Ana sayfa
Forumlar
Yeni mesajlar
Forumlarda ara
Blog
Neler yeni
Yeni mesajlar
Son aktiviteler
Giriş yap
Kayıt ol
Neler yeni
Ara
Ara
Sadece başlıkları ara
Kullanıcı:
Yeni mesajlar
Forumlarda ara
Menü
Giriş yap
Kayıt ol
Install the app
Yükle
Forumlar
Risale Analiz ve Çalışmalar
Risale Açıklamalı
Şualar
Şualar 3. Ders - Kesretten Vahdete Deliller
JavaScript devre dışı. Daha iyi bir deneyim için, önce lütfen tarayıcınızda JavaScript'i etkinleştirin.
Çok eski bir web tarayıcısı kullanıyorsunuz. Bu veya diğer siteleri görüntülemekte sorunlar yaşayabilirsiniz..
Tarayıcınızı güncellemeli veya
alternatif bir tarayıcı
kullanmalısınız.
Konuya cevap cer
Mesaj
<blockquote data-quote="Huseyni" data-source="post: 339648" data-attributes="member: 27"><p><strong>Cevap: Açıklamalı Risale Dersleri 34 - Kesretten Vahdete Deliller</strong></p><p></p><p>[NOT]Hem o cüz’î zîhayatlarda pek zahir bir surette anlaşılır ki, onun Sânii onu görür, bilir, dinler, istediği gibi yapar. Adeta, o zîhayatın masnuiyeti arkasında muktedir, muhtar, işitici, bilici, görücü bir Zâtın mânevî bir teşahhusu, bir taayyünü, imana görünür.[/NOT]</p><p> </p><p>Evet, her bir hayat sahibi lisan-ı haliyle Sâniini bizlere tanıtıyor. Akıl ve şuurdan mahrum zihayatın kendilerinden südur eden kabiliyetler, bilir ve görür gibi yaptıkları icraatler bu hükmü teyid ediyor. Ve kendi güçlerinin çok üzerinde işlere mazhariyetlerinin olması buna en açık bir delil kabul edilebilir. Mesela hayvanlar ve bitkilerin bilmeden birbirinin ihtiyacına cevap veriyor olması ve nazik ve nazenin yaprakların kendi kuvvetiyle yapması imkansız olan bir taşı yararak içinden çıkması gibi haller, onları gören ve bilen ve tüm alakalı oldukları, ihtiyaç duydukları şeylere hakim olan ve onları idare edebilen bir Zatın varlığına apaçık bir delildir. İmanın inkişafı derecesinde bu hakikatler anlaşılabilir.</p><p></p><p></p><p>[NOT]Ve bilhassa zîhayattan insanın mahlûkiyeti arkasında gayet âşikâr bir tarzda o mânevî teşahhus, o kudsî taayyün, sırr-ı tevhidle, imanla müşahede olunur. Çünkü o teşahhus-u ehadiyetin esasları olan ilim ve kudret ve hayat ve sem’ ve basar gibi mânâların hem numuneleri insanda var; o numunelerle onlara işaret eder. Çünkü, meselâ, gözü veren Zât, hem gözü görür, hem ince bir mânâ olan gözün gördüğünü görür, sonra verir. Evet, senin gözüne bir gözlük yapan gözlükçü usta, göze gözlüğün yakıştığını görür, sonra yapar. Hem kulağı veren Zât, elbette o kulağın işittiklerini işitir, sonra yapar, verir. Sair sıfatlar buna kıyas edilsin.[/NOT]</p><p> </p><p> Bilhassa biz insanlardaki ilim, kudret, sem, basar, irade, gibi sıfatlar, vahid-i kıyasi olması noktasından Rabbimiz hakkında bize kesin malumatlar veriyor. İmanda ne derece terakki ederse, o derece Rabbinin sıfatlarının ve isimlerinin, kendi zatında tecelli ettiğini bilir insan. Kendi görmesiyle Rabbinin hem kendini gördüğünü ve dahi gözünün gördüğü varlıkları da gördüğünü anlar, bilir ve gözü Halıkının rızası dairesinde kullanmaya gayret gösterir. İmanda ilmel yakin (ilmle bilmek), aynel yakin (görür gibi bilmek) ve hakkal yakin (her şeyiyle varlığından haberdar olmak, şüphesiz bilmek) mertebeleri var. Hakkal yakin mertebesindeki bir insan, Allah’ın bu sıfat ve tecellilerini her an, bilir ve görür gibi ve şüphe getirmeyecek bir derecede anlıyabilr.</p><p> </p><p>Nasıl biliriz ki; göz varsa, gözü ve gözün gördüğünü gören vardır ? Şöyle ki göz bir penceredir. İnsan bu pencereyle yaşadığı alemi temaşa eder, seyreder. İnsan bu pencereyi ya diyecekki benim malımdır; o halde onun bütün tasarrufunu da elinde bulundurmak icap edecek. Gözün ihtiyacı olan her şeyi kendi karşılayabilecek güç kuvvet ve iradesi olacak. Ve bunları tasarlayabilecek ilmi olması icap eder. Yıllarını göz üzerinde ihtisas yaparak geçiren, bir profesör dahi olsa sıfırdan göz icad edip yapabiliyor mu ? Ki profesörün yapamadığını sıradan bir insan yapabilsin ve gözü sahiplensin. Hem gözü yapmakla da iş bitmiş olmuyor. Bu gözü tercih eden Zat, o kadar her şeyi tabiri caizse ince bir elekle elemiş ki, gözü verdiği gibi o gözün ihtiyaç duyacağı görme özelliğini de vermiş ve görebileceği güzellikleri de yaratmış. Göz olsa göreceği bir alem olmasa, elbette hikmet olmaz, abes olurdu. </p><p></p><p>Kulağı Yaratan, sesi Yaratanla aynı Zat olmalıdır. Çünkü kulağın hikmeti işitmektir. O halde bir kulağı kim Yaratmış ise, dünyadaki bütün kulakları O yaratmış olması icap eder ve bununla da kalmaz, bütün kulağın işittiği sesleri de Onun yaratması icap eder. Çünkü kulaktan maksat işitmektir.</p><p> </p><p>Diğer bütün sıfatlarımız da bunun gibi kıyas edilebilir. Hepsinin sonunda insan anlıyacak ki, bunlar kendisine sadece bir mihenk olarak Rabbini bilsin diye verilmiş, Rabbimizin isim ve sıfatlarının zayıf birer gölgeleri veyahut tecellileridir.</p></blockquote><p></p>
[QUOTE="Huseyni, post: 339648, member: 27"] [b]Cevap: Açıklamalı Risale Dersleri 34 - Kesretten Vahdete Deliller[/b] [NOT]Hem o cüz’î zîhayatlarda pek zahir bir surette anlaşılır ki, onun Sânii onu görür, bilir, dinler, istediği gibi yapar. Adeta, o zîhayatın masnuiyeti arkasında muktedir, muhtar, işitici, bilici, görücü bir Zâtın mânevî bir teşahhusu, bir taayyünü, imana görünür.[/NOT] Evet, her bir hayat sahibi lisan-ı haliyle Sâniini bizlere tanıtıyor. Akıl ve şuurdan mahrum zihayatın kendilerinden südur eden kabiliyetler, bilir ve görür gibi yaptıkları icraatler bu hükmü teyid ediyor. Ve kendi güçlerinin çok üzerinde işlere mazhariyetlerinin olması buna en açık bir delil kabul edilebilir. Mesela hayvanlar ve bitkilerin bilmeden birbirinin ihtiyacına cevap veriyor olması ve nazik ve nazenin yaprakların kendi kuvvetiyle yapması imkansız olan bir taşı yararak içinden çıkması gibi haller, onları gören ve bilen ve tüm alakalı oldukları, ihtiyaç duydukları şeylere hakim olan ve onları idare edebilen bir Zatın varlığına apaçık bir delildir. İmanın inkişafı derecesinde bu hakikatler anlaşılabilir. [NOT]Ve bilhassa zîhayattan insanın mahlûkiyeti arkasında gayet âşikâr bir tarzda o mânevî teşahhus, o kudsî taayyün, sırr-ı tevhidle, imanla müşahede olunur. Çünkü o teşahhus-u ehadiyetin esasları olan ilim ve kudret ve hayat ve sem’ ve basar gibi mânâların hem numuneleri insanda var; o numunelerle onlara işaret eder. Çünkü, meselâ, gözü veren Zât, hem gözü görür, hem ince bir mânâ olan gözün gördüğünü görür, sonra verir. Evet, senin gözüne bir gözlük yapan gözlükçü usta, göze gözlüğün yakıştığını görür, sonra yapar. Hem kulağı veren Zât, elbette o kulağın işittiklerini işitir, sonra yapar, verir. Sair sıfatlar buna kıyas edilsin.[/NOT] Bilhassa biz insanlardaki ilim, kudret, sem, basar, irade, gibi sıfatlar, vahid-i kıyasi olması noktasından Rabbimiz hakkında bize kesin malumatlar veriyor. İmanda ne derece terakki ederse, o derece Rabbinin sıfatlarının ve isimlerinin, kendi zatında tecelli ettiğini bilir insan. Kendi görmesiyle Rabbinin hem kendini gördüğünü ve dahi gözünün gördüğü varlıkları da gördüğünü anlar, bilir ve gözü Halıkının rızası dairesinde kullanmaya gayret gösterir. İmanda ilmel yakin (ilmle bilmek), aynel yakin (görür gibi bilmek) ve hakkal yakin (her şeyiyle varlığından haberdar olmak, şüphesiz bilmek) mertebeleri var. Hakkal yakin mertebesindeki bir insan, Allah’ın bu sıfat ve tecellilerini her an, bilir ve görür gibi ve şüphe getirmeyecek bir derecede anlıyabilr. Nasıl biliriz ki; göz varsa, gözü ve gözün gördüğünü gören vardır ? Şöyle ki göz bir penceredir. İnsan bu pencereyle yaşadığı alemi temaşa eder, seyreder. İnsan bu pencereyi ya diyecekki benim malımdır; o halde onun bütün tasarrufunu da elinde bulundurmak icap edecek. Gözün ihtiyacı olan her şeyi kendi karşılayabilecek güç kuvvet ve iradesi olacak. Ve bunları tasarlayabilecek ilmi olması icap eder. Yıllarını göz üzerinde ihtisas yaparak geçiren, bir profesör dahi olsa sıfırdan göz icad edip yapabiliyor mu ? Ki profesörün yapamadığını sıradan bir insan yapabilsin ve gözü sahiplensin. Hem gözü yapmakla da iş bitmiş olmuyor. Bu gözü tercih eden Zat, o kadar her şeyi tabiri caizse ince bir elekle elemiş ki, gözü verdiği gibi o gözün ihtiyaç duyacağı görme özelliğini de vermiş ve görebileceği güzellikleri de yaratmış. Göz olsa göreceği bir alem olmasa, elbette hikmet olmaz, abes olurdu. Kulağı Yaratan, sesi Yaratanla aynı Zat olmalıdır. Çünkü kulağın hikmeti işitmektir. O halde bir kulağı kim Yaratmış ise, dünyadaki bütün kulakları O yaratmış olması icap eder ve bununla da kalmaz, bütün kulağın işittiği sesleri de Onun yaratması icap eder. Çünkü kulaktan maksat işitmektir. Diğer bütün sıfatlarımız da bunun gibi kıyas edilebilir. Hepsinin sonunda insan anlıyacak ki, bunlar kendisine sadece bir mihenk olarak Rabbini bilsin diye verilmiş, Rabbimizin isim ve sıfatlarının zayıf birer gölgeleri veyahut tecellileridir. [/QUOTE]
Adı
İnsan doğrulaması
Peygamber Efendimiz a.s.v.'ın kabri nerededir? (Sadece şehir adını küçük harfler ile giriniz)
Cevap yaz
Forumlar
Risale Analiz ve Çalışmalar
Risale Açıklamalı
Şualar
Şualar 3. Ders - Kesretten Vahdete Deliller
Bu site çerezler kullanır. Bu siteyi kullanmaya devam ederek çerez kullanımımızı kabul etmiş olursunuz.
Accept
Daha fazla bilgi edin.…
Üst