Ukbaa
Well-known member
Yedinci Mektub
بِاسْمِهِ سُبْحَانَهُ 1
وَاِنْ مِنْ شَىْءٍ اِلاَّ يُسَبِّحُ بِحَمْدِهِ
2
اَلسَّلاَمُ عَلَيْكُمْ وَرَحْمَةُ اللهِ وَبَرَكَاتُهُ اَبَداً دَاۤئِمًا
3
بِاسْمِهِ سُبْحَانَهُ 1
وَاِنْ مِنْ شَىْءٍ اِلاَّ يُسَبِّحُ بِحَمْدِهِ
اَلسَّلاَمُ عَلَيْكُمْ وَرَحْمَةُ اللهِ وَبَرَكَاتُهُ اَبَداً دَاۤئِمًا
AZİZ kardeşlerim,
Bana söylemek üzere Şamlı Hâfıza iki şey demişsiniz:
Birincisi: “Hazret-i Peygamber Aleyhissalâtü Vesselâmın Zeyneb’i tezevvücünü, eski zaman münafıkları gibi yeni zamanın ehl-i dalâleti dahi medar-ı tenkit buluyorlar; nefsanî, şehevânî telâkki ediyorlar” diyorsunuz.
Elcevap: Yüz bin defa hâşâ ve kellâ! O dâmen-i muallâya şöyle pest şübehâtın eli yetişmez. Evet, on beş yaşından kırk yaşına kadar, hararet-i gariziyenin galeyanı hengâmında ve hevesât-ı nefsaniyenin iltihabı zamanında, dost ve düşmanın ittifakıyla kemâl-i iffet ve tamam-ı ismetle Haticetü’l-Kübrâ (r.a.) gibi ihtiyarca birtek kadınla iktifa ve kanaat eden bir zâtın, kırktan sonra, yani hararet-i gariziye tevakkufu hengâmında ve hevesât-ı nefsâniyenin sükûneti zamanında kesret-i izdivaç ve tezevvücâtı, bizzarure ve bilbedâhe, nefsanî olmadığını ve başka ehemmiyetli hikmetlere müstenit olduğunu, zerre kadar insafı olana ispat eder bir hüccettir.
O hikmetlerden birisi şudur ki: Zât-ı Risaletin akvâli gibi, ef’al ve ahvâli ve
[NOT]Dipnot-1 Her türlü noksan sıfatlardan yüce olan Allah’ın adıyla.
Dipnot-2 “Hiçbir şey yoktur ki Allah’ı hamd ile tesbih etmesin.” İsrâ Sûresi, 17:44.
Dipnot-3 Allah’ın selâmı, rahmeti ve bereketi ebediyen, dâima üzerinize olsun.
[/NOT]
Aleyhissalâtü Vesselâm: Allah’ın salât ve selâmı onun üzerine olsun (bk. ṣ-l-v; s-l-m) | Haticetü’l-Kübrâ: (bk. bilgiler – Hatice (r.a.)) |
Zeyneb: (bk. bilgiler – Zeyneb binti Cahş) | Zât-ı Risâlet: kendisine kitap gönderilmiş olan Zât; Peygamberimiz Hz. Muhammed (a.s.m.) (bk. r-s-l) |
ahval: haller, durumlar | akvâl: sözler |
aziz: izzetli, çok değerli, saygıdeğer (bk. a-z-z) | bilbedâhe: ap açık bir şekilde |
bizzarure: zorunlu olarak | dâmen-i muallâ: yüksek namus sahibi; yüce, yüksek etek |
ef’al: fiiller, işler (bk. f-a-l) | ehl-i dalâlet: doğru ve hak yoldan sapmış, inançsız kimseler (bk. ḍ-l-l) |
galeyan: kaynama, coşma | hararet-i gariziye: duyguların kuvvetli olması hâli, ateşlilik |
hengâmında: sırasında, zamanında | hevesât-ı nefsaniye: nefsin hevesleri, arzu ve istekleri (bk. n-f-s) |
hikmet: gaye, fayda (bk. ḥ-k-m) | hâşâ ve kellâ: asla ve asla, kesinlikle öyle değil |
hüccet: delil | iktifa: yetinme |
iltihab: tutuşma, alevlenme | ittifak: birleşme, birlik |
kemâl-i iffet: tam ve eksiksiz bir iffet ve namusluluk (bk. k-m-l) | kesret-i izdivaç: çok evlilik (bk. k-s̱-r) |
medar-ı tenkit: tenkide sebep | münafık: iki yüzlü, inanmadığı halde inanmış görünen kişi |
müstenid: dayanan (bk. s-n-d) | nefsânî: nefsin hoşuna gider şekilde (bk. n-f-s) |
pest: alçak, aşağı | sükûnet: durgunluk, hareketsizlik (bk. s-k-n) |
tamam-ı ismet: hata ve günahlardan tamamıyla uzak | telâkki: anlama, kabul etme |
tevakkuf: durma, duraklama | tezevvüc: evlilik, evlenmek |
tezevvücât: evlilikler | Şamlı Hâfız: (bk. bilgiler – Hafız Tevfik) |
şehevânî: şehvetle ilgili, şehvetle alâkalı | şübehât: şüpheler |