Namaz Kılmanın Mahiyeti, Bazı Faziletleri, Sırları

Namaz Kılmanın Mahiyeti, Bazı Faziletleri, Sırları
Yıkılan Sovyet Sosyalist Cumhuriyetler Birliği dönemindeki Müslümanların durumunu değerlendiren bir kitapta eski mevcut rejimin namaz kılmayı çalışma ve iş hayatına yönelik bir tehlike ve tehdit olarak gördüğü yazılmaktaydı. Yani yıkılan bu rejim, çalışma ve iş hayatına o kadar değer vermekteydi ki, ona engel olabilecek her şeye karşı çok duyarlı idi. Namazı da böyle görüyordu. Onun için namazı ortadan kaldırmak için elinden geleni yapmıştı. Camileri kapatmış, açıkça din aleyhinde bulunmuştu.

Bu devlet yıkılınca oralara gitmek ve oralarda senelerce kalmak nasip oldu. Orada yaşayan bazı insanlarla uzun uzun sohbetlerim neticesinde şunu anladım ki, buralardaki insanların bir kısmı çalışma ve iş hayatlarında yaptıkları hilelerle, tembelliklerle devletlerini kendi elleri ile kendileri yıkmışlardı. Rejim kendi sakat anlayışı ile kendisini ve insanlarını hasta edip işe yaramaz hale getirmişti.

Oraların insanları beyinlerine kazınan materyalist felsefe ile hayatı sadece maddi zaviyeden değerlendirmişlerdi, işlerinde ellerinden geldiğince kaytarmışlardı. Ellerine geçen para ile de soluğu eğlence yerlerinde almışlardı, özellikle Moskova’ya giderek içki içip âlemlerde bulunmayı kar ve bir marifet bilmişlerdi. Büyük çoğunluğunun geçmişe dönük olarak kayda değer hatıraları bunlardan ibaretti. Hayatın amacını süfli zevkleri tatminde gördükleri için devlet ve millet uğruna çalışmadan kaçınmışlardı. Bunun neticesi olarak büyük devletleri yıkılmış, aynı coğrafyada bağımsız, fakir pek çok küçük devlet ortaya çıkmıştı.

Namaz görünüşte biraz vakit alır. Belki iş ve çalışma vakitlerinden biraz alabilir. Ama nefse ve ruha verdiği dinamizm, huzur ile büyük bir verimliğe yol açar. Bunu fazlasıyla telafi etmenin ötesinde büyük bir berekete de vesile olur.

Tabii temeli materyalist felsefe olan bir rejimin namaza iyi ve olumlu bir gözle bakması mümkün değildi. O namazı elbette bir iş kaytarması olarak değerlendirecekti.

Yüce Allah (c.c.) namazları vakitlerle mukayyet kılmıştır. İş ve çalışma hayatı açısından baktığımızda sabah, akşam ve yatsı namazları açısından genellikle bir problemin olmadığı görülür. Çünkü bu vakitler genellikle evde geçer, öğle vakti ise molaya rastladığı için namaza fırsat verir. Kış günlerinde ikindi vaktinde de ufak bir mola ile yani beş dakikalık bir süre ile farz namaz rahatlıkla eda edilebilir. Dolayısıyla namazın iş ve çalışma hayatını sekteye uğrattığı görüşünün dayanacağı sağlam ve ciddi bir temeli yoktur.

Materyalist felsefe insanları makineler gibi değerlendirmişti. Enerjisini alan makinenin çalışması gerekir, diye düşünmüştü. İnsanın ise enerjisini sadece yemede ve içmede görmekteydi. İnsanla hayvan arasında bir fark görmemekteydi. Ruhu inkâr ettiği gibi ruh için gerekli olan gıdaları da tanımıyordu. Oysa beden nasıl yeme içme ile ayakta duruyorsa ruh da nur ve feyizle gıdalanır. Ruh bu nimetlere tam anlamıyla ancak namazla kavuşabilir. Namaz ruha vücut için pek çok temel besin maddelerini içeren ekmek ile yaşamın kaynağı olan su gibidir. Onsuz ruhun hayat bulması, varlık göstermesi, yaşaması mümkün değildir.

Bilim adamları namazın bir psikoterapi olduğunu, onsuz insan psikolojisinin hasta olacağını ne zaman duyuracaklar? Bu bilgi ders kitaplarına ne zaman geçecek? Artık bunun zamanının geldiğini ve geçtiğini düşünmekteyim.

Namaz Allah’la kul arasında bir ibadet olarak görülmektedir. Onun sadece ahrette faydalarından bahsedilmekte, kişiyi kabir ve cehennem azabından kurtaracağı, cennete koyacağı üzerinde durulmaktadır. Dünyevi faydaları ise pek ciddi olarak ele alınmamaktadır. Özellikle insanın ruh sağlığı ve sosyal hayatı açısından faydaları göz ardı edilmektedir.

Namazın mahiyeti nedir, sorusu üzerinde düşününce şu gerçeğe kani oldum: Namaz, kılındığı süreçte ruh ve nefsin savaşıdır. Ruhla nefis arasında bir aksiyon ve mücadeledir. İnsanın iç dünyasında meydana gelen bir harekettir. Bu hareket iki ayrı odağın birbirine göz açtırmaksızın bir üstünlük kurma amacıdır.

İç dünyasında nefisle ruhun savaşı olmayan bir insan, hayvansal bir varoluşu kabul etmiş demektir. Böyle birisinin nefsi ruhuna hâkim olmuş durumdadır. Ruhu ise buna ses çıkarmamaktadır.

Kuran-ı Kerim’in hükümleri, emir ve yasakları nefse hoş gelmez. Ruh Allah’tan gelen her şeye rıza gösterir ama nefs-i emmarenin elinde esir olan bir ruhun bu konuda görüş belirtmesi, kişiyi hak yola ulaştırması mümkün değildir.

Nefsiyle savaşmayan bir ruhun iyilik yapması, insanlara yararlı olması için bir nedeni kalmaz. Nefis o zaman sadece dünyevi bir karşılık beklediği, çıkar sağladığı şeylerle ilgilenir. Böyle birisinin gerçek anlamıyla iyi birisi olması imkânsızdır. Bilakis ondan her türlü kötülük de beklenebilir. İnsanlar günahları nefislerine uyarak işlerler.

İslam’ın hak bir din, namazın yüce Allah (c.c.) tarafından farz olmasının en büyük delillerinden birisi, ruha nefisle savaşmasını emretmesi, ruhun galibiyeti için ruha yüce Allah (c.c.) tarafından nur ve feyizle yardımda bulunulmasıdır.

Nefis en büyük düşmanımızdır. Şeytanın yardımcısıdır. Biz dünyaya nefsimizle bağlıyızdır. Kim nefsine uyarsa dünyaya fazlasıyla bağlanır, haramlara düşer, ebedi hayatında da kaybedenlerden olur. Onu alt etmek, boyunduruk altına almak her insan üzerine farzdır. Ruh ise yüce Allah’tan bize verilmiş bir emanettir. O dünya hayatında nefsin elinde esir durumdadır. Ruh, namaz sırasında yüce Allah’ın huzurunda nur ve feyizle biraz kendisine gelir ve nefsin elinden kurtulmak için çaba gösterir. Bu sırada namaz onun için bir kurtuluş ve huzur kaynağı olur. Namazda hissedilen kutsi ve yüce duygular, haller hep ruhun yüce Allah (c.c.) karşısında yaşadığı şeylerdendir.

Ruh namazda genellikle kendisini gösteremez. Çünkü nefs-i emmarenin (kötülüğü emreden nefis) elinde esir durumdadır. İnsanların huzurla ve güzel duygularla kıldıkları namazları çok azdır. Seyrektir. Namaz sırasında üstün halleri yaşamak amaçlansa da bu pek ele geçmez. Enderdir. İnsanların büyük çoğunluğu namazda büyük bir sıkıntı yaşarlar. Namaz onlar için adeta bir buhrandır. Sabredilmesi gereken bir ibadettir. İşte bu algılanan olumsuz durumlar nefisten gelir. Nefis namazdan hiç hoşlanmaz. Namaz sırasında hissedilen iç darlığı, kabz hali bu yüzdendir.

Peki bu halle, yani nefsinin verdiği sıkıntı ile kılınan bir namaz Allah indinde kabul görür mü? Ben şahsen bu halle kılınan bir namazı ruhun huzur ve hoş duygularla kıldığı namazdan daha üstün görmekteyim. Hadis-i şeriflerde ifade edildiği üzere nasıl sabreden bir fakir şükreden bir zenginden daha üstün ve faziletli ise namazda da nefsin sıkıntılarına katlanan birisi de böyledir. İnsanın nefsinden gelen bu sıkıntıları, kabz halini iradesi ile birden ortadan kaldırması mümkün değildir. Böyle durumlarda sabreden ve bu haline rağmen namaz görevini tadil-i erkâna riayet ederek yerine getiren kimse imtihanı kazanmıştır diye düşünmekteyim. O bu hali ile nefsiyle savaşmış ve onu yenmiştir. Bir farzı nefsine rağmen yerine getirmiştir. Bu büyük bir zaferdir. Bu galibiyeti her namazda devam ettiği sürece nefsi bir gün ruhuna teslim olacak ve kötü sıfatlarını da yavaş yavaş terk edecektir. Üst hallere ve makamlara geçecektir. Bu sayede bast hali ile olan yani ruhun huzur ve hoş duygularla kıldığı namazları daha bir artacaktır. Yüce Allah’ın Kuran-ı Kerim’de belirttiği üzere ‘Her zorluktan sonra kolaylık vardır. Evet, her zorluktan sonra kolaylık vardır (İnşirah suresi, 6-7)’ sünnetullahı bu durum için de geçerli olacak, önceleri nefsin engellemeleri ve verdiği sıkıntıları ile kılınan namazlar, daha sonraları ruhun nur ve feyizle gıdalanmaları sonucunda gelişmesiyle yüce ve güzel duyguların ve hallerin yaşandığı anlara dönüşecektir.

Çocuklar ve gençlerin namaza başlamasında ve devam etmesinde onlara sünnetleri dayatmamakta fayda vardır. Onların farzları eda etmeleri büyük bir iştir. Çünkü ruhları henüz olgunlaşmadığı ve nefislerinin elinde esir durumda olduğu için namazdan zevk alamazlar. Namaz kılarken nefislerinden gelen büyük bir sıkıntı ve buhran yaşarlar. Bu halleri ile farzları eda etmeleri bile büyük bir nimettir. İnşallah bir zaman sonra ruhları namazın verdiği nur ve feyizle biraz olgunlaşınca sünnetleri kılmamanın büyük bir zevkten ve nimetten mahrum olduğunun bilincine ereceklerdir. Bu sayede eksikliklerini tamamlayacak, farzlarla sünnetlerini de süsleyeceklerdir.

Namazın mahiyetini ve sırlarını kavramak için içindeki ve dışındaki farzları iyi tahlil etmek gerekir. Namaz toplu bir yapıdır ve bir kısım parçalardan oluşmaktadır. Aslında bu parçaların her birisi de müstakil birer ibadettir.

Namazda nefsi terbiye etmek yanında ruhu gıdalandırmak da vardır.

Ruhu gıdalandırmanın namaz kılanın yüce Allah’ın huzurunda olduğu duygusu ile nurlanması ve feyizlenmesi ile gerçekleştirdiğine yukarıda işaret ettik. Bu açıdan Kâbe’ye yönelmek ruhun sofrası gibidir. Kâbe’ye yönelme ahret hallerine ulaşmayı sağlar. Çünkü Kâbe, dünya hayatının dışında bir anlama sahiptir. Ahretle ilgili bir konum içermektedir. Büyük sırlara sahiptir. Onun için hiçbir ibadet namaza ulaşamaz. Çünkü namaz Kâbe’ye yönelme eylemi ile büyük bir anlama kavuşmuştur. Müminin miracıdır. Ruhun manevi organları olan letaiflerinin yükselmesine vesile olur. Kulu yüce Allah’ın (c.c.) huzuruna kavuşturur.

Abdest alma nefse ait sırlarla bezenmiştir. Abdest suyunun kıyamet günü azalarda nur olarak belirginleşeceği hadislerde geçmektedir. Bu çeşit nurlanmanın bu dünyada pek belli olmadığı açıktır. Namaz kılan Müslümanların yüzlerinde ve ellerinde oluşan nurların letaiflerden kaynaklandığı ve zikirler, Kuran ayetleri… ile letaiflerin yükselmesi ile meydana geldiği bilinmektedir. Abdest suyunun sırlarını, hususiyle nurunu nefisle bağlantılı olarak görmekteyim. Bu dünya yaşamında bunun üzerine bir sır çekildiğini ve bu nurun görünmediğini, kıyamet günü ortaya çıkacağını düşünmekteyim.

Abdestin sırlarını anlamamız için nefsi oluşturan elementleri ve bunların insan üzerindeki etkilerini iyi bilmek gerekmektedir. Nefis, anasır-ı erbadan oluşmaktadır. Bunlar da toprak, hava, su ve ateştir.

İnsanın karakteri, genellikle bu anasır-ı erbadan birisinin baskın olması ile kendisini gösterir.

Su, abdest suyu olduğunda üzerimizdeki ateş unsurunun olumsuz yanlarını alır. Yok eder. Hırs, şehvet, ihtiras, öfke… gibi olumsuz duygular, hep ateş unsurunun etkisi ile meydana gelir. Abdest suyu rahmetiyle bunları üzerimizden temizler ve bizi itidala sevk eder. Ruh sağlığımızı ve ona dayalı olarak sosyal ilişkilerimizi korur. Zira bu duygular kabardığında insanlar hem kendi ruhsal sağlıklarına hem de çevrelerine büyük zarar verirler. Günah ve suç işlerler.

Namazın içindeki şartlarına şöyle bir kuşbakışı olarak baktığımızda bunların beden hareketlerinden oluştuğunu görürüz. Yani ayakta durma (kıyam), eğilme (rüku), secde, kuud (oturma) birer farzdır. Bu hareketler sırasında okunan zikirler ve dualar ise sünnettir. Tabii kıyam sırasında kıraat farzdır istisna olarak. Yalnız burada da bir incelik vardır. Kıyam, kıraatten ayrı olarak farzdır. Bir insan namaz kılarken ayakta iken kıraat yapmasa (yani Kuran’dan sure, bir parça ayet… okumasa veya bunları bilemediği için okumasa o kişi bir miktar ayakta durursa) kıyam farzını yerine getirmiş ama kıraat farzını ihmal etmiş olacaktır. Tabii bu ifadelerimizle şunu demek istiyoruz ki, namaz rükünleri ile baştan sona bedeni hareketlerden oluşmaktadır. Farz olan, yani Allah tarafından emir buyrulan şeyler, bu bedeni hareketlerdir. Bunların yerli yerince yapılmasına tadil-i erkân denir. Peygamberimiz (s.a.s) namazda huşunun elde edilmesi için tadil-i erkâna çokça riayet edilmesini emir buyurmuşlardır. İnsan duygularına ve düşüncelerine kısmen hâkim olamaz ama hareketleri onun iradesine bağlıdır. Huşu gibi büyük bir nimeti elde etmek için namaz sırasındaki hareketlerin usulüne ve ölçülerine uygun olarak yapılmasının işaret ve emir buyrulması gerçekten çok düşündürücüdür. Namazda huşuyu arayanların bu noktaya özellikle dikkatlerini çekmek isterim.

Konumuz önemine binaen çeşitli açılardan sağa sola kaymaya müsait ama tabii yazımızın bir rotası var, ondan da ayrılmamak gerekiyor. Evet, namazın farzları göz önünde bulundurulduğunda birer bedeni hareketler örgüsünden ibaret görünmektedirler. Bu bedeni hareketler olmasa da şöyle bir sandalyeye oturup veya yere rahatça bağdaş kurarak Rabbimizin kitabını okusaydık, zikir çekseydik veya O’nu tefekkür etseydik kendimiz açısından daha yararlı olmaz mıydı? Beden hareketleri sırasında insanın pek aklı da başında olmaz. Yani ayakta duracaksın, eğileceksin, secdeler edip oturacaksın, sonra tekrar kalkacaksın. Bunlar insanın insan olmasını sağlayan düşünme, tefekkür ibadeti yanında pek sönük kalan şeylerdir. Zihinsel ve entelektüel bir eğitim için dikkatin odaklanması ve bedeni hareketlerin en aza indirgenmesi gerekir. Evet, tüm bunlarla okuyucuya şunu demek istiyorum ki, bu namazın içindeki şartlarını oluşturan olguların yani bedensel hareketlerin birer anlamı vardır ve bunlar insanın bir boyutuna ışık tutarlar ve onu ıslah etmeye matufturlar.

Elbette bu bedeni hareketlerin ilahi yönlerini, yani yüce Allah’ı ululayan kulluk kısımlarını görmezlikten gelmiyorum. Gerçekten ayakta durma, eğilme, secde ve oturma rükünleri ile namaz insan icadı bir nimet olamaz. Çünkü nefsine dönük olan şeyleri düşünen bir varlığın yüce yaratıcısı için namazı bulması ve icat etmesi mümkün değildir. Öncelikle nefsi buna mani olur. Namaz yüce Allah’ın (c.c.) bizlere verdiği ve öğrettiği kutsal bir ibadettir. Onda en ideal hareketlerle insan yüce Allah’a (c.c.) kul olmanın hareketlerini icra eder. Rabbini ulular, yüceltir.

Yüce Allah (c.c.), her ne kadar ibadetleri bizim için farz kılsa da O’nun bu ibadetlere asla ihtiyacı yoktur. Onun her emrinde ve yasağında bizler için büyük şifalar vardır. İnsanların bu dünyada ruh sağlıklarını korumaları için kendilerine dikkat etmeleri gerekir. Sağlık, hele ruh sağlığı her şeyin başıdır. Bunlar olmasa insanın ibadet etmesi de mümkün değildir. Çünkü aklı başında olmayan, deli birisinden ibadetler de, yasaklar da düşer.

Bu açıdan namaz psikoterapidir. Ruhu saflaştırır, nefsi temizler.

Namaz bedensel hareketleri yönü ile de insan nefsini ıslah etmektedir. Ruh sağlığına büyük faydaları vardır.

Bir fasıktan her günah beklenir. Ama namazında niyazında olan bir insan bizlere güven verir. Çünkü namaz yüce Rabbimizin ifadesiyle insanı günahlardan ve aşırılıklardan korur (bk. Ankebut suresi, 45). Elbette namaz kılan bir Müslüman da günah işleyebilir. Ama bu günah işleme sırasında namaz kılan kişi iç dünyasından gelen güçlü bir engellemeyle de çatışır. Bu ona günahı işlememesi için büyük bir uyarıcı kaynağı olur. Yani namaz kılan bir kişi genellikle namazı bırakmadan rahatlıkla günah işleyemez. Ayrıca namaz kılan bir kişi bir fasık kadar kolay günaha düşemez. Evet, bu nasıl olmaktadır?

Namaz kılma ile nefiste büyük değişimler olmaktadır. Nefis zamanla emmarelikten, levvame makamına, hatta oradan da mülhimeye kadar yükselebilmektedir. Yani nefsin kimyası ve tanımı değişmektedir. Nefis ıslah olmaktadır. Tabii bu süreç genellikle çok yavaş işlemektedir. Ama bazılarında hızlı da olabilir. Bu durum, kişinin dindeki takvasına ve ihlâsına göre değişmektedir.

Nefsin ıslahı, kimyasını oluşturan elementlerle olmaktadır. Bu elementlerdeki olumsuz enerjilerin ortadan kaldırılarak yerine olumlu olanların konulması ile gerçekleşmektedir. Ruh yüce Allah’ın huzurunda nur ve feyizle gıdalanırken ve bunun sonucu olarak manevi organları olan letaifleri emir âlemine doğru yükselirken nefis ise kimyasını oluşturan elementlerin negatif özelliklerini pozitif olanlarla değiştirme yoluyla başka bir süreç izlemektedir. Tıpkı böbreklerin pis kanı temizlemesi gibi namaz sırasında da nefsin elementleri yüce Allah’ın huzurunda büyük bir arınma yaşamaktadır.

Kıyam insandaki toprak öğesinin olumsuzluklarını törpüler. Bunlar tembellik, miskinlik, uyuşukluk, hantallık… gibi şeylerdir. Çünkü kıyamda ateş öğesi hâkimdir.

Secde insandaki ateş öğesinin özelliklerini yok eder. Bunlar kin, öfke, ihtiras, şehvet… gibi olumsuz duygulardır. Secde ile bu duygular sakinleşirler. Adeta bu olumsuz duygular, fazla elektrik akımının toprağa verilmesi gibi secde anında insanın üzerinden kayar. Onun içindir ki Şeytan’a Hz. Âdem Aleyhisselam’a secde etmek ağırına gitmişti. Bunu büyük gördü. Çünkü şeytan ateşten yaratılan bir varlık olduğu için toprağa gücünü vermek istemedi, benliği buna mani oldu. Secdede toprak öğesinin hâkimiyeti vardır.

Rükû nefisteki su öğesi ile irtibatlı bir beden hareketidir. Suyun en ayırıcı vasfı, bulunduğu kaba göre şekil almasıdır. Olumsuz yönü ile bu durum münafıklığa benzer. Nefis terbiye görmediğinde güçlüler karşısında ve dünya menfaatlerinde hak yoldan hemen ayrılır. Onlara karşı bir rükû pozisyonu alır. Hizmet eder. Hakkı unutur. Arkasına atar. Tüm hayvanların ayırıcı özelliği su unsurunda birleşir. İnsan karşısında hayvanlar böyle bir varoluşla ayrılırlar. Hepsi de rükû pozisyonundaki özellikleri ile bir şeye adeta hizmetçidirler. Eğer evcil hayvan değillerse insana değil de kendi nefislerine hizmet etmektedirler. Onun içindir ki Kuran’da yüce yaratıcımız bütün canlıları sudan yarattığını belirtmektedir ki bu en çok hayvanları ilgilendirmektedir (bk. Enbiya suresi, 30). Yüce yaratıcısına rükû yapmayan bir insan da mutlaka başka insanlara rükû yapma ile cezalandırılıp bir hayvanın siretine (huyuna) büründürülür, yaşlandıkça bu durum yavaş yavaş surete de yansır. Hadis-i şeriflerde kıyamet gününde bazı insanların bazı hayvanlara benzer olarak diriltileceği bu gerçeğe dayanmaktadır.

Rükû sırasında suyun bu özellikleri hava unsurunun özellikleri ile terbiye olur ve emeksiz bir nimet olan balık elde edilir. Rüyada balık görmek, kısmete, emeksiz mal ve mülke işaret eder. Balık yüce Allah’ın verdiği bağışlar cümlesindedir ki hak yoldaki salik, zikir ve rabıtanın yardımıyla arşa kadar letaiflerini yükseltirse orada yüce Allah’ın (c.c.) büyük bir okyanusu ile karşılaşır. Burada sonsuz sayıda ve değişik büyüklükte balıklar vardır. Onları müşahede eder. Burası adeta emir âlemi ile halk âlemi arasında bir berzahtır. Üstünde ruhlar âlemi vardır, orada nurlar müşahede edilir. Cennette de mümine ikram edilecek ilk yiyecek balığın bir organıdır.

Hava öğesinin olumlu tarafında yüce Allah’a aşk ve muhabbet olduğu için suyun münafık tabiatını olumlu yönde şekillendirir. Hava suyun üzerinde ve ona hâkim bir unsurdur. Suyu terbiye ettiğinde üstün hal ve makamlara ulaşılır.

Kuud nefisteki hava unsuru ile ilgilidir. İnsan güzel hayallerini, nefsi okşayan hülyaları oturarak kurar. Bu en rahat pozisyondur. Bu özellikleri su unsuru ile terbiye olur ki onun hak karşısında kendisine şekil ve suret vermesini sağlar. Su gusül abdesti, normal abdest sırasında insanları manevi kirlerden temizler. Ölen kişinin suyla yıkanmasında yine suyun bu olumlu yanından yararlanılır. Allah’ın rahmetine erdirilmesi amaçlanır.

Suyun yüce Allah’ın (c.c.) rahmetinden gelen bir özelliği, vasfı vardır. Onunla bütün canlı varlıkları kuşatır. Su bu rahmetiyle hava unsurunun dünya heves ve arzularına kapılmasını önler. Onu hak yola sevk eder.

İnsanın tahayyül edeceği en büyük ve kudsi arzu, Allah’ı görmek ve O’nunla konuşmaktır. Bu ancak hava unsurunun dünyadan ve onun nimetlerinden vaz geçerek, yani terbiye olarak ulaşabileceği bir arzu ve istektir. İnsanlar gemiye binip denizde bir tehlike ile karşılaştıklarında tüm diğer ilahları bir tarafa bırakarak yalnızca Allah’a yönelirler (bk. Ankebut suresi 65). Peygamberimizin Allah’la konuşmasını simgeleyen ve anlatan ‘ettehiyyatu’ duası bu kuud makamında okunur ve müminin miracına işaret eder. Tövbe gibi kesin kararlar oturarak yapılıp alınırsa daha bir güçlü ve etkili olur.

Anasır-ı erbanın unsurları insan nefsinde günde beş kere terbiye olmak zorundadır. Çünkü insan yeme içme yolu ile daima anasır-ı erba ile içli dışlıdır. Bunların negatif yönlerinin atılıp pozitif hale getirilmesi gerekir. Bu ameliye ancak namazla mümkündür. Namaz sırasında nefis Allah’tan gelen nur ve feyizden etkilenir, kimyasını oluşturan toprak, ateş, hava ve suyun negatif yönlerini üzerinden atıp pozitif taraflarını elde eder. Onun içindir ki namaz huzur kaynağıdır. Nefsi olumsuz enerjilerden temizleyip itidale sevk ettiği için insanda büyük bir ferahlığa ve rahatlığa vesile olur. Bunlar namazdan sonra yaşanan hallerdir. Her insan da bunu çok rahatlıkla ve açıkça tecrübe edebilir.

İnsanların işlediği günahları, küçük ve büyük suçları hep bu nefsin unsurlarından gelen olumsuz enerjilerin baskısıyladır.

Dünyadaki insanların büyük çoğunluğu, nefsin elinde esir durumdadırlar. Onların özgür olmaları günahlara samimi bir şekilde tövbe edip namaz kılmalarına bağlıdır.

Paradoks olan vaziyet şu ki, nefsinin her istediğini yapan, her günahı işleyen kişi kendisini bağımsız ve özgür olarak görmektedir. Oysa böyle birisi nefsin ve şeytanların elinde esir durumdadır ve acınacak bir vaziyettedir. Gerçek bağımsızlık ve özgürlük, Allah’a kul olmakla gerçekleşir. Bunun için kişinin nefsiyle savaşması ve iç dünyasında ruhunu hâkim kılması gerekir. Bu da ancak namazla gerçekleşir. Çünkü namazın mahiyeti, nefisle ruhun savaşmasından ibarettir. Bu savaş olmadan kişinin gerçek manada bağımsız ve özgür olması mümkün değildir.

Yüce Allah (c.c.), ömrümüz boyunca bizlere namazın nurlarını, feyizlerini, sırlarını ve faziletlerini ihsan eylesin. Âmin.
Muhsin İyi
 
Üst