Cenab-ı Hakk'ın hesabına ve muhabbet-i Rahman namına muhabbet

Ahmet.1

Well-known member
Muhabbetler, Kur'anın irşad ettiği tarzda ve Cenab-ı Hakk'ın hesabına ve muhabbet-i Rahman namına olsalar, o zaman hem dünyada, hem âhirette güzel neticeleri var. Amma dünyada ise leziz taamlara, güzel meyvelere muhabbetin, elemsiz bir nimet ve ayn-ı şükür bir lezzettir.
Muhabbet: Sevgi, sevme.
İrşad: Doğru yol gösterme.
Muhabbet-i Rahman: Sonsuz merhamet sahibi olan Allah(cc) sevgisi.
Namına: Adına.
Taam: Yemek.
Elem: Acı, dert, kaygı.
Ayn-ı şükür: Şükrün ta kendisi.


Nefsine muhabbet ise:
Ona acımak, terbiye etmek, zararlı hevesattan men'etmektir. O vakit nefis sana binmez, seni hevasına esir etmez. Belki sen nefsine binersin. Onu hevaya değil, hüdaya sevkedersin.

Hevesat: Hevesler, gelip geçici istekler.
Men': Engel, yasak.
Heva: Boş istek, gelip geçici heves, zararlı ve günaha iten istek ve özenti.
Hüda: Doğruluk, doğruyu ve gerçeği görmek.


Refika-i hayatına muhabbetin,
madem hüsn-ü sîret ve maden-i şefkat ve hediye-i rahmet olduğuna bina edilmiş. O refikaya samimî muhabbet ve merhamet edersen, o da sana ciddî hürmet ve muhabbet eder. İkiniz ihtiyar oldukça o hal ziyadeleşir, mes'udane hayatını geçirirsin. Yoksa hüsn-ü surete muhabbet nefsanî olsa, o muhabbet çabuk bozulur, hüsn-ü muaşereti de bozar.

Refika-i hayat: Hayat arkadaşı.
Hüsn-ü sîret: Ahlak güzelliği.
Maden-i şefkat: Şefkat madeni(kaynağı).
Refika: Kadın eş, kadın arkadaş.
Samimî: Gönülden, içten, candan.
Ziyadeleşir: Çoğalır.
Mes'udane: Mutluluk içinde, mutlu olarak.
Hüsn-ü suret: Yüz ve görünüş güzelliği.
Nefsanî: Nefsin hoşuna giden, bedenî arzu ve isteklerle ilgili.
Hüsn-ü muaşeret: İyi münasebetler, karşılıklı iyi ve güzel ilişkiler.


Peder ve vâlideye karşı muhabbetin,
Cenab-ı Hak hesabına olduğu için hem bir ibadet, hem de onlar ihtiyarlandıkça hürmet ve muhabbeti ziyadeleştirirsin. En âlî bir his ile, en merdane bir himmet ile onların tûl-ü ömrünü ciddî arzu edip bekalarına dua etmek, tâ onların yüzünden daha ziyade sevab kazanayım diye samimî hürmetle onların elini öpmek, ulvî bir lezzet-i ruhanî almaktır. Yoksa nefsanî, dünya itibariyle olsa, onlar ihtiyar oldukları ve sana bâr olacak bir vaziyete girdikleri zaman; en süflî ve en alçak bir his ile vücudlarını istiskal etmek, sebeb-i hayatın olan o muhterem zâtların mevtlerini arzu etmek gibi vahşi, kederli, ruhanî bir elemdir.

Ziyade: Fazla, çok.
Âlî: Büyük, yüksek, yüce.
Merdane: Erkekçesine, yiğitçesine.
Tûl-ü ömr: Ömür uzunluğu, uzun yaşama.
Arzu: İstek.
Beka: Sonsuzluk, devamlılık.
Samimî: Gönülden, içten, candan.
Hürmet: Saygı.
Bâr: Yük, eziyet, sıkıntı.
Süflî: Alçak, adi, bayağı.
İstiskal: Yük görüp hoşlanmama, beğenmeme.
Sebeb-i hayat: Hayat sebebi, hayata kavuşma sebebi.
Mevt: Ölüm.
Ruhanî: Ruha ait.
Elem: Acı, dert, kaygı.


Evlâdına muhabbet ise:
Cenab-ı Hakk'ın senin nezaretine ve terbiyene emanet ettiği sevimli, ünsiyetli o mahluklara muhabbet ise; saadetli bir muhabbet, bir nimettir. Ne musibetleriyle fazla elem çekersin, ne de ölümleriyle me'yusane feryad edersin. Sâbıkan geçtiği gibi; onların Hâlıkları hem Hakîm, hem Rahîm olduğundan, onlar hakkında o mevt bir saadettir dersin. Senin hakkında da, onları sana veren zâtın rahmetini düşünürsün, firak eleminden kurtulursun.

Ünsiyet: Alışılmışlık, tanışıklık, yakınlık.
Mahluk: Yaratılmış varlık.
Me'yusane: Ümitsizce, ümitsiz şekilde.
Sâbıkan: Bundan önce.
Hâlık: Yoktan en güzel şekilde yaratan Allah(cc).
Hakîm: Hikmet sahibi.
Rahîm: Çok merhametli, çok acıyan, çok şefkatli.
Firak: Ayrılık, ayrılma.


Ahbablara muhabbetin ise:
Madem "Lillah" içindir. O ahbabların firakları, hattâ ölümleri, sohbetinize ve uhuvvetinize mani olmadığı için, o manevî muhabbet ve ruhanî irtibattan istifade edersin. Ve mülâkat lezzeti daimî olur. "Lillah" için olmazsa, bir günlük mülâkat lezzeti, yüz günlük firak elemini netice verir.
{(Haşiye): Lillah için bir sâniye mülâkat, bir senedir. Dünya için olsa; bir sene, bir sâniyedir.}


Ahbab: Dost, sevilen kimseler.
Lillah: Allah(cc) için.
Firak: Ayrılık, ayrılma.
Uhuvvet: Kardeşlik.
İrtibat: Bağlanma, bağ ve ilgi.
İstifade: Faydalanma, yararlanma.
Mülâkat: Görüşme, buluşma, kavuşma.
Elem: Acı, dert, kaygı.

Said Nursî
 

Ahmet.1

Well-known member
Hakiki zevk ve elemsiz lezzet ve kedersiz sevinç ve hayattaki saadet yalnız imandadır ve iman hakikatleri dairesinde bulunur. Risale-i Nur
 
Üst