senai demirci itirafımdır.

zehraslm

Well-known member
Öyle çok pazarlık ettim ki Seninle ey Rabb’im. Sen çağırınca, kendime ayırdığım vakitlerden çalındığını düşündüm. Ezan okununca, sevdiklerimle geçirdiğim zamanların azalmasından korktum. Vakit girince, içim “cız” etti hep. Odamdan uzaklaştım, bıraktım işimi, bozdum keyfimi; öylece namaza durdum. Ayak diredim, “az sonra kılsam da olur!” dedim. “Az sonra”larım “çok sonralar”a döndü, geç kaldım, Sonunda ayaklarımı sürüye sürüye vardım huzuruna. Pazarlığımı vaktin daralmışlığını bahane ederek yeniden ileri sürdüm. Kaçıyordu ya namaz ; o yüzden çabucak kıldım, selam verdim, hemen kalktım, rahatladım. Oysa rahatlığı Sana borçluyum. Ağrımayan her bir dişim kadar huzur borçluyum Sana. Damarlarımın her bir noktasında pıhtılaşmayan kanım kadar sükûnet borçluyum Sana. Tenimin kaşınmayan her bir noktası kadar rahatlık borçluyum Sana. Dişlerim ağrıyacak olsa her biri için harcayacağım zaman Senin. Kanım pıhtılaşıp damarlarım tıkanacak olsa, her defasında ızdırap ve korkuyla geçireceğim saatlerin hepsi Senin. Tenim her noktasında yırtılacakmış gibi acıyacak olsa, kendi kendime dar geleceğim huzursuz günler Senin.
Gün oldu; usandım. Sabrımı tükettim; tükendim. Kendimi yontmaya heveslendim. Benden istediğin zamanı çok gördüm. Benden istediğini, benim için istediğini bile bile, huzurunda huzursuz durdum. Fazla buldum namazın rekatlarını; kısaltmak için bahaneler aradım. Günümü delik deşik etmeni, işimin arasına kesintiler sokmanı, hayatımın ortasına duraklar koymanı, uykumu bölmeni lüzumsuz gördüm. “Beni bana bırak!”larla durdum huzuruna; içim başka bir yerlerin türküsünü söylerken, ben seccadende, belki sadece bedenimle, mıhlı kaldım. Oysa Sen, dileseydin dar edebilirdin zamanı bana! Bir uçurumun dibine savrulmuş bir arabada çaresizce Sana yalvartıyor olabilirdin beni. Korkulu bir savaşın orta yerinde ateş ve kan kusan bombaların altında günümü de, işimi de, uykumu da, hatta rüyalarımı da delik deşik etmelerini takdir edebilirdin. Düşmeyen bombalar kadar, uçuruma savrulmayan arabalar kadar genişlik borçluyum Sana.
İçten pazarlıktı benimkisi. Öyle içten ki kendime bile söyleyemedim. Gözlerimle birlikte gönlümü de secdene kilitlemeyi çok gördüm. Kendimi sıfırlamayı, benliğimi hiçe indirgemeyi beceremedim. Ensemde kaderin sıcacık nefesini hissedecek o teslimiyetin vadisine inemedim. Acelem vardı; alnımı koyduğum gibi kaldırdım seccadeden. Bütün benliğimle aşağı inemedim. İşim vardı, secdemi işime zaman kazandım. Secdeye kalbimi de sığdırmaya çalışmadım. Uykum vardı, secdemi sığ bırakıp uykumu derinleştirdim.
İtirafımdır: Bencilliğimi de sırtıma alıp rükûlarda eritemedim. Bedenim eğilirken huzurunda, “emrolunduğum gibi dosdoğru olma”nın ağırlığını sırtıma almayı erteledim. “Sırası değil!”di; “hele dur; sonra da olur!”du. En Sevgili’ni bir gecede ihtiyarlatan emri üzerime alınmadım.
Sen dileseydin, çocuğumun cılız nabızlarının eşliğinde, loş ve neşesiz bir yoğun bakım odasında, gözümü de gönlümü de, umutsuzca, çaresizce, ürpertiyle, korkuyla bir monitörün ekranına kilitleyebilirdin. Dileseydin, yeryüzünün sükûnetini bir anda kesip, küçücük bir duvar kıpırtısının gölgesinde, mini mini bir sarsıntının beklentisi içinde saçlarıma aklar düşürebilirdin.
İçten pazarlık mı denir buna? Sen bilirsin Seninle ettiğim pazarlığı. Kendime sakladığım ve hatta kendimden de sakladığım sır bu. Dilime bile değdirmekten korktuğum, ağzıma almaktan utandığım öyle bir sır işte. Fısıldaması bile acı veriyor ya… Meselâ, uzayınca Fatiha, uzayınca sûre, heceler sanki özgürlüğe giden yolu taşlar gibi kestikçe, “bitmez şimdi bu namaz!” dediğim çok oldu. Ama içimden. Kimseler duymadı.
Bir Sen duydun beni ey Rabb’im. Sırrımı bir Sen bildin. Kendimi lüzumsuz hissederken seccadenin üzerinde, dudağım anlamına yetişemediğim kelimeler için oynarken, Sen beni söylediğimden fazlasıyla duydun, söyleyemediğimi de, dile getiremediğimi de bildin. Ruhumu alıp uzaklara gittiğim halde, bir bedenimi bıraktığım halde huzurunda, kovmadın beni, yakınlığında tuttun.
İtirafımdır; öyle anlatıldığı gibi özleyebilmeyi beceremedim henüz namazı… “Aradan çıkarmaya çalıştığım” oldu namazı. Geçiştirdim namazı. Bir “sorun”du çözdüm, hallettim. Selam verip sonra yaşamaya başladım… Yaşamayı namazın içinde aramalıydım. Namazı yaşamanın içine sızdırmalıydım oysa. Bilemedim.
Kafa tuttum, ayak diredim, pazarlık ettim; ama Sen utandırmadın, yine yine yine huzuruna aldın beni. Her secdede rahmetinle okşadın alnımı. Her rükûda “aferinler” fısıldadın gönlüme. Her vakitte yeni bir sayfanın aklığına çağırdın ruhumu. Yüzüme vurmadın. Azarlamadın. Aşağılamadın. Hepten umut kesmedin benden. Yok saymadın. Utandırmadın.
Pazarlık ettiğimi Seninle bir Sen bildin ey Rabb’im. Kimselere söylemedin. Sırdaşım Sensin, bir Sana açabilirim içimi, bir Senin beni ayıplamandan korkmam. Ben işte böyleyim; yine “bana ait”lerin hesabındayım. Başka kime söyleyeyim? Başka kimin anlayışından medet umayım?













Unuttuk...
Ne çabuk unuttuk, ne çok unuttuk...
Dünya kalınası değildi,
yeryüzünde karar kılamazdık ki.
Geldik ve nihayet dönecek değil miydik?
Şimdi hatırladığımız bu..
Ve hiç unutmayacağımız...

Ne çok unuttuk, ne çabuk unuttuk
Bizden önce gelenleri ve bizden önce gidenleri
Güzel atlara binip giden güzel insanları
Sırf ölümünü güzel eylemek için yaşayanları
Ölümünü 'düğün gecesi' gören güzel bakışlıları

Ne çok uyuduk göklerden habersiz.
Ne çok unuttuk semaya yüz dönmeyi
Ayağımızı yere sabit belledik
Elimizdekileri sahiplendik
Değil elimizdekilerin,
Elimizin bile elimizde olmadığını hatırlamak zamanı şimdi.
Çok hatırlamak ve çabuk hatırlamak zamanı.

Unuttuk;
dünya bir gölgelikti oysa
Yolcu olduğumuzu unuttuk,
yolumuzun buradan geçtiğini sadece
Sadece uğradığımızı şu dünyaya
Yükümüzü yeğni tutmayı bilemedik.
Biriktirdik, çoğalttık, artırdık ve saydık
Geriye ne kaldı?
Şimdi hatırladık
Sermayemiz yokluktu, servetimiz acizlikti
Şimdi hesapladık.

Unuttuk,
Yüzümüzde Rahmanın nakşı vardı
Gözümüzde Cemalin bakışı vardı
Gönlümüzde Bekanın aşkı vardı
Şimdi, yüzümüz yerde kaldı
Gözümüz yaşta kaldı
Gönlümüz darda kaldı
Hatırladık ve anladık ki,
Bu dünyanın ötesi vardı

Gelin, burada kalmayalım.
Yüzümüzü Rahmanın vechine döndürelim,
Gözümüzü Gufranın tecellisine çevirelim,
Gönlümüze 'neylerse güzel eyleyen'
Mevlamızın tesellisini devşirelim.

Hatırlayalım, hatırlayalım ki,
'Hatırlamaya değer bir şey bile değil'ken
Yüze geldik, varlığa vardık, dile geldik, ışığa vardık
Kimsenin bizi bilmediği, kendimizi de bilmediğimiz
Derin bir unutuştan alındık
Hatırlandık, hatırı sayılır olduk.

Fakat ne çok unuttuk ve ne çabuk unuttuk
Unutuşun çocuğu olduğumuzu
Varlığın uçarı kuşu olduğumuzu
Kanatlarımız olduğunu,
yerde kalanlardan ve arza bağlananlardan uzakta
Kaderimiz olduğunu
Gelip gitmenin, konup göçmenin,
Ondan gelip Ona gitmenin
Ne güzel olduğunu

Hatırlayalım hatırlayalım ki
Unutuştan alınmış
ve çokça unutmuştuk
Unutmayalım ki
Hep hatırlandık, hep hatıra kaldık
İşte o zaman enkaz altından çıkarabiliriz ruhumuzu
Ve o zaman yüreğimizdeki yangın yeri
İbrahimvari bir gülşene döner
Ve biliriz ki,
Mazlumlar mahzun olmazlar
Masumlara hüzün erişmez asla
Ve korku yoktur şehidlere...

Senai DEMİRCİ
 
Üst