Mantar panoya ne yazardınız???

Durum
Üzgünüz bu konu cevaplar için kapatılmıştır...

harp

Well-known member
site forum açıldı ALLAHA ŞÜKÜR İNŞ. BİR DAHA BÖYLE ŞEYLER OLMAZ.......HEYT BEEEEEEE..........
 

harp

Well-known member
Ağaçlar ve nebatlar, umumen yaprak ve çiçek ve meyvelerinin kelimeleriyle seni takdis ve tesbih ve tahmid ettikleri gibi, o kelimelerden herbirisi dahi ayrıca seni takdis eder. Hususan meyvelerin bedi' bir surette, etleri çok muhtelif, san'atları çok acib, çekirdekleri çok harika olarak yapılarak o yemek tablalarını ağaçların ellerine verip ve nebatların başlarına koyarak zihayat misafirlerine göndermek cihetinde, lisan-ı hal olan tesbihatları, zuhurca lisan-ı kal derecesine çıkar. Bütün onlar senin mülkünde, senin kuvvet ve kudretinle, senin irade ve ihsanatınla, senin rahmet ve hikmetinle müsahhardırlar ve senin herbir emrine muti'dirler.

(Bediüzzaman Said Nursi - 3. Şua'dan)

Lügatler
Acib :hayret veren, şaşılacak şey, şaşırtıcı
Bedi’ :güzel, benzersiz
Cihet :yön, taraf
Emir :iş, husus, şey, hadise, madde, buyruk, talimat, kural
Harika :hayret uyandıran, hayranlık veren, imkânların üstünde olan
Hikmet :Herkesin bilmediği gizli sebeb, gizli sır, sebeb, fayda, gaye, her şeyin belirli gayelere yönelik olarak, manalı, faydalı ve tam yerli yerinde olması ve yaratılması
Hususan :bilhassa, özellikle
İhsanat :iyilikler, lütuflar,bağışlar
İrade :istek, arzu, dilemek, tercih
Kelime :manası olan söz
Kudret : güç, kuvvet, iktidar
Kuvvet :güç, kabiliyet, kudret
Lisan-ı hal :hal dili, yaşayarak gösterilen hal
Lisan-ı kal :sözlü ifade, sözlü anlatım
Muhtelif: çeşitli
Musahhar :hizmet eden, istenilen hale konmuş, idare edilen, boyun eğdirilmiş, emre verilmiş

Muti :itaatli, isyan etmeyen, emre uyan, itaatkâr
Mülk :mal, sahip olunan şey
Nebat :bitki
Rahmet :merhamet, acımak, şefkat etmek, ihsan etmek, esirgemek
Sanat :ustalık, hüner, marifet
Suret : biçim, şekil
Şua :ışık, parıltı
Tabla :tezgâh, sunulan yer, sergi
Tahmid : Allah’ı övme ve Ona şükürlerini sunma
Takdis :kutsamak, büyük hürmet göstermek, mukaddes bilmek, Allah’ın her türlü eksiklik ve çirkinlikten yüce olduğunu ilân etmek
Tesbih :Allah’ı her şeyden yüce tutmak, Allah’ı şanına layık ifadelerle anmak
Tesbihat :tesbihler, Allah’ı anmalar, Allah’ı noksan sıfatlardan yüce tutan sözler
Umumen :tümü, tamamen, hepsi
Zîhayat : hayat sahibi, canlı
Zuhur :meydana çıkmak, görünmek
 

harp

Well-known member
Halık-ı Rahim, nev-i beşere verdiği nimetlerin mukabilinde şükür istiyor. İsraf ise şükre zıddır, nimete karşı hasaretli bir istihfaftır. İktisad ise, nimete karşı ticaretli bir ihtiramdır. Evet iktisad hem bir şükr-ü manevi, hem nimetlerdeki rahmet-i İlahiyeye karşı bir hürmet, hem kat'i bir surette sebeb-i bereket, hem bedene perhiz gibi bir medar-ı sıhhat, hem manevi dilencilik zilletinden kurtaracak bir sebeb-i izzet, hem nimet içindeki lezzeti hissetmesine ve zahiren lezzetsiz görünen nimetlerdeki lezzeti tatmasına kuvvetli bir sebebdir. İsraf ise, mezkur hikmetlere muhalif olduğundan, vahim neticeleri vardır.

(Bediüzzaman Said Nursi - 19. Lem'adan)

Lügatler
Beden :vücut
Hâlık-ı Rahim :merhametli yaratıcı(Allah)
Hasâret :zarar ve ziyan
Hikmet :Herkesin bilmediği gizli sebeb, gizli sır, sebeb, fayda, gaye, her şeyin belirli gayelere yönelik olarak, manalı, faydalı ve tam yerli yerinde olması ve yaratılması
Hissetmek :duymak, derinden yaşamak
Hürmet :saygı, değer verme, haysiyet, şeref
İhtiram :saygı gösterme
İktisad :tutum, biriktirme, lüzumundan fazla veya noksan sarfetmemek
İsraf :lüzumsuz yere harcamak, boşa götürmek
İstihfaf :küçümsemek, küçük ve aşağı görmek, tahkir etmek
Kat’î :kesin, mutlak, tereddütsüz, şüphesiz
Kuvvet :güç, kabiliyet, kudret
Lem’a :parıltı, parlamak
Lezzet :tat
Manevî :manaya ait, ruhani
Medar-ı sıhhat :sağlıklı olmanın kaynağı
Mezkur :zikri geçen, önceden bahsedilmiş

Muhalif :zıt, birbirine uymayan, karşı duran, karşı
Mukabil: karşı, karşılık
Netice :sonuç, son, gaye, semere, hülâsa, özet
Nev’-i beşer :insan cinsi, insanlar
Nimet :iyilik, lütuf, ihsan, yiyecek içecek faydalı şeyler
Perhiz : Vücuda zararlı ve tıbben muzır; ve dinen, zevk veren şeylerden sakınmak, sakınmak, çekinmek
Rahmet-i ilâhiye :ilâhi rahmet ve merhamet
Sebeb-i bereket :bolluk ve bereket sebebi
Sebeb-i izzet :şeref ve üstünlük sebebi
Suret : biçim, şekil
Şükr-ü manevi :manevi şükür
Şükür :Allah’a teşekkür, Allah’a karşı minnet duymak
Ticaret :alım satım
Vahim :korku ve dehşet verici
Zahiren :görünüşe göre, göründüğü gibi
Zıd :aksi, muhalif, ters
Zillet :alçaklık, aşağılık
 

harp

Well-known member
Nakl-i sahih-i kat'i ile (“İstanbul fethedilecektir. Onu fethedecek olan kumandan ne güzel kumandan ve onun ordusu ne güzel ordudur.” el-Hâkim, el-Müstedrek, 4:422; Buharî, Târihü’s-Sağîr, no. 139; Müsned, 4:335; el-Heysemî, Mecmeu’z-Zevâid, 6:218.) deyip, İstanbul'un İslam eliyle fetholacağını ve Hazret-i Sultan Mehmed Fatih'in yüksek bir mertebe sahibi olduğunu haber vermiş. Haber verdiği gibi zuhur etmiş.

(Bediüzzaman Said Nursi – 19. Mektubdan)

Lügatler
Nakl-i sahih-i kat’î : bir hadis-i şerifin Peygamber Efendimizden (a.s.m.) doğru ve sağlam kanallarla aktarılması
İslam :müslümanlar
Fetholmak :elde edilmek, zaptedilmek, ele geçirilmek
Hazret :hürmet edilecek büyük, önder
Sultan :reis, hükümdar, hâkimiyet sahibi
Mertebe :derece, kademe
Haber :yeni havadis, ağızdan ağıza nakledilen söz, bilgi,ilim ve malumat
Sahip :koruyan, elinde tutan, mâlik olan
Zuhur :meydana çıkmak, görünmek
 

harp

Well-known member
Bir baharı halk etmek, bir çiçek kadar Ona ehven gelir. Bütün hayvânâtı icad etmek, bir sinek icadı kadar kudretine kolay gelir bir Zâttır.
 

harp

Well-known member
Gün gelir sapın ucuna vurursun kazma........benim hesap soracağım epey kişinin şu anda dışarda elini kolunu sallaya sallaya dolaştığını ama gün gelince hepsinden yaptıklarının hesabını tek tek tek tek soracağımı keşfettim ...özellikle hırsızlardan da hesabını işkenceyle soracağımı keşfettim...darbeli matkapın insanın beynine daldırınca çok fazla acı çektirdiğini de keşfettim....
 

harp

Well-known member
Hakkın hatırı öyle âli ve yücedir ki; hiçbir hatıra feda edilmez.

Hürriyet Rahman olan Allah'ın hediyesidir. Zira o imanın bir özelliğidir.”

-[FONT=verdana,sans-serif]Demek, İman ne kadar mükemmel olursa, o derece hürriyet parlar.
[/FONT]
-Zira sıkı bir iman bağlantısıyla Kainatın Sultanı'na hizmetkâr olan adamın o kahramanca imanı ve izzeti, başkasına zilletle, alçakça, tenezzül etmeye izin vermediği gibi, imanının şefkati dahi, başkasının hürriyet ve hukukuna tecavüze imkân vermez...
[FONT=verdana,sans-serif]
[/FONT]
 

harp

Well-known member
Milliyet gazetesinde aşağıdaki linkten ulaşılabilen bazı tabiat olaylarını resimleriyle vererek, bunların açıklanamadığından bahsediyor.
Bunların açıklanamadığını söylemek, mefhum-ı muhalifiyle, bunların dışındakiler açıklanabiliyor demektir. Acaba hakikatte de öyle midir?


http://www.milliyet.com.tr/galeri/yeni/goster.asp?galeriid=6967&KategoriID=&ver=83


[FONT=verdana,sans-serif]“Kâinatta, esbab ve müsebbebât, görünen eşyaya bakıyoruz ve görüyoruz ki; en âlâ bir sebeb, en âdi bir müsebbebe kuvveti yetmiyor. Demek, esbab bir perdedir; müsebbebleri yapan başkadır. Meselâ,hadsiz masnûattan yalnız cüz’î bir misâl olarak, insan başı içinde bir hardal küçüklüğünde bir yerde yerleştirilen kuvve-i hafızaya bakıyoruz, görüyoruz ki; öyle bir câmî kitap, belki kütüphane hükmündedir ki, bütün sergüzeşt-i hayatı, içinde karıştırılmaksızın yazılıyor.[/FONT]
[FONT=verdana,sans-serif] Acaba şu mu’cize-i kudrete hangi sebeb gösterilebilir? Telâfif-i dimağiye mi? Basit, şuursuz hüceyrât zerreleri mi? Tesâdüf rüzgarları mı? Halbuki, o mucize-i sanat öyle bir zatın eseri olabilir ki, beşerin haşirde neşredilecek büyük defter-i a’mâlinden muhasebe vaktinde hatıra getirilecek ve işlediği her fiilleri yazıldığını bildirmek için bir küçük senet istinsah edip, yazıp, aklının eline verecek bir Sâni-i Hakîm’in sanatı olabilir.”[/FONT]
[FONT=verdana,sans-serif] (Risale-i Nur Külliyâtı, 33.Söz)[/FONT]
[FONT=verdana,sans-serif]esbab: sebebler, tabiattaki varlıklar ve olaylarla ilgili insanların yaptığı bilimsel açıklamalar[/FONT]
[FONT=verdana,sans-serif]müsebbebât: sebebe bağlı olarak ortaya çıkan, sonuç, netice[/FONT]
[FONT=verdana,sans-serif]masnuât: sanatla yapılmış olanlar, yaratıklar[/FONT]

[FONT=verdana,sans-serif]telâfif-i dimağiye: beyindeki sinir hücrelerinin liflenmiş, uzantıları olan haldeki yapısı[/FONT]
[FONT=verdana,sans-serif]hüceyrât zerreleri: küçük hücreciklerin atom ve molekülleri[/FONT]
[FONT=verdana,sans-serif]istinsâh: nüsha çıkarmak.


[/FONT]


Bazi_tabiat_olaylarinin_aciklanamamasinin-aciklanmasi.doc
28K Görüntüle İndir

En inandırıcı bir sebebin en adi bir sonucu vermesi makul gözükmediği hakkında.



 

harp

Well-known member
Seksen küsur sene manevi ve baki bir ömrü kazandırmak sırrını taşıyan şuhur-u selasenizi ve Leyle-i Regaibinizi bütün ruhumla tebrik ediyorum. İki-üç gün evvel, Yirmiikinci Söz tashih edilirken dinledim. Gördüm ki; içinde hem külli zikir, hem geniş fikir, hem kesretli tehlil, hem kuvvetli iman dersi, hem gafletsiz huzur, hem kudsi hikmet, hem yüksek bir ibadet-i tefekküriye gibi nurlar var. Bir kısım şakirdlerin ibadet niyetiyle risaleleri ya yazmak veya okumak veya dinlemekliğin hikmetini bildim. Barekallah dedim. Hak verdim.

(Bediüzzaman Said Nursi - Kastamonu lahikasından)

Lügatler
Bâki : devamlı, kalıcı, ölümsüz
Barekâllah :Allah mübarek etsin, hayırlı ve bereketli olsun
Evvel :ilk önce
Fikir :düşünce, görüş
Gaflet :dikkatsizlik, vurdumduymazlık, en mühim vazifeyi düşünmeyip kıymetsiz işlerle uğraşmak, sorumsuzluk, âhiretten ve Allah’ın emir ve yasaklarından habersiz davranma
Hak :doğru, gerçek, hisse, pay
Hikmet :Herkesin bilmediği gizli sebeb, gizli sır, sebeb, fayda, gaye, her şeyin belirli gayelere yönelik olarak, manalı, faydalı ve tam yerli yerinde olması ve yaratılması
Hizmet :iş görme, yardım etme, vazife yapma
Huzur :hürmet edilecek kişinin yanında olmak, gönül ferahlığı
İbadet :Allah’ın emirlerini yapmak, sevaplı ve ihlâslı iş yapmak, Allah’a kulluk
İbadet-i tefekküriye :tefekkür ibadeti
İman :inanmak, kabul etmek
Kesret: çokluk
Kısım :parça, bölüm
Kudsî :mübarek, kutsal
Kuvvet :güç, kabiliyet, kudret

Küllî :bütüne ait, tamamen, geniş, kapsamlı
Küsur :artık, fazlalık
Lâhika :mektup, ilave
Leyle-i Regaib :Regaib gecesi
Manevî :manaya ait, ruhani
Niyet :kalbin bir şeye yönelmesi, yapmaya kasdetmek
Nur : ışık,aydınlık, parlaklık
Ömür :yaşama, hayat, yaşayış
Risale :mektup, küçük kitap, risale-i nurların parçalarından herbiri
Ruh :öz, canlılık, can, nefes, en mühim nokta
Sır :herkesin bilmediği gizli hakikat
Şâkird: talebe
Şuhur-u selase :üç aylar(Receb, Şaban, Ramazan ayları)
Tashih :düzeltmek, daha iyi ve daha doğru hale getirmek
Tebrik : Bir kimseyi eriştiği bir iyilikten dolayı "Bârekellâh" diye sevincini bildirmek
Tehlil : İslâmiyetin tevhid akidesini hülâsa eden, ancak bir İlâh bulunduğunu, Onun da ancak ve ancak Allah (C.C.) olduğunu ifade eden "Lâilâhe illâllâh" sözünü tekrar etmek.
Zikir :anmak, hatırlamak, Allah’ı çok anıp azametini büyüklüğünü düşünmek
 

harp

Well-known member
63dNX5XWTWe369P078YeXejKxP8CtHCEeqb0GyUAAAAASUVORK5CYII=


kandiltebrigijh8.jpg
209K Görüntüle İndir
 

harp

Well-known member
Regaib Kandili <img hspace="5" vspace="5" align="left">
Reğâib Kandili, o beklenen Nebi'nin anne karnında olduğu bir sürece tevafuk eder. Belki de o sürecin ilk mühim merhalesinin kilometre taşıdır...
Üç Aylara Girerken...

Yazar: Sorularla Risale, 30-5-2011

show_image.php
Evvelen: Seksen sene bir mânevî ömr-ü bâki kazandıran şuhur-u selâsenizi ve mübarek kudsî gecelerinizi ve leyle-i Regaibinizi ve leyle-i Miracınızı ve leyle-i Berâtınızı ve leyle-i Kadrinizi ruh u canımızla tebrik ve herbir Nurcunun mânevî kazançları ve duaları umum kardeşleri hakkında makbuliyetini rahmet-i İlâhiyeden rica ve hizmet-i Nuriyede muvaffakiyetinizi tebrik ederiz.

…….

Bu gelen gece olan Leyle-i Berat, bütün senede bir kudsî çekirdek hükmünde ve mukadderat-ı beşeriyenin programı nev’inden olması cihetiyle, Leyle-i Kadrin kudsiyetindedir. Herbir hasenenin Leyle-i Kadirde otuz bin olduğu gibi, bu Leyle-i Beratta herbir amel-i salihin ve herbir harf-i Kur’ân’ın sevabı yirmi bine çıkar. Sair vakitte on ise, şuhûr-u selâsede yüze ve bine çıkar. Ve bu kudsî leyâli-i meşhurede on binler, yirmi bin veya otuz binlere çıkar. Bu geceler elli senelik bir ibadet hükmüne geçebilir. Onun için, elden geldiği kadar Kur’ân’la ve istiğfar ve salâvatla meşgul olmak büyük bir kârdır.

….

Seksen küsur sene bir ömr-ü mânevîyi sizlere kazandıracak olan şuhur-u selâse-i mübarekeyi ve bilhassa bu geceki leyle-i Regaibi tebrik ediyoruz.

BİRİNCİ SUALİNİZ: Mü’minin mü’mine en iyi duası nasıl olmalıdır?

Elcevap: Esbab-ı kabul dairesinde olmalı. Çünkü bazı şerâit dahilinde dua makbul olur. Şerâit-i kabulün içtimaı nisbetinde makbuliyeti ziyadeleşir.

Ezcümle, dua edileceği vakit, istiğfar ile mânevî temizlenmeli; sonra, makbul bir dua olan salâvat-ı şerifeyi şefaatçi gibi zikretmeli ve âhirde yine salâvat getirmeli. Çünkü, iki makbul duanın ortasında bir dua makbul olur.

Hem بِظَهْرِ الْغَيْبِ yani gıyaben ona dua etmek,

Hem hadîste ve Kur’ân’da gelen me’sur dualarla dua etmek; meselâ,

اَللّٰهُمَّ اِنِّى اَسْئَلُكَ الْعَفْوَ وَالْعَافِيَةَ لِى وَلَهُ فِى الدِّينِ وَالدُّنْيَا وَاْلاٰخِرَةِ

رَبَّنَاۤ اٰتِنَا فِى الدُّنْيَا حَسَنَةً وَفِى اْلاٰخِرَةِ حَسَنَةً وَقِنَا عَذَابَ النَّارِ

gibi câmi dualarla dua etmek;
Hem hulûs ve huşû ve huzur-u kalble dua etmek,

Hem namazın sonunda, bilhassa sabah namazından sonra,

Hem mevâki-i mübarekede, hususan mescidlerde,

Hem Cumada, hususan saat-i icabede,

Hem şuhur-u selâsede, hususan leyâli-i meşhurede,

Hem Ramazan’da, hususan Leyle-i Kadirde dua etmek, kabule kârin olması rahmet-i İlâhiyeden kaviyen me’muldür.

O makbul duanın ya aynen dünyada eseri görünür; veyahut dua olunanın âhiretine ve hayat-ı ebediyesi cihetinde makbul olur. Demek, aynı maksat yerine gelmezse, dua kabul olmadı denilmez,2 belki daha iyi bir surette kabul edilmiş denilir.
………

Ramazan’ın sıyâmı, dünyada âhiret için ziraat ve ticaret etmeye gelen nev-i insanın kazancına baktığı cihetteki çok hikmetlerinden bir hikmeti şudur ki:

Ramazan-ı Şerifte sevab-ı a’mâl, bire bindir. Kur’ân-ı Hakîmin, nass-ı hadisle, herbir harfinin on sevabı var;1 on hasene sayılır, on meyve-i Cennet getirir. Ramazan-ı Şerifte herbir harfin on değil, bin; ve Âyetü’l-Kürsî gibi âyetlerin herbir harfi binler; ve Ramazan-ı Şerifin Cumalarında daha ziyadedir.2 Ve Leyle-i Kadirde otuz bin hasene sayılır.3Evet, herbir harfi otuz bin bâki meyveler veren Kur’ân-ı Hakîm, öyle bir nuranî şecere-i tûbâ hükmüne geçiyor ki, milyonlarla o bâki meyveleri Ramazan-ı Şerifte mü’minlere kazandırır. İşte, gel, bu kudsî, ebedî, kârlı ticarete bak, seyret ve düşün ki, bu hurufâtın kıymetini takdir etmeyenler ne derece hadsiz bir hasârette olduğunu anla.

İşte, Ramazan-ı Şerif adeta bir âhiret ticareti için gayet kârlı bir meşher, bir pazardır. Ve uhrevî hasılat için gayet münbit bir zemindir. Ve neşvünemâ-i a’mâl için, bahardaki mâ-i Nisandır. Saltanat-ı rububiyet-i İlâhiyeye karşı ubûdiyet-i beşeriyenin resmigeçit yapmasına en parlak, kudsî bir bayram hükmündedir. Ve öyle olduğundan, yemek içmek gibi nefsin gafletle hayvanî hâcâtına ve mâlâyâni ve hevâperestâne müştehiyâta girmemek için, oruçla mükellef olmuş. Güya muvakkaten hayvaniyetten çıkıp melekiyet vaziyetine veyahut âhiret ticaretine girdiği için, dünyevî hâcâtını muvakkaten bırakmakla, uhrevî bir adam ve tecessüden tezahür etmiş bir ruh vaziyetine girerek, savmı ile Samediyete bir nevi âyinedarlık etmektir.

Evet, Ramazan-ı Şerif, bu fâni dünyada, fâni ömür içinde ve kısa bir hayatta, bâki bir ömür ve uzun bir hayat-ı bâkiyeyi tazammun eder, kazandırır. Evet, birtek Ramazan, seksen sene bir ömür semerâtını kazandırabilir. Leyle-i Kadir ise, nass-ı Kur’ân ile, bin aydan daha hayırlı olduğu, bu sırra bir hüccet-i kàtıadır.

Evet, nasıl ki bir padişah, müddet-i saltanatında, belki her senede, ya cülûs-u hümayun namıyla veyahut başka bir şâşaalı cilve-i saltanatına mazhar bazı günleri bayram yapar. Raiyetini, o günde umumî kanunlar dairesinde değil, belki hususî ihsânâtına ve perdesiz huzuruna ve has iltifatına ve fevkalâde icraatına ve doğrudan doğruya lâyık ve sadık milletini has teveccühüne mazhar eder. Öyle de, Ezel ve Ebed Sultanı olan on sekiz bin âlemin Padişah-ı Zülcelâli, o on sekiz bin âleme bakan, teveccüh eden ferman-ı âlişânı olan Kur’ân-ı Hakîmi, Ramazan-ı Şerifte inzal eylemiş. Elbette o Ramazan, mahsus bir bayram-ı İlâhî ve bir meşher-i Rabbânî ve bir meclis-i ruhanî hükmüne geçmek, mukteza-yı hikmettir.
 

harp

Well-known member
Üç aylara Girerken

Yazar: Mehmet Paksu 2006-07-26

"Her hasenenin sevabı başka vakitte on ise, Receb-i Şerifte yüzden geçer, Şâban-ı Muazzamda üç yüzden ziyade ve Ramazan-ı Mübarekte bine çıkar ve Cuma gecelerinde binlere ve Leyle-i Kadirde otuz bine çıkar. Bu pekçok uhrevî faydaları kazandıran ticaret-i uhreviyenin bir kudsî pazarı ve ehl-i hakikat ve ibadet için mümtaz bir meşheri ve üç ayda seksen sene bir ömrü ehl-i imana temin eden şuhûr-u selâsenizi (üç aylarınızı) tebrik ediyoruz." (Şuâlar, s. 416)​

Dinî anlatımda "Şühûr-ü selâse", yani üç aylar olarak bilinen bu mevsimin girmesiyle birlikte Müslüman ruhları bambaşka bir hava kaplar. Çünkü bu aylar İlâhî rahmetin coştuğu aylardır. Diğer vakitlerde iyilik ve ibadetlere on sevap veriliyorsa, Receb, Şaban ve Ramazan aylarında gittikçe yükselen bir oranda kat kat fazla sevap verilir.

Meselâ, başka zamanlarda okunan her bir Kur'ân harfi için on sevap yazılmaktadır. Receb ayında bu sevap yüz olarak yazılır, Şaban'da üç yüzü aşar, Ramazan'da bine çıkar. Cuma gecelerinde binleri bulur. Kadir Gecesinde de otuz bine ulaştığını düşünürsek, üç aylardaki mübarek vakitlerin âhiret ticareti bakımından ne kadar kıymetli bir fırsat olduğunu anlayabiliriz.

Bu bakımdan üç aylar “pek çok uhrevî faydaları kazandıran ticaret-i uhreviyenin (âhiret ticaretinin) bir kudsî pazarı ve ehl-i hakikat ve ibadet için mümtaz bir meşheri (sergisi)” olarak vasıflandırılmıştır. Bilindiği gibi, pazarlar ve fuarlar mühim ticaret yerleri arasında yer alırlar. Haftanın belli bir gününde belli bir yerde kurulan pazarda, insanlar her türlü ihtiyaçlarını karşılarlar. O gün sabahtan akşama kadar pazarın ucuzluğundan istifade etmek mümkündür. Ama o gün pazara gidemeyen bir insan, aynı şartlar altında alışveriş yapabilmek için bir hafta beklemek zorundadır. Çünkü pazar bir günlüktür.

Aynı şekilde, üç aylar da yılda bir defa kurulan ve ahiret ticaretinin yapıldığı pazarlardır. İstifade etmesini bilenler, bu pazardan büyük kazançlar sağlarlar. Ahirete yönelik amellerini diğer vakitlere oranla arttırırlar. Daha fazla Kur'ân okurlar, ilme daha fazla yönelirler, uykularından kısarak ilim ve tefekküre, ibadet ve İslâmî hizmetlere daha fazla vakit ayırırlar. Hayırlı işlerde birbirleriyle yarış içine girerler. Böylece, “bu çok sevaplı ibadet ayları”ndan tam bir istifade ile çıkarlar. Bir mânâda, bu mübarek vakitlerde yapılan manevî hizmetler, insanın ebedî hayatı için yapılmış en kârlı “yatırım” olur.

Buna karşılık, üç ayların fazilet ve kıymetinden haberdar olmayıp da değerlendiremeyenler, herkesin istifadesine açık tutulan çok kârlı bir ticaret imkânından mahrum kalmışlar demektir. Bu kimseler, aynı imkânı tekrar ele geçirebilmek için bir yıl daha beklemek zorunda kalacaklardır.

İşte üç ayların ve bu aylardaki mübarek gecelerin büyük bir coşkunlukla ihya edilmesi bu bakımdan da önem kazanıyor. Çünkü bunlar şeâirdendir, İslâmın sembolü ve alâmetlerindedir.

Bu açıdan şeâirin duyurulmasında hem İslâmın izzet ve şerefinin gösterilmesi, hem de İslâmın mânâsından uzak yaşayan insanlara örnek olunması gibi büyük hikmetler vardır.

Namazlarda, bilhassa Cumalarda ve Kandil gecelerinde camilerin mü'minlerle dolup taşması, radyo ve televizyonda Kur'ân ve mevlidlerin okunması, camilerin mahyalarla (iki minare arasının ışıklı güzel yazılarla) süslenmesi, hattâ kandil simitlerinin dağıtılması, bu İslâm sembolünü ilân eden huzur verici hadiselerdir.

Böylece bütün mü'minler âhiret kazancına yöneliyor. Herkes Allah'ın rızası yolunda sonsuz bir yarışa giriyor. Ve oluşan manevî hava, bütün bir topluma huzur veriyor. Bu huzur havasından herkes derecesine göre istifade ediyor. Yapılan ibadetler, okunan Kur'ânlar, Arş'a yükselen ihlâslı dualar, bitip tükenmek bilmeyen bir şevkle devam ettirilen İslâmî hizmetler, İlâhî rahmetin celbine vesile oluyor. Ayrıca sırf Allah rızası için ve ihlâsla yapılan bu hizmetler, günahların, sefahetlerin ve zulümlerin kirlettiği manevî havamızı temizliyor.

Şu halde, her yıl bizlere ikram edilen bu bulunmaz fırsattan istifade etmeliyiz. Bunun için, mü'min kardeşlerimizle daha sık bir araya gelip sohbetlerde bulunabiliriz. Aramızda Kur'ân'ı paylaşıp imkân nisbetinde günlük ve haftalık hatimler yapmaya başlayabiliriz. Makbul dua ve zikirleri daha çok okuyabiliriz. İslâmî eserlere daha fazla vakit ayırabiliriz. İslâmın hakikatlerini yayma ve anlatma hususunda daha fazla gayret gösterebiliriz. Bu yolda göstereceğimiz en küçük bir gayret, en azından bire yüz netice verecektir.

Bu arada, üç ayların ve kandil gecelerinin evlerimizde ve aile fertleri arasında ayrı bir mânâ içinde yaşanması gerektiğini de unutmamalıyız. Çocuklarımız o manevî havayı soluya soluya büyümelidirler. Bunun için, mübarek gecelerde onları hediyelerle sevindirip, camilere alıştırmakta büyük faydalar vardır.

Ayrıca, sabaha karşı seher vakitlerinde uyanık bulunmaya çalışarak İslâm âlemi için ve mü'min kardeşlerimiz için dualar etmenin fazilet ve kıymeti sonsuzdur. O feyizli vakitte yapılan duaların kabul ihtimali çok kuvvetlidir.

Bu bakımdan gerek kendimizin, gerekse diğer mü'minlerin dünya ve âhiret imtihanlarında başarılı çıkmaları için Cenab-ı Hakka niyazda bulunmak ve Ondan yardım istemek suretiyle, hem sıkıntı ve musibetlere karşı sarsılmaz bir dayanak noktası bulmuş, hem de tükenmez bir teselli kaynağına kavuşmuş oluruz.
 

harp

Well-known member
69lmTnSjmiIawZaw773aJCEhPnFf1YoGyRqcGYsI8QBp5PxOftRFaqkKMCZoRQLokE5cxjk86+dPwHaM+XxXd50RgAAAAASUVORK5CYII=


Regaib Kandili
10836.jpg

Reğâib Kandili, o beklenen Nebi'nin anne karnında olduğu bir sürece tevafuk eder. Belki de o sürecin ilk mühim merhalesinin kilometre taşıdır...
 

harp

Well-known member
REGÂİB

Yazar: Sorularla İslamiyet 2006-03-06

Regâib, arapça bir kelimedir ve "reğa-be" kökünden gelmektedir. "Reğa-be", kelime olarak, herhangi bir şeyi istemek, arzulamak, ona karşı meyletmek ve onu elde etmek için çaba sarfetmek demektir. "Reğîb" kelimesi ise, "reğabe"'den türemiş olan bir isimdir ve kendisine rağbet edilen, arzulanan, taleb edilen şey demektir. Müennesi, "reğîbe"dir. "Reğîbe"nin çoğulu da "reğâib" dir. Kelime olarak "Regâib"in aslı budur.

Regâib kelimesi Kur'an'da geçmemektedir. Ancak "reğabe"den türemiş olan çeşitli kelimeler, Kur'ân'da sekiz yerde geçmekte ve "reğabe"nin ifâde ettiği mana için kullanılmaktadır (el-Bakara, 2/ 130; en-Nisa, 4/ 127; et-Tevbe, 9/59,120; Meryem, 19/46; el-Enbiyâ, 21/90; el-Kalem, 68/32; el-İnşirah, 94/8).

Terim olarak Regâib, türkçede kandil geceleri dediğimiz mübârek gecelerden biridir. Hicrî takvime göre, yedinci ay olan Receb'in, müslümanlar arasında kutsal kabul edilen ilk cuma gecesidir. Bu gecede Yüce Allah'ın rahmet, bağış ve yardımlarının dağıtıldığına inanılır.

Hz. Muhammed (s.a.s)'in Receb'in ilk perşembe gününü oruçla geçirdiği ve cuma gecesinde, bu kandil gecesine mahsus olmak üzere on iki rekât namaz kıldığı kabul edilir. Fakat bu rivâyetlerin de, herhangi bir dayanağı yoktur. Müslümanlar arasında, Regâib gecesinde on iki rekât namaz kılma alışkanlığı, ilk kez on ikinci yüzyılın başlarında görülmüştür. Müslümanlar arasında mübarek sayılan "Regâib" gecesi ibadetle ihya edilir.

Namazın kılınması, fıkıh alimleri arasında tartışma konusu olmuştur. Alimlerin ekseriyeti, aslında böyle bir namazın olmadığı kanaatinde birleşmişlerdir.

On sekizinci asırda, Regâib geceleri tekke ve zaviyelerde gösterişli törenlerle kutlanmaya başlandı. Tasavvuf ehli olan şairler, bu gece için "reğâibiye" adı verilen şiirler yazdılar. Bu şiirlerin bazıları bestelenerek yapılan törenlerde okundu. Diğer kandil gecelerinde olduğu gibi, Regâib kandillerinde de minârelere kandillerin asılması gelenek haline geldi. Halk arasında Regâib gecelerinde ibâdet ve duada bulunma, geceyi kandil simidi ve şekerlemeleri ile kutlama âdeti yerleşti. Bu gibi âdetler, günümüzde de varlığını sürdürmektedir.

Regâib gecelerinde dua etmek, tevbe ve istiğfarda bulunmak, bu geceyi kutsal kabul etmek suretiyle çeşitli ibâdetlerle geçirmek, genel olarak alimler arasında kabul görmüştür.

Reğâib, Rasulullah’ın (sas) anne rahmine şeref verdiği gece midir?

Bazı fezâil kitaplarında ve bunlara bağlı olarak kimi Müslümanlar arasında Reğâib gecesinin, Peygamberimiz’in dünyaya teşriflerinin ilk halkasını teşkil eden anne rahmine şeref verdiği gece olduğu şeklinde yaygın bir telakki vardır. Ancak bu gece ile velâdet-i Nebeviyye arasındaki müddet, bu telakkinin doğru olmadığına işaret etmektedir. Şu kadar var ki Hz. Âmine’nin Fahr-i Âlem Efendimiz’i hâmil olduğuna bu geceden itibaren muttali olmuş olabileceği akıldan uzak değildir.1 Regâib kandilinin, Rasûlullah efendimizin babası Hz. Abdullah'ın evlendiği gece olduğu da iddia edilmiştir ki, kutlu doğum tarihi bu iddiayı çürütmektedir. Bazı Müslüman ülkelerde kimi yörelerde, bir asırdan beri, Abdullah'ın evlendiği geceye, Regâib kandili ismini veriyorlar. Regâib gecesine böyle ma'nâ vermek doğru değildir. Böyle söylemek, Rasûlullah efendimizin dokuz aydan önce dünyayı teşrîf etmiş olduğunu bildirmek olur ki, bu da, noksanlık ve kusûrdur. Her bakımdan, her insanın üstünde ve her bakımdan kusûrsuz olduğu gibi, Amine vâlidemizi nûrlandırdığı zaman da, noksan ve kusûrlu değildi. Bu zamanın noksan olması, tıp ilminde ayıp ve kusûr sayılmaktadır. 2 Peygamberler ise ismet sıfatın sahip oldukları için böylesi kusurlardan berîdirler.

Diğer taraftan meseleyi uzlaştırıcı ve çözümleyici bir yaklaşım ise şöyle açıklama getirmektedir: “İslâmiyyetin ilk zamanlarında ve İslâmiyyetten evvel, Receb, Zilka'de, Zilhicce ve Muharrem aylarında harb etmek harâm idi. İslâmiyyetten evvel, Arablar, Receb veya Muharrem aylarında harb edebilmek için, ayların yerini değişdirir, ileri veya geri alırlardı. Rasûlullah (sav), hicretin onuncu senesinde, yüzküsur bin müslümân ile vedâ' haccı yaptığı zaman: ‘Ey Ashâbım! Haccı tam zamanında yapıyoruz. Zaman döndü dolaştı, nihayet ilk başladığı noktaya ulaştı. Artık ayların sırası, Allahü Teâlânın yarattığı zamandaki gibidir.’ buyurdu. Babası Abdullahın evlendiği sene, ayların yeri değişik idi. Receb ayı, Cemâzilâhır yerinde idi, yani bir ay erkene alınmış idi. O hâlde, nûr-i Nübüvvetin, Âmine valdemize intikâli, şimdiki Cemâzilâhır ayındadır, Recebteki Reğâib gecesinde değildir.” 3 Dolayısı ile Mefhara-i Kâinat Efendimiz’in annesinin rahmine teşrif ettiği ilk gece, 571 yılı itibariyle o zamanki Arapların bir ay öne aldıkları için Receb ayının ilk Cuma gecesi olarak görünmekle beraber, hakikat-i halde Cemâziyelâhir’in ilk Cuma gecesi olmaktadır. Malum, Kamerî yılın ayları sırasıyla: Muharrem, Safer, Rabîülevvel, Rabîülahir, Cemaziyelevvel, Cemaziyelâhir, Receb, Şaban, Ramazan, Şevval, Zilkade, Zilhicce’dir. Veda haccından zamanımıza kadar haram ayların ve dolayısı ile Receb’in de artık bir daha yerinin hiç değiştirilmemiş olması itibariyle, bugün için de cemâziyelâhir’in ilk Cuma gecesi (olum tarihi) ile Rabiülevvel’in 12’si (doğum tarihi) arasında tıbbî hamilelik süresi olan 280 gün bulunduğu ortaya çıkacaktır ki bu hem yukarıdaki tarihî bilgiye hem de tıbbî bilgiye uygun düşmesi bakımından yabana atılamaz bir bilgi olmaktadır. Daha isabetli ve güçlüsü de henüz bilinmemektedir.

Bu açıklama gerçekten muhtemel münakaşalarda ikna edici ve meseleyi çözücü mahiyettedir. Ne var ki bununla beraber Reğâib gecesinin dinî temelleri sadedinde böyle bir kabul de yeterli rasanet ve asliyete sahip midir? Reğaible alakalı kesin olan şudur: Peygamber Efendimiz’in Allah’ın bazı çok özel fiilî tecellilerine mazhar olduğu, nuranî lutf u ihsanlara, semavî mevhibelere eriştiği gerçeği ve buna bağlı olarak da ümmetinin dualarının kabul edilip benzeri bir mazhariyetin kapılarının kendilerine açılmış olma fırsatıdır. Gecenin kutsiyetine dair Rasulullah’ın anne karnındaki hayat süreci içinde muhakkak daha başka mühim bir hadisenin vuku’ bulmuş olması mülahaza edilse, araştırılsa, acaba daha güçlü hangi olaylara ve delillerine ulaşılabilir? Böyle ilmî ve fikrî bir seyahat için şöyle ki diyelim:

Bediüzzaman Hazretleri de Reğâib’in kutsiyetini vurguladığı bir yerde, Hazret-i Risalet’in (sas) bir derece bir cihette âlem-i şehadete (dünyaya) Reğâib gecesi teşrif ettiklerini bildirir. 4 “Bir derece, bir cihette âlem-i şehadete teşrifi” ifadesi ile bu teşrifi takyid altına almış olması da manidardır; fakat bu müphemlik, İnsanlığın İftihar Tablosu’nun rahm-i mader’de ispat-ı vücud ettikleri ilk günü tam olarak tespit edebilmenin mümkün olamayışı sebebiyledir. Şöyle ki: Matematiksel olarak hesapladığımız takdirde: her Recep ayının ilk Cuma gecesi olan ve Rasulullah’ın anne rahmine düştüğü gece olduğu söylenen Reğâib kandili ile, (Rabiülvvel ayının 12. gecesi olan) Efendimiz’in doğum günü Mevlid kandili arasında yaklaşık olarak 8 ay 10 veya 17 günlük bir zaman dilimi bulunmaktadır. Dolayısıyla ortalama bir ay gibi bir süre eksik çıkmaktadır. Eğer Peygamberimiz’in anne karnında ikamet müddetini –her normal insan gibi- 9 ay 10 gün üzerinden hesaplayacak olursak –ki hesaplamalıyız-, Efendimiz’in ana rahmine ilk teşriflerinin Cemaziyelevvel ayının son haftasına müsadif olduğu sonucuna ulaşılması kaçınılmazdır.

Vakıa erken doğum hadiseleri olabiliyor; ancak İslam Tarihi ve Siyer kaynaklarında Efendimiz’in erken doğmuş olduğuna dair herhangi bir beyan söz konusu değildir; zaten eğer realitede böyle bir durum olsaydı, bu muhakkak ya Peygamberimiz’in mübarek anneleri, ebeleri, akrabaları tarafından, ya da ashab-ı kiramı tarafından dile getirilirdi. Peki, her şeye rağmen bu erken doğum bilgisi bir gerçek olup, ancak o dönemde şüyu bulmamış olamaz mı? Meçhulümüz bazı maslahat ve hikmetlere binaen çoğunluk avam-ı mü’minîne böyle bir hakikat bildirilmiş olamaz mı? Tabii ki olabilir, mümkündür; ama mümkünü’l-vukû mudur, bilemeyiz, ama çok çok uzak bir ihtimal olmanın ötesine gitmeyeceği âşikardır. Çünkü Hz. Muhammed’in risaletine karşı çıkanlar ellerindeki bütün bilgileri aleyhine kullandıkları gibi, büyük bir ihtimalle bu erken doğumu da kullanmış olmaları düşünülebilirdi. Kaldı ki ismet sıfatını hâiz peygamberler, yaratılışları itibariyle de kusursuzdurlar; hele peygamberler peygamberi olan Habib-i Kibriya Efendimiz, katiyen “erken doğmuş” olamaz.

Reğâib Kandili, demek ki o beklenen Nebi’nin anne karnında olduğu bir sürece tevafuk eder. Belki de o sürecin ilk mühim merhalesinin kilometre taşıdır. Halk arasında –hakikate muhalif olarak- anne karnına düştüğü gece olarak bilinen Reğâib Kandili, bazı âlimlerce annesi Âmine Hatun’un Peygamberimiz’e hamile olduğunu farkettiği, belirtileri yakaladığı gecedir. Bediüzzaman Hazretleri ise Reğâib gecesinin Zât-ı Ahmediye’nin terakki hayatının başlangıcının ünvanı olduğunu; Mi’rac gecesinin de Zât-ı Ahmediyenin terakki hayatının zirve noktasının ünvanı olduğunu bildirmektedir. Reğâib’in kudsiyetini vurgularken de, Hazret-i Risalet’in (sas) bir derece bir cihette âlem-i şehadete (ana rahminde dünyaya) Reğâib gecesi teşrif ettiklerini haber vermektedir.5

Bu iki iktibası mercek altına alalım: 1. Reğâib Kandili, Zât-ı Ahmediyenin terakki hayatının başlangıcının ünvanıdır. 2. Hazret-i Risalet bir derece bir cihette âlem-i şehadete Reğâib gecesi teşrif etmişlerdir. Şimdi Hz. Rasul, Reğâib gecesi rahm-i maderinde olduğuna göre, öyle mühim bir olay olmalı ki gerçekleştiği gece kutsiyet kazansın ve “kandil”e dönüşsün. Bu, onun risaletinden sonraki hayat-ı seniyyelerinde tahakkuk eden bir mazhariyet olabilir, bu meyanda rivayetler var. Fakat anne karnında –tahminî- o ilk kırk güne tekabül eden zaman diliminde cereyan eden en büyük hadise kanaatimce ona taraf-ı ilahîden bir meleğin gönderilmesi hadisesi olabilir, Allahü A’lem. Hem annesi Hz. Âmine Hatun, o irsâl-i melek esnasında veya hemen akabinde onun varlığını farketmiş olabilir. Bediüzzaman Hazretleri Reğâib için “Zât-ı Ahmediyenin terakki hayatının başlangıcının ünvanı” diyor. Terakki ise insanın manevî cihetiyle, yani melekûtî yanı ile alakalı bir husustur. Bedenî uzuvların ilk cem’i ve melekûtiyete açılması, tekâmül ve terakkiye müstaid kılınması işte o ilk ziyaret edilişle birlikte zaman şeridi içerisinde start almıştır denebilir.
İkincisi: “bir derece, bir cihette âlem-i şehadete teşrif ettikleri gece” diyor. Fizik bedeninin çekirdeği (DNA şifreleri, ilmî programı, mimarî projesi) daha önceden zaten şehadet âleminde âbâ ü ecdâdının sulbünde asırlardan geçe geçe ilerleyerek tâ o vakte ulaşmıştı ve bu şehadet âlemi dâhilinde gerçekleşen fizikî bir intikal-i maddiye-i asliye idi. Fakat “âlem-i şehadete teşrif” ise, âlem-i gaybden olur. Bu da onun ruhlar âleminden şu görünen şehadet âlemine ruhen geçişi öncesi, bedeninin ilk defa bütünüyle bir araya toplanmasını ve bir melek vasıtasıyla ruhanî ve melekûtî donanımını mahiyetinde barındıracak olan cism-i nezihinin bütünüyle tayin ve kaydının yapılmasını akla getirmektedir.

Ne var ki ruhun cenine kaçıncı gün üflendiği ile ilgili rivayetler de farklı yorumlara neden olmuştur. Buhârî ve Müslim gibi sahîh hadîsleri toplayan kaynaklarda rivâyet edilen bir hadîse göre Peygamberimiz (s.a.v.) insanların yaratılışlarını ve kaderlerinin (alın yazılarının) yazılmasını açıklarken şöyle buyuruyor:" Her birinizin yaratılması anasının karnında kırk günde toparlanır, sonra orada, aynı süre içinde alâka (katılaşmış kan veya asılan nesne) olur, sonra aynı süre içinde muzğa (bir çiğnemlik et) olur. Sonra melek gönderilir, ona rûhu üfler ve kendisine dört sözlük emir verilir: Rızkı, eceli, ameli (yapıp edeceekleri) ve ebedî hayattaki durumu; cenhnetlik mi, cehennemlik mi olacağı yazdırılır..." (Buhârî, Bed'u'l-halk, 6; Müslim, Kader, 1-5).

Buharî ile Müslim'de yer alan bu rivâyet dışında hadîsin Müslim'deki başka rivâyetlerinde önemli farklılıklar görülmektedir:

a) Rûhun üflenmesine kadar geçen süre yukarıdaki rivâyette 120 gün gibi anlaşılabildiği halde diğer rivâyetlerde açıkça üç rakam daha zikredilmiştir: 40, 45, 42.

b) Rivâyetlerin birinde kırk iki günden sonra göz, kulak, deri, et ve kemiğin yaratıldığı, sonra melek tarafından Allah'a "erkek mi, yoksa kız mı" diye sorulduğu, Allah'ın hükmettiği ve meleğin de yazdığı kaydedilmiştir.

Buna göre ruhun 120 günde üflendiği anlamına neden olan rivayetin, her kırk günü, “aynı kırk gün içinde” diye tevil ederek, diğer 40 veya 40 küsur günü açıklayan rivayetleri tercih etmenin daha isabetli olacağını düşünüyoruz.

Efendimiz’in Reğâib gecesi ya 40’ını, ya da 42’sini doldurduğu; dolayısıyla da, her insane gibi anne karnındaki dünyevî yaratılışı itibariyle 40. ve 42. gününde cenine ruhunun üflendiği şeklinde yorumlamak çok uygun düşecektir. Böylece Peygamberimizin anne karnındaki 40 veya 42. gününde bir meleğin gelerek rahm-i maderdeki masum ceninin suretini/şeklini, kulağını, gözünü, derisini, etini, kemiğini.. vs. tayin ettiği, yazdığı; cinsiyetini, ecelini ve rızkını da bizzat Allah’a sorup ondan aldığı cevaplara göre bir sayfaya kaydettiği, ona cenine Ruhunu üflediği 6 ortaya çıkmış olur.7 Hz. Âmine validemiz de ancak o zaman böyle bir ilk cem’ ve tayin, ayrıca ruhun da üflenmesi sonrası neye hâmile olduğunu belirtilerinden fark etmiş olabilir.

Nur-u Muhammedî’nin anne rahmine düştüğü gece bir meleğin seslenişi.

Sehl b. Abdullah Tusterî (ra) buyurmuştur ki: “Allah Teala Hazretleri, Nebiy-yi Muhterem (sas)i ana rahmine düşürmeyi dilediği gece emreyledi: Cennet hazinedarı melek, Firdevs cennetini açtı ve bir münadi, göklere ve yerlere: “Âgâh olun ki, Muhammed’in (sas) nuru, bu gece ana rahminde karar kıldı, hilkati onda tamam olup dünyaya gelerek beşîr ve nezîr (müjdeleyici ve sakındırıcı) olsa gerek!” diye seslendi.”8

Kaynaklar:
1 Bilmen, Ömer Nasuhi, Büyük İslam İlmihali, s.187, Bilmen Yayınevi, İstanbul, 1990; Algül, Hüseyin, Mübarek Gün ve Geceler, s.3, Nil Yayınları, İzmir, 1991
2 Hüseyin Hilmi Işık, Saadet-i Ebediye (Tam İlmihal)’den naklen:
3 Mevlânâ Muhammed Rebhâmî, Rıyâdu’n-Nâsıhîn 2. Bâb, 8. Fasıl. (Zâhidî ve Ali Cürcânî tefsîrlerinden naklen).
4 Nursi, Sikke-i Tasdik-i Gaybi, s.206
5 Nursi, Sikke-i Tasdik-i Gaybi, s.206, 207
6 Amr İbnu Vasıta’dan naklen, Abdullah İbnu Mes'ud (ra)'u dinledim, demişti ki; "Şaki, annesinin karnında iken şaki olandır. Said de başkasından ibret alandır." (Bunu işittikten sonra) Resulullah (sav)'ın ashabından Huzeyfe denen zata uğradı ve İbnu Mes'ud'un söylediğini anlattı ve sordu: "Kişi amelsiz nasıl şaki olur?" Huzeyfe (ra): "Buna hayret mi ediyorsun? Ben Resulullah (sav)'ın şöyle söylediğini işittim: "Nutfenin (rahme düşmesinden sonra) kırk iki gece geçti mi, Allah ona bir melek gönderir (ve onun vasıtasıyla) nutfeyi şekillendirir; işitmesini, görmesini, derisini, etini, kemiğini yaratır. Sonra melek sorar: "Ey Rahim! Bu erkek mi, dişi mi?" Rabbin dilediğini hükmeder, melek de yazar. Sonra sorar: "Ey Rabbim! Eceli nedir?" Rabbin dilediğini hükmeder, melek de yazar. Tekrar sorar: "Ey Rabbim! Rızkı nedir?" Rabbin dilediğini hükmeder, melek de yazar. Sonra melek elinde sahife olduğu halde çıkar. Artık buna ne bir şey ilave eder ne de eksiltir." [Müslim, Kader 3>.
7 Müslim’in bir rivayetinde nutfeye, 42. gününde uğradığı zikredilen melek, çocuğun sûretini, kulağını, gözünü, derisini, etini, kemiğini tayin etmektedir.[ Müslim, Kader 3>.
8 Ömer Nasuhi Bilmen, Büyük İslam İlmihali, s.206, Sadeleştiren: A. Fikri Yavuz, İpek Yayın-Dağıtım A.Ş., İstanbul, 1992.
Nureddin TURÇAY
Musa Hub
 

harp

Well-known member
DÖNERSEN KENDİne GÜN SENİNDİR YİNE HAYDİ ANADOLU KALK KALK YOL KARDEŞLİK YOLU ŞAHLANSIN NE VARSA HAYDİ ANADOLU OYLAR AKPYE HAYDİ ANADOLU KALK KALK KALK.........KALK AYAĞA ARTIK YÜZ ÜSTÜ SÜRÜNDÜĞÜN YETER ARTIK SAKARYA KALK AYAĞA ARTIK YETER YAHU ..........
 

harp

Well-known member
“Kadere iman eden, kederden emin olur.”
Bir baharı halk etmek, bir çiçek kadar Ona ehven gelir. Bütün hayvânâtı icad etmek, bir sinek icadı kadar kudretine kolay gelir bir Zâttır.
 

harp

Well-known member
Evet, biz bir cem'iyetiz ve öyle bir cem'iyetimiz var ki; her asırda üç yüz milyon dâhil mensubları var ve her gün beş defa o mukaddes cem'iyetin prensipleriyle kemal-i hürmetle alakalarını ve hizmetlerini gösteriyorlar ve (innemel mü’minûne ihvetün=Mü’minler muhakkak ve ancak kardeştirler)kudsi programıyla birbirinin yardımına dualarıyla ve manevi kazançlarıyla koşuyorlar.
İşte biz, bu mukaddes ve muazzam cem'iyetin efradındanız ve hususi vazifemiz de Kur'anın imani hakikatlarını tahkiki bir surette ehl-i imana bildirip onları ve kendimizi i'dam-ı ebediden ve daimi haps-i münferidden kurtarmaktır. Sair dünyevi ve siyasi ve entrikalı cem'iyet ve komitelerle münasebetimiz yoktur ve tenezzül etmeyiz.

(Bediüzzaman Said Nursi - 13. Şua'dan)

Lügatler
Alâka :ilgi, münasebet
Asır: yüzyıl
Cemiyet :topluluk, birlik, heyet
Dâhil :iç, içeri
Daimî: devamlı, sürekli
Dua :yalvarma, yakarma, isteme
Dünyevi :dünyayla ilgili, dünyalık
Efrat :fertler, kişiler, bireyler
Ehl-i iman :Allah’a ve Allah’tan gelen her şeye inanan kimseler, mü’minler
Entrika :hile, gizli tedbir ve dolap
Hakikat: gerçek, doğru, bir şeyin gerçek mahiyeti
Haps-i münferid :hücre hapsi
Hususi :özel, bir şeye ait olan
İ’dam-ı ebedi : bir daha geri dönmeyecek şekilde sonsuza dek yok etme
İmani :imanla ilgili, imana dair
Kemal-i hürmet :tam ve kusursuz saygı
Komite : belirli bir amaç için bir araya gelen ve faaliyet gösteren topluluk

Kudsî :mübarek, kutsal
Manevî :manaya ait, ruhani
Mensub :intisab eden, bağlanan, bağlı olan, kayıtlı
Muazzam :çok büyük
Muhakkak :kesin, mutlaka
Mukaddes :kutsal, temiz ve pâk, her türlü kusurdan uzak olan
Mü’min :imanın şartlarının tümüne, Allah’tan gelen her şeye inanan kabul eden kişi
Münasebet :uygunluk, yakışmak, bağlılık
Prensip :temel kaide, unsur, temel bilgi, düstur
Sair :diğeri, başkası, gerisi, kalanı
Siyasi :siyasetle alakalı, politik
Suret : biçim, şekil
Şua :ışık, parıltı
Tahkiki :araştırarak kabul edilen, hakikatli
Tenezzül :gönül alçaklığı, inmek, karşısındakinin seviyesine inmek
Vazife :bir kimsenin yapmaya mecbur olduğu iş, görev
 

Müekked

Well-known member
ben harpten şikayetciyim. Günlük aşırı fazla mesaj yazıyor. Günlük 50-100 mesaj yazılır mı? el insaf.Mesaj sayısına kısıtlama getirlimesi gerektiğini düşünüyorum.

Vesselam..
 
Durum
Üzgünüz bu konu cevaplar için kapatılmıştır...
Üst