İşimi sana ısmarladım, işimde sana güvendim. (Rızanı) isteyerek, (azabından) korkarak sırtımı sana dayadım, sana sığındım. Sana karşı yine senden başka sığınak yoktur. İndirdiğin kitaba ve gönderdiğin peygambere inandım.
"Eğer bu duayı yapıp yattığın gece ölürsen, iman üzere ölürsün, ölmez de sabaha çıkarsan hayra kavuşursun." (Buhari, Müslim)


Bu iki hadis-i şerif, Rasulullah Efendimiz'in uykuyu bir ölüm, uyanmayı da bir yeniden dirilme gibi telakki ettiğini, dolayısıyla, uykudan önce kalbi koordinatların yenilenmesine işaret buyurduğunu görüyoruz.


Kalbi koordinatlar da şöyle tanzim edilmiş:

- Allah'a mutlak teslimiyet.
- Ona teveccüh.
- Ona sığınma.
- Ona tevekkül.
- O'nun rızasına iştiyak.
- Azabından endişe.
- Ve "İndirdiği kitaba, gönderdiği peygambere iman."

Demek ki Rasulullah, gecenin ibadet dışındaki zamanına bile kalbi koordinatlarımızı yeniden idrak ederek girmemizi gerekli görüyor.

Rasulullah Efendimiz (s.a.)in bize bir de Teheccüd için kalktığımızda okumamızı tavsiye ettiği dua var. O da, bizi kalbi koordinatlar çerçevesinde terbiye eden çizgiler taşıyor:

"Hamdolsun sana ya Rabbi! Sen bütün semaları, arzı ve onlardakileri ayakta tutansın. Hamd Sana mahsustur ey Rabbim! Sen semalarda, arzda ve onlarda ne varsa hepsinin nurusun. Hamd Sana mahsusdur ey Rabbim! Sen semaların, arzın ve onlardakilerin malikisin. Ve Sana yine hamdolsun ki, sen Hak'sın. Senin va'din de hak, Sana kavuşmak da hak, sözün de hak, cennet de hak, ateş de hak, nebiler de hak, Muhammed -sallalahüü aleyhi ve sellem- da hak, kıyamet saati de hak.
Sana teslim oldum ey Rabbim! Sana iman ettim, Sana tevekkül etdim ve Sana yöneldim. İnanmayanlara karşı Sana dayanarak mücadele ettim ve neticede ancak Seni hakem olarak kabul ettim, benim evvelki yaptıklarımı da, sonradan yapacaklarımı da gizli yaptıklarımı da açıktan yaptıklarımı da mağfiret et. Öne alan da Sensin, geriye bırakan da Sensin. Senden başka ilah yoktur. Kuvet ve kudret ancak, Allah'a dayanmakladır."


Bu duaya giren her ifade, insanın Rabbi ile tüm bağlarını yenileyen, "amentü çerçevesi" içine giren tüm unsarları idrak alanına getiren bir seçicilik taşıyor. "



-kısmen alıntıdır- :)
 

Zuhr

Talebe
Ravi: Ebu HüreyreTanım:

Resulullah (sav) buyurdular ki: Biriniz uyuyunca ensesine şeytan üç düğüm atar. Her düğümü atarken düğüm yerine eliyle vurarak "üzerine uzun bir gece olsun yat" dilediğinde bulunur. Adam uyanır ve Allah'ı zikrederse bir düğüm çözülür abdest alacak olursa bir düğüm daha çözülür namaz kılarsa bütün düğümler çözülür ve böylece canlı ve hoş bir halet-i ruhiye ile sabaha erer. Aksi halde habis ruhlu (içi kararmış) ve uyuşuk bir halde sabaha erer."


Kaynak: Buhari Teheccüd 12 Bed'ü'l-Halk 11; Müslim Müsafirin 207 (776); Muvatta Kasru's-Salat 95
 

Zuhr

Talebe

gündüzün oyalayıcı dünyası yok gecede..
mecbur kılınan işlere koşuşturma yok ..
güneş yok, ışık yok, dünyevi işte yok.. dünya yoksa ahiret daha bir hissediliyor
hissetmek tefekkür etmek için daha bir vakit kalıyor gecelerde
sessizliğin içinde kendisini vicdanını Rabbini daha çok ve daha rahat dinleyebiliyor insan ..
bir örtü yapmış Cenab-ı Hak geceyi, örtünün altında insan kendisiyle ve Rabbiyle başbaşa kalabiliyor..
ve acizliğini daha bir hissedebiliyor; görebilmekten bile yoksun olduğunu, kendisini sıcak tutmakta bile aciz kaldığını, herkes kendisinden uzaklaştığında aslında ne kadar yalnız olduğunu ve aslında kime yönelip kimden medet umması gerektiğini daha net görebiliyor
kabir gibi gece..
ne çok hikmetler gizlidir Allahu alem..
Ustad hazretleri yatsı ve gece namazının vakitlerindeki hikmetleri sıralarken, geceyide tarif ediyor aslında;

İşâ vakti ise, âlem-i zulümat nehar âleminin bütün âsârını siyah kefeniyle setretmesini, hem kışın beyaz kefeni ile ölmüş yerin yüzünü örtmesini, hem vefat etmiş insanın bakıye-i âsârı dahi vefat edip nisyan perdesi altına girmesini, hem bu dar-ı imtihan olan dünyanın bütün bütün kapanmasını ihtar ile Kahhâr-ı Zülcelâlin celâlli tasarrufâtını ilân eder.

Gece vakti ise, hem kışı, hem kabri, hem âlem-i berzahı ifham ile, ruh-u beşer rahmet-i Rahmâna ne derece muhtaç olduğunu insana hatırlatır. Ve gecede teheccüd ise, kabir gecesinde ve berzah karanlığında ne kadar lüzumlu bir ışık olduğunu bildirir, ikaz eder ve bütün bu inkılâbat içinde Cenâb-ı Mün’im-i Hakikînin nihayetsiz nimetlerini ihtar ile, ne derece hamd ve senâya müstehak olduğunu ilân eder.

(9.söz - 4. nükte)

~~~~~~

İşâ vaktinde ki, o vakit gündüzün ufukta kalan bakıye-i âsârı dahi kaybolup gece âlemi kâinatı kaplar. Mukallibü’l-Leyli ve’n-Nehâr olan Kadîr-i Zülcelâlin o beyaz sahifeyi bu siyah sahifeye çevirmesindeki tasarrufât-ı Rabbâniyesiyle, yazın müzeyyen yeşil sahifesini kışın bârid beyaz sahifesine çevirmesindeki Musahhıru’ş-Şemsi ve’l-Kamer olan Hakîm-i Zülkemâlin icraat-ı İlâhiyesini hatırlatır.

  • Hem mürur-u zamanla ehl-i kuburun bakiye-i âsârı dahi şu dünyadan kesilmesiyle bütün bütün başka âleme geçmesindeki Hâlık-ı Mevt ve Hayatın1 şuûnât-ı İlâhiyesini andırır.

  • Hem dar ve fâni ve hakir dünyanın tamamen harap olup, azîm sekerâtıyla vefat edip, geniş ve bâki ve azametli âlem-i âhiretin inkişafında Hâlık-ı Arz ve Semâvâtın tasarrufât-ı celâliyesini ve tecelliyât-ı cemâliyesini andırır, hatırlattırır bir zamandır.

  • Hem şu kâinatın Mâlik ve Mutasarrıf-ı Hakikîsi, Mâbud ve Mahbûb-u Hakikîsi o Zât olabilir ki, gece-gündüzü, kış ve yazı, dünya ve âhireti, bir kitabın sahifeleri gibi suhuletle çevirir, yazar, bozar, değiştirir, bütün bunlara hükmeder bir Kadîr-i Mutlak olduğunu ispat eden bir vaziyettir.


İşte, nihayetsiz âciz, zayıf, hem nihayetsiz fakir, muhtaç, hem nihayetsiz bir istikbal zulümâtına dalmakta, hem nihayetsiz hâdisât içinde çalkanmakta olan ruh-u beşer, yatsı namazını kılmak için şu mânâdaki işâda, İbrahimvâri لاَۤ اُحِبُّ اْلاٰفِلِينَ deyip, Mâbûd-u Lemyezel, Mahbûb-u Lâyezâlin dergâhına namazla iltica edip ve şu fâni âlemde ve fâni ömürde ve karanlık dünyada ve karanlık istikbalde bir Bâkî-i Sermedî ile münâcât edip, bir parçacık bir sohbet-i bâkiye, birkaç dakikacık bir ömr-ü bâki içinde dünyasına nur serpecek, istikbalini ışıklandıracak, mevcudâtın ve ahbabının firak ve zevâlinden neş’et eden yaralarına merhem sürecek olan Rahmân-ı Rahîmin iltifat-ı rahmetini ve nur-u hidayetini görüp istemek;

  • hem muvakkaten onu unutan ve gizlenen dünyayı o dahi unutup, dertlerini kalbin ağlamasıyla dergâh-ı rahmette döküp;

  • hem ne olur ne olmaz, ölüme benzeyen uykuya girmeden evvel son vazife-i ubûdiyetini yapıp, yevmiye defter-i amelini hüsn-ü hâtime ile bağlamak için salâta kıyam etmek, yani bütün fâni sevdiklerine bedel bir Mâbud ve Mahbûb-u Bâkînin ve bütün dilencilik ettiği âcizlere bedel bir Kadîr-i Kerîmin ve bütün titrediği muzırların şerrinden kurtulmak için bir Hafîz-i Rahîmin huzuruna çıkmak;

  • hem Fâtiha ile başlamak, yani birşeye yaramayan ve yerinde olmayan, nâkıs, fakir mahlûkları medih ve minnettarlığa bedel, bir Kâmil-i Mutlak ve Ganiyy-i Mutlak ve Rahîm ve Kerîm olan Rabbü’l-Âlemîni medh ü senâ etmek, hem اِيَّاكَ نَعْبُدُ hitabına terakki etmek, yani küçüklüğü, hiçliği, kimsesizliği ile beraber, Ezel ve Ebed Sultanı olan مَالِكِ يِوْمِ الدِّينِ ’e intisabıyla şu kâinatta nazdar bir misafir ve ehemmiyetli bir vazifedar makamına girip,اِيَّاكَ نَعْبُدُ وَاِيَّاكَ نَسْتَعِينُ demekle bütün mahlûkat namına, kâinatın cemaat-i kübrâsı ve cemiyet-i uzmâsındaki ibâdât ve istiânâtı Ona takdim etmek;

  • hem اِهْدِناَ الصِّرَاطَ الْمُسْتَقِيمَ demekle, istikbal karanlığı içinde saadet-i ebediyeye giden nuranî yolu olan sırat-ı müstakime hidayeti istemek;

  • hem şimdi yatmış nebatat, hayvanat gibi gizlenmiş güneşler, huşyar yıldızlar, birer nefer misillü emrine musahhar ve bu misafirhane-i âlemde birer lâmbası ve hizmetkârı olan Zât-ı Zülcelâlin kibriyâsını düşünüp, Allahu ekber deyip rukûa varmak;

  • hem bütün mahlûkatın secde-i kübrâsını düşünüp, yani şu gecede yatmış mahlûkat gibi her senede, her asırdaki envâ-ı mevcudat, hattâ arz, hattâ dünya birer muntazam ordu, belki birer muti’ nefer gibi vazife-i ubûdiyet-i dünyeviyesinden emr-iكُنْ فَيَكُونُ 1 ile terhis edildiği zaman, yani âlem-i gayba gönderildiği vakit, nihayet intizam ile zevâlde gurub seccadesinde Allahu ekber deyip secde ettikleri, hem emr-i كُنْ فَيَكُونُ ’dan gelen bir sayha-i ihyâ ve ikaz ile yine baharda kısmen aynen, kısmen mislen haşrolup, kıyam edip, kemerbeste-i hizmet-i Mevlâ oldukları gibi, şu insancık, onlara iktidaen, o Rahmân-ı Zülkemâlin, o Rahîm-i Zülcemâlin bârgâh-ı huzurunda hayret-âlûd bir muhabbet, bekà-âlûd bir mahviyet, izzet-âlûd bir tezellül içinde Allahu ekber deyip sücuda gitmek, yani bir nevi miraca çıkmak

demek olan işâ namazını kılmak ne kadar hoş, ne kadar güzel, ne kadar şirin, ne kadar yüksek, ne kadar aziz ve leziz, ne kadar mâkul ve münasip bir vazife, bir hizmet, bir ubûdiyet, bir ciddî hakikat olduğunu elbette anladın.

(9.söz - 5. nükte)
 

teblið

Vefasýz
Kur’ân’da gece ve gündüz anlatımları dikkatimi çekiyor. Gecenin ve gündüzün çevrilişi mesela. Zorluk ve kolaylık evrelerine işaret ediliyor. Sıkıntı ve ferah zamanlarına. Kabz ve bast hallerine.

Geceler acı çeken bir insan kadar sessiz ve şerefli gözüküyor. Her tür şikayetten uzak, kelimelere dökülmemiş, varlığa dair cevaplanmamış soruların getirdiği bir sükut var gecede. Dokunulası derecede mücessem…

Geceler hakk aşıklarının seyr'ü sefer zamanıdır;

Allah razı olsun sizdende konu çoooook güzeldi..Hizmetiniz daim ve bereketli olsun inşl..
 

teblið

Vefasýz
Gece ehli ateş yakar. Çünkü gece soğuk olur. Hele Musa gibi çölde iseniz, yolunuzu yitirmişseniz, her türlü yardıma acz ile muhtaç iseniz, bir ateş bulmak istersiniz. Ateş ısıtır. Ateş aydınlatır. Ateş yol gösterir.

Musa gibi sahibinizden uzakta büyümüş bir bebekseniz, küçükken de üstüne atıldığınız, yanmaktan hiç korkmadığınız ateşe sarılırsınız. Ateş, gece ehlinin içinde yanar. O ateşi besleyen şey, sanıldığı gibi odunlar değildir. Gönüldeki ateş, gözyaşlarıyla beslenir, istiğfarla nefeslenir.
Ateş benim için de Hakk’ın kutsi bir tecelligâhı, O’nun kelamına muhatap olduğum bir yerdir…
Geceler tenzih zamanlarıdır. Varlık çekilir, tecelliler biter, insan karanlıkta ancak Rabbinin Zat’ına gönlü ile yönelir.. Uyuyanlardan yüz çevirir, Hiç Uyumayan’a yönelirsiniz. Toprak sizi sarmalar, siz toprak olursunuz geceleri


Ancak O sizi un ufak olsanız da görür, toza dönüşseniz de bulur çıkarır, sizi dinler, derdinizi anlar, ancak O’dur gecenin Nur’u. Her gece bir adım daha yaklaşırsınız O’na

gece ehline muhabbet fedailerine selam olsun..
 
Üst