İkinci Kısım - Hüccetullahi’l-Bâliğa Risalesi - Sekizinci Hüccet-i İmâniye

TaLHa

Nur-u Aynım
Yönetici
Sekizinci Hüccet-i İmâniye

Münâcât


Bu Sekizinci Hüccet-i İmaniye, vücub-u vücuda ve vahdâniyete delâletettiği gibi, hem delâil-i kat’iye ile rububiyetin ihatasına ve kudretinin azametine delâlet eder. Hem hâkimiyetinin ihatasına ve rahmetinin şümulüne dahi delâlet ve ispat eder. Hem kâinatın bütün eczasına hikmetinin ihatasını ve ilminin şümulünü ispat eder.


Elhasıl: Bu Sekizinci Hüccet-i İmaniye’nin herbir mukaddimesinin sekiz neticesi var. Sekiz mukaddimelerin herbirinde, sekiz neticeyi delilleriyle ispat eder ki; bu cihette bu Sekizinci Hüccet-i İmaniye’de yüksek meziyetler vardır. Said Nursî


besmele.jpg


إِنَّ فِى خَلْقِ السَّمٰوَاتِ وَاْلاَرْضِ وَاخْتِلاَفِ الَّيْلِ وَالنَّهَارِ وَالْفُلْكِ الَّتِى تَجْرِى فِى الْبَحْرِ بِمَا يَنْفَعُ النَّاسَ وَمَا أَنْزَلَ اللهُ مِنْ السَّمَاۤءِ مِنْ مَاۤءٍ فَأَحْيَا بِهِ اْلاَرْضَ بَعْدَ مَوْتِهَا وَبَثَّ فِيهَا مِنْ كُلِّ دَاۤبَّةٍ وَتَصْرِيفِ الرِّيَاحِ وَالسَّحَابِ الْمُسَخَّرِ بَيْنَ السَّمَاۤءِ وَاْلاَرْضِ َلاٰيَاتٍ لِقَوْمٍ يَعْقِلُونَ
blank.gif
1​

Yâ İlâhî ve yâ Rabbî,

Ben imanın gözüyle ve Kur’ân’ın talimiyle ve nuruyla ve Resul-i EkremAleyhissalâtü Vesselâmın dersiyle ve ism-i Hakîmin göstermesiyle görüyorum ki,semâvâtta hiçbir deveran ve hareket yoktur ki, böyle intizamıyla Seninmevcudiyetine işaret ve delâlet etmesin.


[NOT]Dipnot-1 “Göklerin ve yerin yaratılmasında, gecenin ve gündüzün değişmesinde, insanlara faydalı şeylerle denizde akıp giden gemilerde, Allah’ın gökten su indirip onunla yeryüzünü ölümünden sonra diriltmesinde, her türlü canlıyı yeryüzüne yaymasında, rüzgârları sevk etmesinde ve gökle yer arasında Allah’ın emrine boyun eğmiş bulutlarda, aklını kullanan bir topluluk için Allah’ın varlık ve birliğine, kudret verahmetine işaret eden nice deliller vardır.” Bakara Sûresi, 2:164.
[/NOT]


Hüccet-i İmaniye: iman deliliResul-i Ekrem: Allah’ın en şerefli ve değerli elçisi olan Hz. Muhammed (a.s.m.)
Said Nursî: (bk. bilgiler – Bediüzzaman Said Nursî)azamet: büyüklük, yücelik
cihet: yön, tarafdelâil-i kat’iye: kesin deliller
delâlet: delil olma, işaret etmedeveran: dönme, dolaşma
ecza: kısımlar, bölümlerelhasıl: kısaca, özetle
hikmet: Allah’ın herşeyi belirli gayelere yönelik olarak, anlamlı, faydalı ve yerli yerinde yaratma sıfatıhâkimiyet: egemenlik, hükümranlık
ihata: içine alma, kapsamaintizam: düzen, tertip
ism-i Hakîm: Allah’ın herşeyi hikmetle yaptığını bildiren ismikudret: güç ve iktidar
mevcudiyet: varlıkmeziyet: üstün özellik
mukaddime: başlangıç, girişrahmet: İlâhî şefkat, merhamet
rububiyet: Rablık; Cenâb-ı Hakkın herbir varlığa yaratılış gayelerine ulaşmaları için muhtaç olduğu şeyleri vermesi, onları terbiye edip idaresi ve egemenliği altında bulundurmasısemâvât: gökler
talim: öğretmevahdâniyet: Allah’ın bir ve benzersiz olması ve hiçbir ortağının bulunmaması
vücub-u vücud: Allah’ın varlığının zorunlu oluşu, var olmak için bir sebebe muhtaç olmamasıyâ Rabbî: ey Rabbim
yâ İlâhî: ey İlâhım, ey Allah’ımşümûl: kapsamlılık, kuşatıcılık

 

TaLHa

Nur-u Aynım
Yönetici
İkinci Kısım - Sayfa 248

Ve hiçbir ecram-ı semâviye yoktur ki, sükûtuyla, gürültüsüz vazife görerek direksiz durmalarıyla, Senin rubûbiyetine ve vahdetine şehadeti ve işareti olmasın.

Ve hiçbir yıldız yoktur ki, mevzun hilkatiyle, muntazam vaziyetiyle ve nuranî tebessümüyle ve bütün yıldızlara mümâselet ve müşabehet sikkesiyle Senin haşmet-i ulûhiyetine ve vahdâniyetine işaret ve şehadette bulunmasın.

Ve on iki seyyareden hiçbir seyyare yıldız yoktur ki, hikmetli hareketiyle ve itaatlimusahhariyetiyle ve intizamlı vazifesiyle ve ehemmiyetli peykleriyle Senin vücub-u vücuduna şehadet ve saltanat-ı ulûhiyetine işaret etmesin.

Evet, gökler sekeneleriyle, herbiri tek başıyla şehadet ettikleri gibi, heyet-i mecmuasıyla, derece-i bedahette, ey zemin ve gökleri yaratan Yaratıcı, Senin vücub-u vücuduna öyle zâhir şehadet, ve ey zerrâtı muntazam mürekkebatıyla tedbirini gören ve idare eden ve bu seyyare yıldızları manzum peykleriyle döndüren, emrine itaat ettiren, Senin vahdetine ve birliğine öyle kuvvetli şehadet ederler ki, göğün yüzünde bulunan yıldızlar sayısınca nuranî burhanlar ve parlak deliller o şehadetitasdik ederler.

Hem bu sâfi, temiz, güzel gökler, fevkalâde büyük ve fevkalâde sür’atli ecramıyla muntazam bir ordu ve elektrik lâmbalarıyla süslenmiş bir saltanat donanması vaziyetini göstermek cihetiyle, Senin rububiyetinin haşmetine ve herşeyi icad eden kudretinin azametine zâhir delâlet ve hadsiz semâvâtı ihâta eden hâkimiyetinin ve herbir zîhayatı kucağına alan rahmetinin hadsiz genişliklerine kuvvetli işaret ve bütün mahlûkat-ı semâviyenin bütün işlerine ve keyfiyetlerine taallûk eden ve avucuna alan, tanzim eden ilminin herşeye ihatasına ve hikmetinin her işe şümûlüne şüphesiz şehadet ederler. Ve o şehadet ve delâlet o kadar zâhirdir ki,


azamet: büyüklük, yücelikburhan: güçlü delil, sarsılmaz kanıt
cihet: şekil, yöndelâlet: delil olma, işaret etme
derece-i bedahet: apaçıklık derecesiecram: gök cisimleri, yıldızlar
ecrâm-ı semâviye: gök cisimleriehemmiyetli: önemli
fevkalâde: olağanüstühadsiz: sınırsız
haşmet: görkem, büyüklükhaşmet-i ulûhiyet: Allah’ın ilâhlığının büyüklüğü, haşmeti
heyet-i mecmua: hepsiyle beraber, bütün ferdlerin toplamıhikmet: fayda, gaye
hilkat: yaratılışhâkimiyet: egemenlik, hükümranlık
icad etmek: yaratmak, var etmekihata: içine alma, kapsama
intizamlı: düzenli, tertiplikeyfiyet: durum, nitelik, özellik
kudret: Allah’ın güç ve iktidarımahlûkat-ı semâviye: gökteki yaratıklar
manzum: düzenlimevzun: ölçülü, dengeli
muntazam: düzenli, intizamlımusahhariyet: boyun eğmişlik
mümaselet: benzerlikmürekkebat: bir bütünü oluşturan parçalar, birleşikler
müşabehet: benzeyişnuranî: nurlu, aydınlık
peyk: uydurahmet: İlâhî şefkat, merhamet
rububiyet: Rablık; Allah’ın herbir varlığa yaratılış gayelerine ulaşmaları için muhtaç olduğu şeyleri vermesi, onları terbiye edip idaresi ve egemenliği altında bulundurmasısaltanat-ı Ulûhiyet: ortak kabul etmeyen Allah’ın saltanatı
sekene: sakinler, ikamet edenlersemâvât: gökler
seyyare: gezici, gezensikke: damga, mühür
sâfi: duru, temizsükût: sessiz kalma, sessizlik
sür’atli: hızlıtaallûk etmek: ilgilendirmek, ait olmak
tanzim etmek: düzenlemektasdik etmek: doğrulamak, onaylamak
tedbir: idare etme, çekip çevirmevahdet: Allah’ın birliği
vahdâniyet: Allah’ın bir ve benzersiz oluşuvücub-u vücud: Allah’ın varlığının zorunlu oluşu, var olmak için bir sebebe muhtaç olmaması
zemin: yerzerrât: zerreler
zâhir: açık, âşikarzîhayat: canlı, hayat sahibi
şehadet etmek: şahitlik, tanıklık etmekşehadette bulunmak: şahit olmak, tanıklık etmek
şümûl: kapsamlılık, kuşatıcılık
 

TaLHa

Nur-u Aynım
Yönetici
İkinci Kısım - Sayfa 249

güya yıldızlar, şahit olan göklerin şehadet kelimeleri ve tecessüm etmiş nuranî delilleridirler.

Hem semâvât meydanında, denizinde, fezasındaki yıldızlar ise, mutî neferler,muntazam sefineler, harika tayyareler, acâip lâmbalar gibi vaziyetiyle, Senin saltanat-ı ulûhiyetinin şâşaasını gösteriyorlar. Ve o ordunun efradından bir yıldız olan güneşimizin seyyarelerinde ve zeminimizdeki vazifelerinin delâlet ve ihtarıyla güneşin sâir arkadaşları olan yıldızların bir kısmı âhiret âlemlerine bakarlar ve vazifesiz değiller; belki bâki olan âlemlerin güneşleridirler.

Ey Vâcibü’l-Vücud, ey Vâhid-i Ehad,

Bu harika yıldızlar, bu acîp güneşler, aylar, Senin mülkünde, Senin semâvâtında, Senin emrinle ve kuvvetin ve kudretinle ve Senin idare ve tedbirinle teshir ve tanzimve tavzif edilmişlerdir. Bütün o ecram-ı ulviye, kendilerini yaratan ve döndüren ve idare eden bir tek Hâlıka tesbih ederler, tekbir ederler, lisan-ı hal ile Sübhânallah,Allahu Ekberderler. Ben dahi onların bütün tesbihatıyla Seni takdis ederim.

Ey şiddet-i zuhurundan gizlenmiş ve ey azamet-i kibriyâsından ihtifa etmiş olanKadîr-i Zülcelâl, ey Kàdir-i Mutlak,Kur’ân-ı Hakîmin dersiyle ve Resul-i Ekrem Aleyhissalâtü Vesselâmın tâlimiyle anladım: Nasıl ki gökler, yıldızlar Senin mevcudiyetine ve vahdetine şehadet ederler. Öyle de, cevv-i semâ, bulutlarıyla ve şimşekleri ve ra’dları ve rüzgârlarıyla ve yağmurlarıyla, Senin vücub-u vücuduna ve vahdetine şehadet ederler.

Aleyhissalatü Vesselâm: Allah’ın salât ve selâmı onun üzerine olsunAllahu Ekber: “Allah en büyüktür”
Halık: yaratıcı, herşeyi yaratan AllahKadîr-i Mutlak: herşeye gücü yeten, sınırsız güç ve kudret sahibi Allah
Kadîr-i Zülcelâl: kudreti herşeyi kuşatan, sonsuz haşmet ve yücelik sahibi olan AllahKur’ân-ı Hakîm: her âyet ve sûresinde sayısız hikmet ve faydalar bulunan Kur’ân
Resul-i Ekrem: Allah’ın en şerefli ve değerli elçisi olan Hz. Muhammed (a.s.m.)Sübhânallah: “Allah her türlü eksiklikten sonsuz derecede yücedir”
Vâcibü’l-Vücud: varlığı zorunlu olan ve var olmak için hiçbir sebebe ihtiyacı olmayan AllahVâhid-i Ehad: birliği herşeyi kaplayan ve herbir şeyde birliği görülen Allah
acaib: şaşırtıcı, garip şeyleracîp: şaşırtıcı, hayranlık verici
azamet-i kibriyâ: Allah’ın büyüklüğünün kuşatıcı olması, devamlı ve sonsuz derece yüce olmasıbâki: devamlı, sürekli, ölümsüz
cevv-i semâ: hava boşluğu, atmosferdelâlet: delil olma, işaret etme
ecrâm-ı ulviye: gökteki yüksek cisimlerefrad: fertler, bireyler
feza: uzayihtar: hatırlatma, ikaz
ihtifa etmek: gizlenmekkudret: Allah’ın güç ve iktidarı
lisan-ı hal: hal dilimevcudiyet: var oluş
muntazam: düzenli, intizamlımutî: emre uyan, itaatkâr
nefer: asker, ernuranî: nurlu, parlak
ra’d: gök gürültüsüsaltanat-ı Ulûhiyet: Allah’ın ilâhlık saltanatı, egemenliği
sefine: gemisemâvât: gökler
seyyare: gezegensâir: diğer, başka
takdis etmek: Allah’ın her türlü eksiklik ve çirkinlikten yüce olduğunu ilân etmektalim: öğretme
tanzim: düzenleme, düzene koymatavzif etmek: görevlendirmek
tayyare: uçaktecessüm etmek: cisimleşmek
tedbir: idare etme, önlem almatekbir etmek: Allah’ın büyüklüğünü dile getirmek
tesbih: Allah’ı her türlü kusurdan yüce tutarak şanına lâyık ifadelerle anmatesbihat: Allah’ı noksan sıfatlardan yüce tutan sözler
teshir: emir altında tutmavahdet: Allah’ın birliği
vücub-u vücud: Allah’ın varlığının zorunlu oluşu, var olmak için hiçbir sebebe muhtaç olmamasızemin: yer
zâhir: açık, âşikarâhiret âlemi: öteki dünya, öldükten sonraki sonsuz hayat
şaşaa: gösteriş, parlaklıkşehadet: şahitlik, tanıklık
şiddet-i zuhur: çok kuvvetli şekilde görünme
 

TaLHa

Nur-u Aynım
Yönetici
İkinci Kısım - Sayfa 250

Evet, câmid, şuursuz bulut, âb-ı hayat olan yağmuru, muhtaç olan zîhayatların imdadına göndermesi, ancak Senin rahmetin ve hikmetinledir; karışık tesadüf karışamaz.

Hem elektriğin en büyüğü bulunan ve fevâid-i tenviriyesine işaret ederek ondan istifadeye teşvik eden şimşek ise, senin fezadaki kudretini güzelce tenvir eder.

Hem yağmurun gelmesini müjdeleyen ve koca fezayı konuşturan ve tesbihatının gürültüsüyle gökleri çınlatan ra’dat dahi, lisan-ı kàl ile konuşarak Seni takdis edip, rububiyetine şehadet eder.

Hem zîhayatların yaşamasına en lüzumlu rızkı ve istifadece en kolayı ve nefesleri vermek ve nüfusları rahatlandırmak gibi çok vazifelerle tavzif edilen rüzgârlar dahi,cevvi âdeta bir hikmete binaen “Levh-i mahv ve isbat” ve “yazar, ifade eder sonra bozar tahtası” suretine çevirmekle, Senin faaliyet-i kudretine işaret ve Senin vücûduna şehadet ettiği gibi, Senin merhametinle bulutlardan sağıp zîhayatlara gönderilen rahmet dahi, mevzun, muntazam katreleri kelimeleriyle Senin vüs’at-ı rahmetine ve geniş şefkatine şehadet eder.

Ey Mutasarrıf-ı Fa’âl ve ey Feyyâz-ı Müteâl,

Senin vücub-u vücuduna şehadet eden bulut, berk, ra’d, rüzgâr, yağmur, birer birer şehadet ettikleri gibi, heyet-i mecmuasıyla, keyfiyetçe birbirinden uzak, mahiyetçe birbirine muhalif olmakla beraber, birlik, beraberlik, birbiri içine girmek ve birbirinin vazifesine yardım etmek haysiyetiyle, Senin vahdetine ve birliğine gayet kuvvetli işaret ederler.

Hem koca fezayı bir mahşer-i acâip yapan ve bazı günlerde birkaç defa doldurup boşaltan rububiyetinin haşmetine ve o geniş cevvi, yazar değiştirir bir levha gibi ve sıkar ve onunla zemin bahçesini sulattırır bir sünger gibi tasarruf eden kudretinin azametine ve herbir şeye şümulüne şehadet ettikleri gibi, umum zemine ve bütün


Feyyâz-ı Müteâl: hiçbir kayıt ve şarta bağlı olmadan çok bereket ve bolluk veren yüce AllahMutasarrıf-ı Fa’âl: her zaman Zâtına has ve lâyık iş yapan, daima faaliyette bulunan, idâre eden ve tasarrufta bulunan Cenâb-ı Hak
azamet: büyüklük, yücelikberk: şimşek
binaen: dayanarakcevv: hava, gök boşluğu
câmid: cansız, katıfaaliyet-i kudret: Allah’ın sonsuz kudretiyle ortaya çıkan fiiller, işler
fevâid-i tenvir: aydınlatmanın, nurlandırmanın faydalarıfeza: uzay
haysiyet: itibarheyet-i mecmua: genel yapı, bütün
hikmet: gaye, fayda, sır; herşeyin belirli gayelere yönelik olarak, mânâlı, faydalı ve tam yerli yerinde yapılmasıimdad: yardım
katre: damlakeyfiyet: durum, nitelik, özellik
kudret: Allah’ın güç ve iktidarılevh-i mahv, isbat: bir şeyin yıkılıp tekrar kuruluşunu gösteren manevî levha, yaz boz tahtası
lisân-ı kàl: sözlü ifademahiyet: öz nitelik, temel özellik, esas
mahşer-i acaip: hayret verici şeylerin toplandığı yermevzun: ölçülü
muhalif: aykırı, zıtmuntazam: düzenli, intizamlı
nüfus: nefislerrahmet: İlâhî şefkat, merhamet
ra’d: gök gürültüsüra’dât: gök gürültüleri
rububiyet: Allah’ın bütün varlık âlemini kuşatan egemenliği, yaratıcılığı, idaresi ve terbiyesisuret: şekil, biçim
takdis etmek: Allah’ın her türlü eksiklik ve çirkinlikten yüce olduğunu ilân etmektasarruf etmek: dilediği gibi kullanmak ve yönetmek
tavzif etmek: görevlendirmektenvir etmek: aydınlatmak
tesbihat: Allah’ı noksan sıfatlardan yüce tutan sözlerumum: bütün
vahdet: birlikvücub-u vücud: Allah’ın varlığının zorunlu oluşu, var olmak için bir sebebe muhtaç olmaması
vücûd: varlıkvüs’at-ı rahmet: rahmetin genişliği, büyüklüğü
zemin: yerzîhayat: canlı, hayat sahibi
âb-ı hayat: hayat suyuşefkat: acıma, merhamet
şehadet etmek: şahitlik etmekşuur: bilinç, anlayış
şümûl: kapsamlılık, kuşatıcılık
 

TaLHa

Nur-u Aynım
Yönetici
İkinci Kısım - Sayfa 251

mahlûkata cevv perdesi altında bakan ve idare eden rahmetinin ve hâkimiyetinin hadsiz genişliklerine ve herşeye yetişmelerine delâlet eder.

Hem fezadaki hava o kadar hakîmâne vazifelerde istihdam ve bulut ve yağmur, o kadar alîmâne faidelerde istimâl olunur ki, herşeye ihâta eden bir ilim ve herşeye şâmil bir hikmet olmazsa, o istimal, o istihdam olamaz.

Ey Fa’âlün limâ Yürid,

Cevv-i fezadaki faaliyetinle her vakit bir nümune-i haşir ve kıyamet göstermek, bir saatte yazı kışa ve kışı yaza döndürmek, bir âlem getirmek, bir âlem gayba göndermek misillü şuûnatta bulunan kudretin, dünyayı âhirete çevirecek ve âhirette şuûnat-ı sermediyeyi gösterecek işaretini veriyor.

Ey Kadîr-i Zülcelâl,

Cevv-i fezadaki hava, bulut ve yağmur, berk ve ra’d Senin mülkünde, Senin emrin ve havlinle, Senin kuvvet ve kudretinle musahhar ve vazifedardırlar. Mahiyetçe birbirinden uzak olan bu feza mahlûkatı, gayet sür’atli ve âni emirlere ve çabuk ve acele kumandalara itaat ettiren Âmir ve Hâkimlerini takdis ederek rahmetini medh ü senâ ederler.

Ey arz ve semâvâtın Hâlık-ı Zülcelâli,

Senin Kur’ân-ı Hakîminin talimiyle ve Resul-i Ekrem Aleyhissalâtü Vesselâmın dersiyle iman ettim ve bildim ki:

Nasıl semâvât yıldızlarıyla ve cevv-i feza müştemilâtıyla Senin vücub-u vücuduna ve Senin birliğine ve vahdetine şehadet ediyorlar. Öyle de, arz, bütün mahlûkatıyla veahvâliyle Senin mevcudiyetine ve vahdetine, mevcudatı adedince şehadetler ve işaretler ederler.

Aleyhissalatü Vesselâm: Allah’ın salât ve selâmı onun üzerine olsunFa’âlün limâ Yürid: dilediğini mükemmel şekilde yapan Allah
Hâkim: herşeye hükmeden, herşeyi hükmü altında tutan, herşeye galip olan AllahHâlık-ı Zülcelâl: sonsuz haşmet ve yücelik sahibi yaratıcı, Allah
Kadîr-i Zülcelâl: kudreti herşeyi kuşatan ve sonsuz haşmet ve yücelik sahibi olan AllahKur’ân-ı Hakîm: her âyet ve sûresinde sayısız hikmet ve faydalar bulunan Kur’ân
Resul-i Ekrem: Allah’ın en şerefli ve değerli elçisi olan Hz. Muhammed (a.s.m.)ahvâl: haller, vaziyetler
alîmâne: herşeyi çok iyi bilerekarz: dünya
berk: şimşekcevv: hava boşluğu, gök
cevv-i feza: uzay boşluğudelâlet etmek: delil olmak, işaret etmek
feza: uzaygayb: bilinmeyen ve görünmeyen âlem
hadsiz: sınırsızhakîmâne: hikmetli bir biçimde
havl: güç, iktidarhikmet: kâinattaki ve yaratılıştaki İlâhî gaye ve fayda
hâkimiyet: egemenlik, hükümranlıkihata etmek: kuşatmak, kapsamak
istihdam: çalıştırma, kullanmaistimâl: kullanma
kudret: Allah’ın güç, kuvvet ve iktidarımahiyet: öz nitelik, esas özellik
mahlukât: yaratılmışlarmedh ü senâ: övme ve yüceltme
mevcudat: varlıklarmevcudiyet: varlık
misillü: gibimusahhar: boyun eğdirilmiş, emre verilmiş
müştemilât: içindekilernümune-i haşir: haşir nümunesi, dirilme örneği
rahmet: İlâhî şefkat, merhametra’d: gök gürültüsü
semâvât: göklersür’atli: hızlı
takdis etmek: Allah’ın her türlü eksiklik ve çirkinlikten yüce olduğunu ilân etmekvahdet: birlik
vazifedar: vazifelivücub-u vücud: Allah’ın varlığının zorunlu oluşu, var olmak için bir sebebe muhtaç olmaması
Âmir: emreden, yöneten, Allahâhiret: öteki dünya, öldükten sonraki hayat
şehadet etmek: şahitlik etmekşuûnat: işler, hâller, nitelikler
şuûnat-ı sermediye: sonsuza kadar sürüp giden işler, haller ve niteliklerşâmil: kapsayan
 

TaLHa

Nur-u Aynım
Yönetici
İkinci Kısım - Sayfa 252

Evet, zeminde hiçbir tahavvül ve ağaç ve hayvanlarında her senede urbasını değiştirmek gibi hiçbir tebeddül—cüz’î olsun, küllî olsun—yoktur ki, intizamıyla Senin vücuduna ve vahdetine işaret etmesin.

Hem hiç bir hayvan yoktur ki, zaafiyet ve ihtiyacının derecesine göre verilen rahîmâne rızkıyla ve yaşamasına lüzumlu bulunan cihazatın hakîmâne verilmesiyle, Senin varlığına ve birliğine şehadeti olmasın.

Hem her baharda gözümüz önünde icad edilen nebatat ve hayvanâttan hiçbir tanesi yoktur ki, san’at-ı acîbesiyle ve lâtif ziynetiyle ve tam temeyyüzüyle ve intizamıyla ve mevzuniyetiyle Seni bildirmesin.

Ve zemin yüzünü dolduran ve nebatat ve hayvanat denilen kudretinin hârikaları vemu’cizeleri, mahdut ve maddeleri bir ve müteşabih olan yumurta ve yumurtacıklardan ve katrelerden ve habbe ve habbeciklerden ve çekirdeklerden yanlışsız, mükemmel, süslü, alâmet-i fârikalı olarak yaratılışları, Sâni-i Hakîmlerinin vücuduna ve vahdetine ve hikmetine ve hadsiz kudretine öyle bir şehadettir ki, ziyanın güneşe şehadetinden daha kuvvetli ve parlaktır.

Hem, hava, su, nur, ateş toprak gibi hiçbir unsur yoktur ki, şuursuzluklarıyla beraber şuurkârâne, mükemmel vazifeleri görmesiyle; basit ve istilâ edici, intizamsız, her yere dağılmakla beraber, gayet muntazam ve mütenevvi meyveleri ve mahsullerihazine-i gaybdan getirmesiyle, Senin birliğine ve varlığına şehadeti bulunmasın.

Ey Fâtır-ı Kàdir, ey Fettâh-ı Allâm, ey Fa’âl-i Hallâk,

Nasıl arz bütün sekenesiyle Hâlıkının Vâcibü’l-Vücud olduğuna şehadet eder. Öyle de, Senin—ey Vâhid-i Ehad, ey Hannân-ı Mennân, ey Vehhâb-ı Rezzâk—vahdetine ve ehadiyetine, yüzündeki sikkesiyle ve sekenesinin yüzlerindeki sikkeleriyle


Fa’âl-i Hallâk: herşeyi devamlı olarak yaratan, dilediğini dilediği gibi yapan AllahFettâh-ı Allâm: herşeyi en ince ayrıntılarına varıncaya kadar bilen ve her şeye ayrı ayrı sûretler veren; Allah
Fâtır-ı Kàdir: herşeye gücü yeten yaratıcı; AllahHannân-ı Mennân: rahmetlerin en hoş cilvesini kullarına bağışlayan ve sonsuz minnete lâyık olduğunu gösterecek şekilde kullarını nimetlendiren Allah
Hâlık: her şeyi yaratan AllahSâni-i Hakîm: herşeyi san’atla ve hikmetle yaratan Allah
Vehhâb-ı Rezzâk: çok bağışta bulunan ve bütün yaratılmışların rızkını veren; AllahVâcibü’l-Vücud: varlığı zorunlu olan, var olmak için hiçbir sebebe ihtiyacı bulunmayan Allah
Vâhid-i Ehad: bir olan ve birliği her bir şeyde görülen Allahalâmet-i farika: ayırt edici işaret
arz: yer, dünyacihâzât: donanım, cihazlar
cüz’î: az, birey, ferdehadiyet: Allah’ın birliğinin ve isimlerinin herbir varlıkta ayrı ayrı tecellî etmesi
habbe: tane, tohumhadsiz: sınırsız
hakîmâne: hikmetli bir şekildehayvanât: hayvanlar
hazine-i gayb: gayb hazinesihikmet: herşeyin belirli gayelere yönelik olarak, mânâlı, faydalı ve tam yerli yerinde yaratılması
icad etmek: yaratmak, var etmekintizam: düzen, tertip
istilâ edici: kuşatıcıkatre: damla
kudret: güç ve iktidarküllî: tür, bütün fertler
lâtif: ince, güzel, hoşmahdut: sınırlanmış
mevzuniyet: ölçülü olmamuntazam: düzenli
mu’cize: bir benzerini yapma konusunda başkalarını âciz bırakan olağanüstü şeymütenevvi: çeşitli
müteşâbih: birbirine çok benzeyennebatat: bitkiler
rahîmâne: şefkatli ve merhametli şekilderızık: Allah’ın ihsan ettiği nimetler, yiyecekler
san’at-ı acîbe: hayrette bırakan ve hayranlık veren san’attahavvül: değişim, başkalaşma
tebeddül: değişimtemeyyüz: benzerlerinden farklı, üstün olan
urba: elbisevahdet: Allah’ın birliği
vücud: varlık, var oluşzaafiyet: zayıflık, ihtiyaç hâli
zemin: yerziya: ışık, parlaklık
ziynet: süsşehadet: şahitlik
şuurkârâne: şuurlu ve bilinçli bir şekildeşuursuzluk: bilinçsizlik, idraksizlik
 

TaLHa

Nur-u Aynım
Yönetici
İkinci Kısım - Sayfa 253

ve birlik ve beraberlik ve birbiri içine girmek ve birbirine yardım etmek ve onlara bakan rububiyet isimlerinin ve fiillerinin bir olmak cihetinde, bedahet derecesinde, Senin vahdetine ve ehadiyetine şehadet, belki mevcudat adedince şehadetler eder.

Hem nasıl, zemin bir ordugâh, bir meşher, bir talimgâh vaziyetiyle ve nebatat ve hayvanât fırkalarında bulunan dört yüz bin muhtelif milletlerin ayrı ayrı cihazatları muntazaman verilmesiyle, Senin rububiyetinin haşmetine ve kudretinin herşeye yetişmesine delâlet eder. Öyle de, hadsiz bütün zîhayatın ayrı ayrı rızıkları, vakti vaktine, kuru ve basit bir topraktan, rahîmâne, kerîmâne verilmesi ve hadsiz o efradınkemâl-i musahhariyetle evâmir-i Rabbâniyeye itaatleri, rahmetinin herşeye şümulünü ve hâkimiyetinin herşeye ihatasını gösteriyor.

Hem zeminde değişmekte bulunan mahlûkat kàfilelerinin sevk ve idareleri, mevt ve hayat münavebeleri ve hayvan ve nebatatın idare ve tedbirleri dahi, herşeye taallûk eden bir ilimle ve herşeyde hükmeden nihayetsiz bir hikmetle olabilmesi, senin ihata-i ilmine ve hikmetine delâlet eder.

Hem zeminde kısa bir zamanda hadsiz vazifeler gören ve hadsiz bir zaman yaşayacak gibi istidat ve mânevî cihazatla techiz edilen ve zemin mevcudatınatasarruf eden insan için, bu talimgâh-ı dünyada ve bu muvakkat ordugâh-ı zeminde ve bu muvakkat meşherde bu kadar ehemmiyet, bu hadsiz masraf, bu nihayetsiztecelliyat-ı rububiyet, bu hadsiz hitabât-ı Sübhâniye ve bu gayetsiz ihsanat-ı İlâhiye, elbette ve herhalde, bu kısacık ve hüzünlü ömre ve bu karışık kederli hayata, bu belâlı ve fâni dünyaya sığışmaz. Belki, ancak başka ve ebedî bir


bedahet: açıklıkcihazat: cihazlar, donanımlar
cihet: yöndelâlet etmek: delil olmak, işaret etmek
ebedî: sonu olmayan, sonsuzefrad: fertler, bireyler
ehadiyet: Allah’ın birliğinin herbir varlıkta ayrı ayrı tecellî etmesiehemmiyet: önem
evâmir-i Rabbâniye: Allah’ın idare ve terbiyeye dair emirleri (r-b-b)fâni: geçici, yok olucu
fırka: grup, taifegayetsiz: sonsuz
hadsiz: sayısızhayvanât: hayvanlar
haşmet: büyüklük, görkemhikmet: herşeyin belirli gayelere yönelik olarak, mânâlı, faydalı ve tam yerli yerinde yaratılması
hitâbât-ı Sübhâniye: her türlü kusur ve noksanlıktan uzak olan Allah’ın kendine has hitap ve konuşmalarıhâkimiyet: egemenlik, hükümranlık
ihata: içine alma, kapsamaihata-i ilim: ilminin kuşatıcılığı ve genişliği
ihsanat-ı İlâhiye: Allah’ın lûtuf ve bağışlarıistidat: ruhî özellik, yetenek
kemâl-i musahhariyet: tam bir boyun eğmişlikkerîmâne: lütufkâr ve cömert bir şekilde
kudret: güç ve iktidarmahlukât: yaratılmışlar
mevcudat: varlıklarmevt: ölüm
meşher: sergi yerimuhtelif: çeşit çeşit
muntazaman: düzenli olarakmuvakkat: gelip geçici
münavebe: nöbetleşe iş görmenebatat: bitkiler
nihayetsiz: sonsuzordugâh: ordunun barınıp konakladığı yer
ordugâh-ı zemin: ordunun barınıp konakladığı yer; dünyarahmet: İlâhî şefkat, merhamet
rahîmâne: merhametli bir şekilderububiyet: Allah’ın bütün varlık âlemini kuşatan egemenliği, yaratıcılığı, idaresi ve terbiyesi
rızık: Allah’ın ihsan ettiği nimetler, yiyeceklersekene: sakinler, oturanlar
sikke: damga, mühürtaallûk eden: alâkalı olan, ilgilendiren
talimgâh: öğrenim yeritalimgâh-ı dünya: öğrenim yeri olan dünya
tasarruf eden: kullanantecelliyat-ı rububiyet: Allah’ın bütün varlık âlemini kuşatan egemenliği, yaratıcılığı, idaresi ve terbiye edişinin tecellileri, yansımaları
teçhiz etmek: donatmakvahdet: Allah’ın birliği
zemin: yeryüzüzîhayat: canlı, hayat sahibi
şehadet etmek: şahitlik etmekşümûl: kapsamlılık, kuşatıcılık

 

TaLHa

Nur-u Aynım
Yönetici
İkinci Kısım - Sayfa 254

ömür ve bâki bir dâr-ı saadet için olabildiği cihetinden, âlem-i bekàda bulunan ihsânat-ı uhreviyeye işaret, belki şehadet eder.

Ey Hâlık-ı Külli Şey,

Zeminin bütün mahlûkatı, Senin mülkünde, Senin arzında, Senin havl ve kuvvetinle ve Senin kudretin ve iradetinle ve ilmin ve hikmetinle idare olunuyorlar ve musahhardırlar. Ve zemin yüzünde faaliyeti müşahede edilen bir rububiyet, öyleihata ve şümul gösteriyor ve onun idaresi ve tedbiri ve terbiyesi öyle mükemmel ve öyle hassastır ve her taraftaki icraatı öyle birlik ve beraberlik ve benzemeklik içindedir ki, tecezzî kabul etmeyen bir küll ve inkısamı imkânsız bulunan bir küllî hükmünde birtasarruf, bir rubûbiyet olduğunu bildiriyor. Hem zemin bütün sekenesiyle beraber,lisan-ı kàlden daha zâhir hadsiz lisanlarla Hâlıkını takdis ve tesbih ve nihayetsiz nimetlerinin lisan-ı halleriyle Rezzâk-ı Zülcelâlinin hamd ve medh ü senâsını ediyorlar...

Ey şiddet-i zuhurundan gizlenmiş ve ey azamet-i kibriyâsından istitar etmiş olanZât-ı Akdes,

Zeminin bütün takdisat ve tesbihatıyla, Seni kusurdan, aczden, şerikten takdis ve bütün tahmidat ve senâlarıyla Sana hamd ve şükrederim.

Ey Rabbu’l-Berri ve’l-Bahr,

Kur’ân’ın dersiyle ve Resul-i Ekrem Aleyhissalâtü Vesselâmın talimiyle anladım ki:

Nasıl gökler ve feza ve zemin, Senin birliğine ve varlığına şehadet ederler. Öyle de,bahirler, nehirler ve çeşmeler ve ırmaklar, Senin vücub-u vücuduna ve vahdetine bedahet derecesinde şehadet ederler.

Aleyhissalâtü Vesselâm: Allah’ın salât ve selâmı onun üzerine olsunHâlık: yaratıcı, herşeyi yaratan Allah
Hâlık-ı Külli Şey: herşeyin yaratıcısı olan AllahRabbu’l-Berri ve’l-Bahr: karaların ve denizlerin Rabbi olan Allah
Resul-i Ekrem: Allah’ın en şerefli ve değerli elçisi olan Hz. Muhammed (a.s.m.)Rezzâk-ı Zülcelâl: bütün yaratılmışların rızkını veren büyüklük ve azamet sahibi Allah
Zât-ı Akdes: her türlü kusur ve noksandan uzak ve yüce olan Zât, Allahacz: acizlik, güçsüzlük
arz: dünyaazamet-i kibriyâ: büyüklüğünün sınırsız ve ebedî oluşu
bahir: denizbedahet: açıklık
bâki: devamlı ve kalıcıcihet: yön, taraf
dâr-ı saadet: mutluluk yurdu, âhiretfeza: uzay
hadsiz: sayısızhamd: övgü, minnet ve şükür
havl: güç, iktidarhikmet: herşeyin belirli gayelere yönelik olarak, mânâlı, faydalı ve tam yerli yerinde olması
ihata: içine alma, kapsamaihsânat-ı uhreviye: âhiretteki ihsanlar, bağışlar
inkısam: bölünme, kısımlara ayrılmairadet: istek, dileme, tercih
istitar etmek: gizlenmekkudret: güç ve iktidar
küll: bütün, genelküllî: bütün fertleri içine alan, kapsamlı
lisan: dillisan-ı hâl: hâl dili
lisan-ı kàl: söz ile anlatımmahlukât: yaratılmışlar
medh ü senâ: övme ve yüceltmemusahhar: boyun eğdirilmiş, emre verilmiş
müşahede etmek: görmek, gözlemlemeknihayetsiz: sınırsız, sonsuz
rububiyet: Allah’ın bütün varlık âlemini kuşatan egemenliği, yaratıcılığı, idaresi ve terbiyesisekene: sakinler, oturanlar
senâ: övme ve yüceltmetahmidat: Allah’ı öven ve Ona şükürlerini sunan sözler
takdis: kutsama, Allah’ı her türlü eksiklik ve çirkinlikten yüce tutmatakdisat: Allah’ı her türlü eksiklik ve çirkinlikten yüce tutmalar
tasarruf: dilediği gibi kullanma ve yönetmetecezzî: bölünme, parçalanma
tedbir: idare etme, çekip çevirmetesbih: Allah’ı her türlü kusurdan yüce tutarak şanına lâyık ifadelerle anma
tesbihat: tesbihlervahdet: Allah’ın birliği
vücub-u vücud: Allah’ın varlığının zorunlu oluşu, var olmak için bir sebebe muhtaç olmamasızemin: yeryüzü
zâhir: açık, âşikarâlem-i bekà: devamlı ve kalıcı olan âhiret âlemi
şehadet etmek: şahitlik etmekşerik: ortak
şiddet-i zuhur: açık-seçik olma ve açığa çıkma derecesinin şiddeti ve kuvvetişümûl: kapsamlılık, kuşatıcılık

 

TaLHa

Nur-u Aynım
Yönetici
İkinci Kısım - Sayfa 255

Evet, bu dünyamızın menba-ı acâip buhar kazanları hükmünde olan denizlerde hiçbir mevcut, hattâ hiçbir katre su yoktur ki, vücuduyla, intizamıyla, menfaatiyle ve vaziyetiyle Hâlıkını bildirmesin.

Ve basit bir kumda ve basit bir suda rızıkları mükemmel bir surette verilen garip mahlûklardan ve hilkatleri gayet muntazam hayvanât-ı bahriyeden, hususan bir tanesi bir milyon yumurtacıklarıyla denizleri şenlendiren balıklardan hiçbirisi yoktur ki, hilkatiyle ve vazifesiyle ve idare ve iaşesiyle ve tedbir ve terbiyesiyle yaratanına işaret ve rezzâkına şehadet etmesin.

Hem denizde, kıymettar, hâsiyetli, ziynetli cevherlerden hiçbirisi yoktur ki, güzelhilkatiyle ve câzibedar fıtratıyla ve menfaatli hâsiyetiyle Seni tanımasın, bildirmesin.

Evet, onlar birer birer şehadet ettikleri gibi, heyet-i mecmuasıyla, beraberlik ve birbiri içinde karışmak ve sikke-i hilkatte birlik ve icatça gayet kolay ve efratça gayet çokluk noktalarından Senin vahdetine şehadet ettikleri gibi; arzı, toprağıyla beraber bu küre-i arzı kuşatan muhit denizlerini muallâkta durdurmak ve dökmeden ve dağıtmadan güneşin etrafında gezdirmek ve toprağı istilâ ettirmemek ve basit kumundan ve suyundan, mütenevvi ve muntazam hayvanâtını ve cevherlerini halketmek ve erzak vesair umûrlarını küllî ve tam bir surette idare etmek ve tedbirlerini görmek ve yüzünde bulunmak lâzım gelen hadsiz cenazelerinden hiçbirisi bulunmamak noktalarından, Senin varlığına ve Vâcibü’l-Vücud olduğuna mevcudatı adedince işaretler ederek şehadet eder.

Ve Senin saltanat-ı rububiyetinin haşmetine ve herşeye muhit olan kudretinin azametine pek zâhir delâlet ettikleri gibi, göklerin fevkindeki gayet büyük ve muntazam yıldızlardan, tâ denizlerin dibinde bulunan gayet küçücük ve intizamla iaşeedilen balıklara kadar herşeye yetişen ve hükmeden rahmetinin ve hâkimiyetinin hadsiz genişliklerine delâlet ve intizâmâtıyla ve faideleriyle ve hikmetleriyle


Hâlık: Yaratıcı, herşeyi yaratan AllahRezzâk: bütün canlıların rızıklarını veren Allah
Vâcibü’l-Vücud: varlığı zorunlu olan ve var olmak için hiçbir sebebe ihtiyacı bulunmayan Allaharz: dünya
azamet: büyüklük, yücelikcevher: asıl, öz
câzibedar: çekicidelâlet: delil olma, işaret etme
efrad: fertler, bireylererzak: rızıklar
fevkinde: üstündefıtrat: yaratılış, mizaç
hadsiz: sayısız, sınırsızhalk etmek: yaratmak
hayvanât: hayvanlarhayvanât-ı bahriye: denizde yaşayan hayvanlar
haşmet: görkem, büyüklükheyet-i mecmua: bütün ferdler; bireylerin tamamı
hilkat: yaratılışhususan: özellikle
hâkimiyet: egemenlik, hükümranlıkhâsiyet: özellik, hususiyet
iaşe: besleme, yedirip içirmeintizam: düzen, tertip
intizâmât: düzenler, tertiplerkatre: damla
kudret: güç ve iktidarküllî: kapsamlı ve bütün fertleri içine alan
küre-i arz: yerküre, dünyakıymettar: kıymetli
mahlûk: yaratılmışmenba-ı acâip: hayrette bırakan kaynaklar
mevcudat: varlıklarmevcut: varlık
muallâk: asılı, boştamuhit: her tarafı kuşatan
muntazam: düzenli, intizamlımütenevvi: çeşitli
rahmet: İlâhî şefkat, merhametrızık: Allah’ın ihsan ettiği nimetler, yiyecekler
saltanat-ı Rububiyet: Rablık saltanatı; Allah’ın herşeyi kuşatan terbiye ve egemenliğisikke-i hilkat: yaratılış mührü
suret: şekiltedbir: idare etme, çekip çevirme, önlem alma
terbiye: belli bir amaca erişecek şekilde geliştirme, olgunlaştırmaumûr: işler
vahdet: Allah’ın birliğivaziyet: durum, hâl
vücud: varlık, var oluşziynet: süs
zâhir: açık, âşikarşehadet etmek: şahitlik etmek

 

TaLHa

Nur-u Aynım
Yönetici
İkinci Kısım - Sayfa 256

ve mizan ve mevzuniyetleriyle, Senin herşeye muhit ilmine ve herşeye şâmil hikmetine işaret ederler.

Ve Senin bu misafirhane-i dünyada yolcular için böyle rahmet havuzların bulunması ve insanın seyr ü seyahatine ve gemisine ve istifadesine musahhar olması işaret eder ki, yolda yapılmış bir handa, bir gece misafirlerine bu kadar deniz hediyeleriyle ikram eden Zât, elbette makarr-ı saltanat-ı ebediyesinde öyle ebedî rahmet denizleri bulundurmuş ki, bunlar onların fâni ve küçük nümuneleridirler. İşte denizlerin böyle gayet harika bir tarzda arzın etrafında vaziyet-i acibesiyle bulunması ve denizlerin mahlûkatı dahi gayet muntazam idare ve terbiye edilmesi, bilbedahegösterir ki, yalnız Senin kuvvetin ve kudretinle ve Senin irade ve tedbirinle, Senin mülkünde, Senin emrine musahhardırlar ve lisan-ı halleriyle Hâlıkını takdis edip Allahu Ekber derler.

Ey dağları zemin sefinesine hazineli direkler yapan Kadîr-i Zülcelâl,

Resul-i Ekrem Aleyhissalâtü Vesselâmın talimiyle ve Kur’ân-ı Hakîminin dersiyle anladım ki, nasıl denizler acâipleriyle Seni tanıyorlar ve tanıttırıyorlar. Öyle de,dağlar dahi, zelzele tesiratından zeminin sükûnetine ve içindeki dahilî inkılâbatfırtınalarından sükûtuna ve denizlerin istilâsından kurtulmasına ve havanın gazât-ı muzırradan tasfiyesine ve suyun muhafaza ve iddiharlarına ve zîhayatlara lâzım olan madenlerin hazinedarlığına ettiği hizmetleriyle ve hikmetleriyle Seni tanıyorlar ve tanıttırıyorlar.

Evet, dağlardaki taşların envâından ve muhtelif hastalıklara ilâç olan maddelerin aksamından ve zîhayata hususan insanlara çok lâzım ve çok mütenevvi olanmadeniyatın ecnâsından ve dağları, sahrâları çiçekleriyle süslendiren ve meyveleriyle şenlendiren nebatatın esnafından hiçbirisi yoktur ki, tesadüfe havalesi mümkün olmayan hikmetleriyle, intizamıyla, hüsn-ü hilkatiyle, faideleriyle, hususan


Aleyhissalâtü Vesselâm: Allah’ın salât ve selâmı onun üzerine olsunAllahu Ekber: “Allah en büyüktür”
Hâlık: yaratıcı, herşeyi yaratan AllahKadîr-i Zülcelâl: kudreti herşeyi kuşatan, sonsuz haşmet ve yücelik sahibi olan Allah
Kur’ân-ı Hakîm: her âyet ve sûresinde sayısız hikmet ve faydalar bulunan Kur’ânResul-i Ekrem: Allah’ın en şerefli ve değerli elçisi olan Hz. Muhammed (a.s.m.)
bilbedâhe: apaçık bir şekildedahilî: iç
ebedî: sonu olmayan, sonsuzecnâs: cinsler, türler
envâ: neviler, türleresnaf: sınıflar
fâni: geçici, yok olucugazât-ı muzırra: zararlı gazlar
havz: havuzhazinedar: hazine bekçisi
hikmet: herşeyin belirli gayelere yönelik olarak, mânâlı, faydalı ve tam yerli yerinde olmasıhususan: özellikle
hüsn-ü hilkat: yaratılışın güzelliğiiddihar: biriktirme, depolama
inkılâbat: inkılâplar, değişimlerintizam: düzen, tertip
irade: dileme, tercihistilâ: kuşatma, basma
kudret: güç ve iktidarlisan-ı hâl: hâl dili
madeniyat: madenlermahlukât: yaratıklar
makarr-ı saltanat-ı ebediye: sonsuz saltanat merkezi olan âhiretmevzuniyet: ölçülü olma
misafirhane-i dünya: dünya misafirhanesimizan: ölçü, denge
muhafaza: koruma, saklamamuhit: kaplayan, kuşatan
muhtelif: çeşitli, bir çokmuntazam: düzenli, intizamlı
musahhar: boyun eğdirilmiş, emre verilmişmusahhar olmak: boyun eğmek
mütenevvi: çeşitlinebatat: bitkiler
nümune: örnekrahmet: İlâhî şefkat, merhamet
sahrâ: çölsefine: gemi
seyr ü seyahat: seyir ve seyahatsükûnet: durgunluk, hareketsizlik
sükût: sessizliktakdis etmek: Allah’ın her türlü eksiklik ve çirkinlikten uzak ve yüce olduğunu ilân etmek
talim: öğretmetasfiye: safileştirme, arındırma
tedbir: idare etme, çekip çevirmetesirat: tesirler, etkiler
vaziyet-i acibe: şaşırtıcı durumzelzele: deprem, sarsıntı
zemin: yerzîhayat: canlı, hayat sahibi
şamil: içine alan, kapsayıcı
 

TaLHa

Nur-u Aynım
Yönetici
İkinci Kısım - Sayfa 257

madeniyatın tuz, limon tuzu, sulfato ve şap gibi sureten birbirine benzemekle beraber, tatlarının şiddet-i muhalefetiyle ve bilhassa nebatatın basit bir topraktan çeşit çeşit envâlarıyla, ayrı ayrı çiçek ve meyveleriyle, nihayetsiz Kadîr, nihayetsiz Hakîm, nihayetsiz Rahîm ve Kerîm bir Sâniin vücub-u vücuduna bedahetle şehadet ettikleri gibi, heyet-i mecmuasındaki vahdet-i idare ve vahdet-i tedbir ve menşe ve mesken ve hilkat ve san’atça beraberlik ve birlik ve ucuzluk ve kolaylık ve çokluk ve yapılmakta çabukluk noktalarından, Sâniin vahdetine ve ehadiyetine şehadet ederler.

Hem nasıl ki dağların yüzünde ve karnındaki masnular, zeminin her tarafında, herbir nevi aynı zamanda, aynı tarzda, yanlışsız, gayet mükemmel ve çabuk yapılmaları ve bir iş bir işe mâni olmadan, sair nevilerle beraber karışık iken karıştırmaksızın icadları, Senin rububiyetinin haşmetine ve hiçbir şey ona ağır gelmeyen kudretinin azametine delâlet eder. Öyle de, zeminin yüzündeki bütün zîhayat mahlûkların hadsiz hâcetlerini, hattâ mütenevvi hastalıklarını, hattâ muhtelif zevklerini ve ayrı ayrı iştihalarını tatmin edecek bir surette, dağların yüzlerini ve içlerini muntazam eşcar ve nebatat ve madeniyatla doldurmak ve muhtaçlara teshiretmek cihetiyle, Senin rahmetinin hadsiz genişliğine ve hâkimiyetinin nihayetsiz vüs’atine delâlet ve toprak tabakatı içinde gizli ve karanlık ve karışık bulunduğu halde, bilerek, görerek, şaşırmayarak, intizamla, hâcetlere göre ihzar edilmeleriyle Senin herşeye taallûk eden ilminin ihatasına ve herbir şeyi tanzim eden hikmetinin bütün eşyaya şümulüne ve ilâçların ihzârâtı ve madenî maddelerin iddihârâtıyla rububiyetinin rahîmâne ve kerîmâne


Hakîm: her işini hikmetle ve belli bir sebeple yapan AllahKadîr: herşeye gücü yeten, sonsuz güç ve kudret sahibi Allah
Kerîm: cömertlik ve ikram sahibi olan AllahRahîm: herbir varlığa özel rahmet ve merhamet tecellîsi olan Allah
Sâni: herşeyi san’atla yaratan Allahazamet: büyüklük, yücelik
bedahet: açıklıkcihet: yön, taraf
delâlet etmek: delil olmak, işaret etmekehadiyet: Allah’ın birliğinin ve isimlerinin herbir varlıkta ayrı ayrı tecellî etmesi
envâ: neviler, türlereşcar: ağaçlar
hadsiz: sayısız, sınırsızhaşmet: görkem, büyüklük
heyet-i mecmua: hepsi birden, fertlerin tamamıhikmet: herşeyin belirli gayelere yönelik olarak, mânâlı, faydalı ve tam yerli yerinde olması
hilkat: yaratılışhususan: özellikle
hâcet: ihtiyaçhâkimiyet: egemenlik, hükümranlık
icad: var etme, yaratmaiddihârât: biriktirmeler, depolamalar
ihata: herşeyi kuşatmaihzar etmek: hazırlamak
ihzârât: hazırlamalarintizam: düzen, tertip
kerîmâne: lütufkâr ve cömert bir şekildekudret: Allah’ın güç, kuvvet ve iktidarı
madeniyat: madenlermahlûk: yaratık
masnu: san’at eseri varlıkmenşe: kaynak, kök
mesken: ev, mekânmuhtelif: çeşitli
muntazam: düzenli, intizamlımâni: engel
mütenevvi: çeşitlinebatat: bitkiler
nevi: çeşit, türnihayetsiz: sınırsız, sonsuz
rahmet: İlâhî şefkat, merhametrahîmâne: merhamet ve şefkat ederek
rububiyet: Allah’ın bütün varlık âlemini kuşatan egemenliği, yaratıcılığı, idaresi ve terbiyesisair: diğer, başka
sulfato: sülfirik asit, tuz veya esterisuret: şekil, biçim
taallûk etmek: ilgilendirmek, ait olmaktabakat: tabakalar, dereceler
tanzim etmek: düzenlemekteshir etmek: boyun eğdirmek
vahdet: Allah’ın birliğivahdet-i idare: idarenin tek elde olması
vahdet-i tedbir: bir elden yönetmevücub-u vücud: Allah’ın varlığının zorunlu oluşu, var olmak için bir sebebe muhtaç olmaması
vüs’at: genişlikzemin: yeryüzü
zîhayat: canlı, hayat sahibişap: alüminyum ve potasyum sülfatından meydana gelen renksiz madde
şehadet etmek: şahitlik etmekşiddet-i muhalefet: birbirinden çok farklı ve zıt olması
şümûl: kapsamlılık, kuşatıcılık
 

TaLHa

Nur-u Aynım
Yönetici
İkinci Kısım - Sayfa 258

olan tedâbirinin mehâsinine ve inâyetinin ihtiyatlı letâifine pek zâhir bir surette işaret ve delâlet ederler.

Hem bu dünya hanında misafir yolcular için koca dağları levâzımâtlarına ve istikbaldeki ihtiyaçlarına muntazam ihtiyat deposu ve cihazat ambarı ve hayata lüzumu olan çok definelerin mükemmel mahzeni olmak cihetinde işaret, belki delâlet, belki şehadet eder ki, bu kadar kerîm ve misafirperver ve bu kadar hakîm ve şefkatperver ve bu kadar kadîr ve rububiyetperver bir Sâniin, elbette ve herhalde, çok sevdiği o misafirleri için, ebedî bir âlemde, ebedî ihsânâtının ebedî hazineleri vardır. Buradaki dağlara bedel, orada yıldızlar o vazifeyi görürler.

Ey Kàdir-i Külli Şey,

Dağlar ve içindeki mahlûklar Senin mülkünde ve Senin kuvvet ve kudretinle ve ilim ve hikmetinle musahhar ve müdahhardırlar. Onları bu tarzda tavzif ve teshir eden Hâlıkını takdis ve tesbih ederler.

Ey Hâlık-ı Rahmân ve ey Rabb-i Rahîm,

Resul-i Ekrem Aleyhissalâtü Vesselâmın talimiyle ve Kur’ân-ı Hakîminin dersiyle anladım:

Nasıl ki semâ ve feza ve arz ve deniz ve dağ, müştemilât ve mahlûklarıyla beraber Seni tanıyorlar ve tanıttırıyorlar. Öyle de, zemindeki bütün ağaç ve nebatat, yaprakları ve çiçekleri ve meyveleriyle Seni bedâhet derecesinde tanıttırıyorlar ve tanıyorlar.

Ve umum eşcârın ve nebatatın cezbedârâne hareket-i zikriyede bulunan yapraklarından ve ziynetleriyle Sâniinin isimlerini tavsif ve tarif eden çiçeklerinden


Aleyhissalatü Vesselâm: Allah’ın salât ve selâmı onun üzerine olsunHâlık: herşeyi yaratan Allah
Hâlık-ı Rahîm: sonsuz merhamet ve şefkatle herşeyi yaratan AllahKur’ân-ı Hakîm: her âyet ve sûresinde sayısız hikmet ve faydalar bulunan Kur’ân
Kàdir-i Külli Şey: sınırsız güç sahibi olan ve herşeye gücü yeten AllahRabb-i Rahîm: sonsuz merhamet ve şefkat sahibi ve herşeyi terbiye ve idare eden Allah
Resul-i Ekrem: Allah’ın en şerefli ve değerli elçisi olan Hz. Muhammed (a.s.m.)Sâni: herşeyi san’atla yaratan Allah
arz: dünyabedâhet derecesinde: apaçık bir şekilde
cezbekârâne: kendinden geçmiş bir şekildecihazat: cihazlar, donanımlar
cihet: yön, tarafdelâlet etmek: delil olmak, işaret etmek
ebedî: sonu olmayan, sonsuzeşcâr: ağaçlar
feza: uzayhakîm: her işini hikmetle yapan
hareket-i zikriye: zikir hareketihikmet: Allah’ın herşeyi belirli gayelere yönelik olarak, mânâlı, faydalı ve tam yerli yerinde yaratması
ihsânât: bağışlar, ikramlar, iyiliklerihtiyat: önlem alma, tedbirli davranma; yedek gıda
inâyet: Allah’ın yardımıistikbal: gelecek zaman
kadîr: herşeye gücü yeten, sonsuz güç ve kudret sahibikerîm: cömert, ikram sahibi
kudret: güç, kuvvet, iktidarletaif: güzellikler, incelikler
levâzımât: gerekli olan şeylermahlûk: yaratılmış
mahzen: depomehâsin: güzellikler, iyilikler
misafirperver: misafir ağırlamayı sevenmuntazam: düzenli, intizamlı
musahhar: boyun eğdirilmiş, emre verilmişmüdahhar: depolanmış, biriktirilmiş
müştemilât: içindekilernebatat: bitkiler
rububiyetperver: terbiye etmeyi ve olgunlaştırıp mükemmelleştirmeyi çokça sevensemâ: gök
suret: şekil, biçimtakdis: kutsama, Allah’ı her türlü eksiklik ve çirkinlikten yüce tutma
talim: öğretmetavsif: vasıflandırma
tavzif: görevlendirmetedâbir: tedbirler
tesbih etmek: Allah’ı her türlü kusurdan yüce tutarak şanına lâyık ifadelerle anmakteshir etmek: boyun eğdirmek
umum: bütünzemin: yer
ziynet: süszâhir: açık, âşikar
şefkatperver: çokça acıyan, merhametlişehadet etmek: şahitlik, tanıklık etmek

 

TaLHa

Nur-u Aynım
Yönetici
İkinci Kısım - Sayfa 259

ve letâfet ve cilve-i merhametinden tebessüm eden meyvelerinden herbirisi, tesadüfe havalesi hiçbir cihet-i imkânı olmayan harika san’at içindeki nizam ve nizamiçindeki mizan ve mizan içindeki ziynet ve ziynet içindeki nakışlar ve nakışlar içindeki güzel ve ayrı ayrı kokular ve kokular içindeki meyvelerin muhtelif tatlarıyla,nihayetsiz Rahîm ve Kerîm bir Sâniin vücub-u vücuduna bedâhet derecesinde şehadet ettikleri gibi; heyet-i mecmuasıyla, bütün zemin yüzünde birlik ve beraberlik, birbirine benzemeklik ve sikke-i hilkatte müşabehet ve tedbir ve idarede münasebetve onlara taallûk eden icad fiilleri ve Rabbânî isimlerde muvafakat ve o yüz bin envâın hadsiz efradlarını birbiri içinde şaşırmayarak birden idareleri gibi noktalar, o Vâcibü’l-Vücud Sâniin bilbedâhe vahdetine ve ehadiyetine dahi şehadet ederler.

Hem nasıl ki, onlar Senin vücub-u vücuduna ve vahdetine şehadet ediyorlar. Öyle de, rû-yi zeminde dört yüz bin milletlerden teşekkül eden zîhayat ordusundaki hadsiz efradın yüz binler tarzda iaşe ve idareleri, şaşırmayarak karıştırmayarak mükemmel yapılmasıyla, Senin rububiyetinin vahdâniyetteki haşmetine ve bir baharı bir çiçek kadar kolay icad eden kudretinin azametine ve herşeye taallukuna delâlet ettikleri gibi; koca zeminin her tarafında, hadsiz hayvanatına ve insanlara, hadsiz taamların çeşit çeşit aksamını ihzar eden rahmetinin hadsiz genişliğine ve o hadsiz işler vein’âmlar ve idareler ve iaşeler ve icraatlar kemâl-i intizamla cereyanları ve herşey, hattâ zerreler o emirlere ve icraata itaat ve musahhariyetleriyle hâkimiyetinin hadsiz vüs’atine kat’î delâlet etmekle beraber; o ağaçların ve nebatların ve herbir yaprak ve çiçek ve meyve ve kök ve dal ve budak gibi herbirisinin herbir şeyini, herbir işini bilerek, görerek faidelere, maslahatlara, hikmetlere göre yapılmakla, Senin ilminin herşeye ihatasına ve


Kerîm: cömert, ikram sahibi AllahRabbânî: bütün varlıkları terbiye eden ve idaresi ve tasarrufu altında bulunduran Allah’a ait
Rahîm: herbir varlıkta rahmet ve merhameti tecellî eden AllahSâni: herşeyi san’atla yaratan Allah
Vâcibü’l-Vücud: varlığı zorunlu olan, var olmak için hiçbir sebebe ihtiyacı bulunmayan Allahaksam: kısımlar
azamet: büyüklük, yücelikbedâhet: açıklık, aşikâr olma
bilbedâhe: açık bir şekildecereyan: akım, hareket
cihet-i imkân: mümkün olma yönücilve-i merhamet: merhamet cilvesi, görüntüsü
delâlet etmek: delil olmak, işaret etmekefrad: fertler, bireyler
ehadiyet: Allah’ın birliğinin ve isimlerinin herbir varlıkta ayrı ayrı tecellî etmesienvâ: neviler, türler
hadsiz: sayısız, sınırsızhayvanat: hayvanlar
haşmet: görkem, büyüklükheyet-i mecmua: fertlerin tamamı; hepsi birden
hâkimiyet: egemenlik, hükümranlıkiaşe: besleme, yedirip içirme
icad etmek: yaratmak, var etmekicraat: faaliyetler, işler
ihata: içine alma, kapsamaihzar etmek: hazırlamak
in’âm: nimetlendirmekemâl-i intizam: mükemmel bir düzenlilik
kudret: güç, kuvvet ve iktidarletâfet: hoşluk, güzellik
maslahat: fayda, gayemizan: ölçü, denge
muhtelif: çeşit çeşitmusahhariyet: boyun eğmişlik
muvafakat: uygunlukmünasebet: bağlantı, ilişki
müşabehet: benzemenebat: bitki
nihayetsiz: sınırsız, sonsuznizam: düzen
rahmet: İlâhî şefkat, merhametrububiyet: Allah’ın bütün varlık âlemini kuşatan egemenliği, yaratıcılığı, idaresi ve terbiyesi
rû-yi zemin: yeryüzüsikke-i hilkat: yaratılış mührü
taallûk: bağlantılı olmak, ait olmaktaam: yemek
tedbir: idare etme, çekip çevirmeteşekkül etmek: oluşmak
vahdet: birlikvahdâniyet: Allah’ın bir ve benzersiz oluşu
vücub-u vücud: Allah’ın varlığının zorunlu oluşu, var olmak için bir sebebe muhtaç olmamasıvüs’at: genişlik
zemin: yerzerre: atom, çok küçük parça
ziynet: süszîhayat: canlı, hayat sahibi
şehadet etmek: şahitlik, tanıklık etmek
 

TaLHa

Nur-u Aynım
Yönetici
İkinci Kısım - Sayfa 260

hikmetinin herşeye şümulune pek zâhir bir surette delâlet ve hadsiz parmaklarıyla işaret ederler. Ve Senin gayet kemâldeki cemâl-i san’atına ve nihayet cemâldeki kemâl-i nimetine hadsiz dilleriyle senâ ve medhederler.

Hem bu muvakkat handa ve fâni misafirhanede ve kısa bir zamanda ve az bir ömürde, eşcar ve nebatatın elleriyle, bu kadar kıymettar ihsanlar ve nimetler ve bu kadar fevkalâde masraflar ve ikramlar, işaret belki şehadet eder ki, misafirlerine burada böyle merhametler yapan kudretli, keremkâr Zât-ı Rahîm, bütün ettiği masrafı ve ihsanı, kendini sevdirmek ve tanıttırmak neticesinin aksiyle, yani bütün mahlûkat tarafından “Bize tattırdı, fakat yedirmeden bizi idam etti” dememek ve dedirmemek ve saltanat-ı ulûhiyetini iskat etmemek ve nihayetsiz rahmetini inkâr etmemek ve ettirmemek ve bütün müştak dostlarını mahrumiyet cihetinde düşmanlara çevirmemek noktalarından, elbette ve herhalde, ebedî bir âlemde, ebedî bir memlekette, ebedî bırakacağı abdlerine, ebedî rahmet hazinelerinden, ebedî cennetlerinde, ebedî ve cennete lâyık bir surette meyvedar eşcar ve çiçekli nebatlar ihzar etmiştir. Buradakiler ise, müşterilere göstermek için nümunelerdir.

Hem ağaçlar ve nebatlar, umumen yaprak ve çiçek ve meyvelerinin kelimeleriyle Seni takdis ve tesbih ve tahmid ettikleri gibi, o kelimelerden herbirisi dahi ayrıca Senitakdis eder. Hususan meyvelerin bedî bir surette, etleri çok muhtelif, san’atları çokacip, çekirdekleri çok harika olarak yapılarak o yemek tablalarını ağaçların ellerine verip ve nebatların başlarına koyarak zîhayat misafirlerine göndermek cihetinde,lisan-ı hal olan tesbihatları, zuhurca lisan-ı kàl derecesine çıkar. Bütün onlar Senin mülkünde, Senin kuvvet ve kudretinle, Senin irade ve ihsanatınla, Senin rahmet ve hikmetinle musahhardırlar ve Senin herbir emrine mutîdirler.

Zât-ı Rahîm: rahmeti herşeyi kuşatan, sonsuz şefkat merhamet sahibi Zât; Allahabd: kul
acip: hayret verici, şaşırtıcıbedî: güzel, benzersiz
cemâl: manevî güzellikcemâl-i san’at: sanat güzelliği
cihet: yön, tarafdelâlet: delil olma, işaret etme
ebedî: sonu olmayan, sonsuzeşcar: ağaçlar
fevkalâde: olağanüstüfâni: geçici, yok olucu
hadsiz: sayısızhikmet: herşeyin belirli gayelere yönelik olarak, mânâlı, faydalı ve tam yerli yerinde olması
hususan: özellikleihsan: bağış, ikram
ihsanat: ihsanlar, iyilikler, bağışlarihzar etmek: hazırlamak
irade: dileme, tercihiskat etmek: hiçliğe düşürmek, yok etmek
kemâl: kusursuzluk, mükemmellikkemâl-i nimet: nimetin tam ve mükemmel olması
keremkâr: lûtfeden, bağışlayankudret: güç, kuvvet ve iktidar
kıymettar: kıymetlilisan-ı hal: hal dili
lisan-ı kàl: söz ile anlatımmahlukât: yaratıklar
medhetmek: övmekmeyvedar: meyveli, meyve veren
muhtelif: çeşit çeşitmusahhar: boyun eğdirilmiş, emre verilmiş
mutî: emre uyan, itaatkârmuvakkat: gelip geçici
müştak: çok istekli, arzulunebat: bitki
nebatat: bitkilernihayet: son derece
nümune: örnek, misalrahmet: İlâhî şefkat, merhamet
saltanat-ı Ulûhiyet: hiçbir ortak kabul etmeyen Allah’ın İlâhlık saltanatı, egemenliğisenâ: övme ve yüceltme
suret: şekil, biçimtahmid: Allah’ı övme ve Ona şükürlerini sunma
takdis etmek: kutsamak, Allah’ın her türlü eksiklik ve çirkinlikten yüce olduğunu ilân etmektesbih: Allah’ı her türlü kusurdan yüce tutarak şanına lâyık ifadelerle anma
tesbihat: Allah’ı noksan sıfatlardan yüce tutan sözlerumumen: bütünüyle
zuhur: belirme, ortaya çıkmazâhir: açık, âşikar
zîhayat: canlı, hayat sahibişehadet etmek: şahitlik, tanıklık etmek
şümûl: kapsamlılık, kuşatıcılık
 

TaLHa

Nur-u Aynım
Yönetici
İkinci Kısım - Sayfa 261

Ey şiddet-i zuhurundan gizlenmiş ve ey kibriyâ-yı azametinden tesettür etmiş olan Sâni-i Hakîm ve Hâlık-ı Rahîm,

Bütün eşcar ve nebatatın, bütün yaprak ve çiçek ve meyvelerin dilleriyle ve adediyle Seni kusurdan, aczden, şerikten takdis ederek hamd ü senâ ederim.

Ey Fâtır-ı Kadîr, ey Müdebbir-i Hakîm, ey Mürebbî-i Rahîm,

Resul-i Ekrem Aleyhissalâtü Vesselâmın talimiyle ve Kur’ân-ı Hakîmin dersiyle anladım ve iman ettim ki nasıl nebatat ve eşcar Seni tanıyorlar, Senin sıfât‑ı kudsiyeni ve Esmâ-i Hüsnânı bildiriyorlar. Öyle de, zîhayatlardan ruhlu kısmı olan insan ve hayvanattan hiçbirisi yoktur ki; cisminde gayet muntazam saatler gibi işleyen ve işlettirilen dahilî ve haricî âzâlarıyla ve bedeninde gayet ince bir nizam ve gayet hassas bir mîzan ve gayet mühim faidelerle yerleştirilen âlât ve duygularıyla ve cesedinde gayet san’atlı bir yapılış ve gayet hikmetli bir tefriş ve gayet dikkatli bir muvazene içinde konulan cihazat-ı bedeniyesiyle, Senin vücub-u vücuduna ve sıfatlarının tahakkukuna şehadet etmesin. Çünkü, bu kadar basîrâne nazik san’at veşuurkârâne ince hikmet ve müdebbirâne tam muvazeneye, elbette kör kuvvet veşuursuz tabiat ve serseri tesadüf karışamazlar ve onların işi olamaz ve mümkün değildir. Ve kendi kendine teşekkül edip öyle olması ise, yüz derece muhâl içinde muhâldir. Çünkü, o halde herbir zerresi, herbir şeyini ve cesedinin teşekkülünü, belki dünyada alâkadar olduğu herşeyini bilecek, görecek, yapabilecek, âdeta ilâh gibiihatalı bir ilim ve kudreti bulunacak, sonra teşkil-i ceset ona havale edilir ve “kendi kendine oluyor” denilebilir.

Ve heyet-i mecmuasındaki vahdet-i tedbir ve vahdet-i idare ve vahdet-i nev’iye


Aleyhissalatü Vesselâm: Allah’ın salât ve selâmı onun üzerine olsunEsmâ-i Hüsna: Allah’ın en güzel isimleri
Fâtır-ı Kadîr: herşeye gücü yeten yaratıcı, AllahHâlık-ı Rahîm: herbir varlığa hususî rahmet ve merhamet tecellîsi olan yaratıcı; Allah
Kur’ân-ı Hakîm: her âyet ve sûresinde sayısız hikmet ve faydalar bulunan Kur’ânMüdebbir-i Hakîm: herşeyi hikmetle yaratan ve herşeyi idare eden Allah
Mürebbî-i Rahîm: şefkat ve merhamet herbir varlık üzerinde görülen ve herşeyi yaratılış gayelerine göre terbiye eden AllahResul-i Ekrem: Allah’ın en şerefli ve değerli elçisi olan Hz. Muhammed (a.s.m.)
Sâni-i Hakîm: herşeyi san’atla ve hikmetle yaratan Allahacz: acizlik, güçsüzlük
alâkadar olmak: ilgili olmakbasîrâne: görerek, bilerek
cihazat-ı bedeniye: bedendeki organlardâhilî: iç
eşcar: ağaçlarhamd ü senâ: şükretme ve övme
haricî: dışhavale etmek: bir işi başka birine bırakma
hayvanat: hayvanlarheyet-i mecmua: hepsi birden, fertlerin tamamı
hikmet: bir gaye ve faydaya yönelik olarak, tam yerli yerinde olmaihatalı: kuşatıcı, kapsayıcı
kibriya-yı azamet: zât ve sıfatların büyüklüğün sonsuz ve daimî oluşukudret: güç, kuvvet ve iktidar
muhâl içinde muhâl: imkânsızlık içinde imkânsızlık, akla aykırılıkmuntazam: düzenli, intizamlı
muvazene: dengemîzan: tartı, ölçü
müdebbirâne: tedbirli bir şekilde, herşeyi önceden düşünereknebatat: bitkiler
nizam: düzen, kanunsıfât-ı kudsiye: kutsal vasıflar ve özellikler
tahakkuk: gerçekleşmetakdis etmek: Allah’ın her türlü eksiklik ve çirkinlikten yüce olduğunu ilân etmek
talim: öğretme, eğitmetefriş: döşeme
tesettür etmek: gizlenmek, örtünmekteşekkül: oluşma
teşkil-i ceset: cesedi oluşturma, meydana getirmevahdet-i idare: idare birliği
vahdet-i nev’iye: tür birliğivahdet-i tedbir: tedbir, idare birliği
vücub-u vücud: varlığının zorunlu oluşu ve var olmak için bir sebebe ihtiyacının olmayışızîhayat: canlı, hayat sahibi
âlât: âletler, organlarâzâ: uzuvlar, organlar
şehadet etmek: şahitlik, tanıklık etmekşerik: ortak
şiddet-i zuhur: açık seçik olma ve açığa çıkma derecesinin şiddeti ve kuvvetişuurkârâne: şuurlu ve bilinçli bir şekilde
şuursuz: bilinçsiz
 

TaLHa

Nur-u Aynım
Yönetici
İkinci Kısım - Sayfa 262

ve vahdet-i cinsiye ve umumun yüzlerinde göz, kulak, ağız gibi noktalarda ittifak cihetinde müşahede edilen sikke-i fıtratta birlik ve herbir nev’in efradı simalarında görülen sikke-i hikmette ittihad ve iaşede ve icadda beraberlik ve birbirinin içinde bulunmak gibi keyfiyetlerinden hiçbirisi yoktur ki, Senin vahdetine kat’î şehadette bulunmasın ve herbir ferdinde kâinata bakan bütün isimlerin cilveleri bulunmakla, vâhidiyet içinde, Senin ehadiyetine işareti olmasın.

Hem nasıl ki insan ile beraber hayvanatın, zeminin bütün yüzünde yayılan yüz bin envâı, muntazam bir ordu gibi teçhiz ve talimat ve itaat ve musahhariyetle ve en küçükten tâ en büyüğe kadar, rububiyetin emirleri intizamla cereyanlarıyla o rububiyetinin derece-i haşmetine ve gayet çoklukla beraber gayet kıymetli ve gayet mükemmel olmakla beraber gayet çabuk yapılmaları ve gayet san’atlı olmakla beraber gayet kolay yapılışlarıyla, kudretinin derece-i azametine delâlet ettikleri gibi;şarktan garba, şimalden cenuba kadar yayılan mikroptan tâ gergedana kadar, en küçücük sinekten tâ en büyük kuşa kadar bütün onların rızıklarını yetiştiren rahmetinin hadsiz vüs’atine ve herbiri emirber nefer gibi vazife-i fıtriyesini yapmak ve zemin yüzü her baharda, güz mevsiminde terhis edilenler yerinde yeniden taht-ı silâha alınmış bir orduya ordugâh olmak cihetiyle, hâkimiyetinin nihayetsiz genişliğine kat’î delâlet ederler.

Hem nasıl ki hayvanâttan herbirisi kâinatın bir küçük nüshası ve bir misal-i musağğarı hükmünde gayet derin bir ilim ve gayet dakik bir hikmetle, karışık eczaları karıştırmayarak ve bütün hayvanların ayrı ayrı suretlerini şaşırmayarak hatasız,sehivsiz, noksansız yapılmalarıyla, ilminin herşeye ihatasına ve hikmetinin herşeyeşümulüne, adetlerince işaretler ederler. Öyle de, herbiri birer mu’cize-i san’at ve birerharika-i hikmet olacak kadar san’atlı ve güzel yapılmasıyla, çok sevdiğin ve teşhirini istediğin san’at-ı Rabbâniyenin kemâl-i hüsnüne ve


cenub: güneycereyan: akım, hareket
cihet: yön, tarafcilve: görüntü, yansıma
dakik: ince, derindelâlet etmek: delil olmak, işaret etmek
derece-i azamet: büyüklük derecesiderece-i haşmet: heybet ve görkemin derecesi
ecza: cüzler, parçalarefrad: fertler, bireyler
ehadiyet: Allah’ın her bir varlıkta görünen birlik tecellisiemirber: emre hazır
envâ: neviler, türlergarb: batı
hadsiz: sınırsızharika-i hikmet: hikmet harikası
hayvanat: hayvanlarhikmet: herşeyin belirli gayelere yönelik olarak mânâlı, faydalı ve tam yerli yerinde olması
hâkimiyet: egemenlik, hükümranlıkiaşe: besleme
icad: var etme, yaratmaihata: içine alma, kapsama
intizam: düzen, tertipittifak: birleşme
ittihad: birlikkemâl-i hüsün: mükemmel güzellik
keyfiyet: durum, asıl nitelik, asıl özellikkudret: güç, kuvvet ve iktidar
kâinat: evren, bütün yaratılmışlarmisal-i musağğar: küçültülmüş örnek
muntazam: düzenli, intizamlımusahhariyet: boyun eğmişlik
mu’cize-i san’at: san’at mu’cizesimüşahede etmek: görmek, gözlemlemek
nefer: asker, ernev’i: tür, cins
nihayetsiz: sınırsız, sonsuzordugâh: ordunun barındığı yer
rahmet: şefkat, merhametrububiyet: Allah’ın bütün varlık âlemini kuşatan egemenliği, yaratıcılığı, idaresi ve terbiyesi
san’at-ı Rabbâniye: herşeyi terbiye edip idaresi altında bulunduran Allah’ın san’atısehivsiz: hatasız, yanılmaksızın
sikke-i fıtrat: yaratılış mührüsikke-i hikmet: hikmet mührü
suret: şekiltaht-ı silâh: silâh altı
talimat: bildiriler, emirlerterhis etmek: vazifeye son vermek
teçhiz: cihazlanma, donanımteşhir: ilân etme, duyurma
umum: bütün, genelvahdet: birlik
vahdet-i cinsiye: cins birliğivazife-i fıtriye: yaratılıştan gelen görev
vâhidiyet: birlikvüs’at: genişlik
zemin: yerşark: doğu
şehadet: şahitlik, tanıklıkşimal: kuzey
şümûl: kapsamlılık, kuşatıcılık
 

TaLHa

Nur-u Aynım
Yönetici
İkinci Kısım - Sayfa 263

gayet derecede güzelliğine işaret ve herbirisi, hususan yavrular, gayet nazdar,nâzenin bir surette beslenmeleriyle ve heveslerinin ve arzularının tatmini cihetiyle, Senin inâyetinin gayet şirin cemâline hadsiz işaretler ederler.

Ey Rahmânürrahîm, ey Sâdıku’l-Vâ’di’l-Emîn, ey Mâlik-i Yevmiddîn,

Senin Resul-i Ekrem Aleyhissalâtü Vesselâmının tâlimiyle ve Kur’ân-ı Hakîminin irşadıyla anladım ki:

Madem kâinatın en müntehap neticesi hayattır. Ve hayatın en müntehap hülâsası ruhtur. Ve zîruhun en müntehap kısmı zîşuurdur. Ve zîşuurun en camii insandır. Ve bütün kâinat ise hayata musahhardır ve onun için çalışıyor. Ve zîhayatlar zîruhlara musahhardır; onlar için dünyaya gönderiliyorlar. Ve zîruhlar insanlara musahhardır; onlara yardım ediyorlar. Ve insanlar fıtraten Hâlıkını pek ciddî severler ve Hâlıkları onları hem sever, hem kendini onlara her vesile ile sevdirir. Ve insanın istidadı ve cihazat-ı mâneviyesi, başka bir bâki âleme ve ebedî bir hayata bakıyor. Ve insanın kalbi ve şuuru, bütün kuvvetiyle bekà istiyor ve lisanı, hadsiz dualarıyla bekà için Hâlıkına yalvarıyor. Elbette ve herhalde, o çok seven ve sevilen ve mahbub vemuhib olan insanları dirilmemek üzere öldürmekle, ebedî bir muhabbet için yaratılmış iken, ebedî bir adâvetle gücendirmek olamaz ve kàbil değildir.

Belki, başka bir ebedî âlemde mes’udâne yaşaması hikmetiyle, bu dünyada çalışmak ve onu kazanmak için gönderilmiştir. Ve insana tecellî eden isimlerin, bufâni ve kısa hayattaki cilveleriyle âlem-i bekàda onların âyinesi olan insanların, ebedî cilvelerine mazhar olacaklarına işaret ederler.

Evet, ebedînin sâdık dostu ebedî olacak. Ve bâkinin âyine-i zîşuuru bâki olmak lâzım gelir.

Hayvanların ruhları bâki kalacağını ve hüdhüd-ü Süleymanî (a.s.) ve Neml’i




Aleyhissalâtü Vesselâm: Allah’ın salât ve selâmı onun üzerine olsunHâlık: her şeyi yaratan Allah
Kur’ân-ı Hakîm: her âyet ve sûresinde sayısız hikmet ve faydalar bulunan Kur’ânMâlik-i Yevmiddîn: kıyamet gününün sahibi olan Allah
Neml: karınca, Hz. Süleyman’ın karıncasıRahmânü’r-Rahîm: herbir kuluna karşı sınırsız rahmet sahibi olan ve rahmetinin eserleri dünya ve âhireti dolduran Allah
Resul-i Ekrem: Allah’ın en şerefli ve değerli elçisi olan Hz. Muhammed (a.s.m.)Sâdıku’l-Va’di’l-emîn: vaad ve sözünde mutlaka duran, vaadinin doğruluğundan emin olunan Allah
adâvet: düşmanlıkbekà: devamlılık, kalıcılık
bâki: devamlı, kalıcı, sonsuzcami: kapsamlı
cemâl: manevî güzellikcihet: yön, taraf
cihâzât-ı mâneviye: mânevî donanım, cihazlarcilve: görüntü, yansıma
ebedî: sonu olmayan, sonsuzfâni: geçici, yok olucu
fıtraten: yaratılış itibariylehadsiz: sayısız, sınırsız
hikmet: gayehususan: özellikle
hüdhüd-ü Süleymânî: Hz. Süleyman’ın emri altında çalışan kuşhülâsa: özet
inâyet: Allah’ın herşeyi düzen altına alıp huzur ve saadet veren ve yardım eden sıfatıirşad: doğru yolu gösterme
istidad: yetenek, ruha konulmuş özellikkàbil: mümkün
kâinat: evren, bütün yaratılmışlarlisan: dil
mahbub: sevgilimazhar olmak: erişmek, nail olmak
mes’udâne: mutlu bir şekildemuhabbet: sevgi
muhib: sevenmusahhar: boyun eğdirilmiş, itaat ettirilmiş
müntehap: seçilmişnazdar: nazlı
nâzenin: ince, nâziksadık: doğru, dürüst
suret: şekiltalim: öğretme, eğitme
tecellî: yansıma, görünmezîhayat: canlı, hayat sahibi
zîruh: ruh sahibizîşuur: şuur sahibi, bilinçli
âlem-i bekà: devamlı ve kalıcı olan âhiret âlemiâyine-i zîşuur: şuurlu ayna
şuur: bilinç, anlayış
 

TaLHa

Nur-u Aynım
Yönetici
İkinci Kısım - Sayfa 264

ve Nâka-i Salih (a.s.) ve kelb-i Ashâb-ı Kehf
blank.gif
1 gibi bazı efrad-ı mahsusa hem ruhu, hem cesediyle bâki âleme gideceği ve herbir nev’in, arasıra istimâl için birtek cesedi bulunacağı, rivâyet-i sahihadan anlaşılmakla beraber; hikmet ve hakikat, hem rahmet ve rubûbiyet öyle iktiza ederler.

Ey Kàdir-i Kayyûm,

Bütün zîhayat, zîruh, zîşuur, Senin mülkünde, yalnız Senin kuvvet ve kudretinle ve ancak Senin irade ve tedbirlerinle ve rahmet ve hikmetinle, rububiyetinin emirlerine teshir ve fıtrî vazifelerle tavzif edilmişler. Ve bir kısmı, insanın kuvveti ve galebesi için değil, belki fıtraten insanın zaafı ve aczi için rahmet tarafından ona musahhar olmuşlar. Ve lisan-ı hal ve lisan-ı kàl ile Sânilerini ve Mâbudlarını kusurdan, şerikten takdis ve nimetlerine şükür ve hamd ederek, herbiri ibadet-i mahsusasını yapıyorlar.

Ey şiddet-i zuhurundan gizlenmiş ve ey azamet-i kibriyâsından perdelenmiş olan Zât-ı Akdes,

Bütün zîruhların tesbihatıyla seni takdis etmek, niyet edip

سُبْحَانَكَ يَا مَنْ جَعَلَ مِنَ الْمَاۤءِ كُلَّ شَىْءٍ حَىٍّ
blank.gif
2

diyorum.

Yâ Rabbe’l-Âlemîn, yâ İlâhe’l-Evvelîne ve’l-Âhirin, yâ Rabbe’s-Semâvâti ve’l-Aradîn,

Resul-i Ekrem Aleyhissalâtü Vesselâmın talimiyle ve Kur’ân-ı Hakîmin dersiyle anladım ve iman ettim ki:

[NOT]Dipnot-1 bk. Alûsî, Ruhu’l-Beyân: 5:226; Kurtubî: 1:372.

Dipnot-2 “Ey su ile herşeyi canlandıran Zât-ı Akdes, Seni her türlü noksanlıktan tenzih ederim.”[/NOT]




Kur’ân-ı Hakîm: her âyet ve sûresinde sayısız hikmet ve faydalar bulunan Kur’ânKàdir-i Kayyûm: ezelden ebede kadar bütün varlıkları ayakta tutan sonsuz kudret sahibi, Allah
Mâbud: kendisine ibadet edilen AllahNâka-i Salih: Hz. Salih’in devesi [bk. bilgiler – Salih (a.s.)]
Rabbe’s-Semâvâti ve’l-Aradîn: göklerin ve yerlerin Rabbi olan AllahRabbü’l-Âlemin: âlemlerin Rabbi, bütün âlemleri idare ve terbiye eden Allah
Resul-i Ekrem: Allah’ın en şerefli ve değerli elçisi olan Hz. Muhammed (a.s.m.)Sâni: her şeyi san’atla yaratan Allah
Zât-ı Akdes: her türlü kusur ve noksandan yüce olan Zât, Allahacz: acizlik, güçsüzlük
azamet-i kibriyâ: Zâtının büyüklüğü ve sıfatlarının sınırsız oluşubâki: devamlı, kalıcı, ölümsüz
efrad-ı mahsusa: özel fertlerfıtraten: yaratılış itibariyle
fıtrî: doğal, yaratılıştan gelenhakikat: gerçek mahiyet, asıl ve esas
hamd etmek: şükür ve övgülerini sunmakhikmet: herşeyin belirli bir gaye ve faydaya yönelik olarak, mânâlı ve tam yerli yerinde olması
ibadet-i mahsusa: kendine özgü ibadetiktiza etmek: gerektirmek
irade: dileme, tercihistimâl: kullanma
kelb-i Ashâb-ı Kehf: Ashâb-ı Kehf’in köpeğikudret: güç, kuvvet ve iktidar
lisan-ı hâl: hâl dililisan-ı kàl: söz ile anlatım
musahhar olmak: boyun eğmeknev’: tür, cins
rahmet: şefkat, merhametrivâyât-ı sahîha: Peygamberimizden dosdoğru olarak, sahih olarak nakledilmiş rivâyetler, sözler
rububiyet: Allah’ın bütün varlık âlemini kuşatan egemenliği, yaratıcılığı, idaresi ve terbiyesitakdis etmek: kutsamak, Allah’ın her türlü eksiklik ve çirkinlikten yüce olduğunu ilân etmek
talim: öğretmetavzif etmek: vazifelendirmek
tedbir: idare etme, çekip çevirmetesbihat: Allah’ı noksan sıfatlardan yüce tutan sözler
teshir: emir altında tutmazaaf: zayıflık, güçsüzlük
zîhayat: canlı, hayat sahibizîruh: ruh sahibi
zîşuur: şuur sahibi, bilinçliİlâhe’l-Evvelîne ve’l-Âhirin: baştakilerin ve sondakilerin İlâhı, Allah
şerik: ortakşiddet-i zuhur: açık seçik olma ve açığa çıkma derecesinin şiddeti ve kuvveti
 

TaLHa

Nur-u Aynım
Yönetici
İkinci Kısım - Sayfa 265

Nasıl sema, feza, arz, berr ve bahr, şecer, nebat, hayvan, efradıyla, eczasıyla, zerrâtıyla Seni biliyorlar, tanıyorlar ve varlığına ve birliğine şehadet ve delâlet ve işaret ediyorlar. Öyle de, kâinatın hülâsası olan zîhayat ve zîhayatın hülâsası olan insan ve insanın hülâsası olan enbiya, evliya, asfiyanın hülâsası olan kalblerinin ve akıllarının müşahedat ve keşfiyat ve ilhamat ve istihracatıyla yüze ricma ve yüzer tevatür kuvvetinde bir kat’iyetle, Senin vücub-u vücuduna ve Senin vahdâniyet ve ehadiyetine şehadet edip ihbar ediyorlar, mu’cizat ve kerâmât ve yakînî burhanlarıyla haberlerini ispat ediyorlar.

Evet, kalblerde, perde-i gaybda ihtar edici bir Zâta bakan hiç bir hâtırat-ı gaybiye veilham edici bir Zâta baktıran hiç bir ilhâmât-ı sâdıka; ve hakkalyakîn sûretinde sıfât-ı kudsiye ve Esmâ-i Hüsnânı keşfeden hiçbir itikad-ı yakîne; ve enbiya ve evliyada, birVâcibü’l-Vücudun envârını aynelyakîn ile müşahede eden hiçbir nuranî kalp; veasfiya ve sıddîkînde, bir Hâlık-ı Külli Şey’în âyât-ı vücûbunu ve berâhin-i vahdetiniilmelyakîn ile tasdik eden, ispat eden hiçbir münevver akıl yoktur ki, Senin vücub-u vücuduna ve sıfât-ı kudsiyene ve Senin vahdetine ve ehadiyetine ve Esmâ-i Hüsnânaşehadet etmesin, delâleti bulunmasın ve işareti olmasın.

Ve bilhassa, bütün enbiya ve evliya ve asfiya ve sıddıkînin imamı ve reisi vehülâsası olan Resûl-i Ekrem Aleyhissalâtü Vesselâmın ihbarını tasdik eden hiçbir


Aleyhissalatü Vesselâm: Allah’ın salât ve selâmı onun üzerine olsunEsmâ-i Hüsna: Allah’ın en güzel isimleri
Hâlık-ı Küll-i Şey: herşeyin yaratıcısı olan AllahResul-i Ekrem: Allah’ın en şerefli ve değerli elçisi olan Hz. Muhammed (a.s.m.)
Vâcibü’l-Vücud: varlığı zorunlu olan, var olmak için hiçbir sebebe ihtiyacı bulunmayan Allaharz: dünya
asfiya: Hz. Peygamberin yolundan giden ilim ve takvâ sahibi hâlis kullaraynelyakîn: gözle görerek kesin bilgi edinme
bahr: denizberr: kara
berâhin-i vahdet: birlik delilleribilhassa: özellikle
burhan: güçlü delil, sarsılmaz kanıtdelâlet: delil olma, işaret etme
ecza: cüzler, parçalarefrad: fertler, bireyler
ehadiyet: Allah’ın birliğinin ve isimlerinin herbir varlıkta ayrı ayrı tecellî etmesienbiya: nebiler, peygamberler
envâr: nurlar, ışıklarevliya: veliler, Allah dostları
feza: uzayhakkalyakîn: bizzat yaşayarak kesin bilgi edinme
hâtırat-ı gaybiye: gayptan gelen hatıralar, mânevî bilgilerhülâsa: özet
icmâ: fikir birliğiihbar etmek: haber vermek
ihtar: hatırlatma, ikazilham: kalbe gelme, gönüle doğma
ilhamat: ilhamlarilhâmât-ı sâdıka: doğru ilhamlar
ilmelyakîn: kesin bilgiye dayanarak, kuşkuya yer bırakmayacak biçimde öğrenmeistihracat: çıkarmalar
itikad-ı yakîn: şüphesiz ve kesin olarak inanmakat’iyet: kesinlik
kerâmât: kerametler, Allah’ın bir ikramı olarak veli kullarında görülen olağanüstü hal ve hareketlerkeşfetmek: gizli bir şeyi açığa çıkarmak
keşfiyat: keşifler, mânevî âlemlerde bazı olayları ve hakikatleri gözlemlememu’cizât: insanların benzerini yapmada âciz kaldıkları ve ancak Allah tarafından peygamberlere verilen olağanüstü hâl ve hareketler
münevver: nurlu, aydın, aydınlanmışmüşahedat: gözlemler
müşahede etmek: görmek, gözlemlemeknebat: bitki
perde-i gayb: mânevî âlemleri gözümüzden saklayan perdesemâ: gök
suret: tarz, biçimsıddıkîn: daima doğruluk üzere ve Allah’a ve peygambere çok sâdık olanlar
sıfât-ı kudsiye: kutsal sıfatlar, kusursuz özelliklertasdik etmek: doğrulamak, onaylamak
tevatür: yalan söylemesi mümkün olmayan topluluklardan gelen ve doğruluğu kesin olarak kanıtlanan habervahdet: birlik
vahdâniyet: Allah’ın bir ve benzersiz oluşuvücub-u vücud: varlığın zorunlu oluşu ve var olmak için bir sebebe ihtiyacın olmayışı
yakînî: kesin, şüphesizzerrât: zerreler
zîhayat: canlı, hayat sahibiâyât-ı vücub: varlığının vacip ve zorunlu olduğunu gösteren âyetler, deliller
şecer: ağaçşehadet: şahitlik, tanıklık

 

TaLHa

Nur-u Aynım
Yönetici
İkinci Kısım - Sayfa 266

mu’cizat-ı bâhiresi ve hakkaniyetini gösteren hiç bir hakikat-i aliyesi ve bütün mukaddes ve hakikatli kitapların hülâsatü’l-hülâsası olan Kur’ân-ı Mucizü’l-Beyânın hiçbir âyet-i tevhidiye-i kàtıası ve mesâil-i imaniyeden hiçbir mesele-i kudsiyesi yoktur ki, Senin vücub-u vücuduna ve kudsî sıfatlarına ve Senin vahdetine ve ehadiyetine ve esmâ ve sıfâtına şehadet etmesin ve delâleti olmasın ve işareti bulunmasın.

Hem nasıl ki bütün o yüz binler muhbir-i sâdıklar, mu’cizatlarına ve keramâtlarına ve hüccetlerine istinad ederek, Senin varlığına ve birliğine şehadet ederler. Öyle de, herşeye muhit olan Arş-ı Âzamın külliyat-ı umurunu idareden, tâ kalbin gayet gizli vecüz’î hâtırâtını ve arzularını ve dualarını bilmek ve işitmek ve idare etmeye kadarcereyan eden rububiyetinin derece-i haşmetini ve gözümüz önünde hadsiz muhtelifeşyayı birden icad eden, hiçbir fiil bir fiile, bir iş bir işe mâni olmadan, en büyük bir şeyi en küçük bir sinek gibi kolayca yapan kudretinin derece-i azametini, icmâ ile,ittifak ile ilân ve ihbar ve ispat ediyorlar.

Hem nasıl ki, bu kâinatı, zîruha, hususan insana mükemmel bir saray hükmüne getiren ve Cenneti ve saadet-i ebediyeyi cin ve inse ihzar eden ve en küçük birzîhayatı unutmayan ve en âciz bir kalbin tatminine ve taltifine çalışan rahmetininhadsiz genişliğini ve zerrattan tâ seyyârâta kadar bütün envâ-ı mahlûkatı emirlerine itaat ettiren ve teshir ve tavzif eden hâkimiyetinin nihayetsiz vüs’atini haber vererek,mu’cizat ve hüccetleriyle ispat ederler. Öyle de, kâinatı, eczaları adedince risaleler içinde bulunan bir kitab-ı kebir hükmüne getiren ve


Arş-ı Âzam: Allah’ın büyüklük ve yüceliğinin tecelli ettiği yerKur’ân-ı Mu’cizü’l-Beyan: ifade ve açıklamalarıyla mu’cize olan Kur’ân
Muhbir-i Sadık: doğru sözlü haber verici olan Peygamber Efendimiz (a.s.m.)cereyan etmek: meydana gelmek
cin ve ins: cinler ve insanlarcüz’î: ferdî, küçük
delâlet: delil olma, işaret etmederece-i azamet: büyüklük derecesi
derece-i haşmet: heybet ve görkemin derecesiecza: cüzler, parçalar
ehadiyet: Allah’ın her bir varlıkta görünen birlik tecellisienvâ-ı mahlûkat: bütün yaratılmış varlık türleri
esmâ: isimlerhadsiz: sayısız, sınırsız
hakikat: asıl, esashakikat-i aliye: yüksek, yüce gerçek ve doğru
hakkaniyet: doğruluk, gerçekçilikhususan: özellikle
hâkimiyet: egemenlik, hükümranlıkhâtırat: hâtıralar, anılar
hüccet: kesin delilhülâsatü’l-hülâsa: Yedinci Şuâ olan Âyetü’l-Kübrâ Risalesinin özetinin özeti mahiyetinde, Arapça olarak yazılan tefekkürî bir eser
icad etmek: yaratmak, var etmekicmâ: fikir birliği
ihbar: haber vermeihzar etmek: hazırlamak
istinad etmek: dayanmakittifak: birleşme, fikir birliği
kerâmât: kerametler, Allah’ın bir ikramı olarak veli kullarında görülen olağanüstü hal ve hareketlerkitab-ı kebîr: büyük kitap, kâinat
kudret: Allah’ın güç, kuvvet ve iktidarıkudsî: her türlü kusur ve noksandan uzak, kutsal
külliyat-ı umur: genel, evrensel işlermesele-i kudsiye: kutsal mesele
mesâil-i imâniye: imanî meselelermuhit: her şeyi kuşatan, kapsayan
muhtelif: çeşit çeşitmukaddes: kutsal
mu’cizat-ı bâhire: apaçık mu’cizelermu’cizât: mu’cizeler
mâni olmak: engel olmaknihayetsiz: sınırsız, sonsuz
rahmet: İlâhî şefkat, merhametrisale: mektup, küçük çaplı kitap
rububiyet: Allah’ın bütün varlık âlemini kuşatan egemenliği, yaratıcılığı, idaresi ve terbiyesisaadet-i ebediye: sonsuz mutluluk
seyyarat: gezegenlersıfât: nitelikler, özellikler
taltif: iyilik ve güzellikle muamele etmetavzif etmek: görevlendirmek
teshir: emir altında tutmavahdet: birlik
vücub-u vücud: varlığının zorunlu oluşu, var olmak için bir sebebe ihtiyacının olmamasıvüs’at: genişlik
zerrat: zerreler, atomlarzîhayat: canlı, hayat sahibi
zîruh: ruh sahibiâciz: güçsüz, zayıf
âyet-i tevhidiye-i kàtıa: Allah’ın birliğini bildiren kesin âyetşehadet etmek: şahitlik etmek

 
Üst