وَكَذلِكَ جَعَلْنَاكُمْ اُمَّةً وَسَطًا لِتَكُونُوا شُهَدَاءَ عَلَى النَّاسِ وَيَكُونَ الرَّسُولُ عَلَيْكُمْ شَهيدًا وَمَا جَعَلْنَا الْقِبْلَةَ الَّتى كُنْتَ عَلَيْهَا اِلَّا لِنَعْلَمَ مَنْ يَتَّبِعُ الرَّسُولَ مِمَّنْ يَنْقَلِبُ عَلى عَقِبَيْهِ وَاِنْ كَانَتْ لَكَبيرَةً اِلَّا عَلَى الَّذينَ هَدَى اللّهُ وَمَا كَانَ اللّهُ لِيُضيعَ ايمَانَكُمْ اِنَّ اللّهَ بِالنَّاسِ لَرَؤُفٌ رَحيمٌ
Bakara / 143. İşte böylece sizin insanlığa şahitler olmanız, Resûl'ün de size şahit olması için sizi mutedil bir millet kıldık. Senin (arzulayıp da şu anda) yönelmediğin kıbleyi (Kâbe'yi) biz ancak Peygamber'e uyanı, ökçeleri üzerinde geri dönenden ayırdetmemiz için kıble yaptık. Bu, Allah'ın hidayet verdiği kimselerden başkasına elbette ağır gelir. Allah sizin imanınızı asla zayi edecek değildir. Zira Allah insanlara karşı şefkatli ve merhametlidir.
وَالَّذينَ اِذَا اَنْفَقُوا لَمْ يُسْرِفُوا وَلَمْ يَقْتُرُوا وَكَانَ بَيْنَ ذلِكَ قَوَامًا
Furkan / 67. (O kullar), harcadıklarında ne israf ne de cimrilik ederler; ikisi arasında orta bir yol tutarlar.
وَالسَّمَاءَ رَفَعَهَا وَوَضَعَ الْميزَانَ اَلَّا تَطْغَوْا فِى الْميزَانِ
Rahman / 7-8. Göğü Allah yükseltti ve mîzanı (dengeyi) O koydu. Sakın dengeyi bozmayın.
اَلَّذى خَلَقَكَ فَسَوّيكَ فَعَدَلَكَ
İnfitar / 7. O Allah ki seni yarattı, seni düzgün ve dengeli kılıp,ölçülü bir biçim verdi.
Bakara / 143. İşte böylece sizin insanlığa şahitler olmanız, Resûl'ün de size şahit olması için sizi mutedil bir millet kıldık. Senin (arzulayıp da şu anda) yönelmediğin kıbleyi (Kâbe'yi) biz ancak Peygamber'e uyanı, ökçeleri üzerinde geri dönenden ayırdetmemiz için kıble yaptık. Bu, Allah'ın hidayet verdiği kimselerden başkasına elbette ağır gelir. Allah sizin imanınızı asla zayi edecek değildir. Zira Allah insanlara karşı şefkatli ve merhametlidir.
وَالَّذينَ اِذَا اَنْفَقُوا لَمْ يُسْرِفُوا وَلَمْ يَقْتُرُوا وَكَانَ بَيْنَ ذلِكَ قَوَامًا
Furkan / 67. (O kullar), harcadıklarında ne israf ne de cimrilik ederler; ikisi arasında orta bir yol tutarlar.
وَالسَّمَاءَ رَفَعَهَا وَوَضَعَ الْميزَانَ اَلَّا تَطْغَوْا فِى الْميزَانِ
Rahman / 7-8. Göğü Allah yükseltti ve mîzanı (dengeyi) O koydu. Sakın dengeyi bozmayın.
اَلَّذى خَلَقَكَ فَسَوّيكَ فَعَدَلَكَ
İnfitar / 7. O Allah ki seni yarattı, seni düzgün ve dengeli kılıp,ölçülü bir biçim verdi.
HADİS…
* Ebu Said (radıyallahu anh) anlatıyor: "Hz. Peygamber (aleyhissalâtu vesselâm) buyurdular ki: "(Kıyâmet günü) Hz. Nuh (aleyhisselam) ve ümmeti gelir. Cenab-ı Hakk ona:
-"Tebliğ ettin, dinimi duyurdun mu? diye sorar. Nuh (aleyhisselam):
-"Evet, ey Rabbim" diye cevap verir. Rabb Teâla bu sefer ümmetine sorar:
-"Nuh (aleyhissalâtu vesselâm) size tebliğ etmiş miydi?"
-"Hayır!" bize peygamber gelmedi" derler. Rabb Teâla Hz. Nuh (aleyhissalâtu vesselâm)'a yönelerek:
-"Söylediğin şey hususunda sana kim şahidlik edecek?" diye sorar. Nuh (aleyhisselâm):
-" Muhammed (aleyhissalâtu vesselâm) ve ümmeti!" der ve Muhammed (aleyhissalâtu vesselâm)'in ümmeti:
-"Nuh tebligatta bulundu" diye şehâdette bulunur. Bu duruma şu âyet işâret eder: "Biz böylece sizleri vasat bir ümmet kıldık, tâ ki insanlara karşı şâhidler olasınız" (Bakara, 143).
* Câbir İbnu Semüre (radıyallahu anh) anlatıyor: "Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm)'ın namazı vasattı, hutbesi de vasattı.''
* Ebu Hüreyre (radıyallahu anh) anlatıyor: "Hz. Peygamber (aleyhissalâtu vesselâm) buyurdu ki: "Her şeyin bir şevki vardır. Her şevkin de bittiği bir zaman vardır. (Yapacağı işe karşı bu şevki) duyan kişi işini yaparken mutedil hareket eder ve bu itidali devam ettirirse, muvaffak olacağını ümid edin, (çünkü bu şekilde takibine devam edebilir). Şayet (aşırılığa düşerek dikkat çekmiş ve) parmakla gösterilecek hâle gelmişse ona itibar edip (sâlihlerden) saymayın"
* Ebu Hüreyre (radıyallahu anh) anlatıyor: Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) şöyle buyurdu: "İşlerin en hayırlısı orta ve itidal üzere olanıdır". (Bu son iki hadisi Rezîn tahric etti).
* Ebü Humeyd es-Saidî (radıyallâhu anh) anlatıyor: "Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm) rükü yapınca itidali muhafaza eder, başını (yukarı) dikmez, (aşağı da) eğmezdi. Ellerini dizkapaklarının üzerine koyardı. Secde için yere eğilince adalelerini koltuk kısmından yana açardı. Ayaklarının parmaklarını da aralardı."
* İbnu Amr İbni'l-As radıyallahu anhüma anlatıyor: "Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm, elinde iki kitap olduğu halde yanımıza geldi ve: "Bu iki kitap nedir biliyor musunuz?" buyurdular. Cevaben: "Hayır, ey Allah'ın Resûlü! bilmiyoruz. Ancak bildirmenizi istiyoruz!" dedik. Bunun üzerine sağ elindekini göstererek:
"Bu Rabbülâlemin'den (gelmiş) bir kitaptır. İçerisinde cennet ehlinin isimleri mevcuttur. Hatta onların babalarının ve kabilelerinin isimler de mevcuttur ve sonunda da icmal yapmıştır. Bunlara asla ne ilave yapılır, ne de onlardan eksiltmeye yer verilir. Hiç değişmeden ebedi olarak sabit kalır" buyurdular. Sonra sol elindekini göstererek:
"Bu da Rabbülâlemin'den bir kitaptır. Bunun içinde de ateş ehlinin isimleri, onların atalarının isimleri ve kabilelerinin isimleri vardır. En sonda da icmâllerini yapmıştır. Bunlara asla ne ziyade yapılır, ne de eksiltmeye yer verilir!" buyurdular. Ashabı sordu: "Öyleyse ey Allah'ın Resûlü, niye amel ediliyor? Madem ki her şey önceden olmuş bitmiş, yazılmış ve artık yazma işinden fariğ olunmuş (bir daha yapma gayreti de niye)?" Resûlullah şu cevabı verdi:
"Siz amelinizle doğruyu ve istikameti arayın! İtidali koruyun, Zira, cennetlik olan kimsenin ameli, cennet ehlinin ameliyle sonlanır; (daha önce) ne çeşit amel yapmış olursa olsun. Keza cehennemlik olanın ameli de cehennem ehlinin ameliyle sonlanır, hangi çeşit amel ile amel etmiş olursa olsun!" Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm, sonra elindeki kitapları atıp, elleriyle işaret ederek dedi ki:
"Rabbiniz kullardan artık fariğ oldu, birkısmı cennetlik, birkısmı da cehennemliktir."
* İbnu Abbâs radıyallahu anhüma anlatıyor: "Resülullah aleyhissâlatu vesselâm buyurdular ki: "İtidal (orta yol üzere olmak), teenni(li davranmak), hal ve gidişi iyi olmak peygamberliğin yirmidört cüzünden bir cüzdür."
* Hz. Ebu Hureyre radıyallahu anh anlatıyor: "Resülullah aleyhissalâtu vesselâm buyurdular ki: "(Ey mü'minler! Amel ve ibadetlerinizi) itidal üzere yapın, ifrattan kaçının. Zira sizden hiç kimseyi (ateşten) ameli kurtaracak değildir." Sahabiler: "Seni de mi amelin kurtarmaz, ey Allah'ın Resülü!" dediler. Aleyhissalatu vesselâm: "Beni de, buyurdular. Eğer Allah kendi katından bir rahmet ve fazl ile benim günahlarımı bağışlamazsa beni de amelim kurtarmaz!" buyurdular."
* Ebu Humeyd es-Saidi radıyallahu anh anlatıyor: "Resulullah aleyhissalatu vesselam buyurdular ki: "Dünya talebinde mutedil olun. Çünkü herkes, kendisi için yaratılmış olana müyesserdir (kazanmaya hazırlanmıştır)."
* Hz. Cabir radıyallahu anh anlatıyor: "Resulullah aleyhissalatu vesselam buyurdular ki: "Ey insanlar Allah'a karşı muttaki olun ve (dünyevi) talepte mutedil olun. Zira, hiçbir kimse yoktur ki, (Allah'ın kendisine taktir ettiği) rızkını eksiksiz elde etmeden ölmüş olsun. Rızkı gecikse bile ona mutlaka kavuşacaktır. Öyleyse Allah'tan korkun ve talepte mutedil olun, (gayr-ı meşru yollara sapmayın), helal olanı alın, haram olanı terkedin."
-"Tebliğ ettin, dinimi duyurdun mu? diye sorar. Nuh (aleyhisselam):
-"Evet, ey Rabbim" diye cevap verir. Rabb Teâla bu sefer ümmetine sorar:
-"Nuh (aleyhissalâtu vesselâm) size tebliğ etmiş miydi?"
-"Hayır!" bize peygamber gelmedi" derler. Rabb Teâla Hz. Nuh (aleyhissalâtu vesselâm)'a yönelerek:
-"Söylediğin şey hususunda sana kim şahidlik edecek?" diye sorar. Nuh (aleyhisselâm):
-" Muhammed (aleyhissalâtu vesselâm) ve ümmeti!" der ve Muhammed (aleyhissalâtu vesselâm)'in ümmeti:
-"Nuh tebligatta bulundu" diye şehâdette bulunur. Bu duruma şu âyet işâret eder: "Biz böylece sizleri vasat bir ümmet kıldık, tâ ki insanlara karşı şâhidler olasınız" (Bakara, 143).
* Câbir İbnu Semüre (radıyallahu anh) anlatıyor: "Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm)'ın namazı vasattı, hutbesi de vasattı.''
* Ebu Hüreyre (radıyallahu anh) anlatıyor: "Hz. Peygamber (aleyhissalâtu vesselâm) buyurdu ki: "Her şeyin bir şevki vardır. Her şevkin de bittiği bir zaman vardır. (Yapacağı işe karşı bu şevki) duyan kişi işini yaparken mutedil hareket eder ve bu itidali devam ettirirse, muvaffak olacağını ümid edin, (çünkü bu şekilde takibine devam edebilir). Şayet (aşırılığa düşerek dikkat çekmiş ve) parmakla gösterilecek hâle gelmişse ona itibar edip (sâlihlerden) saymayın"
* Ebu Hüreyre (radıyallahu anh) anlatıyor: Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) şöyle buyurdu: "İşlerin en hayırlısı orta ve itidal üzere olanıdır". (Bu son iki hadisi Rezîn tahric etti).
* Ebü Humeyd es-Saidî (radıyallâhu anh) anlatıyor: "Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm) rükü yapınca itidali muhafaza eder, başını (yukarı) dikmez, (aşağı da) eğmezdi. Ellerini dizkapaklarının üzerine koyardı. Secde için yere eğilince adalelerini koltuk kısmından yana açardı. Ayaklarının parmaklarını da aralardı."
* İbnu Amr İbni'l-As radıyallahu anhüma anlatıyor: "Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm, elinde iki kitap olduğu halde yanımıza geldi ve: "Bu iki kitap nedir biliyor musunuz?" buyurdular. Cevaben: "Hayır, ey Allah'ın Resûlü! bilmiyoruz. Ancak bildirmenizi istiyoruz!" dedik. Bunun üzerine sağ elindekini göstererek:
"Bu Rabbülâlemin'den (gelmiş) bir kitaptır. İçerisinde cennet ehlinin isimleri mevcuttur. Hatta onların babalarının ve kabilelerinin isimler de mevcuttur ve sonunda da icmal yapmıştır. Bunlara asla ne ilave yapılır, ne de onlardan eksiltmeye yer verilir. Hiç değişmeden ebedi olarak sabit kalır" buyurdular. Sonra sol elindekini göstererek:
"Bu da Rabbülâlemin'den bir kitaptır. Bunun içinde de ateş ehlinin isimleri, onların atalarının isimleri ve kabilelerinin isimleri vardır. En sonda da icmâllerini yapmıştır. Bunlara asla ne ziyade yapılır, ne de eksiltmeye yer verilir!" buyurdular. Ashabı sordu: "Öyleyse ey Allah'ın Resûlü, niye amel ediliyor? Madem ki her şey önceden olmuş bitmiş, yazılmış ve artık yazma işinden fariğ olunmuş (bir daha yapma gayreti de niye)?" Resûlullah şu cevabı verdi:
"Siz amelinizle doğruyu ve istikameti arayın! İtidali koruyun, Zira, cennetlik olan kimsenin ameli, cennet ehlinin ameliyle sonlanır; (daha önce) ne çeşit amel yapmış olursa olsun. Keza cehennemlik olanın ameli de cehennem ehlinin ameliyle sonlanır, hangi çeşit amel ile amel etmiş olursa olsun!" Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm, sonra elindeki kitapları atıp, elleriyle işaret ederek dedi ki:
"Rabbiniz kullardan artık fariğ oldu, birkısmı cennetlik, birkısmı da cehennemliktir."
* İbnu Abbâs radıyallahu anhüma anlatıyor: "Resülullah aleyhissâlatu vesselâm buyurdular ki: "İtidal (orta yol üzere olmak), teenni(li davranmak), hal ve gidişi iyi olmak peygamberliğin yirmidört cüzünden bir cüzdür."
* Hz. Ebu Hureyre radıyallahu anh anlatıyor: "Resülullah aleyhissalâtu vesselâm buyurdular ki: "(Ey mü'minler! Amel ve ibadetlerinizi) itidal üzere yapın, ifrattan kaçının. Zira sizden hiç kimseyi (ateşten) ameli kurtaracak değildir." Sahabiler: "Seni de mi amelin kurtarmaz, ey Allah'ın Resülü!" dediler. Aleyhissalatu vesselâm: "Beni de, buyurdular. Eğer Allah kendi katından bir rahmet ve fazl ile benim günahlarımı bağışlamazsa beni de amelim kurtarmaz!" buyurdular."
* Ebu Humeyd es-Saidi radıyallahu anh anlatıyor: "Resulullah aleyhissalatu vesselam buyurdular ki: "Dünya talebinde mutedil olun. Çünkü herkes, kendisi için yaratılmış olana müyesserdir (kazanmaya hazırlanmıştır)."
* Hz. Cabir radıyallahu anh anlatıyor: "Resulullah aleyhissalatu vesselam buyurdular ki: "Ey insanlar Allah'a karşı muttaki olun ve (dünyevi) talepte mutedil olun. Zira, hiçbir kimse yoktur ki, (Allah'ın kendisine taktir ettiği) rızkını eksiksiz elde etmeden ölmüş olsun. Rızkı gecikse bile ona mutlaka kavuşacaktır. Öyleyse Allah'tan korkun ve talepte mutedil olun, (gayr-ı meşru yollara sapmayın), helal olanı alın, haram olanı terkedin."
TEFSİR…
وَكَذلِكَ جَعَلْنَاكُمْ اُمَّةً وَسَطًا لِتَكُونُوا شُهَدَاءَ عَلَى النَّاسِ وَيَكُونَ الرَّسُولُ عَلَيْكُمْ شَهيدًا وَمَا جَعَلْنَا الْقِبْلَةَ الَّتى كُنْتَ عَلَيْهَا اِلَّا لِنَعْلَمَ مَنْ يَتَّبِعُ الرَّسُولَ مِمَّنْ يَنْقَلِبُ عَلى عَقِبَيْهِ وَاِنْ كَانَتْ لَكَبيرَةً اِلَّا عَلَى الَّذينَ هَدَى اللّهُ وَمَا كَانَ اللّهُ لِيُضيعَ ايمَانَكُمْ اِنَّ اللّهَ بِالنَّاسِ لَرَؤُفٌ رَحيمٌ
Bakara / 143. İşte böylece sizin insanlığa şahitler olmanız, Resûl'ün de size şahit olması için sizi mutedil bir millet kıldık. Senin (arzulayıp da şu anda) yönelmediğin kıbleyi (Kâbe'yi) biz ancak Peygamber'e uyanı, ökçeleri üzerinde geri dönenden ayırdetmemiz için kıble yaptık. Bu, Allah'ın hidayet verdiği kimselerden başkasına elbette ağır gelir. Allah sizin imanınızı asla zayi edecek değildir. Zira Allah insanlara karşı şefkatli ve merhametlidir.
Cenab-ı Hak, Resulü Muhammed'e bu hidayeti bahşetmiştir. Ve ey Muhammed ümmeti! Sizi işte böyle bir doğru yola hidayet etmek suretiyle Biz sizi vasat (orta), merkez ve her tarafı denk, mu'tedil, uyumlu, ılımlı ve hayırlı bir ümmet yaptık. ki siz diğer insanlar üzerine sözlü olarak veya fiilen veya halen adil bir şahit ve örnek alınacak kimseler olasınız.
Şühedâ: Şehîd'in çoğuludur, şehîd şehadet masdarından "fâil" anlamına "feîl" veya "mef'ûl" olarak şahit ve meşhud mânâsınadır. Kendi geleneğimizde "şehid", "meşhûd bilcenne" yani cennetlik olduğuna şahitlik edilen kişi demektir. Ancak burada kelime "şâhid" mânâsınadır. Şahit bir gerçeği ispat konusunda şahitliğine, yani bilgisine ve görüşüne dayanarak verdiği habere başvurulan verilecek hükme delil niteliğinde olan kimsedir ki, bundan istifade edilerek, ıstılahta herhangi bir genel yargıyı ispat için başvurulan delil veya tanığa da şahit denilir. Şer'an, kendisinin başkası aleyhinde bir hakkı bulunduğunu haber verme ve talep etmeye dava, başkasının kendi üzerinde hakkı olduğunu haber verme ve beyan etmeye ikrar denildiği gibi, bir başkasının bir başkası üzerindeki hakkını açıklama ve haber vermeye de şehadet (şahitlik) denilir. Şu halde şahit, davacı ile davalı arasında ortada, tarafsız, adil ve yalnızca gerçeği söyleyen, sözü dinlenir ve sözüne itibar edilir bir kimse demektir.
Bundan dolayı da gerek hareket ve davranışları bakımından, gerek diğer halleri bakımından örnek alınan kimselere de "şahit" denilir: "Bu böyledir, çünkü filan böyle söyledi, filan iş böyle yapılmalıdır, çünkü filan böyle yapıyor." tarzında herhangi bir konuda kesin hüküm için senet kabul edilen kişiler de hep şahit hükmündedirler ki, bunlar en büyük insanlar demektir. İşte Cenab-ı Allah, Muhammed ümmetini insanlar arasında böyle hakşinas, doğru sözlü, adil, dürüst ve iyi ahlâk sahibi, ilim ve irfan ile seçkin, şahitlik yapmaya layık, merkezî bir cazibeyi ve imameti haiz, önder bir cemaat yapmak ve tam mânâsıyle adil ve hakim bir ümmet teşkil etmek için, Hz. Muhammed Mustafa'nın gölgesinde ve çevresinde insanları yeni bir sırat-ı müstakime hidayet buyurmuştur. Diğer kavimler arasında İslâm ümmetinin, bu vazifelerini unutmaması icab edecektir.
Müslümanlar şuna buna uyuntu olmayıp, başka milletlere nümûne-i imtisal (örnek) ve merci olması gerekecektir. Bunu temin eden sırat-ı müstakim vehbî (Allah vergisi) olduğu halde, onun üzerinde bu noktadan yürümek kulun veya kulların çalışmasına bağlı olan bir iştir. Ve bunu elde eden, bu saydığımız özellikleri kazanmış olan ümmetin icmaı (toplanması) da hak bir delil, gerçek bir şahit olur. Gerçekte bu şartlar altında yürüyen Müslümanlar ve özellikle Ashab-ı kiram, yeryüzündeki bütün kavimlerin teveccüh ve güvenini kazanan bir merkez olarak hak konusunda önderliği haiz bir büyük ümmet olmuşlardı. Ey Müslümanlar! Siz, işte böylece insanlar üzerine şahit olasınız, bu Resul de sizin üzerinize şahit ve sizin için uyulacak, ardına düşülecek bir önder olsun. "Gerçekten de Allah Resulü'nde sizin için güzel bir örnek vardır." (Ahzab, 33/21) âyetinin delalet ve işaret ettiği gibi, siz onu, söz ve davranışlarınızda, oturup kalkışınızda kendinize şahit tutar, imam ve önder kabul eder; bir örnek, bir nümûne-i imtisal edinirseniz ve onun getirdiği sırat-ı müstakim üzerinde giderseniz bütün insanlar sizin arkanızdan gelir ve sizi cemaatınızla birlikte kendisine imam tanır, hakkın açığa çıkması için size ve sözünüze başvururlardı. Bunun için icmâ-ı ümmetin delil olması, her şeyden önce ümmetin kitaba ve sünnete uygun yaşamasına bağlıdır. Böyle yapmayanlar gerçek bir ümmet olamazlar. Aksine başka ümmetlerin, başka milletlerin arkasına düşmeye mecbur kalır, onlara tabi olur, uydu olmaya mahkum olurlar. Hürriyetleri de ellerinden gider, esir milletler durumuna düşerler. Bir hadis-i şerifte rivayet olunmuştur ki:
"Ahirette, diğer ümmetlerin hepsi, kendi peygamberlerinin tebliğlerini inkar edecekler. Cenab-ı Hak, muhakeme icabı, o peygamberlerden tebliğ ettiklerine dair belge isteyecek, nihayet Muhammed ümmeti huzura getirilecek ve onlar şahitlik edecekler. Diğer ümmetler, siz bunları nereden biliyorsunuz? diyecekler. Muhammed ümmeti de: Bunu bize Allah, kitabı ile ve gönderdiği hak Peygamber'in diliyle bildirdi." diye cevap verecekler. Bunun üzerine Hz. Muhammed (s.a.v.) Efendimiz getirilecek, kendisinden ümmeti sorulacak, tezkiye edilmeleri istenecek, o da ümmetinin adaletine ve doğru söylediğine şehadet edecek ve onları açıkça tezkiye edecektir"…
Bakara / 143. İşte böylece sizin insanlığa şahitler olmanız, Resûl'ün de size şahit olması için sizi mutedil bir millet kıldık. Senin (arzulayıp da şu anda) yönelmediğin kıbleyi (Kâbe'yi) biz ancak Peygamber'e uyanı, ökçeleri üzerinde geri dönenden ayırdetmemiz için kıble yaptık. Bu, Allah'ın hidayet verdiği kimselerden başkasına elbette ağır gelir. Allah sizin imanınızı asla zayi edecek değildir. Zira Allah insanlara karşı şefkatli ve merhametlidir.
Cenab-ı Hak, Resulü Muhammed'e bu hidayeti bahşetmiştir. Ve ey Muhammed ümmeti! Sizi işte böyle bir doğru yola hidayet etmek suretiyle Biz sizi vasat (orta), merkez ve her tarafı denk, mu'tedil, uyumlu, ılımlı ve hayırlı bir ümmet yaptık. ki siz diğer insanlar üzerine sözlü olarak veya fiilen veya halen adil bir şahit ve örnek alınacak kimseler olasınız.
Şühedâ: Şehîd'in çoğuludur, şehîd şehadet masdarından "fâil" anlamına "feîl" veya "mef'ûl" olarak şahit ve meşhud mânâsınadır. Kendi geleneğimizde "şehid", "meşhûd bilcenne" yani cennetlik olduğuna şahitlik edilen kişi demektir. Ancak burada kelime "şâhid" mânâsınadır. Şahit bir gerçeği ispat konusunda şahitliğine, yani bilgisine ve görüşüne dayanarak verdiği habere başvurulan verilecek hükme delil niteliğinde olan kimsedir ki, bundan istifade edilerek, ıstılahta herhangi bir genel yargıyı ispat için başvurulan delil veya tanığa da şahit denilir. Şer'an, kendisinin başkası aleyhinde bir hakkı bulunduğunu haber verme ve talep etmeye dava, başkasının kendi üzerinde hakkı olduğunu haber verme ve beyan etmeye ikrar denildiği gibi, bir başkasının bir başkası üzerindeki hakkını açıklama ve haber vermeye de şehadet (şahitlik) denilir. Şu halde şahit, davacı ile davalı arasında ortada, tarafsız, adil ve yalnızca gerçeği söyleyen, sözü dinlenir ve sözüne itibar edilir bir kimse demektir.
Bundan dolayı da gerek hareket ve davranışları bakımından, gerek diğer halleri bakımından örnek alınan kimselere de "şahit" denilir: "Bu böyledir, çünkü filan böyle söyledi, filan iş böyle yapılmalıdır, çünkü filan böyle yapıyor." tarzında herhangi bir konuda kesin hüküm için senet kabul edilen kişiler de hep şahit hükmündedirler ki, bunlar en büyük insanlar demektir. İşte Cenab-ı Allah, Muhammed ümmetini insanlar arasında böyle hakşinas, doğru sözlü, adil, dürüst ve iyi ahlâk sahibi, ilim ve irfan ile seçkin, şahitlik yapmaya layık, merkezî bir cazibeyi ve imameti haiz, önder bir cemaat yapmak ve tam mânâsıyle adil ve hakim bir ümmet teşkil etmek için, Hz. Muhammed Mustafa'nın gölgesinde ve çevresinde insanları yeni bir sırat-ı müstakime hidayet buyurmuştur. Diğer kavimler arasında İslâm ümmetinin, bu vazifelerini unutmaması icab edecektir.
Müslümanlar şuna buna uyuntu olmayıp, başka milletlere nümûne-i imtisal (örnek) ve merci olması gerekecektir. Bunu temin eden sırat-ı müstakim vehbî (Allah vergisi) olduğu halde, onun üzerinde bu noktadan yürümek kulun veya kulların çalışmasına bağlı olan bir iştir. Ve bunu elde eden, bu saydığımız özellikleri kazanmış olan ümmetin icmaı (toplanması) da hak bir delil, gerçek bir şahit olur. Gerçekte bu şartlar altında yürüyen Müslümanlar ve özellikle Ashab-ı kiram, yeryüzündeki bütün kavimlerin teveccüh ve güvenini kazanan bir merkez olarak hak konusunda önderliği haiz bir büyük ümmet olmuşlardı. Ey Müslümanlar! Siz, işte böylece insanlar üzerine şahit olasınız, bu Resul de sizin üzerinize şahit ve sizin için uyulacak, ardına düşülecek bir önder olsun. "Gerçekten de Allah Resulü'nde sizin için güzel bir örnek vardır." (Ahzab, 33/21) âyetinin delalet ve işaret ettiği gibi, siz onu, söz ve davranışlarınızda, oturup kalkışınızda kendinize şahit tutar, imam ve önder kabul eder; bir örnek, bir nümûne-i imtisal edinirseniz ve onun getirdiği sırat-ı müstakim üzerinde giderseniz bütün insanlar sizin arkanızdan gelir ve sizi cemaatınızla birlikte kendisine imam tanır, hakkın açığa çıkması için size ve sözünüze başvururlardı. Bunun için icmâ-ı ümmetin delil olması, her şeyden önce ümmetin kitaba ve sünnete uygun yaşamasına bağlıdır. Böyle yapmayanlar gerçek bir ümmet olamazlar. Aksine başka ümmetlerin, başka milletlerin arkasına düşmeye mecbur kalır, onlara tabi olur, uydu olmaya mahkum olurlar. Hürriyetleri de ellerinden gider, esir milletler durumuna düşerler. Bir hadis-i şerifte rivayet olunmuştur ki:
"Ahirette, diğer ümmetlerin hepsi, kendi peygamberlerinin tebliğlerini inkar edecekler. Cenab-ı Hak, muhakeme icabı, o peygamberlerden tebliğ ettiklerine dair belge isteyecek, nihayet Muhammed ümmeti huzura getirilecek ve onlar şahitlik edecekler. Diğer ümmetler, siz bunları nereden biliyorsunuz? diyecekler. Muhammed ümmeti de: Bunu bize Allah, kitabı ile ve gönderdiği hak Peygamber'in diliyle bildirdi." diye cevap verecekler. Bunun üzerine Hz. Muhammed (s.a.v.) Efendimiz getirilecek, kendisinden ümmeti sorulacak, tezkiye edilmeleri istenecek, o da ümmetinin adaletine ve doğru söylediğine şehadet edecek ve onları açıkça tezkiye edecektir"…