İlim-irfan
Well-known member
Tarikatta İnsan Unsuru
Şeyh
Halife
Mürit
Şeyh:
Şeyh Arapçada “ihtiyar” anlamındadır. Tarikatta ise, kendisine intisap eden müritleri, seyr-u sülük denilen belli esaslar çerçevesinde yetiştiren ve eğiten kişidir. Mürşit de denilen şeyh, daha önce bir şeyhin gözetiminde hak yola girmiş ve bu yolun hallerini, makamlarını, korkulu ve tehlikeli durumlarını yaşayarak öğrenmiş örnek bir kişidir. Bu sebeple müridi alır ve ona yararlı ve zararlı hususları göstere göstere manevi yolda yürütür. Dini hayatı sevdirir ve yaşatır. Şeyhin başarısı kullarına Allah’ı sevdirmektedir. Bu sebepten ötürü de, Allah katında sevgili ve kıymetli bir insandır.
Şeyhlik Vasıfları
İrşad için salahiyetli bir şeyhin birtakım vasıfları vardır. Başlıcalarını şöyle zikredebiliriz:
Kur’an ve Sünnetin ahkam ve adabını iyi bilmesi.
Şeriatı ihlasla ve istikamet üzere yaşaması, gönül zenginliğine sahip olması. Asıl keramet budur ve başka bir keramete de gerek yoktur. Aranmamıştır da. Çünkü Peygamberlik için mucize şarttır ama, velilik için keramet şart değildir.
İnsanları Allah’a ibadete, zikre, şeriatı bilmeğe ve yaşamağa davet etmesi. Herkese nasihat etmesi. Bunun için yeterli bilgiye sahip olması.
Bütün yaratılmışlara şefkat, merhamet ve lütufla yaklaşması.
Mü’minlerin ayıplarını örtmesi, onlara kalp tasfiyesi ve nefs tezkiyesi için gerekli şeyleri bildirmesi, yetiştirmesi.1
Şeyhe İtaat
Tasavvuf, amelî-tecrübî ve ihtiyarî, yani gönüllü girilen bir yol olduğu için, bu yola giren bir mürit, mutlaka bir şeyh’in terbiyesi altına girmeli, bütün kalbiyle ona bağlanmalı, seve seve her emir ve tavsiyesini dikkatle yerine getirmeli, asla itirazda bulunmamalıdır.
Şeyh hata yapmaz mı? Elbette yapabilir. Hiçbir insan masum değildir. Bu yüzden şeyh de, niyetini halis kılmakla beraber nefsini azarlamaya devam etmeli, kendisini asla hatadan münezzeh görmemelidir. Olabilir ki bir konuda dikkatini toplayamaz ve nefsinin arzusu altında yatan şeyi göremez. Onun için nefsine karşı her an uyanık bulunup tuzağa düşmemelidir.2
Bazı müridler, şeyhlerin hata yapmayacaklarını, hatta günah işlemeyeceklerini, işleyemeyeceklerini iddia etmişlerdir. Şüphesiz ki bu boş bir iddiadır. Günah işlememek (masumiyet) peygamberlere mahsus bir sıfattır. (İsmet). Hatta onların bile hata (zelle) yapabilecekleri, ama bu hataların Allah (Azze ve Celle) tarafından düzeltileceği söylenmiştir. Bazıları ise buna “hata” değil, “terk-i evla” demişlerdir. Velilerin yanılmayacaklarını ve günah işlemeyeceklerini söylemek, onları peygamberlerle karıştırmak gibi bir yanlışa götürür. Bu iddia, aşırı sevgiden kaynaklanan bir körlük olsa gerektir.
Ama sufiler, veliler için “masum değil am mahfuz”dur demişlerdir. Yani onlar, iyi niyetle yaşadıkları ibadet ve taatlardan ötürü, kendilerinden razı olan “hafiz” Allah (Azze ve Celle) tarafından “mahfuz”, yani “korunmuş”lar, “korunma altına alınmış”lardır. Tıpkı temiz bir çevrede yaşayan, mikropsuz bir ortamda bulunan insanların, pis, rutubetli, havasız ve güneşsiz yerlerde yaşayanlara göre hastalığa yakalanmaları ihtimali daha az olduğu gibi, temiz bir çevrede, manevi bir çerçevede yaşayan şeyhlerin de günah işlemekten, hele hele günaha ısrarla devam etmekten korunmuş olacakları, akla da, nakle de uzak bir şey değildir.
Nitekim bazı ayetlerde Allah (Azze ve Celle), mü’min kullarını koruyacağını, şeytanın onları azdıramayacağını ifade eder.3 Biraz ileride sohbet bölümünde iyilerle iyi ortamlarda beraber olmanın faydalarını ayet ve hadislerle geniş olarak göreceğiz inş
.
Hatırlarsınız, “insandan nefis tamamen gider mi, yoksa bir kalıntı kalır mı konusu tartışılmıştır” diye görmüştük. Bazıları “imtihan” ve “derece kazanma”nın devam edebilmesi için nefis tamamen kaybolmaz demişlerdi. Eğer iş onların dediği gibi ise, elbette şeyhler de bazen ona uyarak günah işleyebilirler. Ancak orada inayet-i ilahî yetişir ve onlar derhal pişmanlık arzederek tevbe ederler. Malum, Allah (azze ve celle) tevbe edenleri sever.
Burada bir edep de, onlardan böyle bir hata veya günah görenlerin sûizanna kapılmamaları, onu aleme ifşa etmemeleri, hatta doğrultmaya kalkışmamalarıdır. Çünkü onlar bunun bir hata olduğunu bilirler. O seviyedeki alim insanlara emr-i bilma’rufa gerek yoktur. Bu, bütün alimler için de geçerlidir. O güzel vazife, bilmeyenlere, veya ısrar edenlere yapılır.
Ancak şeyhin yaptığı bir yanlışa, “şeyh yaptığına göre bunda bir keramet vardır” diyerek uyulmaz. Az yukarıda “aşırı sevginin gözü kör ettiğinden” bahsetmiştik. Cahil müritlerde az da olsa zaman zaman böyle körlükler görülmüştür malesef.
Hatta şeyh yanlışı emretse, yolun birçok büyüklerine göre “pasif direniş” göstererek itaat etmez. Ama, yaygara da koparmaz. Edebini muhafaza ile istifadesine devam eder.
Bu konuda başka görüşler de yok değildir. Yani “şeyhinin emrettiği yanlış, senin bildiğin doğrudan senin için daha iyidir. İttiba etmen gerekir. Kendini ikna edemiyorsan, Hz. Musa (as) ile Hızır kıssasını iyi düşün.” diyenler de olmuştur.
Tasavvuf ve tarikatların temel ölçüsü Kur’an ve sünnet olduğuna göre, her halükarda şeriata uymak esastır. Hadiste geçen şu kural herkesi bağlar: “Halika isyan olan yerde, mahluka itaat yoktur.”
Şeyh
Halife
Mürit
Şeyh:
Şeyh Arapçada “ihtiyar” anlamındadır. Tarikatta ise, kendisine intisap eden müritleri, seyr-u sülük denilen belli esaslar çerçevesinde yetiştiren ve eğiten kişidir. Mürşit de denilen şeyh, daha önce bir şeyhin gözetiminde hak yola girmiş ve bu yolun hallerini, makamlarını, korkulu ve tehlikeli durumlarını yaşayarak öğrenmiş örnek bir kişidir. Bu sebeple müridi alır ve ona yararlı ve zararlı hususları göstere göstere manevi yolda yürütür. Dini hayatı sevdirir ve yaşatır. Şeyhin başarısı kullarına Allah’ı sevdirmektedir. Bu sebepten ötürü de, Allah katında sevgili ve kıymetli bir insandır.
Şeyhlik Vasıfları
İrşad için salahiyetli bir şeyhin birtakım vasıfları vardır. Başlıcalarını şöyle zikredebiliriz:
Kur’an ve Sünnetin ahkam ve adabını iyi bilmesi.
Şeriatı ihlasla ve istikamet üzere yaşaması, gönül zenginliğine sahip olması. Asıl keramet budur ve başka bir keramete de gerek yoktur. Aranmamıştır da. Çünkü Peygamberlik için mucize şarttır ama, velilik için keramet şart değildir.
İnsanları Allah’a ibadete, zikre, şeriatı bilmeğe ve yaşamağa davet etmesi. Herkese nasihat etmesi. Bunun için yeterli bilgiye sahip olması.
Bütün yaratılmışlara şefkat, merhamet ve lütufla yaklaşması.
Mü’minlerin ayıplarını örtmesi, onlara kalp tasfiyesi ve nefs tezkiyesi için gerekli şeyleri bildirmesi, yetiştirmesi.1
Şeyhe İtaat
Tasavvuf, amelî-tecrübî ve ihtiyarî, yani gönüllü girilen bir yol olduğu için, bu yola giren bir mürit, mutlaka bir şeyh’in terbiyesi altına girmeli, bütün kalbiyle ona bağlanmalı, seve seve her emir ve tavsiyesini dikkatle yerine getirmeli, asla itirazda bulunmamalıdır.
Şeyh hata yapmaz mı? Elbette yapabilir. Hiçbir insan masum değildir. Bu yüzden şeyh de, niyetini halis kılmakla beraber nefsini azarlamaya devam etmeli, kendisini asla hatadan münezzeh görmemelidir. Olabilir ki bir konuda dikkatini toplayamaz ve nefsinin arzusu altında yatan şeyi göremez. Onun için nefsine karşı her an uyanık bulunup tuzağa düşmemelidir.2
Bazı müridler, şeyhlerin hata yapmayacaklarını, hatta günah işlemeyeceklerini, işleyemeyeceklerini iddia etmişlerdir. Şüphesiz ki bu boş bir iddiadır. Günah işlememek (masumiyet) peygamberlere mahsus bir sıfattır. (İsmet). Hatta onların bile hata (zelle) yapabilecekleri, ama bu hataların Allah (Azze ve Celle) tarafından düzeltileceği söylenmiştir. Bazıları ise buna “hata” değil, “terk-i evla” demişlerdir. Velilerin yanılmayacaklarını ve günah işlemeyeceklerini söylemek, onları peygamberlerle karıştırmak gibi bir yanlışa götürür. Bu iddia, aşırı sevgiden kaynaklanan bir körlük olsa gerektir.
Ama sufiler, veliler için “masum değil am mahfuz”dur demişlerdir. Yani onlar, iyi niyetle yaşadıkları ibadet ve taatlardan ötürü, kendilerinden razı olan “hafiz” Allah (Azze ve Celle) tarafından “mahfuz”, yani “korunmuş”lar, “korunma altına alınmış”lardır. Tıpkı temiz bir çevrede yaşayan, mikropsuz bir ortamda bulunan insanların, pis, rutubetli, havasız ve güneşsiz yerlerde yaşayanlara göre hastalığa yakalanmaları ihtimali daha az olduğu gibi, temiz bir çevrede, manevi bir çerçevede yaşayan şeyhlerin de günah işlemekten, hele hele günaha ısrarla devam etmekten korunmuş olacakları, akla da, nakle de uzak bir şey değildir.
Nitekim bazı ayetlerde Allah (Azze ve Celle), mü’min kullarını koruyacağını, şeytanın onları azdıramayacağını ifade eder.3 Biraz ileride sohbet bölümünde iyilerle iyi ortamlarda beraber olmanın faydalarını ayet ve hadislerle geniş olarak göreceğiz inş
Hatırlarsınız, “insandan nefis tamamen gider mi, yoksa bir kalıntı kalır mı konusu tartışılmıştır” diye görmüştük. Bazıları “imtihan” ve “derece kazanma”nın devam edebilmesi için nefis tamamen kaybolmaz demişlerdi. Eğer iş onların dediği gibi ise, elbette şeyhler de bazen ona uyarak günah işleyebilirler. Ancak orada inayet-i ilahî yetişir ve onlar derhal pişmanlık arzederek tevbe ederler. Malum, Allah (azze ve celle) tevbe edenleri sever.
Burada bir edep de, onlardan böyle bir hata veya günah görenlerin sûizanna kapılmamaları, onu aleme ifşa etmemeleri, hatta doğrultmaya kalkışmamalarıdır. Çünkü onlar bunun bir hata olduğunu bilirler. O seviyedeki alim insanlara emr-i bilma’rufa gerek yoktur. Bu, bütün alimler için de geçerlidir. O güzel vazife, bilmeyenlere, veya ısrar edenlere yapılır.
Ancak şeyhin yaptığı bir yanlışa, “şeyh yaptığına göre bunda bir keramet vardır” diyerek uyulmaz. Az yukarıda “aşırı sevginin gözü kör ettiğinden” bahsetmiştik. Cahil müritlerde az da olsa zaman zaman böyle körlükler görülmüştür malesef.
Hatta şeyh yanlışı emretse, yolun birçok büyüklerine göre “pasif direniş” göstererek itaat etmez. Ama, yaygara da koparmaz. Edebini muhafaza ile istifadesine devam eder.
Bu konuda başka görüşler de yok değildir. Yani “şeyhinin emrettiği yanlış, senin bildiğin doğrudan senin için daha iyidir. İttiba etmen gerekir. Kendini ikna edemiyorsan, Hz. Musa (as) ile Hızır kıssasını iyi düşün.” diyenler de olmuştur.
Tasavvuf ve tarikatların temel ölçüsü Kur’an ve sünnet olduğuna göre, her halükarda şeriata uymak esastır. Hadiste geçen şu kural herkesi bağlar: “Halika isyan olan yerde, mahluka itaat yoktur.”