Ana sayfa
Forumlar
Yeni mesajlar
Forumlarda ara
Blog
Neler yeni
Yeni mesajlar
Son aktiviteler
Giriş yap
Kayıt ol
Neler yeni
Ara
Ara
Sadece başlıkları ara
Kullanıcı:
Yeni mesajlar
Forumlarda ara
Menü
Giriş yap
Kayıt ol
Install the app
Yükle
Forumlar
Risale-i Nur Okuma ve Anlama
Risale-i Nurdan Makaleler
RİSÂLE-İ NUR HER ŞEYE KÂFİ MİDİR? - Bir Makale
JavaScript devre dışı. Daha iyi bir deneyim için, önce lütfen tarayıcınızda JavaScript'i etkinleştirin.
Çok eski bir web tarayıcısı kullanıyorsunuz. Bu veya diğer siteleri görüntülemekte sorunlar yaşayabilirsiniz..
Tarayıcınızı güncellemeli veya
alternatif bir tarayıcı
kullanmalısınız.
Konuya cevap cer
Mesaj
<blockquote data-quote="genc_kalem" data-source="post: 359386" data-attributes="member: 15919"><p>[h=2]<span style="font-family: 'book antiqua'"><span style="font-size: 12px">“Bir-iki sene ‘Sarf ve Nahiv’ mebâdîsini gördükten sonra, üç ayda, acîb bir tarzda, kırk-elli kitâbı gûyâ okumuş ve icâzet almış gibi bir hâlet göründü. Bu hal, altmış sene sonra doğrudan doğruya gösterdi ki; o vaz’ıyyet ulûm-i îmâniyyeyi üç-dört ayda-kısa bir zamânda; ellere verebilecek bir tefsîr-i Kur’ânî çıkacak. Ve o bîçâre Said de onun hizmetinde bulunacak işâretiyle; hem bir zamân gelecek ki, değil on beş sene, belki bir sene de ulûm-i îmâniyyeyi ders alacak medreseler ele geçmeyecek ve azalacak bir zamâna bir nev’i işâret-i gaybiyye gibi ma’nâlar hatıra geliyor.”</span></span></p><p><span style="font-family: 'book antiqua'"><span style="font-size: 12px"></span></span></p><p><span style="font-family: 'book antiqua'"><span style="font-size: 12px">“Molla Said, Bitliste iken on beş-on altı yaşlarında idi. Henüz sinn-i bülûğa vâsıl olmuştu. O zamâna kadar bütün ma’lûmâtı sünûhât kabîlinden olduğu için, uzun uzadıya mütâleaya lüzûm görmezdi. Fakat, o zamân sinn-i bülûğa vâsıl olduğundan mı veyâhut siyâsete karıştığından mı, her nedense eski sünûhât yavaş yavaş kaybolmağa başladı. Bunun üzerine her türlü fenne âit eserleri tedkíke koyuldu. Bilhassa dîn-i İslâma vârid olan şekk ve şübheleri reddetmek için ‘Metâli’’ ve ‘Mevâkıf’ nâm eserler ile ulûm-i âliyye (Sarf, Nahiv, Mantık vesâire) ve âliyyey(Tefsîr ve İlm-i Kelâm)a dâir kırk kadar kitâbı iki sene zarfında hıfzeyledi. Hattâ, her gün okumak şartıyla, hıfzettiği kitâbların üç ayda bir kerre devrine muvaffak oluyordu.”</span></span></p><p><span style="font-family: 'book antiqua'"><span style="font-size: 12px"></span></span></p><p><span style="font-family: 'book antiqua'"><span style="font-size: 12px">“Herhangi bir kitâbı eline alırsa, anlardı. Yirmi dört saat zarfında ‘Cemü’l-Cevâmi’’, ‘Şerhü’l-Mevâkıf’, ‘İbnü’l-Hacer’ gibi kitâbların iki yüz sahifesini, kendi kendine anlamak şartıyla mütâlea ederdi. O derece ilme dalmıştı ki, hayât-ı zâhirî ile hiç alâkadâr görünmezdi. Hangi ilimden olursa olsun sorulan suâle tereddüdsüz derhal cevâb verirdi.”</span></span></p><p><span style="font-family: 'book antiqua'"><span style="font-size: 12px"></span></span></p><p><span style="font-family: 'book antiqua'"><span style="font-size: 12px">Hem şunu iyi anlamak lâzımdır ki; Risâle-i Nûr, şarkın ulûmundan, yâni “kelâm” ve “tasavvuf”tan alınmadığı gibi; garbın fünûnundan, yâni “felsefe”den de alınmamıştır. Doğrudan doğruya Kur’ân-ı Hakîm’in i’câz-ı ma’nevîsinden gelen ve ilhâm ve istihrâcla yazılmış bir tefsîr-i Kur’ânîdir. Risâle-i Nûr mâdem istihrâcdır, istihrâc da ilim ile olur. Zîrâ “istihrâc”, belli ilimlere dayanarak Kur’ân ve Hadîs’ten ma’nâ çıkarmaya denir. Bedîüzzamân Hazretleri, her derde kâfî ve vâfî olan Kur’ân-ı Hakîm’i kendine üstâd-ı hakíkí kabûl etmiş ve Risâle-i Nûr’un te’lîfinde fikrini başka tarafa kaydırmadan doğrudan doğruya Kur’ân’a müteveccih olmuştur. Elbette, Kur’ân’ı anlamak cehâletle mümkün olmadığından, tahsîl ettiği ve ezberlediği ulûm-i İslâmiyye onun için basamaklar hükmüne geçmiştir. Nitekim Bedîüzzamân (ra) Hazretleri bu hakíkati şöyle ifâde etmektedir:</span></span></p><p><span style="font-family: 'book antiqua'"><span style="font-size: 12px"></span></span></p><p><span style="font-family: 'book antiqua'"><span style="font-size: 12px">“Bütün bildiği ulûm-i mütenevviayı Kur’ân’ın fehmine ve hakíkatlarının isbâtına basamaklar yaparak hedefini ve gáye-i ilmiyyesini ve netîce-i hayâtını, yalnız Kur’ân bildi. Ve Kur’ân’ın i’câz-ı ma’nevîsi, ona rehber ve mürşid ve üstâd oldu.”</span></span></p><p><span style="font-family: 'book antiqua'"><span style="font-size: 12px"></span></span></p><p><span style="font-family: 'book antiqua'"><span style="font-size: 12px">Üstâd Bedîüzzamân (ra)’ın yanında Kur’ân’dan başka eser bulundurmamasının sebebine gelince; hem tecrîdde bulunması ve yanına başka kitâbların sokulmasına izin verilmemesi; hem yukarıda ifâde ettiğimiz gibi, bütün ulûm-i dîniyyeyi tahsîl etmiş ve ulûm-i İslâmiyyenin her birine temel teşkîl edecek eserlerden doksan cild kitâbı hâfızasına almış olmasıdır. Hakíkat-i hal böyle iken, daha âdâbına uygun abdest almasını bilmeyen kimselerin kendilerini Üstâd Bedîüzzamân Hazretlerine kıyâs ederek, “Üstâd Hazretleri, yanında Kur’ân’dan başka bir eser bulundurmuyordu. Demek Risâle-i Nûr kâfîdir. Başka bir esere ihtiyâc yoktur” gibi bir düşünceye saplanmaları son derece yanlıştır.</span></span></p><p><span style="font-family: 'book antiqua'"><span style="font-size: 12px"></span></span></p><p><span style="font-family: 'book antiqua'"><span style="font-size: 12px">Bir ilim ve fennin içinde sâir ilim ve fenlere dâir mevzû’lar da bulunur. Bir fende ihtisâsla berâber sâir fenlere icmâlen de olsa vukúfiyyet lâzımdır. Fakat, sâir ma’lûmâtını ihtisâs yaptığı fenne tâbi’ ve mütemmim yapmalı, mütehakkim yapmamalı. Tâ ki, o fennin sûret-i hakíkıyyesi tezâhür etsin. Karma karışık bir ma’lûmât deposu olmasın. Üstâd Bedîüzzamân bu noktayı şöyle beyân etmiştir:</span></span></p><p><span style="font-family: 'book antiqua'"><span style="font-size: 12px"></span></span></p><p><span style="font-family: 'book antiqua'"><span style="font-size: 12px">“İlim, ilme kuvvet verir. Tahakküm etmemek şarttır. Şöyle müsellemâttandır ki: Hendese gibi bir sanatta mâhir olan zât, tıp gibi başka sanatta âmî ve tufeylî ve dahîl olabilir. Ve kavâid-i usûliyyedendir ki: Fakih olmayan, velev ki usûlül-fıkıhta müctehid olsa, icmâ-ı fukahâda mu’teber değildir. Zîrâ, o, onlara nisbeten âmîdir.</span></span></p><p><span style="font-family: 'book antiqua'"><span style="font-size: 12px"></span></span></p><p><span style="font-family: 'book antiqua'"><span style="font-size: 12px">“Hem de hakáik-ı târihiyyedendir ki: Bir şahıs çok fenlerde meleke sâhibi ve mütehassıs olamaz. Ancak ferîd bir adam, dört veyâ beş fenlerde mütehassıs olabilir. Umûma el atmak, umûmu terk etmek demektir. Bir fende meleke, o fennin sûret-i hakíkıyyesidir. Onunla temessül etmek gerektir. Zîrâ, bir fende mütehassıs ve ma’lûmât-ı sâiresini mütemmime ve meded verici etmezse, ma’lûmât-ı perîşânından bir sûret-i acîbe temessül edecektir.”</span></span></p><p><span style="font-family: 'book antiqua'"><span style="font-size: 12px"></span></span></p><p><span style="font-family: 'book antiqua'"><span style="font-size: 12px">İşte bu káidelere binâen, Üstâd Hazretleri de tahsîl ettiği ve mütehassıs olduğu bütün ilimleri Kur’ân’daki hakáik-ı îmâniyyenin fehmine basamaklar yapmıştır.</span></span></p><p><span style="font-family: 'book antiqua'"><span style="font-size: 12px"></span></span></p><p><span style="font-family: 'book antiqua'"><span style="font-size: 12px">Bedîüzzamân Hazretleri, tahsîl ettiği bütün ilimleri bahusûs Tasavvuf ve Kelâm ilimlerini Risâle-i Nûr’a tâbi’ ve mütemmim yaptığı gibi; bir nûr talebesi de Tasavvuf ve Kelâm ilimlerinin zarûriyyât kısmını Risâle-i Nûr’a tâbi’ ve mütemmim yapmalıdır.</span></span>[/h]</p></blockquote><p></p>
[QUOTE="genc_kalem, post: 359386, member: 15919"] [h=2][FONT=book antiqua][SIZE=3]“Bir-iki sene ‘Sarf ve Nahiv’ mebâdîsini gördükten sonra, üç ayda, acîb bir tarzda, kırk-elli kitâbı gûyâ okumuş ve icâzet almış gibi bir hâlet göründü. Bu hal, altmış sene sonra doğrudan doğruya gösterdi ki; o vaz’ıyyet ulûm-i îmâniyyeyi üç-dört ayda-kısa bir zamânda; ellere verebilecek bir tefsîr-i Kur’ânî çıkacak. Ve o bîçâre Said de onun hizmetinde bulunacak işâretiyle; hem bir zamân gelecek ki, değil on beş sene, belki bir sene de ulûm-i îmâniyyeyi ders alacak medreseler ele geçmeyecek ve azalacak bir zamâna bir nev’i işâret-i gaybiyye gibi ma’nâlar hatıra geliyor.” “Molla Said, Bitliste iken on beş-on altı yaşlarında idi. Henüz sinn-i bülûğa vâsıl olmuştu. O zamâna kadar bütün ma’lûmâtı sünûhât kabîlinden olduğu için, uzun uzadıya mütâleaya lüzûm görmezdi. Fakat, o zamân sinn-i bülûğa vâsıl olduğundan mı veyâhut siyâsete karıştığından mı, her nedense eski sünûhât yavaş yavaş kaybolmağa başladı. Bunun üzerine her türlü fenne âit eserleri tedkíke koyuldu. Bilhassa dîn-i İslâma vârid olan şekk ve şübheleri reddetmek için ‘Metâli’’ ve ‘Mevâkıf’ nâm eserler ile ulûm-i âliyye (Sarf, Nahiv, Mantık vesâire) ve âliyyey(Tefsîr ve İlm-i Kelâm)a dâir kırk kadar kitâbı iki sene zarfında hıfzeyledi. Hattâ, her gün okumak şartıyla, hıfzettiği kitâbların üç ayda bir kerre devrine muvaffak oluyordu.” “Herhangi bir kitâbı eline alırsa, anlardı. Yirmi dört saat zarfında ‘Cemü’l-Cevâmi’’, ‘Şerhü’l-Mevâkıf’, ‘İbnü’l-Hacer’ gibi kitâbların iki yüz sahifesini, kendi kendine anlamak şartıyla mütâlea ederdi. O derece ilme dalmıştı ki, hayât-ı zâhirî ile hiç alâkadâr görünmezdi. Hangi ilimden olursa olsun sorulan suâle tereddüdsüz derhal cevâb verirdi.” Hem şunu iyi anlamak lâzımdır ki; Risâle-i Nûr, şarkın ulûmundan, yâni “kelâm” ve “tasavvuf”tan alınmadığı gibi; garbın fünûnundan, yâni “felsefe”den de alınmamıştır. Doğrudan doğruya Kur’ân-ı Hakîm’in i’câz-ı ma’nevîsinden gelen ve ilhâm ve istihrâcla yazılmış bir tefsîr-i Kur’ânîdir. Risâle-i Nûr mâdem istihrâcdır, istihrâc da ilim ile olur. Zîrâ “istihrâc”, belli ilimlere dayanarak Kur’ân ve Hadîs’ten ma’nâ çıkarmaya denir. Bedîüzzamân Hazretleri, her derde kâfî ve vâfî olan Kur’ân-ı Hakîm’i kendine üstâd-ı hakíkí kabûl etmiş ve Risâle-i Nûr’un te’lîfinde fikrini başka tarafa kaydırmadan doğrudan doğruya Kur’ân’a müteveccih olmuştur. Elbette, Kur’ân’ı anlamak cehâletle mümkün olmadığından, tahsîl ettiği ve ezberlediği ulûm-i İslâmiyye onun için basamaklar hükmüne geçmiştir. Nitekim Bedîüzzamân (ra) Hazretleri bu hakíkati şöyle ifâde etmektedir: “Bütün bildiği ulûm-i mütenevviayı Kur’ân’ın fehmine ve hakíkatlarının isbâtına basamaklar yaparak hedefini ve gáye-i ilmiyyesini ve netîce-i hayâtını, yalnız Kur’ân bildi. Ve Kur’ân’ın i’câz-ı ma’nevîsi, ona rehber ve mürşid ve üstâd oldu.” Üstâd Bedîüzzamân (ra)’ın yanında Kur’ân’dan başka eser bulundurmamasının sebebine gelince; hem tecrîdde bulunması ve yanına başka kitâbların sokulmasına izin verilmemesi; hem yukarıda ifâde ettiğimiz gibi, bütün ulûm-i dîniyyeyi tahsîl etmiş ve ulûm-i İslâmiyyenin her birine temel teşkîl edecek eserlerden doksan cild kitâbı hâfızasına almış olmasıdır. Hakíkat-i hal böyle iken, daha âdâbına uygun abdest almasını bilmeyen kimselerin kendilerini Üstâd Bedîüzzamân Hazretlerine kıyâs ederek, “Üstâd Hazretleri, yanında Kur’ân’dan başka bir eser bulundurmuyordu. Demek Risâle-i Nûr kâfîdir. Başka bir esere ihtiyâc yoktur” gibi bir düşünceye saplanmaları son derece yanlıştır. Bir ilim ve fennin içinde sâir ilim ve fenlere dâir mevzû’lar da bulunur. Bir fende ihtisâsla berâber sâir fenlere icmâlen de olsa vukúfiyyet lâzımdır. Fakat, sâir ma’lûmâtını ihtisâs yaptığı fenne tâbi’ ve mütemmim yapmalı, mütehakkim yapmamalı. Tâ ki, o fennin sûret-i hakíkıyyesi tezâhür etsin. Karma karışık bir ma’lûmât deposu olmasın. Üstâd Bedîüzzamân bu noktayı şöyle beyân etmiştir: “İlim, ilme kuvvet verir. Tahakküm etmemek şarttır. Şöyle müsellemâttandır ki: Hendese gibi bir sanatta mâhir olan zât, tıp gibi başka sanatta âmî ve tufeylî ve dahîl olabilir. Ve kavâid-i usûliyyedendir ki: Fakih olmayan, velev ki usûlül-fıkıhta müctehid olsa, icmâ-ı fukahâda mu’teber değildir. Zîrâ, o, onlara nisbeten âmîdir. “Hem de hakáik-ı târihiyyedendir ki: Bir şahıs çok fenlerde meleke sâhibi ve mütehassıs olamaz. Ancak ferîd bir adam, dört veyâ beş fenlerde mütehassıs olabilir. Umûma el atmak, umûmu terk etmek demektir. Bir fende meleke, o fennin sûret-i hakíkıyyesidir. Onunla temessül etmek gerektir. Zîrâ, bir fende mütehassıs ve ma’lûmât-ı sâiresini mütemmime ve meded verici etmezse, ma’lûmât-ı perîşânından bir sûret-i acîbe temessül edecektir.” İşte bu káidelere binâen, Üstâd Hazretleri de tahsîl ettiği ve mütehassıs olduğu bütün ilimleri Kur’ân’daki hakáik-ı îmâniyyenin fehmine basamaklar yapmıştır. Bedîüzzamân Hazretleri, tahsîl ettiği bütün ilimleri bahusûs Tasavvuf ve Kelâm ilimlerini Risâle-i Nûr’a tâbi’ ve mütemmim yaptığı gibi; bir nûr talebesi de Tasavvuf ve Kelâm ilimlerinin zarûriyyât kısmını Risâle-i Nûr’a tâbi’ ve mütemmim yapmalıdır.[/SIZE][/FONT][/h] [/QUOTE]
Adı
İnsan doğrulaması
Peygamber Efendimiz a.s.v.'ın kabri nerededir? (Sadece şehir adını küçük harfler ile giriniz)
Cevap yaz
Forumlar
Risale-i Nur Okuma ve Anlama
Risale-i Nurdan Makaleler
RİSÂLE-İ NUR HER ŞEYE KÂFİ MİDİR? - Bir Makale
Bu site çerezler kullanır. Bu siteyi kullanmaya devam ederek çerez kullanımımızı kabul etmiş olursunuz.
Accept
Daha fazla bilgi edin.…
Üst