Her haliyle müstesna idi
Üstadımız lisan-ı hali gibi lisan-ı kali de bedi olduğundan onu gören hayretle ona bakardı. Çünkü kıyafeti, hali, hareketi kimseye benzemiyordu. Onun için onun şemâili hiç hatırımdan çıkmaz. İlk gördüğüm zaman ortaokulda olduğum halde kıyafeti bende öyle bir tesir bırakmıştı ki, ecnebi kılığını bir şiar-ı medeniyet telâkki eden Avrupa mukallitlerine karşı içimde bir nefret hasıl olmuştu.
"Hattâ önceleri Kürtlere karşı bir soğukluk vardı. Bizde Kürtlere hakaret ederler, elekçilere, çingenelere ve Kürt derlerdi. Üstad'ı gördükten ve onun samimî, şefkatli, âlicenap, îmanlı, merhametli tavır ve sözlerini dinledikten sonra, fakirlere, Kürt denilen kimselere, îman, cihad ve din kardeşlerimize bir muhabbet, bir hürmet hasıl oldu. Eskiden konuşmak istemediğim, o kılık kıyafeti bize benzemeyen kimselere karşı içimden bir sevgi hasıl olmuştu. Zulmün şiddetli devrinde (l940 senelerinde), polisten, jandarmadan halkın çok çekindiği zamanlarda aynı eski kılık kıyafetiyle sert ve dik adımlarla polis nezaretinden vali konağına doğru gidişini ve etraftan halkın ona hayretle bakışını, ürpererek seyredişini hiç unutmam.
"O zaman ben ve bir kaç arkadaşım Kastamonu Lisesi bahçesinde idik. İmanı, inancı, yüzünden, her halinden okunan bu vatan evlâdı, haliyle, tavrıyla müstevlilerin medeniyet namına telkin ettikleri sahtekâr zihniyete azimle karşı duruyordu. Bu hali ben o zaman düşünemiyordum, fakat içimden dinsizlere, din aleyhindekilere karşı bir nefret hasıl olmuştu. Üstad'ımın lisân-ı hâli bana bu dersi verdiği gibi, onun daima Allah'a iman, âhirete iman, Kur'ân'ın kudsiyeti, dinsizleri sevmemek, onlara taraftar olmamak halini telkin etmesi de unutamadığım hallerindendi. Onun lisan-ı hali dindarlığın şerafetini ilân ediyor, zihinlere nakşediyordu."Yazdıklarını yaşıyordu"
"Ben Üstad'ımın yanına şunun için gitmiştim: Kimseden hediye almazmış. Yaşayışını gördüm, hakikaten fakirdi. Odasının birinde bir kilim ve bir kaç tane bezden seccade vardı. Gerisi ise tam takır, boştu. Halkın eşrafı ve zengin kimseleri ona bir şey getirseler, o çok lâtif bir surette onu reddederdi. Kimseyi de gücendirmek istemezdi. Mutlaka bir karşilik vermeden bir eşya almaz ve yemezdi. Hakikaten yazdigi derslerdeki hali yaşiyordu. Konuşmalari hep Risale-i Nur'du. O derslerin tekrarı gibiydi. Onun için ben dikkatsizlik eder ve bazan da sözlerine aldırış etmezdim. Bu yazılıdır, ben bunu okurum ve biliyorum zannı ile hareket ederdim. Bu gafletimi de unutmuyordum..
"Kastamonu'da iken işim olmadigindan ziyaretine giderdim. Ve bazen odun kirmak, suyunu getirmek gibi hizmetlerini yapmak isterdim. Onun kimsesiz haletine, fakirliğine merhameten yapmak isterdim. Bunu sonradan hatırlıyorum.
"Emirdağ'da bana: 'Ben şimdi eski Abdullah'ımı kaybetmişim. Eski Abdullah yok' derdi. Çünkü ben o zaman ( Üstad büyük bir zattır. Âhirzamanda gelen bir ıslahatçıdır, diyerek) değil ona daha başka bir ihtiyar hoca diye hürmetle hizmet etmek isterdim. O bunları hissetmişti. 'Ben kendime hürmet istemiyorum, bana bağlanmayınız. Risale-i Nur'a bağlanınız. O Kur'ân'ın dersidir.' diye daima nazarı Risale-i Nur’a verirdi.