Otuz Üçüncü Söz

TaLHa

Nur-u Aynım
Yönetici
Otuz Üçüncü Söz - Sayfa 910

edebilirsin? Bu nihayet derecede mu’cize ve harika keyfiyeti neyle izah edebilirsin? Bu hadsiz derecede acip şu san’atları neye isnad edebilirsin? Bu yeryüzü derecesinde geniş bu pencereye hangi perde-i gafleti atıp kapatabilirsin? Senin tesadüfün nerede, tabiat dediğin ve güvendiğin şuursuz yoldaşın ve dalâlette istinadgâhın ve arkadaşın nerede? Bu işlere tesadüfün karışması yüz derece muhal değil mi? Ve şu harika işlerin binden birinin tabiata havalesi bin derece muhal olmuyor mu? Yoksa câmid, âciz tabiatın, herbir şeyin içinde o şeyden yapılan eşya adedince mânevî makine ve matbaaları mı var?


On Sekizinci Pencere

اَوَلَمْ يَنْظُرُوا فِى مَلَكُوتِ السَّمٰوَاتِ وَاْلاَرْضِ
blank.gif
1



Yirmi İkinci Sözde izah edilen şu temsile bak ki: Nasıl mükemmel, muntazam, san’atlı, saray gibi bir eser, bilbedâhe, muntazam bir fiile delâlet eder. Yani, bir bina, bir dülgerliğe delâlet eder. Ve mükemmel, muntazam bir fiil, bizzarure, mükemmel bir fâile ve mahir bir ustaya, bir dülgere delâlet eder. Ve mükemmel usta ve dülger ünvanları, bilbedâhe, mükemmel bir sıfata, yani san’at melekesine delâlet eder. Ve mükemmel sıfat ve o mükemmel meleke-i san’at, bilbedâhe, mükemmel bir istidadın vücuduna delâlet eder. Ve mükemmel bir istidat ise, âli bir ruh ve yüksek bir zâtın vücuduna delâlet eder.

Öyle de, zeminin yüzünü, belki kâinatı dolduran müteceddid eserler, bilbedâhe, gayet derece-i kemâlde bulunan ef’âli gösteriyor.Ve şu nihayet derecedeki intizam ve hikmet dairesindeki ef’âl, bilbedâhe, ünvanları ve isimleri mükemmel olan bir fâili gösteriyor. Çünkü muntazam, hakîmâne fiiller fâilsiz olmadığı, kat’iyen malûm.

Ve son derece mükemmel ünvanlar, o fâilin son derece kemâldeki sıfatlarına delâlet eder. Çünkü, fenn-i sarfça, nasıl ism-i fâil masdardan yapılır. Öyle de, unvanların ve isimlerin dahi masdarları ve menşeleri, sıfatlardır.


[NOT]Dipnot-1
“Onlar, göklerin ve yerin iç yüzüne (özüne) bakmadılar mı?” A’râf Sûresi, 7:185.[/NOT]


acip: şaşırtıcı, hayret vericibilbedâhe: ap açık bir şekilde
bizzarure: zorunlu olarakcâmid: cansız
dalâlet: hak yoldan sapkınlık, inançsızlık (bk. ḍ-l-l)delâlet: delil olma, işaret etme
derece-i kemâl: mükemmellik derecesi (bk. k-m-l)dülger: yapı ustası
dülgerlik: yapı ustalığıef’âl: fiiller (bk. f-a-l)
eşya: şeyler, varlıklarfenn-i sarf: gramer ilmi, dilbilgisi
fâil: işi yapan (bk. f-a-l)hadsiz: sonsuz
hakîmâne: hikmetli bir şekilde (bk. ḥ-k-m)hikmet: herşeyin belirli gayelere yönelik olarak, mânâlı, faydalı ve tam yerli yerinde olması (bk. ḥ-k-m)
intizam: düzenlilik (bk. n-ẓ-m)ism-i fâil: gramerde bir işi yapan kimse için kullanılan kip (bk. s-m-v; f-a-l)
isnad: dayandırma (bk. s-n-d)istidad: kabiliyet, yetenek (bk. a-d-d)
istinadgâh: dayanak, sığınak (bk. s-n-d)izah: açıklama
kat’iyen: kesinliklekemâl: kusursuzluk, mükemmellik (bk. k-m-l)
keyfiyet: durum, özellikkâinat: evren, yaratılmış herşey (bk. k-v-n)
mahir: maharetli, beceriklimalûm: bilinen (bk. a-l-m)
masdar: fiillerin asıl kökümeleke: kabiliyet, beceri (bk. m-l-k)
meleke-i san’at: san’at kabiliyeti, becerisi (bk. ṣ-n-a)menşe: kaynak
muhal: imkansızmuntazam: düzenli (bk. n-ẓ-m)
mu’cize: bir benzerini yapma konusunda başkalarını âciz bırakan olağanüstü şey (bk. a-c-z)müteceddid: yenilenen, tazelenen
perde-i gaflet: gaflet, umursamazlık ve duyarsızlık perdesi (bk. ğ-f-l)tabiat: doğa, canlı cansız bütün varlıklar, maddî âlem (bk. ṭ-b-a)
temsil: kıyaslama tarzında benzetme, analoji (bk. m-s̱-l)vücud: varlık (bk. v-c-d)
zemin: yerâciz: güçsüz (bk. a-c-z)
âli: yüceşuursuz: bilinçsiz, idraksiz (bk. ş-a-r)

<tbody>
</tbody>


 

TaLHa

Nur-u Aynım
Yönetici
Otuz Üçüncü Söz - Sayfa 911

Ve son derece-i kemâlde sıfatlar, şüphesiz, son derece mükemmel olan şuûnât-ı zâtiyeye delâlet eder.

Ve kabiliyet-i zâtiye, tabir edemediğimiz o mükemmel şuûn-u zâtiye, bihakkılyakin, hadsiz derece-i kemâlde olan bir zâta delâlet eder.

İşte, bütün âlemdeki âsâr-ı san’at ve bütün mahlûkat, herbiri birer eser-i mükemmel olduğundan, herbiri bir fiile; ve fiil ise isme; isim ise vasfa; ve vasıf ise şe’ne; ve şe’n ise zâta şehadet ettikleri için, masnuat adedince, birtek Sâni-i Zülcelâlin vücub-u vücuduna şehadet ve ehadiyetine işaret ettikleri gibi, heyet-i mecmuasıyla, silsile-i mahlûkat kadar kuvvetli bir tarzda bir mirac-ı marifettir. Hiçbir cihette içine şüphe girmeyen müteselsil bir burhan-ı hakikattir.

Şimdi, ey biçare münkir-i gafil! Silsile-i kâinat kadar kuvvetli şu burhanı neyle kırabilirsin? Şu masnuat adedince hakikatin şuâını gösteren hadsiz delikli ve kafesli şu pencereyi neyle kapatabilirsin? Hangi perde-i gafleti üstüne çekebilirsin?

On Dokuzuncu Pencereتُسَبِّحُ لَهُ السَّمٰوَاتُ السَّبْعُ وَاْلاَرْضُ وَمَنْ فِيهِنَّ وَاِنْ مِنْ شَىْءٍ اِلاَّ يُسَبِّحُ بِحَمْدِهِ
blank.gif
1



sırrınca, Sâni-i Zülcelâl, semâvâtın ecrâmına o kadar hikmetler, mânâlar takmış ki, güya celâl ve cemâlini ifade etmek için, semâvâtı güneşler, aylar, yıldızlar kelimeleriyle söylettirdiği gibi, cevv-i semâda olan mevcudata dahi öyle hikmetler



[NOT]Dipnot-1
“Yedi gök ve yer ve onların içindekiler Onu tesbih eder. Hiçbir şey yoktur ki, Onu hamd ile tesbih etmesin.” İsrâ Sûresi, 17:44.[/NOT]



Sâni-i Zülcelâl: herşeyi san’atlı bir şekilde yapan, sonsuz haşmet ve yücelik sahibi Allah (bk. ṣ-n-a; ẕü; c-l-l)bihakkılyakîn: yaşamış gibi birşeyi kesin olarak bilme (bk. ḥ-ḳ-ḳ; y-ḳ-n)
biçare: çaresizburhan: güçlü delil
burhan-ı hakikat: hakikat delili (bk. ḥ-ḳ-ḳ)celâl: heybet, haşmet, görkem (bk. c-l-l)
cemâl: güzellik (bk. c-m-l)cevv-i semâ: gökyüzü, hava boşluğu (bk. s-m-v)
cihet: yöndelâlet: delil olma, işaret etme
derece-i kemâl: mükemmellik derecesi (bk. k-m-l)ecrâm: gök cisimleri
ehadiyet: Allah’ın her bir varlıkta kendi varlığına ve sıfatlarına işaret eden birlik tecellîsi (bk. v-ḥ-d)eser-i mükemmel: mükemmel eser (bk. k-m-l)
hadsiz: sonsuz, sınırsızhakikat: gerçek, doğru (bk. ḥ-ḳ-ḳ)
heyet-i mecmua: genel yapı, bütün (bk. c-m-a)hikmet: fayda, gaye (bk. ḥ-k-m)
kabiliyet-i zâtiye: zâtındaki kabiliyet, istidat (bk. a-d-d)mahlûkat: yaratıklar (bk. ḫ-l-ḳ)
masnuat: san’at eseri varlıklar (bk. ṣ-n-a)mevcudat: varlıklar (bk. v-c-d)
mirac-ı marifet: Allah’ı isim ve sıfatlarıyla tanıyıp bilme gibi yüce bir makama çıkmaya vasıta olan mânevî merdiven (bk. a-r-c; a-r-f)mânâ: anlam (bk. a-n-y)
münkir-i gafil: gaflet içinde olan inkârcı (bk. n-k-r; ğ-f-l)müteselsil: zincirleme, birbirine bağlı
perde-i gaflet: gaflet, umursamazlık ve duyarsızlık perdesi (bk. ğ-f-l)semâvât: gökler (bk. s-m-v)
silsile-i kâinat: kâinattaki varlıklar zinciri (bk. k-v-n)silsile-i mahlûkat: yaratıklar zinciri (bk. ḫ-l-ḳ)
tabir: açıklama, ifade (bk. a-b-r)vasıf: özellik, sıfat (bk. v-ṣ-f)
vücub-u vücud: varlığının zorunlu oluşu (bk. v-c-b; v-c-d)âlem: dünya (bk. a-l-m)
âsâr-ı san’at: san’at eserleri (bk. ṣ-n-a)şehadet: şahitlik, tanıklık (bk. ş-h-d)
şe’n: Cenâb-ı Hakkın yüce sıfatlarının mahiyetinde bulunan ve onları tecellîye sevk eden Zâtına ait mukaddes özellik (bk. ş-e-n)şuâ: ışık, parıltı
şuûnât-ı zâtiye: Cenâb-ı Hakkın yüce sıfatlarının mahiyetlerinde bulunan ve onları tecellîye sevk eden Zâtına ait mukaddes özellikler (bk. ş-e-n)

<tbody>
</tbody>


 

TaLHa

Nur-u Aynım
Yönetici
Otuz Üçüncü Söz - Sayfa 912

ve mânâlar ve maksatlar takmış ki, güya o cevv-i semâyı berkler, şimşekler, ra’dlar, katreler kelimeleriyle intak ediyor ve kemâl-i hikmet ve cemâl-i rahmetini ders veriyor. Ve nasıl zemin kafasını hayvânat ve nebâtat denilen mânidar kelimeleriyle söyleştirip kemâlât-ı san’atını kâinata gösteriyor.

Öyle de, o kafanın birer kelimesi olan nebatları ve ağaçları dahi yapraklar, çiçekler, meyveler kelimeleriyle intak edip yine kemâl-i san’atını ve cemâl-i rahmetini ilân ediyor. Ve birer kelime olan çiçekleri ve meyveleri dahi tohumcuklar kelimeleriyle konuşturup dekaik-i san’atını ve kemâl-i rububiyetini ehl-i şuura talim ediyor.

İşte, bu hadsiz kelimât-ı tesbihiye içinde, yalnız tek bir sünbül ve tek bir çiçeğin tarz-ı ifadesine kulak verip dinleyeceğiz, nasıl şehadet eder, bileceğiz.

Evet, herbir nebat, herbir ağaç, pek çok lisanla Sânilerini öyle gösteriyorlar ki, ehl-i dikkati hayretlerde bırakır ve bakanlara “Sübhanallah, ne kadar güzel şehadet ediyor” dedirtirler.

Evet, herbir nebâtın çiçek açması zamanında ve sünbül vermesi ânında, tebessümkârâne mânevî tekellümleri hengâmındaki tesbihleri, kendileri gibi güzel ve zâhirdir. Çünkü, herbir çiçeğin güzel ağzıyla ve muntazam sünbülün lisanıyla ve mevzun tohumların ve muntazam habbelerin kelimâtıyla hikmeti gösteren o nizam, bilmüşahede, ilmi gösteren bir mizan içindedir. Ve o mizan ise, maharet-i san’atı gösteren bir nakş-ı san’at içindedir. Ve o nakş-ı san’at, lütuf ve keremi gösteren bir ziynet içindedir. Ve o ziynet dahi, rahmet ve ihsanı gösteren lâtif kokular içindedir. Ve birbiri içinde bulunan şu mânidar keyfiyetler öyle bir lisan-ı şehadettir ki, hem Sâni-i Zülcemâlini esmâsıyla tarif eder, hem evsâfıyla tavsif eder, hem cilve-i esmâsını tefsir eder, hem teveddüd ve taarrüfünü, yani sevdirilmesini ve tanıttırılmasını ifade eder.


Sâni: herşeyi san’atla yaratan Allah (bk. ṣ-n-a)Sâni-i Zülcemâl: sonsuz güzellik sahibi ve herşeyi san’atla yapan Allah (bk. ṣ-n-a; ẕü; c-m-l)
Sübhanallah: “Allah her türlü eksiklikten sonsuz derecede yücedir” (bk. s-b-ḥ)berk: şimşek, yıldırım
bilmüşahede: gözle görüldüğü gibi (bk. ş-h-d)cemâl-i rahmet: rahmetin güzelliği (bk. c-m-l; r-ḥ-m)
cevv-i semâ: gökyüzü, boşluk (bk. s-m-v)cilve-i esmâ: isimlerin görüntüsü (bk. c-l-y; s-m-v)
dekaik-i san’at: san’at incelikleri (bk. ṣ-n-a)ehl-i dikkat: dikkat sahipleri
ehl-i şuur: bilinç ve idrak sahibi olanlar (bk. ş-a-r)esmâ: isimler (bk. s-m-v)
evsâf: özellikler (bk. v-ṣ-f)habbe: dane, tohumcuk
hayvânat: hayvanlar (bk. ḥ-y-y)hengâm: ân, zaman
hikmet: herşeyin belirli gayelere yönelik olarak, mânâlı, faydalı ve tam yerli yerinde olması (bk. ḥ-k-m)ihsan: iyilik (bk. ḥ-s-n)
intak: konuşturmakatre: damla
kelimât: kelimeler, sözler (bk. k-l-m)kelimât-ı tesbihiye: Allah’ın yüceliğini dile getiren sözler (bk. k-l-m; s-b-ḥ)
kemâl-i hikmet: eksiksiz ve mükemmel hikmet (bk. k-m-l; ḥ-k-m)kemâl-i rububiyet: mükemmel terbiye ve idare (bk. k-m-l; r-b-b)
kemâlât-ı san’at: olgun, güzel san’atlar (bk. k-m-l; ṣ-n-a)kerem: cömertlik, ikram (bk. k-r-m)
keyfiyet: nitelik, özellikkâinat: evren, yaratılmış herşey (bk. k-v-n)
lisan: dillisan-ı şehadet: şahitlik eden dil (bk. ş-h-d)
lâtif: hoş, güzel (bk. l-ṭ-f)lütuf: iyilik, ihsan, bağış (bk. l-ṭ-f)
maharet-i san’at: san’attaki ustalık (bk. ṣ-n-a)mevzun: ölçülü (bk. v-z-n)
mizan: terazi (bk. v-z-n)muntazam: düzenli (bk. n-ẓ-m)
mânidar: anlamlı (bk. a-n-y)mânâ: anlam (bk. a-n-y)
nakş-ı san’at: san’atlı nakış, işleme (bk. n-ḳ-ş; ṣ-n-a)nebat: bitki
nebâtat: bitkilernizam: düzen (bk. n-ẓ-m)
rahmet: şefkat, merhamet (bk. r-ḥ-m)ra’d: gök gürültüsü
sünbül: başak; bir çiçek cinsitaarrüf: kendini tanıtma (bk. a-r-f)
talim: öğretme (bk. a-l-m)tarz-ı ifade: ifade etme tarzı
tavsif: vasıflandırma, özelliklerini anlatma (bk. v-ṣ-f)tebessümkârâne: gülümsercesine
tefsir: açıklama, yorumlama (bk. f-s-r)tekellüm: konuşma (bk. k-l-m)
tesbih: Allah’ı, yüce şanına lâyık ifadelerle anma (bk. s-b-ḥ)teveddüd: kendini sevdirme (bk. v-d-d)
zemin: yerziynet: süs (bk. z-y-n)
zâhir: açık, gözle görünür (bk. ẓ-h-r)şehadet: şahitlik, tanıklık (bk. ş-h-d)

<tbody>
</tbody>


 

TaLHa

Nur-u Aynım
Yönetici
Otuz Üçüncü Söz - Sayfa 913

İşte, birtek çiçekten böyle bir şehadet işitsen, acaba zemin yüzündeki Rabbânî bağlarda umum çiçekleri dinleyebilsen, ne derece yüksek bir kuvvetle Sâni-i Zülcelâlin vücub-u vücudunu ve vahdetini ilân ettiklerini işitsen, hiç şüphen ve vesvesen ve gafletin kalabilir mi? Eğer kalsa, sana insan ve zîşuur denilebilir mi?

Gel, şimdi bir ağaca dikkatle bak. İşte, bahar mevsiminde yaprakların muntazaman çıkması, çiçeklerin mevzunen açılması, meyvelerin hikmetle, rahmetle büyümesi ve dalların ellerinde, masum çocuklar gibi, nesîmin esmesiyle oynaması içindeki lâtif ağzını gör. Nasıl bir dest-i keremle yeşillenen yaprakların diliyle ve bir neş’e-i lütufla tebessüm eden çiçeklerin lisanıyla ve bir cilve-i rahmetle gülen meyvelerin kelimâtıyla ifade edilen hikmetli nizam içindeki adilli mizan; ve adli gösteren mizan içinde bulunan dikkatli san’atlar, nakışlar; ve maharetli nakışlar ve ziynetler içinde rahmet ve ihsanı gösteren ayrı ayrı tatmaklar; ve ayrı ayrı güzel kokular ve hoş tatmaklar içinde birer mu’cize-i kudret olan tohumlar ve çekirdekler, gayet zâhir bir surette bir Sâni-i Hakîm, Kerîm, Rahîm, Muhsin, Mün’im, Mücemmil, Mufaddılın vücub-u vücudunu ve vahdetini ve cemâl-i rahmetini ve kemâl-i rububiyetini gösterir.

İşte, eğer bütün rû-yi zemindeki ağaçların lisan-ı hâllerini birden dinleyebilsen,

blank.gif
1
يُسَبِّحُ ِللهِ مَا فِى السَّمٰوَاتِ وَمَافِى اْلاَرْضِ hazinesinde ne kadar güzel cevherler bulunduğunu göreceksin, anlayacaksın.
İşte, ey nankörlük içinde kendini başıboş zanneden bedbaht gafil! Bu derece hadsiz lisanlarla kendini sana tanıttıran ve bildiren ve sevdiren bir Kerîm-i Zülcemâl, tanımak istenilmezse, bu lisanları susturmalı. Madem ki susturulmaz,


[NOT]Dipnot-1
“Göklerde ve yerde olan herşey Allah’ı tesbih eder.” Haşir Sûresi, 59:24.[/NOT]


Kerîm: sonsuz cömertlik ve ikram sahibi olan Allah (bk. k-r-m)Kerîm-i Zülcemâl: sonsuz güzellik, ikram ve cömertlik sahibi olan Allah (bk. k-r-m; ẕü; c-m-l)
Mufaddıl: dilediğine dilediği konuda üstünlük veren, lütufta bulunan Allah (bk. f-ḍ-l)Muhsin: yarattıklarına bağış ve iyiliklerde bulunan Allah (bk. ḥ-s-n)
Mücemmil: herşeyi en güzel şekilde yaratan Allah (bk. c-m-l)Mün’im: yarattıklarına nimetler veren Allah (bk. n-a-m)
Rabbânî: Rab olan Allah’a ait (bk. r-b-b)Rahîm: rahmeti herşeyi kuşatan, sonsuz şefkat ve merhamet sahibi Allah (bk. r-ḥ-m)
Sâni-i Hakîm: herşeyi hikmetle ve san’atla yaratan Allah (bk. ṣ-n-a; ḥ-k-m)Sâni-i Zülcelâl: herşeyi san’atlı bir şekilde yaratan, sonsuz haşmet ve yücelik sahibi Allah (bk. ṣ-n-a; ẕü; c-l-l)
adilli: adaletli (bk. a-d-l)adl: adalet (bk. a-d-l)
bedbaht: kötü bahtlı, tahlihsizcemâl-i rahmet: rahmetin güzelliği (bk. c-m-l; r-ḥ-m)
cevher: asıl, temel, özcilve-i rahmet: rahmetin görüntüsü (bk. c-l-y; r-ḥ-m)
dest-i kerem: cömertlik eli (bk. k-r-m)gafil: duyarsız, sorumsuz, âhiretten ve Allah’ın emir ve yasaklarından habersiz davranan (bk. ğ-f-l)
gaflet: duyarsızlık, umursamazlık (bk. ğ-f-l)hikmet: gaye, fayda, herşeyin anlamlı ve yerli yerinde oluşu (bk. ḥ-k-m)
ihsan: iyilik etme, bağışta bulunma (bk. ḥ-s-n)kelimât: kelimeler, sözler (bk. k-l-m)
kemâl-i rububiyet: mükemmel terbiye ve idare (bk. k-m-l; r-b-b)lisan: dil
lisan-ı hâl: hal dililâtif: hoş, güzel (bk. l-ṭ-f)
maharetli: becerikli, hünerlimevzunen: ölçülü ve dengeli olarak (bk. v-z-n)
mizan: ölçü, denge (bk. v-z-n)muntazaman: düzenli olarak (bk. n-ẓ-m)
mu’cize-i kudret: kudret mu’cizesi (bk. a-c-z; ḳ-d-r)nesîm: hoş ve hafif rüzgâr
neş’e-i lütuf: lütuf ve ikramdan kaynaklanan sevinç (bk. l-ṭ-f)nizam: düzen (bk. n-ẓ-m)
rahmet: şefkat, merhamet (bk. r-ḥ-m)rû-yi zemin: yeryüzü
suret: şekil, görüntü (bk. ṣ-v-r)umum: bütün
vahdet: birlik (bk. v-ḥ-d)vesvese: kuruntu, şüphe
vücub-u vücud: varlığının zorunlu oluşu (bk. v-c-b; v-c-d)zemin: yer
ziynet: süs (bk. z-y-n)zâhir: açık, gözle görülür (bk. ẓ-h-r)
zîşuur: şuur ve bilinç sahibi (bk. ẕî; ş-a-r)şehadet: şahitlik, tanıklık (bk. ş-h-d)

<tbody>
</tbody>


 

TaLHa

Nur-u Aynım
Yönetici
Otuz Üçüncü Söz - Sayfa 914

dinlemeli. Gafletle kulağını kapasan kurtulamazsın. Çünkü sen kulağını kapamakla kâinat sükût etmez, mevcudat susmaz, vahdâniyet şahitleri seslerini kesmezler. Elbette seni mahkûm ederler.

Yirminci Pencere HAŞİYE-1


فَسُبْحَانَ الَّذِى بِيَدِهِ مَلَكُوتُ كُلِّ شىْءٍ
blank.gif
1
وَاِنْ مِنْ شَىْءٍ اِلاَّ عِنْدَنَا خَزَاۤئِنُهُ وَمَا نُنَزِّلُهُ اِلاَّ بِقَدَرٍ مَعْلُومٍ وَاَرْسَلْنَا الرِّيَاحَ لَوَاقِحَ فَاَنْزَلْنَا مِنَ السَّمَاۤءِ مَاۤءً فَاَسْقَيْنَاكُمُوهُ وَمَاۤ اَنْتُمْ لَهُ بِخَازِنِينَ
blank.gif
2


Nasıl cüz’iyat ve neticelerde ve teferruatta kemâl-i hikmet ve cemâl-i san’at görünüyor. Öyle de, tesadüfî ve karışık tevehhüm edilen küllî unsurların, büyük mahlûkatın zâhiren karışık vaziyetleri dahi bir hikmet ve san’atla vaziyetler alıyorlar. İşte ziyanın parlaması, sair hikmetli hidemâtının delâletiyle, yeryüzünde masnuat-ı İlâhiyeyi izn-i Rabbânî ile teşhir ve ilân etmektir. Demek bir Sâni-i



[NOT]Haşiye-1
Şu Yirminci Pencerenin hakikati, bir zaman Arabî bir surette şöyle kalbe gelmişti:


تَلَئْـُلأُ الضِّيَاۤءِ مِنْ تَنْوِيرِكَ تَشْهِيرِكَ تَمَوُّجُ اْلاِعْصَارِ مِنْ تَصْرِيفِكَ تَوْظِيفِكَ سُبْحَانَكَ مَاۤ اَعْظَمَ سُلْطَانَكَ تَفَجُّرُ اْلأَنْهَارِ مِنْ تَدْخِيرِكَ تَسْخِيرِكَ تَزَيُّنُ اْلأَحْجَارِ مِنْ تَدْبِيرِكَ تَصْوِيرِكَ سُبْحَانَكَ مَاۤ أَبْدَعَ حِكْمَتَكَ تَبَسُّمُ اْلأَزْهَارِ مِنْ تَزْيِينِكَ تَحْسِينِكَ تَبَرُّجُ اْلأَثْمَارِ مِنْ اِنْعَامِكَ اِكْرَامِكَ سُبْحَانَكَ مَاۤ اَحْسَنَ صَنْعَتَكَ تَسَجُّعُ اْلأَطْيَارِ مِنْ اِنْطَاقِكَ اِرْفَاقِكَ تَهَزُّجُ اْلأَمْطَارِ مِنْ اِنْزَالِكَ اِفْضَالِكَ سَبْحَانَكَ مَاۤ اَوْسَعَ رَحْمَتَكَ تَحَرُّكُ اْلأَقْمَارِ مِنْ تَقْدِيرِكَ تَدْبِيرِكَ تَدْوِيرِكَ تَنْوِيرِكَ سُبْحَانَكَ مَاۤ أَنْوَرَ بُرْهَانَكَ وأَبْهَرَ سُلْطَانَكَ

[Işığın parıldaması Senin nurlandırman ve teşhir etmendendir. Fırtınanın dalgalanması Senin yönlendirmen ve görevlendirmendendir. Sen her noksandan münezzehsin; ne büyüktür saltanatın! Nehirlerin fışkırması Senin depolayıp emre boyun eğdirmendendir. Taşların süsleri Senin tedbirin ve şekillendirmendendir. Sen her noksandan münezzehsin; ne eşsizdir Senin hikmetin! Çiçeklerin tebessümü Senin süsleyip güzelleştirmendendir. Meyvelerin süslenmesi Senin in’âmın ve ikramındandır. Sen her noksandan münezzehsin; ne güzeldir Senin san’atın! Kuşların cıvıldaşması Senin konuşturman ve yakınlaştırmandandır. Damlaların şıpıltısı Senin indirmen ve fazlındandır. Sen her noksandan münezzehsin; ne geniştir Senin rahmetin! Ayların seyretmesi Senin takdirin ve tedbirinle, Senin döndürmen ve aydınlatmandandır. Sen her noksandan münezzehsin; ne aydınlatıcıdır delilin, ne engindir saltanatın!]


Dipnot-1
“Herşeyin melekûtu elinde olan Allah her türlü kusurdan münezzehtir.” Yâsin Sûresi, 36:83.
Dipnot-2
“Hiçbir şey yoktur ki, hazineleri Bizim yanımızda olmasın. Herşeyi Biz belirli bir miktarla indiririz. Rüzgârları da Biz aşılayıcı olarak gönderdik, sonra gökten bir su indirip onunla sizi suladık. Yoksa o suyu hazinesinde saklayan siz değilsiniz.” Hicr Sûresi, 15:21-22.

[/NOT]


Sâni-i Hakîm: herşeyi hikmetle ve san’atla yaratan Allah (bk. ṣ-n-a; ḥ-k-m)cemâl-i san’at: san’atın güzelliği (bk. c-m-l; ṣ-n-a)
cüz’iyat: küçük, ferdî şeyler (bk. c-z-e)delâlet: delil olma, işaret etme
gaflet: umursamazlık, âhiretten ve Allah’ın emir ve yasaklarından habersiz davranma (bk. ğ-f-l)hakikat: asıl, esas (bk. ḥ-ḳ-ḳ)
haşiye: dipnot, açıklayıcı nothidemât: hizmetler, vazifeler
hikmet: herşeyin belirli gayelere yönelik olarak, mânâlı, faydalı ve tam yerli yerinde olması (bk. ḥ-k-m)izn-i Rabbânî: Allah’ın izni (bk. r-b-b)
kemâl-i hikmet: tam ve mükemmel bir hikmet (bk. k-m-l; ḥ-k-m)kâinat: evren, yaratılmış herşey (bk. k-v-n)
küllî: fertleri kalabalık türler, kapsamlı (bk. k-l-l)mahlûk: yaratık (bk. ḫ-l-ḳ)
masnuât-ı İlâhiye: Allah’ın san’at eserleri (bk. ṣ-n-a; e-l-h)mevcudat: varlıklar (bk. v-c-d)
suret: şekil, biçim (bk. ṣ-v-r)sükût: sessiz kalma, susma
teferruat: ayrıntılartevehhüm: sanma, zannetme
teşhir: sergilemevahdâniyet: Allah’ın birliği (bk. v-ḥ-d)
ziya: ışıkzâhiren: görünürde (bk. ẓ-h-r)

<tbody>
</tbody>


 

TaLHa

Nur-u Aynım
Yönetici
Otuz Üçüncü Söz - Sayfa 915

Hakîm tarafından ziya istihdam ediliyor; çarşı-yı âlem sergilerindeki antika san’atlarını onunla irâe ediyor.

Şimdi rüzgârlara bak ki: Sair hakîmâne, kerîmâne faidelerinin ve vazifelerinin şehadetiyle, gayet mühim ve kesretli vazifelere koşuyorlar. Demek o dalgalanmak, bir Sâni-i Hakîm tarafından bir tavziftir, bir tasriftir, bir kullanmaktır. Dalgalanmaları ise, emr-i Rabbânînin çabuk yerine getirilmesine sür’atle çalışmaktır.

Şimdi bak çeşmelere, çaylara, ırmaklara: Yerden, dağlardan kaynamaları tesadüfî değildir. Çünkü onlara terettüp eden, âsâr-ı rahmet olan faidelerin ve semerelerin şehadetiyle ve dağlarda bir mizan-ı hâcetle iddiharlarının ifadesiyle ve bir mizan-ı hikmetle gönderilmelerinin delâletiyle gösteriliyor ki, bir Rabb-i Hakîmin teshiriyle ve iddiharıyladır. Ve kaynamaları ise, Onun emrine heyecanla imtisal etmeleridir.

Şimdi yerdeki bütün taşların ve cevahirlerin ve madenlerin envâına bak: Bunların tezyinatları ve menfaatli hâsiyetleri bir Sâni-i Hakîmin tezyiniyle, tertibiyle, tedbiriyle, tasviriyle olduğunu, onlara müteallik hakîmâne faideleri ve mesâlih-i hayatiye ve levâzımât-ı insaniye ve hâcât-ı hayvaniyeye muvafık bir tarzda ihzarları gösteriyor.

Şimdi çiçeklere, meyvelere bak: Bunların gülümsemeleri ve tadları ve güzellikleri ve nakışları ve koku vermeleri bir Sâni-i Kerîmin, bir Mün’im-i Rahîmin sofrasında birer tarife, birer davetname hükmünde olarak, muhtelif renk ve koku ve tadlarla her nev’e ayrı ayrı tarife ve davetname olarak verilmiştir.

Şimdi kuşlara bak: Onların söyleşmeleri ve cıvıldaşmaları bir Sâni-i Hakîmin intak ve söyletmesi olduğuna delil-i kat’î ise, hayret verir bir tarzda birbirine o seslerle müdavele-i hissiyat ve ifade-i maksat etmeleridir.

Şimdi bulutlara bak: Yağmurun şıpıltıları mânâsız bir ses olmadığına ve şimşek ile gök gürlemesi boş bir gürültü olmadığına kat’î delil ise, hâli bir boşlukta


Mün’im-i Rahîm: gerçek nimet verici olan, sonsuz şefkat ve merhamet sahibi Allah (bk. n-a-m; r-ḥ-m)Rabb-i Hakîm: herbir varlığı terbiye edip idaresi ve tasarrufu altında bulunduran ve herşeyi hikmetle yapan Allah (bk. r-b-b; ḥ-k-m)
Sâni-i Hakîm: herşeyi hikmetle ve san’atla yaratan Allah (bk. ṣ-n-a; ḥ-k-m)Sâni-i Kerîm: sonsuz cömertlik ve ikram sahibi ve herşeyi san’atla yaratan Allah (bk. ṣ-n-a; k-r-m)
cevahir: değerli taşlar, madenlerdavetname: davetiye
delil-i kat’î: kesin delildelâlet: delil olma, işaret etme
emr-i Rabbânî: herşeyi terbiye edip idaresi ve tasarrufu altında bulunduran Allah’ın emri (bk. r-b-b)envâ: çeşitler, türler
hakîmâne: hikmetli bir şekilde (bk. ḥ-k-m)hâcât-ı hayvaniye: hayvana ait ihtiyaçlar (bk. ḥ-v-c; ḥ-y-y)
hâli: boş, ıssızhâsiyet: özellik, hususiyet
iddihar: biriktirme, depolamaifade-i maksat: maksadı ifade etme (bk. ḳ-ṣ-d)
ihzar: hazırlama (bk. ḥ-ḍ-r)imtisal: emre uyma
intak: konuşturmairâe: gösterme
istihdam: çalıştırma, kullanmakat’î: kesin
kerîmâne: lütufkâr ve cömert bir şekilde (bk. k-r-m)kesretli: çok (bk. k-s̱-r)
levâzımât-ı insaniye: insanlar için gerekli şeylermesâlih-i hayatiye: hayat için faydalı şeyler (bk. ṣ-l-ḥ; ḥ-y-y)
mizan-ı hikmet: hikmet terazisi (bk. v-z-n; ḥ-k-m)mizan-ı hâcet: ihtiyaç ölçüsü (bk. v-z-n; ḥ-v-c)
muhtelif: çeşitlimuvafık: uygun
müdavele-i hissiyat: duyguların karşılıklı alışverişimüteallik: ilgili, ait
nev’: türsair: diğer, başka
semere: meyvetasrif: istediği şekilde kullanma ve idare etme (bk. ṣ-r-f)
tasvir: şekil ve suret verme (bk. ṣ-v-r)tavzif: görevlendirme
tedbir: idare etme, çekip çevirme (bk. d-b-r)terettüp: gerekme
tertib: düzenlemetesadüfî: rastlantı
teshir: boyun eğdirmetezyin: süsleme (bk. z-y-n)
tezyinat: süslemeler (bk. z-y-n)ziya: ışık
âsâr-ı rahmet: rahmet eserleri (bk. r-ḥ-m)çarşı-yı âlem: dünya çarşısı (bk. a-l-m)
şehadet: şahitlik (bk. ş-h-d)

<tbody>
</tbody>


 

TaLHa

Nur-u Aynım
Yönetici
Otuz Üçüncü Söz - Sayfa 916

o acaibi icad etmek ve onlardan âb-ı hayat hükmündeki damlaları sağmak ve zemin yüzündeki muhtaç ve müştak zîhayatlara emzirmek gösteriyor ki, o şırıltı, o gürültü, gayet mânidar ve hikmettardır ki, bir Rabb-i Kerîmin emriyle müştaklara o yağmur bağırıyor ki, “Sizlere müjde, geliyoruz!” mânâsını ifade ederler.

Şimdi göğe bak: Gök içinde hadsiz ecramdan yalnız kamere dikkat et. Onun hareketi bir Kadîr-i Hakîmin emriyle olduğu, ona müteallik ve yeryüzüne ait mühim hikmetlerdir ki, başka yerde beyan ettiğimizden kısa kesiyoruz.

İşte, ziyadan tut, tâ kamere kadar, saydığımız küllî unsurlar gayet geniş bir tarzda ve büyük bir mikyasta bir pencere açar, bir Vâcibü’l-Vücudun vahdetini ve kemâl-i kudretini ve azamet-i saltanatını gösterir, ilân ederler.

İşte, ey gafil! Eğer bu gök gürlemesi gibi bu sadâyı susturabilirsen ve güneşin ışığı gibi parlak o ziyayı söndürebilirsen, Allah’ı unut. Yoksa aklını başına al,
blank.gif
1
سُبْحَانَ مَنْ تُسَبِّحُ لَهُ السَّمٰوَاتُ السَّبْعُ وَاْلاَرْضُ وَمَنْ فِيهِنَّ de.

Yirmi Birinci Pencereوَالشَّمْسُ تَجْرِى لِمُسْتَقَرٍّ لَهَا ذٰلِكَ تَقْدِيرُ الْعَزِيزِ الْعَلِيمِ
blank.gif
2


Şu kâinatın lâmbası olan güneş, Kâinat Sâniinin vücuduna ve vahdâniyetine güneş gibi parlak ve nuranî bir penceredir.

Evet, manzume-i şemsiye denilen, küremizle beraber on iki seyyare,
blank.gif
3
cirmleri küçüklük—büyüklük itibarıyla pek çok muhtelif ve mevkileri uzaklık—yakınlık noktasında pek çok mütefavit ve sür’at-i hareketleri çok mütenevvi olduğu halde, kemâl-i intizam ve hikmetle ve kemâl-i mizanla ve bir saniye kadar şaşırmayarak


[NOT]Dipnot-1
Yedi gök ve yer ve onların içinde bulunanlar tarafından Kendisi tesbih edilen Zât, her türlü kusurdan münezzehtir.
Dipnot-2
“Güneş de kendisine tayin edilmiş bir yere doğru akıp gider. Bu, kudreti herşeye galip olan ve ilmi herşeyi kuşatan Allah’ın takdiridir.” Yâsin Sûresi, 36:38.
Dipnot-3
bk. Yûsuf Sûresi, 12:4.[/NOT]


Kadîr-i Hakîm: herşeyi hikmetle yapan ve sonsuz güç ve kudret sahibi Allah (bk. ḳ-d-r; ḥ-k-m)Rabb-i Kerîm: herbir varlığı terbiye edip idaresi ve tasarrufu altında bulunduran, sonsuz cömertlik ve ikram sahibi olan Allah (bk. r-b-b; k-r-m)
Sâni: herşeyi mükemmel ve san’atlı bir şekilde yaratan Allah (bk. s-n-a)Vâcibü’l-Vücud: varlığı zorunlu olan, var olmak için hiçbir sebebe ihtiyacı olmayan Allah (bk. v-c-b; v-c-d)
acaib: şaşırtıcı, hayret verici şeylerazamet-i saltanat: saltanatın büyüklüğü (bk. a-ẓ-m; s-l-ṭ)
beyan: açıklama (bk. b-y-n)cirm: cisim
ecram: gök cisimlerigafil: duyarsız, sorumsuz, âhiretten ve Allah’ın emir ve yasaklarından habersiz davranan (bk. ğ-f-l)
hadsiz: sayısızhikmet: fayda, gaye (bk. ḥ-k-m)
hikmettar: hikmetli, gayeli, faydalı (bk. ḥ-k-m)icad: var etme, yaratma (bk. v-c-d)
itibarıyla: özelliğiyle (bk. a-b-r)kamer: ay
kemâl-i intizam ve hikmet: tam ve mükemmel düzen ve hikmet (bk. k-m-l; n-ẓ-m; ḥ-k-m)kemâl-i kudret: kudretin mükemmelliği (bk. k-m-l; ḳ-d-r)
kemâl-i mizan: tam ve kusursuz ölçü (bk. k-m-l; v-z-n)kâinat: evren, yaratılmış herşey (bk. k-v-n)
küllî: büyük, kapsamlı; fertleri kalabalık (bk. k-l-l)küre: dünya
manzume-i şemsiye: güneş sistemi (bk. n-ẓ-m)mevki: yer, konum
mikyas: ölçekmuhtelif: çeşitli
mânidar: anlamlı (bk. a-n-y)müteallik: ilgili, ait
mütefavit: çeşitli, farklımütenevvi: çeşitli
müştak: çok istekli ve arzulunuranî: nurlu, parlak (bk. n-v-r)
sadâ: sesseyyare: gezegen
sür’at-i hareket: hareketin hızıvahdet: birlik (bk. v-ḥ-d)
vahdâniyet: birlik (bk. v-ḥ-d)vücud: varlık (bk. v-c-d)
zemin: yerziya: ışık
zîhayat: hayat sahibi, canlı (bk. ẕî; ḥ-y-y)âb-ı hayat: hayat suyu (bk. ḥ-y-y)

<tbody>
</tbody>


 

TaLHa

Nur-u Aynım
Yönetici
Otuz Üçüncü Söz - Sayfa 917

hareketleri ve deveranları ve güneş ile, cazibe kanunu tabir edilen bir kanun-u İlâhî ile bağlanmaları, yani onlar imamlarına iktidâları, büyük bir mikyasta bir azamet-i kudret-i İlâhiyeyi ve vahdâniyet-i Rabbâniyeyi gösterir. Çünkü o câmid cirmleri, o şuursuz büyük kütleleri nihayet derecede intizam ve mizan-ı hikmet içinde, muhtelif şekillerde ve muhtelif mesafelerde ve muhtelif hareketlerde döndürmek, istihdam etmek, ne derece bir kudreti ve bir hikmeti ispat ettiğini kıyas et. Bu büyük ve ağır işe zerre miktar tesadüf karışsa, öyle bir patlayış verecek ki, kâinatı dağıtacak. Çünkü, bir dakika tesadüf birisini tevkif etse, mihverinden çıkmasına sebebiyet verir, başkalarıyla müsademe etmesine yol açar. Küre-i arzdan bin defa büyük cirmlerle müsademenin ne derece dehşetli olduğunu kıyas edebilirsin.

Manzume-i şemsiyenin, yani şemsin me’mumları ve meyveleri olan on iki seyyarenin acaibini ilm-i muhit-i İlâhîye havale edip, yalnız gözümüzün önünde, seyyaremiz bulunan arza bakıyoruz. Görüyoruz ki, bu seyyaremiz, bir azamet-i şevket-i Rububiyeti ve haşmet-i saltanat-ı Ulûhiyeti ve kemâl-i rahmet ve hikmeti gösterir bir surette, güneşin etrafında, emr-i Rabbânî ile, Birinci Mektupta beyan edildiği gibi, pek büyük bir hizmet için bir uzun seyir ve seyahat ona ettiriliyor. Bir sefine-i Rabbâniye olarak, acaib-i masnuat-ı İlâhiye ile doldurulmuş ve zîşuur ibâdullaha seyrangâh gibi bir mesken-i seyyar vaziyeti verilmiş. Ve evkat ve hesabı bildirecek saat akrebi gibi, kamer dahi dakik hesaplarla, azîm hikmetlerle ona takılmış ve o kamere başka menzillerde ayrı seyir ve seyahat verilmiş.
blank.gif
1

İşte, bu mübarek seyyaremizin şu halleri, küre-i arz kuvvetinde bir şehadetle bir Kadîr-i Mutlakın vücub-u vücudunu ve vahdetini ispat eder. Madem şu seyyaremiz böyledir. Manzume-i şemsiyeyi ona kıyas edebilirsin.


[NOT]Dipnot-1
bk. Yâsîn Sûresi, 36:39.[/NOT]


Kadîr-i Mutlak: herşeye gücü yeten, sınırsız güç ve kudret sahibi Allah (bk. ḳ-d-r; ṭ-l-ḳ)acaib: şaşırtıcı, hayret verici şeyler
acaib-i masnuat-ı İlâhiye: Allah’ın hayrette bırakan san’at eserleri (bk. ṣ-n-a; e-l-h)arz: dünya
azamet-i kudret-i İlâhiye: Allah’ın kudretinin sonsuz büyüklüğü (bk. a-ẓ-m; ḳ-d-r; e-l-h)azamet-i şevket-i Rububiyet: büyük ve haşmetli bir idare ve terbiye edicilik (bk. a-ẓ-m; r-b-b)
azîm: büyük (bk. a-ẓ-m)beyan: açıklama (bk. b-y-n)
cazibe: çekimcirm: cisim
câmid: cansızdakik: ince
deveran: dönüşemr-i Rabbânî: herşeyi terbiye edip idaresi ve tasarrufu altında bulunduran Allah’ın emri (bk. r-b-b)
evkat: vakitlerhaşmet-i saltanat-ı Ulûhiyet: Allah’ın saltanatının heybet ve görkemi (bk. s-l-ṭ; e-l-h)
hikmet: Cenâb-ı Hakkın herşeyin belirli gayelere yönelik olarak, mânâlı, faydalı ve tam yerli yerinde yaratma sıfatı (bk. ḥ-k-m)ibâdullah: Allah’ın kulları (bk. a-b-d)
iktidâ: uymailm-i muhit-i İlâhî: Allah’ın herşeyi kuşatan ilmi (bk. a-l-m; e-l-h)
intizam: düzen (bk. n-ẓ-m)istihdam: çalıştırma, kullanma
kamer: aykanun-u İlâhî: Allah’ın koyduğu kanun (bk. ḳ-n-n; e-l-h)
kemâl-i rahmet ve hikmet: mükemmel ve kusursuz bir rahmet ve hikmet (bk. k-m-l; r-ḥ-m; ḥ-k-m)kudret: güç, iktidar (bk. ḳ-d-r)
küre-i arz: yerküre, dünyamanzume-i şemsiye: güneş sistemi (bk. n-ẓ-m)
menzil: durak, yer (bk. n-z-l)mesken-i seyyar: gezici yer, mekân (bk. s-k-n)
me’mum: tâbi olan, uyanmihver: eksen, yörünge
mikyas: ölçekmizan-ı hikmet: her şeyin belirli gayelere yönelik olarak mânâlı, faydalı ve tam yerli yerinde yapılmasını gösteren ilim terazisi (bk. v-z-n; ḥ-k-m)
muhtelif: çeşitlimüsademe: çarpışma
nihayet: sonsefine-i Rabbâniye: herşeyi terbiye ve idare eden Allah’ın bir gemi gibi yaratarak uzayda gezdirdiği dünya (bk. r-b-b)
seyir: gezmeseyrangâh: gezi ve seyir yeri
seyyare: gezegensuret: şekil, biçim (bk. ṣ-v-r)
tabir edilme: adlandırılma (bk. a-b-r)tevkif: durdurma, alıkoyma
vahdet: birlik (bk. v-ḥ-d)vahdâniyet-i Rabbâniye: herşeyi terbiye edip idaresi ve egemenliği altında bulunduran Allah’ın birliği (bk. v-ḥ-d; r-b-b)
vücub-u vücud: varlığının zorunlu oluşu (bk. v-c-b; v-c-d)zerre miktar: çok az miktar
zîşuur: şuur sahibi, bilinçli (bk. ẕî; ş-a-r)şehadet: şahitlik, tanıklık (bk. ş-h-d)
şems: güneş

<tbody>
</tbody>


 

TaLHa

Nur-u Aynım
Yönetici
Otuz Üçüncü Söz - Sayfa 918

Hem şemse, kendi mihveri üstünde, cazibe denilen mânevî ipleri yumak yaptırmak için dolap ve çıkrık hükmünde olan güneşi, bir Kadîr-i Zülcelâlin emriyle döndürüp, o seyyârâtı o mânevî iplerle bağlayıp tanzim etmek ve güneşi bütün seyyârâtı ile, saniyede beş saatlik bir mesafeyi kestirecek kadar bir sür’atle, bir tahmine göre Herkül Burcu tarafına veya Şemsü’ş-Şumus cânibine sevk etmek, elbette, Ezel ve Ebed Sultanı olan Zât-ı Zülcelâlin kudretiyle ve emriyledir. Güya, haşmet-i rububiyetini göstermek için, bu emirber neferleri hükmünde olan manzume-i şemsiye ordusu ile bir manevra yaptırır.

Ey kozmoğrafyacı efendi! Hangi tesadüf bu işlere karışabilir? Hangi esbabın eli buna ulaşabilir? Hangi kuvvet buna yanaşabilir? Haydi, sen söyle. Hiç böyle bir Sultan-ı Zülcelâl, aczini gösterip mülküne başkasını karıştırır mı? Bahusus kâinatın meyvesi, neticesi, gayesi, hülâsası olan zîhayatları başka ellere verir mi? Başkasını müdahale ettirir mi? Bahusus o meyvelerin en câmii ve o neticelerin en mükemmeli ve zeminin halifesi ve o Sultanın âyinedar bir misafiri olan insanları başıboş bırakır mı? Ve onları tabiata ve tesadüfe havale edip haşmet-i saltanatını hiçe indirir mi? Kemâl-i hikmetini sukut ettirir mi?


Yirmi İkinci Pencere

اَلَمْ نَجْعَلِ اْلاَرْضَ مِهَادًا والْجِبَالَ اَوْتَادًا وَخَلَقْنَاكُمْ اَزْوَاجًا
blank.gif
1فَانْظُرْ اِلٰۤى اٰثَارِ رَحْمَتِ اللهِ كَيْفَ يُحْيِى اْلاَرْضَ بَعْدَ مَوْتِهَا
blank.gif
2



Küre-i arz bir kafadır ki, yüz bin ağzı vardır. Her bir ağzında yüz bin lisanı vardır. Her lisanında yüz bin burhanı var ki, herbiri çok cihetle Vâcibü’l-Vücud,

[NOT]Dipnot-1
“Yeryüzünü bir döşek, dağları birer kazık yapmadık mı? Sizi de çift çift yarattık.” Nebe’ Sûresi, 78:6-8.
Dipnot-2
“Bak Allah’ın rahmet eserlerine: Yeryüzünü ölümünün ardından nasıl diriltiyor.” Rum Sûresi, 30:50.[/NOT]



Ezel ve Ebed Sultanı: başlangıç ve sonu olmaksızın, hüküm ve saltanatı ezelden ebede devam eden Sultan (bk. e-z-l; e-b-d; s-l-ṭ)Herkül Burcu: gökyüzünün kuzey yönünde Herkül ismi verilen bir yıldız kümesi
Kadîr-i Zülcelâl: kudreti herşeyi kuşatan ve sonsuz haşmet ve yücelik sahibi olan Allah (bk. ḳ-d-r; ẕü; c-l-l)Sultan-ı Zülcelâl: sonsuz yücelik, heybet ve haşmet sahibi, herşeyin sultanı olan Allah (bk. s-l-ṭ; ẕü; c-l-l)
Vâcibü’l-Vücud: varlığı zorunlu olan, var olmak için hiçbir sebebe ihtiyacı bulunmayan Allah (bk. v-c-b; v-c-d)Zât-ı Zülcelâl: sonsuz haşmet ve yücelik sahibi olan Zât, Allah (bk. ẕü; c-l-l)
acz: âcizlik, güçsüzlük (bk. a-c-z)bahusus: özellikle
burhan: güçlü delilcazibe: çekim gücü
cihet: yöncâmi’: kapsamlı (bk. c-m-a)
cânib: yön, tarafemirber nefer: emre hazır asker
esbab: sebepler (bk. s-b-b)halife: yeryüzünde Allah namına hareket eden insan (bk. ḫ-l-f)
haşmet-i rububiyet: Cenâb-ı Hakkın bütün mahlûkatı merhamet ve şefkatle beslemesi, terbiye ve idare etmesinin ihtişamı (bk. r-b-b)haşmet-i saltanat: saltanatın heybet ve görkemi (bk. s-l-ṭ)
hülâsa: esas, özkemâl-i hikmet: tam ve mükemmel bir hikmet (bk. k-m-l; ḥ-k-m)
kozmoğrafya: gökbilimi, astronomikudret: güç, iktidar (bk. ḳ-d-r)
kâinat: evren, yaratılmış herşey (bk. k-v-n)küre-i arz: yerküre, dünya
lisan: dilmanevra: deneme ve eğitim, tatbikat
manzume-i şemsiye: güneş sistemi (bk. n-ẓ-m)mihver: eksen, yörünge
müdahale: karışmamülk: sahip olunan ve hükmedilen yer (bk. m-l-k)
seyyârât: gezegenlersukut: düşme, alçalma
tabiat: canlı cansız bütün varlıklar, doğa, maddî âlem (bk. ṭ-b-a)tanzim: düzenleme (bk. n-ẓ-m)
zemin: yeryüzüzîhayat: hayat sahibi, canlı (bk. ẕî; ḥ-y-y)
Şemsü’ş-Şumus: güneşler güneşi, en büyük güneşşems: güneş

<tbody>
</tbody>


 

TaLHa

Nur-u Aynım
Yönetici
Otuz Üçüncü Söz - Sayfa 919

Vâhid-i Ehad, herşeye Kadîr, herşeye Alîm bir Zât-ı Zülcelâlin vücub-u vücuduna ve vahdetine ve evsâf-ı kudsiyesine ve Esmâ-i Hüsnâsına şehadet ederler.

Evet, arzın evvel-i hilkatine bakıyoruz ki, mâyi haline gelen bir madde-i seyyâleden taş, ve taştan toprak halk edilmiş. Mâyi kalsaydı, kabil-i süknâ olmazdı. O mâyi taş olduktan sonra demir gibi sert olsaydı, kabil-i istifade olmazdı. Elbette buna bu vaziyeti veren, yerin sekenelerinin hâcetlerini gören bir Sâni-i Hakîmin hikmetidir.

Sonra, tabaka-i türâbiye, dağlar direği üzerine atılmış, tâ içindeki dahilî inkılâplardan gelen zelzeleler, dağlarla teneffüs edip, zemini hareketinden ve vazifesinden şaşırtmasın. Hem denizin istilâsından toprağı kurtarsın. Hem zîhayatların levâzımât-ı hayatiyesine birer hazine olsun. Hem havayı tarasın, gazât-ı muzırradan tasfiye etsin, tâ teneffüse kabil olsun. Hem suları biriktirip iddihar etsin. Hem zîhayata lâzım olan sair madenlere menşe ve medar olsun.

İşte, bu vaziyet bir Kadîr-i Mutlak ve bir Hakîm-i Rahîmin vücub-u vücuduna ve vahdetine gayet kat’î ve kuvvetli şehadet eder.

Ey coğrafyacı efendi! Bunu neyle izah edersin? Hangi tesadüf şu acaib-i masnuatla dolu sefine-i Rabbâniyeyi bir meşher-i acaip yaparak, yirmi dört bin sene bir mesafede bir senede sür’atle çevirip, onun yüzünde dizilmiş eşyadan hiçbir şey düşürmesin?

Hem zeminin yüzündeki acip san’atlara bak: Anâsırlar ne derece hikmetle tavzif edilmişler. Bir Kadîr-i Hakîmin emriyle zemin yüzündeki Rahmân misafirlerine nasıl güzel bakıyorlar, hizmetlerine koşuyorlar.

Hem acip ve garip san’atlar içinde rengârenk, acip, hikmetli, zemin yüzünün simasındaki bu nakışlı çizgilere bak: Nasıl sekenelerine enhar ve çayları, deniz


Alîm: herşeyi hakkıyla bilen, sonsuz ilim sahibi Allah (bk. a-l-m)Esmâ-i Hüsnâ: Allah’ın güzel isimleri (bk. s-m-v; ḥ-s-n)
Hakîm-i Rahîm: sonsuz şefkat ve merhamet sahibi ve herşeyi hikmetle yapan Allah (bk. ḥ-k-m; r-ḥ-m)Kadîr: herşeye gücü yeten, herşeyi yapabilen, sonsuz güç ve kudret sahibi Allah (bk. ḳ-d-r)
Kadîr-i Hakîm: herşeyi hikmetle yapan ve sonsuz güç ve kudret sahibi Allah (bk. ḳ-d-r; ḥ-k-m)Kadîr-i Mutlak: herşeye gücü yeten, sınırsız güç ve kudret sahibi Allah (bk. ḳ-d-r; ṭ-l-ḳ)
Rahmân: kullarına karşı çok merhametli olan ve rahmet eserleri bütün varlık âlemini kuşatan Allah (bk. r-ḥ-m)Sâni-i Hakîm: herşeyi hikmetle ve san’atla yaratan Allah (bk. ṣ-n-a; ḥ-k-m)
Vâhid-i Ehad: bir olan ve birliği her bir şeyde görülen Allah (bk. v-ḥ-d)Zât-ı Zülcelâl: sonsuz haşmet ve yücelik sahibi olan Zât, Allah (bk. ẕü; c-l-l)
acaib-i masnuat: hayrette bırakan san’at eserleri (bk. ṣ-n-a)acip: hayret verici, şaşırtıcı
anâsır: unsurlararz: dünya
dahilî: içenhar: nehirler
evsâf-ı kudsiye: mukaddes vasıflar, sıfatlar (bk. v-ṣ-f; ḳ-d-s)evvel-i hilkat: yaratılışın başlangıcı (bk. ḫ-l-ḳ)
garip: tuhafgazât-ı muzırra: zararlı gazlar
halk: yaratma (bk. ḫ-l-ḳ)hikmet: herşeyin belirli gayelere yönelik olarak, mânâlı, faydalı ve tam yerli yerinde olması (bk. ḥ-k-m)
hâcet: ihtiyaç (bk. ḥ-v-c)iddihar: biriktirme, depolama
inkılâp: değişim, dönüşümistilâ: kuşatma, basma
izah: açıklamakabil: uygun, kabiliyetli
kabil-i istifade: kullanmaya elverişlikabil-i süknâ: oturmaya elverişli, oturulabilir (bk. s-k-n)
kat’i: kesinlevâzımât-ı hayatiye: hayat için gerekli şeyler (bk. ḥ-y-y)
madde-i seyyâle: akıcı maddemedar: kaynak, sebep, dayanak
menşe: kaynakmeşher-i acaip: şaşırtıcı şeylerin sergilendiği yer
mâyi: sıvısair: diğer, başka
sefine-i Rabbâniye: herşeyi terbiye ve idare eden Allah’ın bir gemi gibi yaratarak uzayda gezdirdiği dünya (bk. r-b-b)sekene: sakinler, oturanlar (bk. s-k-n)
tabaka-i türâbiye: toprak tabakasıtasfiye: arındırma (bk. ṣ-f-y)
tavzif: vazifelendirmetesadüf: rastlantı
vahdet: birlik (bk. v-ḥ-d)vücub-u vücud: varlığının zorunlu oluşu (bk. v-c-b; v-c-d)
zelzele: sarsıntızemin: yer
zîhayat: hayat sahibi, canlı (bk. ẕî; ḥ-y-y)şehadet: şahitlik, tanıklık (bk. ş-h-d)

<tbody>
</tbody>


 

TaLHa

Nur-u Aynım
Yönetici
Otuz Üçüncü Söz - Sayfa 920

ve ırmakları, dağ ve tepeleri, ayrı ayrı mahlûklarına ve ibâdına lâyık birer mesken ve vesâit-i nakliye yapmış. Sonra yüz binler ecnâs-ı nebâtat ve envâ-ı hayvânâtıyla kemâl-i hikmet ve intizamla doldurup hayat vererek şenlendirmek, vakit be vakit muntazaman mevt ile terhis ederek boşaltıp yine muntazaman ba’sü ba’de’l-mevt suretinde doldurmak, bir Kadîr-i Zülcelâlin ve bir Hakîm-i Zülkemâlin vücub-u vücuduna ve vahdetine yüz binler lisanlarla şehadet ederler.

Elhasıl: Yüzü acaib-i san’ata bir meşher ve garaib-i mahlûkata bir mahşer ve kafile-i mevcudata bir memer ve sufûf-u ibâdına bir mescid ve makarr olan zemin, bütün kâinatın kalbi hükmünde olduğundan, kâinat kadar nur-u vahdâniyeti gösterir.

İşte, ey coğrafyacı efendi! Bu zemin kafası yüz bin ağız, herbirinde yüz bin lisanla Allah’ı tanıttırsa ve sen Onu tanımazsan, başını tabiat bataklığına soksan, derece-i kabahatini düşün. Ne derece dehşetli bir cezaya seni müstehak eder, bil, ayıl ve başını bataklıktan çıkar,
blank.gif
1
اٰمَنْتُ بِاللهِ الَّذِى بِيَدِهِ مَلَكُوتُ كُلِّ شىْءٍ de.

Yirmi Üçüncü Pencereاَلَّذِى خَلَقَ الْمَوْتَ وَالْحَيٰوةَ
blank.gif
2


Hayat, kudret-i Rabbâniye mu’cizâtının en nuranîsidir, en güzelidir. Ve vahdâniyet burhanlarının en kuvvetlisi ve en parlağıdır. Ve tecelliyât-ı Samedâniye âyinelerinin en câmii ve en berrakıdır.

Evet, hayat, tek başıyla, bir Hayy-ı Kayyûmu bütün esmâ ve şuûnâtıyla bildirir.


[NOT]Dipnot-1
Herşeyin hüküm ve tasarrufu elinde bulunan Zâta iman ettim.
Dipnot-2
“Ölümü de, hayatı da yaratan Odur.” Mülk Sûresi, 67:2.[/NOT]



Hakîm-i Zülkemâl: sonsuz mükemmellik sahibi, herşeyi hikmetle yaratan Allah (bk. ḥ-k-m; ẕü; k-m-l)Hayy-ı Kayyûm: her an diri olup her canlıya hayat veren ve herşeyi ayakta tutan Allah (bk. ḥ-y-y; ḳ-v-m)
Kadîr-i Zülcelâl: kudreti herşeyi kuşatan, sonsuz haşmet ve yücelik sahibi olan Allah (bk. ḳ-d-r; ẕü; c-l-l)acaib-i san’at: hayranlık uyandıran san’at (bk. ṣ-n-a)
ba’sü ba’de’l-mevt: ölümden sonra yeniden dirilme (bk. m-v-t)berrak: açık
burhan: güçlü delilcâmii: kapsamlı (bk. c-m-a)
dehşetli: korkunçderece-i kabahat: kusur ve kabahat derecesi
ecnâs-ı nebâtat: bitki cinslerielhasıl: özetle, kısaca
envâ-ı hayvanât: hayvan türleri (bk. ḥ-y-y)esmâ: isimler (bk. s-m-v)
garaib-i mahlûkat: hayrette bırakan yaratıklar (bk. ḫ-l-ḳ)ibâd: kullar (bk. a-b-d)
intizam: düzen (bk. n-ẓ-m)kafile-i mevcudat: varlıklar kafilesi, topluluğu (bk. v-c-d)
kemâl-i hikmet: tam ve mükemmel bir hikmet (bk. k-m-l; ḥ-k-m)kudret-i Rabbâniye: herşeyi terbiye ve idare eden Allah’ın sonsuz kudreti (bk. ḳ-d-r; r-b-b)
kâinat: evren, yaratılmış herşey (bk. k-v-n)lisan: dil
mahlûk: yaratık (bk. ḫ-l-ḳ)mahşer: toplanma yeri (bk. ḥ-ş-r)
makarr: kalınacak yer, merkezmemer: geçiş noktası, geçit yeri
mesken: yer, mekan (bk. s-k-n)mevt: ölüm (bk. m-v-t)
meşher: sergimuntazaman: düzenli olarak (bk. n-ẓ-m)
mu’cizât: bir benzerini yapma konusunda başkalarını âciz bırakan olağanüstü şeyler (bk. a-c-z)müstehak: hak etmiş, layık (bk. ḥ-ḳ-ḳ)
nur-u vahdâniyet: Allah’ın birliğinin nuru (bk. n-v-r; v-ḥ-d)nuranî: nurlu olan, parlak (bk. n-v-r)
sufûf-u ibâd: kulların meydana getirdiği saflar (bk. a-b-d)suret: şekil, biçim (bk. ṣ-v-r)
tabiat: canlı cansız varlıklar, doğa, maddî alem (bk. ṭ-b-a)tecelliyât-ı Samedâniye: Allah’ın herşeyin Kendisine muhtaç olduğu halde, Kendisinin hiçbir şeye muhtaç olmadığını gösteren yansımaları (bk. c-l-y; ṣ-m-d)
terhis: vazifeye son vermevahdet: birlik (bk. v-ḥ-d)
vahdâniyet: Allah’ın birliği (bk. v-ḥ-d)vakit be vakit: her an, her zaman
vesâit-i nakliye: ulaşım araçlarıvücub-u vücud: varlığının zorunlu oluşu (bk. v-c-b; v-c-d)
zemin: yerşuûnat: Cenâb-ı Hakkın yüce sıfatlarının mahiyetlerinde bulunan ve onları tecellîye sevk eden Zâtına ait kutsal özellikler (bk. ş-e-n)

<tbody>
</tbody>


 

TaLHa

Nur-u Aynım
Yönetici
Otuz Üçüncü Söz - Sayfa 921

Çünkü hayat pek çok sıfâtın memzuç bir macunu hükmünde bir ziya, bir tiryaktır. Elvân-ı seb’a ziyada ve muhtelif edviyeler tiryakta nasıl ki mümtezicen bulunur. Öyle de, hayat dahi pek çok sıfattan yapılmış bir hakikattir. O hakikattaki sıfatlardan bir kısmı, duygular vasıtasıyla inbisat ederek inkişaf edip ayrılırlar. Kısm-ı ekseri ise, hissiyat suretinde kendilerini ihsas ederler ve hayattan kaynama suretinde kendilerini bildirirler.

Hem hayat, kâinatın tedbir ve idaresinde hükümfermâ olan rızık ve rahmet ve inâyet ve hikmeti tazammun ediyor. Güya hayat onları arkasına takıp, girdiği yere çekiyor. Meselâ, hayat bir cisme, bir bedene girdiği vakit, Hakîm ismi dahi tecellî eder, hikmetle yuvasını güzelce yapıp tanzim eder. Aynı halde Kerîm ismi de tecellî edip meskenini hâcâtına göre tertip ve tezyin eder. Yine aynı halde Rahîm isminin cilvesi görünüyor ki, o hayatın devam ve kemâli için türlü türlü ihsanlarla taltif eder. Yine aynı halde Rezzak isminin cilvesi görünüyor ki, o hayatın bekâsına ve inkişafına lâzım maddî, mânevî gıdaları yetiştiriyor ve kısmen bedeninde iddihar ediyor.

Demek, hayat bir nokta-i mihrakiye hükmünde, muhtelif sıfât birbiri içine girer, belki birbirinin aynı olur. Güya hayat tamamıyla hem ilimdir, aynı halde kudrettir, aynı halde de hikmet ve rahmettir, ve hâkezâ... İşte, hayat bu câmi’ mahiyeti itibarıyla, şuûn-u zâtiye-i Rabbâniyeye âyinedarlık eden bir âyine-i samediyettir.

İşte bu sırdandır ki, Hayy-ı Kayyûm olan Zât-ı Vâcibü’l-Vücud, hayatı pek çok kesretle ve mebzuliyetle halk edip neşir ve teşhir eder. Ve herşeyi hayatın etrafına toplattırıp ona hizmetkâr eder. Çünkü hayatın vazifesi büyüktür. Evet, samediyetin âyinesi olmak kolay birşey değil, âdi bir vazife değil!


Hakîm: herşeyi belirli maksat ve gayelere uygun ve tam yerli yerinde yaratan, hikmet sahibi Allah (bk. ḥ-k-m)Hayy-ı Kayyûm: her an diri olup her canlıya hayat veren ve herşeyi ayakta tutan Allah (bk. ḥ-y-y; ḳ-v-m)
Kerîm: sonsuz cömertlik ve ikram sahibi olan Allah (bk. k-r-m)Rahîm: rahmeti herşeyi kuşatan, sonsuz şefkat ve merhamet sahibi Allah (bk. r-ḥ-m)
Rezzak: bütün varlıkların rızıklarını veren Allah (bk. r-z-ḳ)Zât-ı Vâcibü’l-Vücud: varlığı zorunlu olan, var olmak için hiçbir sebebe ihtiyacı olmayan Zât, Allah (bk. v-c-b; v-c-d)
bekà: süreklilik, devamlılık (bk. b-ḳ-y)cilve: görüntü, akis (bk. c-l-y)
câmi’: kapsamlı (bk. c-m-a)edviye: devâlar, çareler
elvân-ı seb’a: yedi renkhakikat: gerçek, doğru (bk. ḥ-ḳ-ḳ)
halk etme: yaratma (bk. ḫ-l-ḳ)hikmet: herşeyin belirli gayelere yönelik olarak, mânâlı, faydalı ve tam yerli yerinde olması (bk. ḥ-k-m)
hissiyat: hisler, duygularhizmetkâr: hizmetçi
hâcât: ihtiyaçlar (bk. ḥ-v-c)hâkezâ: böylece, bunun gibi
hükümfermâ: hüküm süren (bk. ḥ-k-m)iddihar: biriktirme, depolama
ihsan: bağış, iyilik, nimet (bk. ḥ-s-n)ihsas: hissettirme
inbisat: genişleme, yayılmainkişaf: açığa çıkma, gelişme (bk. k-ş-f)
inâyet: bütün yararların, hikmetlerin ve faydaların kaynağı olan düzen (bk. a-n-y)itibarıyla: özelliğiyle (bk. a-b-r)
kemâl: mükemmellik, olgunlaşma (bk. k-m-l)kesret: çokluk (bk. k-s̱-r)
kudret: güç, iktidar (bk. ḳ-d-r)kâinat: evren, yaratılmış herşey (bk. k-v-n)
kısm-ı ekser: büyük kısım (bk. k-s̱-r)mahiyet: özellik, esas
mebzuliyet: bolluk, çoklukmemzuç: karışmış, kaynamış
mesken: yer, mekan (bk. s-k-n)muhtelif: çeşitli
mümtezicen: kaynaşmış olarakneşir: yayma
nokta-i mihrakiye: odak noktasırahmet: şefkat, merhamet, ihsan (bk. r-ḥ-m)
samediyet: Allah’ın hiçbir şeye muhtaç olmayıp herşeyin Ona muhtaç olması (bk. ṣ-m-d)suret: şekil, biçim (bk. ṣ-v-r)
sıfât: nitelikler, özellikler (bk. v-ṣ-f)taltif: lütuf ve ihsanda bulunma (bk. l-ṭ-f)
tanzim: düzenleme (bk. n-ẓ-m)tazammun etme: içine alma, kapsama
tecellî: yansıma (bk. c-l-y)tedbir: idare etme, çekip çevirme (bk. d-b-r)
tertip: düzenlemetezyin: süsleme (bk. z-y-n)
teşhir: sergilemetiryak: güçlü ilaç
ziya: ışıkâyine: ayna
âyine-i Samediyet: herşey Kendisine muhtaç olduğu halde Kendisi hiçbir şeye muhtaç olmayan Allah’ın tecellîlerini gösteren ayna (bk. ṣ-m-d)şuûn-u zâtiye-i Rabbâniye: Cenâb-ı Hakkın yüce sıfatlarının mahiyetlerinde bulunan ve onları tecelliye sevk eden Zâtına ait mukaddes özellikler (bk. ş-e-n; r-b-b)

<tbody>
</tbody>


 

TaLHa

Nur-u Aynım
Yönetici
Otuz Üçüncü Söz - Sayfa 922

İşte, göz önünde her vakit gördüğümüz bu had ve hesaba gelmeyen yeni yeni hayatlar ve hayatların asılları ve zâtları olan ruhlar, birden ve hiçten vücuda gelmeleri ve gönderilmeleri, bir Zât-ı Vâcibü’l-Vücud ve Hayy-ı Kayyûmun vücub-u vücudunu ve sıfât-ı kudsiyesini ve Esmâ-i Hüsnâsını, lemeâtın güneşi gösterdiği gibi gösteriyorlar. Güneşi tanımayan ve kabul etmeyen adam, nasıl gündüzü dolduran ziyayı inkâr etmeye mecbur oluyor. Öyle de, Hayy-ı Kayyûm, Muhyî ve Mümît olan Şems-i Ehadiyeti tanımayan adam, zeminin yüzünü, belki mazi ve müstakbeli dolduran zîhayatların vücudunu inkâr etmeli ve yüz derece hayvandan aşağı düşmeli, hayat mertebesinden düşüp câmid bir cahil-i eçhel olmalı!

Yirmi Dördüncü Pencereلاَۤ اِلٰهَ اِلاَّ هُوَ كُلُّ شَىْءٍ هَالِكٌ اِلاَّ وَجْهَهُ لَهُ الْحُكْمُ وَاِلَيْهِ تُرْجَعُونَ
blank.gif
1


Mevt, hayat kadar bir burhan-ı rububiyettir. Gayet kuvvetli bir hüccet-i vahdâniyettir. اَلَّذِى خَلَقَ الْمَوْتَ وَالْحَيٰوةَ delâletince, mevt adem, idam, fenâ, hiçlik, fâilsiz bir inkıraz değil; belki bir Fâil-i Hakîm tarafından, hizmetten terhis ve tahvil-i mekân ve tebdil-i beden ve vazifeden paydos ve haps-i bedenden âzâd etmek ve muntazam bir eser-i hikmet olduğu, Birinci Mektupta gösterilmiştir.

Evet, nasıl zemin yüzündeki masnuat ve zîhayatlar ve hayattar zemin yüzü, bir Sâni-i Hakîmin vücub-u vücuduna ve vahdâniyetine şehadet ediyorlar. Öyle de, o zîhayatlar, ölümleriyle bir Hayy-ı Bâkînin sermediyetine ve vâhidiyetine şehadet ediyorlar. Yirmi İkinci Sözde, mevt, gayet kuvvetli bir burhan-ı vahdet


[NOT]Dipnot-1
“Ondan başka hiçbir ilâh yoktur. Herşey helâk olup gidicidir—Ona bakan yüzü müstesna. Hüküm ve hükümranlık Onundur; siz de Ona döndürüleceksiniz.” Kasas Sûresi, 28:88.[/NOT]



Esmâ-i Hüsnâ: Allah’ın güzel isimleri (bk. s-m-v; ḥ-s-n)Fâil-i Hakîm: herşeyi hikmetle yapan Allah (bk. f-a-l; ḥ-k-m)
Hayy-ı Bâkî: sürekli var olan ve sonsuz hayat sahibi olan Allah (bk. ḥ-y-y; b-ḳ-y)Hayy-ı Kayyûm: her an diri olup her canlıya hayat veren ve herşeyi ayakta tutan Allah (bk. ḥ-y-y; ḳ-v-m)
Muhyî: bütün canlılara hayat veren Allah (bk. ḥ-y-y)Mümît: ölümü yaratan, diriltip can verdiği varlıkları vakti gelince öldüren Cenâb-ı Allah (bk. m-v-t)
Sâni-i Hakîm: herşeyi hikmetle ve san’atla yaratan Allah (bk. ṣ-n-a; ḥ-k-m)Zât-ı Vâcibü’l-Vücud: varlığı zorunlu olan, var olmak için hiçbir sebebe ihtiyacı olmayan Zât, Allah (bk. v-c-b; v-c-d)
adem: yoklukburhan-ı rububiyet: Rablığın delili; Allah’ın varlıklar üzerindeki egemenliği, terbiye ve idare etmesinin delili (bk. r-b-b)
burhan-ı vahdet: birlik delili (bk. v-ḥ-d)cahil-i eçhel: en cahilden daha cahil, katmerli cahil
câmid: cansızdelâlet: delil olma, işaret etme
eser-i hikmet: hikmet eseri (bk. ḥ-k-m)fenâ: yok oluş, ölümlülük (bk. f-n-y)
fâil: işi yapan (bk. f-a-l)had ve hesaba gelmemek: sonsuz ve sınırsız olmak
haps-i beden: beden hapsihayattar: canlı (bk. ḥ-y-y)
hüccet-i vahdâniyet: Allah’ın birliğinin delili (bk. v-ḥ-d)inkıraz: dağılıp yok olma, son bulma
lemeât: parıltılarmasnuat: san’at eseri varlıklar (bk. ṣ-n-a)
mazi: geçmişmevt: ölüm (bk. m-v-t)
muntazam: düzenli (bk. n-ẓ-m)müstakbel: gelecek
sermediyet: süreklilik, devamlılıksıfât-ı kudsiye: kutsal vasıflar ve özellikler (bk. ḳ-d-s; v-ṣ-f)
tahvil-i mekân: yer değiştirme (bk. m-k-n)tebdil-i beden: beden değiştirme
terhis: göreve son vermevahdâniyet: Allah’ın birliği (bk. v-ḥ-d)
vâhidiyet: Allah’ın birliği (bk. v-ḥ-d)vücub-u vücud: varlığının zorunlu oluşu (bk. v-c-b; v-c-d)
vücud: varlık (bk. v-c-d)zemin: yer
ziya: ışıkzîhayat: canlı (bk. ẕî; ḥ-y-y)
âzâd: serbest bırakma, hürriyetine kavuşturmaŞems-i Ehadiyet: herbir varlıkta birlik cilveleri görünen Güneş, Allah (bk. v-ḥ-d)
şehadet: şahitlik, tanıklık (bk. ş-h-d)

<tbody>
</tbody>


 

TaLHa

Nur-u Aynım
Yönetici
Otuz Üçüncü Söz - Sayfa 923

ve bir hüccet-i sermediyet olduğu ispat ve izah edildiğinden, şu bahsi o Söze havale edip, yalnız mühim bir nüktesini beyan edeceğiz. Şöyle ki: Nasıl zîhayatlar, vücutlarıyla bir Vâcibü’l-Vücudun vücuduna delâlet ediyorlar. Öyle de, o zîhayatlar, ölümleriyle bir Hayy-ı Bâkînin sermediyetine, vâhidiyetine şehadet ediyorlar. Meselâ, yalnız birtek zîhayat olan zemin yüzü, intizâmâtıyla, ahvâliyle Sânii gösterdiği gibi, öldüğü vakit, yani kış, beyaz kefeniyle, ölmüş o zemin yüzünü kapamasıyla, nazar-ı beşeri ondan çeviriyor. Veyahut, nazar, o giden bahar cenazesinin arkasından maziye gider, daha geniş bir manzarayı gösterir. Yani, herbiri birer mu’cize-i kudret olan, zemin dolusu bütün geçen baharlar misillü, yeni gelecek birer harika-i kudret ve birer hayattar zemin olan, bahar dolusu hayattar mevcudat-ı arziyenin gelmelerini ihsas ve vücutlarına şehadet ettiklerinden, öyle geniş bir mikyasta, öyle parlak bir surette, öyle kuvvetli bir derecede bir Sâni-i Zülcelâlin, bir Kadîr-i Zülkemâlin, bir Kayyûm-u Bâkînin, bir Şems-i Sermedînin vücub-u vücuduna ve vahdetine ve bekâ ve sermediyetine şehadet ederler ve öyle parlak delâili gösterirler ki, ister istemez, bedâhet derecesinde, “Âmentü billâhi’l-Vâhidi’l-Ehad” dedirtir.

Elhasıl:
blank.gif
1
وَيُحْيِى اْلاَرْضَ بَعْدَ مَوْتِهَا sırrınca, hayattar bu zemin, bir baharda Sânie şehadet ettiği gibi, onun ölmesiyle, zamanın geçmiş ve gelecek iki kanadına dizilmiş mu’cizât-ı kudretine nazarı çeviriyor. Bir bahar yerine binler baharı gösteriyor. Bir mu’cize yerine binler mu’cizât-ı kudretine işaret eder. Ve onlardan her bahar, şu hazır bahardan daha kat’î şehadet eder. Çünkü, mazi tarafına geçenler, zâhirî esbablarıyla beraber gitmişler; arkalarında, yine kendileri gibi başkalar, yerlerine gelmişler. Demek, esbab-ı zâhiriye hiçtir. Yalnız bir Kadîr-i Zülcelâl onları halk edip hikmetiyle esbaba bağlayarak gönderdiğini gösteriyor.


[NOT]Dipnot-1
“Yeryüzünü de ölümünün ardından O diriltir.” Rum Sûresi, 30:19.[/NOT]



Hayy-ı Bâkî: sürekli var olan ve sonsuz hayat sahibi olan Allah (bk. ḥ-y-y; b-ḳ-y)Kadîr-i Zülcelâl: kudreti herşeyi kuşatan, sonsuz haşmet ve yücelik sahibi olan Allah (bk. ḳ-d-r; ẕü; c-l-l)
Kadîr-i Zülkemâl: kudreti herşeyi kuşatan, mükemmellik ve kusursuzluk sahibi Allah (bk. ḳ-d-r; ẕü; k-m-l)Kayyûm-u Bâki: sonsuz hayat sahibi olan ve herşeyi her an ayakta tutan Allah (bk. ḳ-v-m, b-ḳ-y)
Sâni: herşeyi san’atla yapan Allah (bk. ṣ-n-a)Sâni-i Zülcelâl: herşeyi san’atla yapan, sonsuz haşmet ve yücelik sahibi Allah (bk. ṣ-n-a; ẕü; c-l-l)
Vâcibü’l-Vücud: varlığı zorunlu olan, var olmak için hiçbir sebebe ihtiyacı olmayan Allah (bk. v-c-b; v-c-d)ahvâl: haller, durumlar
bedâhet: ap açıklıkbekà: bâki kalma, sürekli şekilde var olma (bk. b-ḳ-y)
beyan: açıklama (bk. b-y-n)delâil: deliller
delâlet: delil olma, işaret etmeelhasıl: kısaca, özetle
esbab: sebepler (bk. s-b-b)esbab-ı zâhiriye: görünürdeki sebepler (bk. s-b-b; ẓ-h-r)
halk etme: yaratma (bk. ḫ-l-ḳ)harika-i kudret: Allah’ın kudret harikası (bk. ḳ-d-r)
hayattar: canlı (bk. ḥ-y-y)hikmet: herşeyin belirli gayelere yönelik olarak, mânâlı, faydalı ve tam yerli yerinde olması (bk. ḥ-k-m)
hüccet-i sermediyet: devamlı var olma deliliihsas: hissettirme
intizâmât: düzenlilikler (bk. n-ẓ-m)izah: açıklama
kat’î: kesinmazi: geçmiş
mevcudat-ı arziye: yeryüzündeki varlıklar (bk. v-c-d)mikyas: ölçek
misillü: gibi (bk. m-s̱-l)mu’cize: bir benzerini yapma konusunda başkalarını âciz bırakan olağanüstü şey (bk. a-c-z)
mu’cize-i kudret: Allah’ın kudret mu’cizesi (bk. a-c-z; ḳ-d-r)mu’cizât-ı kudret: Allah’ın kudret mu’cizeleri (bk. a-c-z; ḳ-d-r)
nazar: dikkat, bakış (bk. n-ẓ-r)nazar-ı beşer: insanın dikkati, bakışı (bk. n-ẓ-r)
nükte: ince ve derin mânâsermediyet: süreklilik, devamlılık
suret: şekil, biçim (bk. ṣ-v-r)vahdet: birlik (bk. v-ḥ-d)
vâhidiyet: Allah’ın birliği (bk. v-ḥ-d)vücub-u vücud: varlığının zorunlu oluşu (bk. v-c-b; v-c-d)
vücut: varlık (bk. v-c-d)zemin: yeryüzü
zâhirî: görünen (bk. ẓ-h-r)zîhayat: canlı (bk. ẕî; ḥ-y-y)
Âmentü billâhi’l-Vâhidi’l-Ehad: bir olan ve birliği her bir varlıkta görülen Allah’a iman ettim (bk. e-m-n; v-ḥ-d)Şems-i Sermed: ebedî güneş; herşeyi nurlandıran Allah için benzetme olarak kullanılır
şehadet: şahitlik, tanıklık (bk. ş-h-d)

<tbody>
</tbody>


 

TaLHa

Nur-u Aynım
Yönetici
Otuz Üçüncü Söz - Sayfa 924

Ve gelecek zamanda dizilmiş hayattar olan zemin yüzleri ise daha parlak şehadet eder. Çünkü, yeniden, yoktan, hiçten yapılıp gönderilecek yere konup, vazife gördürüp, sonra gönderilecekler.

İşte, ey tabiata saplanan ve bataklıkta boğulmak derecesine gelen gafil! Bütün mazi ve müstakbele ulaşacak hikmetli ve kudretli mânevî el sahibi olmayan birşey, nasıl bu zeminin hayatına karışabilir? Senin gibi hiç ender hiç olan tesadüf ve tabiat buna karışabilir mi? Kurtulmak istersen, “Tabiat, olsa olsa bir defter-i kudret-i İlâhiyedir. Tesadüf ise, cehlimizi örten gizli bir hikmet-i İlâhiyenin perdesidir” de, hakikate yanaş.

Yirmi Beşinci Pencere
Nasıl ki, madrup, elbette dâribe delâlet eder. San’atlı bir eser, san’atkârı icab eder. Veled, vâlidi iktiza eder. Tahtiyet, fevkiyeti istilzam eder, ve hâkezâ...

Bütün umur-i izafiye tabir ettikleri, birbirisiz olmayan evsâf-ı nisbiye misillü, şu kâinatın cüz’iyatında ve heyet-i umumiyesinde görünen imkân dahi, vücubu gösterir. Ve bütün onlarda görünen infial, bir fiili gösterir. Ve umumunda görünen mahlûkiyet, hâlıkıyeti gösterir. Ve umumunda görünen kesret ve terkip, vahdeti istilzam eder. Ve vücub ve fiil ve hâlıkıyet ve vahdet, bilbedâhe ve bizzarure, mümkün, münfail, kesir, mürekkep, mahlûk olmayan, vâcib ve fâil, vâhid ve hâlık olan mevsuflarını ister. Öyle ise, bilbedâhe, bütün kâinattaki bütün imkânlar, bütün infialler, bütün mahlûkiyetler, bütün kesret ve terkipler, bir Zât‑ı Vâcibü’l-Vücud, Fa’âlün limâ Yürid,
blank.gif
1 Hâlık-ı Külli Şeye,
blank.gif
2 Vâhid-i Ehade
blank.gif
3 şehadet eder.


[NOT]Dipnot-1
bk. Hûd Sûresi, 11:107; Burûc Sûresi, 85:16.
Dipnot-2
bk. En’âm Sûresi, 6:102; Ra’d Sûresi, 13:16.
Dipnot-3
bk. Nisâ Sûresi, 4:171; İhlâs Sûresi, 112:1.[/NOT]


Fa’âlün limâ Yürid: dilediği şeyi dilediği gibi ve mükemmel bir şekilde yapan Allah (bk. f-a-l; r-v-d)Hâlık-ı Külli Şey: herşeyi yoktan yaratan Allah (bk. ḫ-l-ḳ; k-l-l)
Vâhid-i Ehad: bir olan ve birliği her bir şeyde görülen Allah (bk. v-ḥ-d)Zât-ı Vâcibü’l-Vücud: varlığı zorunlu olan, var olmak için hiçbir sebebe ihtiyacı olmayan Zât, Allah (bk. v-c-b; v-c-d)
bilbedâhe: ap açık bir şekildebizzarure: zorunlu olarak
cehl: cahillik, bilgisizlikcüz’iyat: küçük, ferdî şeyler (bk. c-z-e)
defter-i kudret-i İlâhiye: Allah’ın kudret defteri (bk. ḳ-d-r; e-l-h)delâlet: delil olma, işaret etme
dârib: dövenevsâf-ı nisbiye: kıyaslamayla olan vasıflar; diğerlerine göre diye anlatılan vasıflar (bk. v-ṣ-f; n-s-b)
fevkiyet: üstte olmafâil: işi yapan (bk. f-a-l)
gafil: duyarsız, sorumsuz, âhiretten ve Allah’ın emir ve yasaklarından habersiz davranan (bk. ğ-f-l)hakikat: gerçek, doğru (bk. ḥ-ḳ-ḳ)
hayattar: canlı (bk. ḥ-y-y)heyet-i umumiye: genel yapı
hikmet: herşeyin belirli gayelere yönelik olarak, mânâlı, faydalı ve tam yerli yerinde olması (bk. ḥ-k-m)hikmet-i İlâhiye: Allah’ın hikmeti (bk. ḥ-k-m; e-l-h)
hiç ender hiç: hiç içinde hiçhâkezâ: böylece, bunun gibi
hâlık: yaratıcı (bk. ḫ-l-ḳ)hâlıkıyet: yaratma (bk. ḫ-l-ḳ)
icab etme: gerektirme (bk. v-c-b)iktiza etme: gerektirme
imkân: olabilirlik, varlığı ile yokluğu eşit olan ve varlığı Allah’ın var etmesine bağlı olan (bk. m-k-n)infial: fiilden etkilenme (bk. f-a-l)
istilzam: gerektirmekesir: çok (bk. k-s̱-r)
kesret: çokluk (bk. k-s̱-r)kudret: güç, kuvvet (bk. ḳ-d-r)
kâinat: evren, yaratılmış herşey (bk. k-v-n)madrup: dövülmüş
mahlûk: yaratılmış (bk. ḫ-l-ḳ)mahlûkiyet: yaratılma (bk. ḫ-l-ḳ)
mazi: geçmişmevsuf: vasıflandırılan (bk. v-ṣ-f)
misillü: gibi (bk. m-s̱-l)mümkin: varlığı ile yokluğu imkân dahilinde olup Allah’ın var etmesine bağlı olan (bk. m-k-n)
münfail: fiilden etkilenen (bk. f-a-l)mürekkep: birden fazla unsurdan meydana gelmiş, bileşik
müstakbel: gelecektabiat: canlı cansız bütün varlıklar, maddî âlem, doğa (bk. ṭ-b-a)
tabir etme: adlandırma (bk. a-b-r)tahtiyet: altta olma
terkip: birleştirme, sentezumum: bütün
umur-i izafiye: biri birisiz olmayan ve birbirine nisbet ve kıyaslamayla anlaşılan nitelikler; karanlık-aydınlık, acı-tatlı gibi (bk. ḍ-y-f)vahdet: birlik (bk. v-ḥ-d)
veled: çocukvâcib: varlığı zorunlu olan (bk. v-c-b)
vâhid: bir (bk. v-ḥ-d)vâlid: baba
vücub: kesinlik, zorunlu olma (bk. v-c-b)zemin: yer
şehadet: şahitlik, tanıklık (bk. ş-h-d)

<tbody>
</tbody>


 

TaLHa

Nur-u Aynım
Yönetici
Otuz Üçüncü Söz - Sayfa 925

Elhasıl: Nasıl imkândan vücub görünüyor; infialden fiil ve kesretten vahdet-bunların vücudu, onların vücuduna kat’iyen delâlet eder. Öyle de, mevcudat üstünde görünen masnûiyet ve merzukiyet gibi sıfatlar dahi, sâniiyet, rezzâkiyet gibi şe’nlerin vücutlarına kat’î delâlet ediyor. Şu sıfâtın vücudu dahi, bizzarure ve bilbedâhe, bir Hallâk ve Rezzak Sâni-i Rahîmin vücuduna delâlet eder.


Demek, herbir mevcut taşıdığı yüzler, bu çeşit sıfatlar lisanıyla, Zât-ı Vâcibü’l-Vücudun yüzler Esmâ-i Hüsnâsına şehadet ederler. Bu şehadetler kabul edilmezse, mevcudatın bütün bu çeşit sıfatlarını inkâr etmek lâzım gelir.

Yirmi Altıncı Pencere HAŞİYE-1AŞİYE

Şu kâinatın mevcudatı yüzünde tazelenen ve gelip geçen cemâller ve hüsünler, bir cemâl-i sermedî cilvelerinin bir nevi gölgeleri olduğunu gösterir. Evet, ırmağın yüzündeki kabarcıkların parlayıp gitmesinden sonra arkadan gelenlerin gidenler gibi parlamaları, daimî bir şemsin şualarının âyineleri olduklarını gösterdikleri gibi, seyyal zaman ırmağında, seyyar mevcudatın üstünde parlayan lemeât-ı cemâliye dahi, bir cemâl-i sermedîye işaret ederler ve onun bir nevi emareleridirler.

Hem kâinat kalbindeki ciddî aşk, bir Mâşuk-u Lâyezâlîyi gösterir. Evet, ağacın mahiyetinde olmayan birşey, esaslı bir surette meyvesinde bulunmadığı delâletiyle, şecere-i kâinatın hassas meyvesi olan nev-i insandaki ciddî aşk-ı lâhutî gösterir ki, bütün kâinatta—fakat başka şekillerde—hakikî aşk ve muhabbet bulunuyor. Öyle ise, kalb-i kâinattaki şu hakikî muhabbet ve aşk, bir Mahbûb-u Ezelîyi gösterir.


[NOT]Haşiye-1
AŞİYE Şu Pencere umumî değil, ehl-i kalbe ve ehl-i muhabbete hususiyeti var.[/NOT]



Esmâ-i Hüsnâ: Allah’ın güzel isimleri (bk. s-m-v; ḥ-s-n)Hallâk: çokça ve sürekli olarak yaratan Allah (bk. ḫ-l-ḳ)
Mahbûb-u Ezelî: Ezelî Sevgili, varlığının başlangıcı olmayan ve bütün yaratılmışlar tarafından çok sevilen Allah (bk. ḥ-b-b; e-z-l)Mâşuk-u Lâyezâlî: varlıklar tarafından çokça sevilen ve sürekli var olan Allah (bk. z-v-l)
Rezzak: bütün canlıların rızıklarını veren Allah (bk. r-z-ḳ)Sâni-i Rahîm: sonsuz şefkat ve merhamet sahibi, herşeyi san’atla yaratan Allah (bk. ṣ-n-a; r-ḥ-m)
Zât-ı Vâcibü’l-Vücud: varlığı mutlaka gerekli olan, var olmak için hiçbir sebebe ihtiyacı olmayan Zât, Allah (bk. v-c-b; v-c-d)aşk-ı lâhutî: Cenâb-ı Hakka olan sevgi ve aşk
bilbedâhe: ap açık bir şekildebizzarure: zorunlu olarak
cemâl: güzellik (bk. c-m-l)cemâl-i sermedî: sürekli, kesintisiz güzellik (bk. c-m-l)
cilve: görüntü, akis (bk. c-l-y)delâlet: delil olma, işaret etme
ehl-i kalb: kalb ehliehl-i muhabbet: muhabbet ehli (bk. ḥ-b-b)
elhasıl: özetle, kısacaemâre: belirti, işaret
hakikî: gerçek, doğru (bk. ḥ-ḳ-ḳ)haşiye: dipnot
hususiyet: özellik, özel oluşhüsün: güzellik (bk. ḥ-s-n)
imkân: olabilirlik, varlığı ile yokluğu ihtimal dahilinde olan (bk. m-k-n)infial: fiilden etkilenme (bk. f-a-l)
inkâr: kabul etmeme (bk. n-k-r)kalb-i kâinat: kâinatın kalbi (bk. k-v-n)
kat’iyen: kesinliklekat’î: kesin
kesret: çokluk (bk. k-s̱-r)kâinat: evren, yaratılmış herşey (bk. k-v-n)
lemeât-ı cemâliye: güzellik parıltıları (bk. c-m-l)lisan: dil
mahiyet: asıl, esas nitelikmasnûiyet: san’atlı olma (bk. ṣ-n-a)
merzukiyet: rızıklanma (bk. r-z-ḳ)mevcudat: varlıklar (bk. v-c-d)
mevcut: varlık (bk. v-c-d)muhabbet: sevgi (bk. ḥ-b-b)
nev-i insan: insanlık türü, insanlarnevi: tür, çeşit
rezzâkiyet: rızık vericilik (bk. r-z-ḳ)seyyal: akıcı
seyyar: gezen, dolaşansuret: şekil, biçim (bk. ṣ-v-r)
sâniiyet: san’atla yaratma (bk. ṣ-n-a)sıfât: vasıflar, özellikler (bk. v-ṣ-f)
umumî: genel, herkese aitvahdet: birlik (bk. v-ḥ-d)
vücub: varlığı zorunlu olma (bk. v-c-b)vücud: varlık (bk. v-c-d)
şecere-i kâinat: kâinat ağacı (bk. k-v-n)şehadet: şahitlik, tanıklık (bk. ş-h-d)
şems: güneşşe’n: Cenâb-ı Hakkın yüce sıfatlarının mahiyetinde bulunan ve onları tecellîye sevk eden Zâtına ait mukaddes özellik (bk. ş-e-n)
şua: ışık, parıltı

<tbody>
</tbody>


 

TaLHa

Nur-u Aynım
Yönetici
Otuz Üçüncü Söz - Sayfa 926

Hem kâinatın sinesinde çok suretlerde tezahür eden incizaplar, cezbeler, cazibeler, ezelî bir hakikat-i cazibedarın cezbiyle olduğunu hüşyar kalblere gösterir.

Hem mahlûkatın en hassas ve nuranî taifesi olan ehl-i keşif ve velâyetin ittifakıyla, zevk ve şuhuda istinad ederek, bir Cemîl-i Zülcelâlin cilvesine, tecellîsine mazhar olduklarını ve o Celîl-i Zülcemâlin kendini tanıttırılmasına ve sevdirilmesine zevk ile muttali olduklarını müttefikan haber vermeleri, yine bir Zât-ı Vâcibü’l-Vücudun, bir Cemîl-i Zülcelâlin vücuduna ve insanlara kendini tanıttırmasına kat’iyen şehadet eder.

Hem kâinat yüzünde ve mevcudat üstünde işleyen kalem-i tahsin ve tezyin, o kalem sahibi Zâtın esmâsının güzelliğini vazıhan gösteriyor.

İşte, kâinat yüzündeki cemâl ve kalbindeki aşk ve sinesindeki incizap ve gözlerindeki keşif ve şuhud ve hey’âtındaki hüsün ve tezyinat, pek lâtif, nuranî bir pencere açar. Onunla, bütün esmâsı cemîle bir Cemîl-i Zülcelâli ve bir Mahbub‑u Lâyezâlîyi ve bir Mâbud-u Lemyezeli, hüşyar olan akıl ve kalblere gösterir.

İşte, ey maddiyat karanlığında, evham zulümatında, boğucu şübehat içinde çırpınan gafil! Kendine gel, insaniyete lâyık bir surette yüksel, şu dört delikle bak, cemâl-i vahdeti gör, kemâl-i imanı kazan, hakikî insan ol!

Yirmi Yedinci Pencere
اَللهُ خَالِقُ كُلِّ شَىْءٍ وَهُوَ عَلٰى كُلِّ شَىْءٍ وَكِيلٌ
blank.gif
1


Kâinatta, esbab ve müsebbebat görünen eşyaya bakıyoruz ve görüyoruz ki, en



[NOT]Dipnot-1
“Allah herşeyin yaratıcısıdır. O herşey üzerinde hakkıyla görüp gözeticidir.” Zümer Sûresi, 39:62.[/NOT]



Celîl-i Zülcemâl: sınırsız güzelliğiyle beraber, sonsuz yücelik ve heybet sahibi olan Allah (bk. c-l-l; ẕü; c-m-l)Cemîl-i Zülcelâl: heybeti ve yüceliği sınırsız, güzelliği sonsuz olan Allah (bk. c-m-l; ẕü; c-l-l)
Mahbub-u Lâyezâlî: bütün yaratılmışlar tarafından çok sevilen ve varlığının sonu olmayıp sürekli var olan Allah (bk. ḥ-b-b; lâ; z-v-l)Mâbûd-u Lemyezel: varlığı hiçbir zaman son bulmayan ve ibadete layık tek ilah olan Allah (bk. a-b-d)
Zât-ı Vâcibü’l-Vücud: varlığı zorunlu olan, var olmak için hiçbir sebebe ihtiyacı olmayan Zât, Allah (bk. v-c-b; v-c-d)cazibe: çekim
cemâl: güzellik (bk. c-m-l)cemâl-i vahdet: birliğin güzelliği, Cenâb-ı Allah’ın eşi, benzeri ve ortağı olmamasının güzelliği (bk. c-m-l; v-ḥ-d)
cemîl: güzel (bk. c-m-l)cezbe: kendinden geçme
cilve: görüntü, akis (bk. c-l-y)ehl-i keşif ve velâyet: maneviyat âlemlerinde iman hakikatlerini gözleme yeteneğine sahip insanlar, veliler (bk. k-ş-f; v-l-y)
esbab: sebepler (bk. s-b-b)esmâ: isimler (bk. s-m-v)
evham: vehimler, kuruntularezelî: varlığının başlangıcı olmayan, sonsuz (bk. e-z-l)
eşya: şeyler, varlıklargafil: duyarsız, sorumsuz, âhiretten ve Allah’ın emir ve yasaklarından habersiz davranan (bk. ğ-f-l)
hakikat-ı cazibedar: çekici hakikat, gerçek (bk. ḥ-ḳ-ḳ)hakikî: gerçek, doğru (bk. ḥ-ḳ-ḳ)
hey’ât: kısımlar, parçalarhüsün: güzellik (bk. ḥ-s-n)
hüşyar: uyanıkincizap: cezbedilme, çekilme
istinad: dayanma (bk. s-n-d)ittifak: birleşme, birlik
kat’iyen: kesinliklekemâl-i iman: tam ve mükemmel bir iman (bk. k-m-l; e-m-n)
keşif: gizli bir şeyin ortaya çıkarılması (bk. k-ş-f)kâinat: evren, yaratılmış herşey (bk. k-v-n)
kâlem-i tahsin ve tezyin: güzelleştirme ve süsleme kâlemi (bk. ḥ-s-n; z-y-n)lâtif: güzel, hoş (bk. l-ṭ-f)
maddiyat: maddî şeylermahlûkat: yaratıklar (bk. ḫ-l-ḳ)
mazhar: yansıma ve görünme yeri (bk. ẓ-h-r)mevcudat: varlıklar (bk. v-c-d)
muttali: bilme, farkına varmamüsebbebat: sebeplerle meydana gelenler, sonuçlar (bk. s-b-b)
müttefikan: birleşerek, fikir birliğiylenuranî: nurlu, parlak (bk. n-v-r)
suret: şekil, biçim (bk. ṣ-v-r)taife: grup, topluluk
tecellî: yansıma (bk. c-l-y)tezahür: görünme (bk. ẓ-h-r)
tezyinat: süslemeler (bk. z-y-n)vazıhan: açıkça
vücud: varlık (bk. v-c-d)zulümat: karanlıklar (bk. ẓ-l-m)
şehadet: şahitlik etme (bk. ş-h-d)şuhud: görme, şahit olma (bk. ş-h-d)
şübehat: şüpheler, tereddütler

<tbody>
</tbody>


 

TaLHa

Nur-u Aynım
Yönetici
Otuz Üçüncü Söz - Sayfa 927

âlâ bir sebep, en âdi bir müsebbebe kuvveti yetmiyor. Demek esbab bir perdedir; müsebbepleri yapan başkadır.

Meselâ, hadsiz masnuattan, yalnız cüz’î bir misal olarak, insan başı içinde bir hardal küçüklüğünde bir yerde yerleştirilen kuvve-i hafızaya bakıyoruz. Görüyoruz ki, öyle bir câmi’ kitap, belki kütüphane hükmündedir ki, bütün sergüzeşt‑i hayatı, içinde karıştırılmaksızın yazılıyor. Acaba şu mu’cize-i kudrete hangi sebep gösterilebilir? Telâfif-i dimağiye mi? Basit, şuursuz hüceyrat zerreleri mi? Tesadüf rüzgârları mı? Halbuki, o mu’cize-i san’at, öyle bir Zâtın san’atı olabilir ki, beşerin haşirde neşredilecek büyük defter-i a’mâlinden, muhasebe vaktinde hatıra getirilecek ve işlediği her fiilleri yazıldığını bildirmek için bir küçük senet istinsah edip, yazıp, aklının eline verecek bir Sâni-i Hakîmin san’atı olabilir.

İşte, beşerin kuvve-i hafızasına misal olarak, bütün yumurtaları, çekirdekleri, tohumları kıyas et. Ve bu câmi’, küçücük mu’cizelere, sair müsebbebatı da kıyas et. Çünkü, hangi müsebbebe ve masnua baksan, o derece harika bir san’at var ki, değil onun âdi, basit sebebi, belki bütün esbab toplansa, ona karşı izhar-ı acz edecekler. Meselâ, büyük bir sebep zannedilen güneşi ihtiyarlı, şuurlu farz ederek, ona denilse, “Bir sineğin vücudunu yapabilir misin?” Elbette diyecek ki: “Hâlıkımın ihsanıyla, dükkânımda ziya, renkler, hararet çok. Fakat sineğin vücudunda göz, kulak, hayat gibi öyle şeyler var ki, ne benim dükkânımda bulunur ve ne de benim iktidarım dahilindedir.”

Hem nasıl ki müsebbebdeki harika san’at ve tezyinat, esbabı azledip, Müsebbibü’l-Esbab olan Vâcibü’l-Vücuda işaret ederek,
blank.gif
1 وَاِلَيْهِ يُرْجَعُ اْلاَمْرُ كُلُّهُ sırrınca Ona teslim-i umur eder. Öyle de, müsebbebata takılan neticeler, gayeler, faideler, bilbedâhe, perde-i esbab arkasında bir

[NOT]
Dipnot-1
“Bütün işler Ona döndürülür.” Hûd Sûresi, 11:123.[/NOT]


Hâlık: herşeyi yaratan Allah (bk. ḫ-l-ḳ)Müsebbibü’l-Esbab: bütün sebepleri ve sebeplerin neticesini yaratan Allah (bk. s-b-b)
Sâni-i Hakîm: herşeyi hikmetle ve san’atla yaratan Allah (bk. ṣ-n-a; ḥ-k-m)Vâcibü’l-Vücud: varlığı zorunlu olan, var olmak için hiçbir sebebe ihtiyacı olmayan Allah (bk. v-c-b; v-c-d)
azletmek: ayırmak, uzaklaştırmakbeşer: insan
bilbedâhe: ap açık bir şekildecâmi’: kapsamlı (bk. c-m-a)
cüz’î: küçük, ferdî (bk. c-z-e)defter-i a’mâl: amel defteri
esbab: sebepler (bk. s-b-b)farz etmek: varsaymak
hadsiz: sayısızhararet: ısı, sıcaklık
hardal: çok küçük tohumları olan bir bitkihaşir: öldükten sonra âhirette tekrar diriltilip Allah’ın huzurunda toplanma (bk. ḥ-ş-r)
hüceyrat: hücrelerihsan: yardım, bağış, iyilik (bk. ḥ-s-n)
ihtiyar: irade, tercih, seçme gücü (bk. ḫ-y-r)iktidar: güç, kudret (bk. ḳ-d-r)
istinsah: kopyasını çıkarmaizhar-ı acz: âcizliğini gösterme (bk. ẓ-h-r; a-c-z)
kuvve-i hafıza: hafıza duyusu, bellek (bk. ḥ-f-ẓ)masnu: san’at eseri (bk. ṣ-n-a)
masnuat: san’at eseri varlıklar (bk. ṣ-n-a)misal: örnek (bk. m-s̱-l)
muhasebe: hesaba çekilme, sorgumu’cize: bir benzerini yapma konusunda başkalarını âciz bırakan olağanüstü şey (bk. a-c-z)
mu’cize-i kudret: Allah’ın kudret mu’cizesi (bk. a-c-z; ḳ-d-r)mu’cize-i san’at: san’at mu’cizesi (bk. a-c-z; ṣ-n-a)
müsebbebat: sebeplerle meydana gelenler, sebeplerin sonuçları (bk. s-b-b)müsebbep: sebeple meydana gelen, sebebin sonucu (bk. s-b-b)
neşretmek: yaymakperde-i esbab: sebepler perdesi (bk. s-b-b)
sair: diğer, başkasenet: belge
sergüzeşt-i hayat: hayat sürüveni (bk. ḥ-y-y)telâfif-i dimağiye: beyinde bulunan kıvrımlar
tesadüf: rastlantıteslim-i umur: işlerin teslimi
tezyinat: süslemeler (bk. z-y-n)ziya: ışık
âdi: sıradan, basitâlâ: yüce
şuur: bilinç, idrak (bk. ş-a-r)şuursuz: bilinçsiz, idraksiz (bk. ş-a-r)

<tbody>
</tbody>


 

TaLHa

Nur-u Aynım
Yönetici
Otuz Üçüncü Söz - Sayfa 928

Rabb-i Kerîmin, bir Hakîm-i Rahîmin işleri olduğunu gösterir. Çünkü, şuursuz esbab, elbette bir gayeyi düşünüp çalışmaz. Halbuki, görüyoruz, vücuda gelen her mahlûk, bir gaye değil, belki çok gayeleri, çok faideleri, çok hikmetleri takip ederek vücuda geliyor. Demek, bir Rabb-i Hakîm ve Kerîm, o şeyleri yapıp gönderiyor, o faideleri onlara gaye-i vücut yapıyor.

Meselâ yağmur geliyor. Yağmuru zâhiren intaç eden esbab, hayvânâtı düşünüp, onlara acıyıp merhamet etmekten ne kadar uzak olduğu malûmdur. Demek, hayvânâtı halk eden ve rızıklarını taahhüt eden bir Hâlık-ı Rahîmin hikmetiyle imdada gönderiliyor. Hattâ yağmura “rahmet“ deniliyor. Çünkü çok âsâr-ı rahmet ve faideleri tazammun ettiğinden, güya yağmur şeklinde rahmet tecessüm etmiş, takattur etmiş, katre katre geliyor.

Hem bütün mahlûkatın yüzüne tebessüm eden bütün ziynetli nebâtat ve hayvânattaki tezyinat ve gösterişler, bilbedâhe, perde-i gayb arkasında bu süslü ve güzel san’atlarla kendini tanıttırmak ve sevdirmek ve bildirmek isteyen bir Zât-ı Zülcelâlin vücub-u vücuduna ve vahdetine delâlet ederler. Demek, eşyadaki süslü vaziyetler, gösterişli keyfiyetler, tanıttırmak ve sevdirmek sıfatlarına kat’iyen delâlet eder. Sevdirmek ve tanıttırmak sıfatları ise, bilbedâhe, Vedûd, Mâruf bir Sâni-i Kadîrin vücub-u vücuduna ve vahdetine şehadet eder.

Elhasıl: Sebep gayet âdi, âciz ve ona isnad edilen müsebbep ise gayet san’atlı ve kıymetli olduğundan, sebebi azleder. Hem müsebbebin gayesi, faidesi dahi, câhil ve câmid olan esbabı ortadan atar, bir Sâni-i Hakîmin eline teslim eder. Hem müsebbebin yüzündeki tezyinat ve maharetler, kendi kudretini zîşuurlara bildirmek isteyen ve kendini sevdirmek arzu eden bir Sâni-i Hakîme işaret eder.

Ey esbabperest biçare! Bu üç mühim hakikati neyle izah edebilirsin? Sen nasıl


Hakîm-i Rahîm: herşeyi hikmetle yaratan ve çok şefkatli ve merhametli Allah (bk. ḥ-k-m; r-ḥ-m)Hâlık-ı Rahîm: sonsuz merhamet ve şefkat sahibi olan ve herşeyi yoktan yaratan Allah (bk. ḫ-l-ḳ; r-ḥ-m)
Mâruf: herşeyi hakkıyla bilen ve yarattıkları tarafından bilinen Allah (bk. a-r-f)Rabb-i Hakîm: her işi hikmetle yapıp herşeyi idare ve terbiye eden Allah (bk. r-b-b; ḥ-k-m; k-r-m)
Rabb-i Kerim: sonsuz ikram, cömertlik ve iyilik sahibi, herşeyi idare ve terbiye eden Allah (bk. r-b-b; k-r-m)Sâni-i Hakîm: herşeyi hikmetle ve san’atla yaratan Allah (bk. ṣ-n-a; ḥ-k-m)
Sâni-i Kadîr: herşeye gücü yeten, sonsuz güç ve kudret sahibi ve herşeyi san’atla yaratan Allah (bk. ṣ-n-a; ḳ-d-r)Vedûd: kullarını çok seven ve şefkat eden, Kendisine çok sevgi beslenen Allah (bk. v-d-d)
Zât-ı Zülcelâl: sonsuz haşmet ve yücelik sahibi olan Zât, Allah (bk. ẕü; c-l-l)azletme: yetkiden düşürme, uzaklaştırma
bilbedâhe: ap açık bir şekildebiçare: çaresiz
câmid: cansızdelâlet: delil olma, işaret etme
elhasıl: özetle, kısacaesbab: sebepler (bk. s-b-b)
esbabperest: Allah’ı unutup sebeplere haddinden fazla değer veren (bk. s-b-b)gaye-i vücut: varlık gayesi (bk. v-c-d)
güya: sankihakikat: gerçek, doğru (bk. ḥ-ḳ-ḳ)
halk etmek: yaratmak (bk. ḫ-l-ḳ)hayvânât: hayvanlar (bk. ḥ-y-y)
hikmet: herşeyin belirli gayelere yönelik olarak, mânâlı, faydalı ve tam yerli yerinde olması (bk. ḥ-k-m)imdad: yardım
intaç eden: sonuç verenisnad edilen: dayandırılan (bk. s-n-d)
izah: açıklamakatre: damla
kat’iyen: kesinliklekeyfiyet: özellik, durum, nitelik
kudret: güç, iktidar (bk. ḳ-d-r)maharet: beceri, ustalık
mahlûk: yaratık (bk. ḫ-l-ḳ)mahlûkat: yaratıklar (bk. ḫ-l-ḳ)
malûm: bilinen (bk. a-l-m)müsebbep: sebeple meydana gelen, sebebin sonucu (bk. s-b-b)
nebâtat: bitkilerperde-i gayb: mânevî âlemleri gözümüzden saklayan perde (bk. ğ-y-b)
rahmet: şefkat, merhamet (bk. r-ḥ-m)taahhüt: garanti
takattur: damlalaşmatazammun: içine alma
tecessüm: cisimleşme, maddi yapıya bürünmetezyinat: süslemeler (bk. z-y-n)
vahdet: birlik (bk. v-ḥ-d)vücub-u vücud: varlığının zorunlu oluşu (bk. v-c-b; v-c-d)
vücud: varlık (bk. v-c-d)ziynetli: süslü (bk. z-y-n)
zâhiren: görünüşte (bk. ẓ-h-r)zîşuur: şuur sahibi, bilinçli (bk. ẕî; ş-a-r)
âciz: güçsüz, zayıf (bk. a-c-z)âdi: basit, sıradan
âsâr-ı rahmet: rahmet eserleri (bk. r-ḥ-m)şehadet: şahitlik, tanıklık (bk. ş-h-d)
şuursuz: bilinçsiz, idraksiz (bk. ş-a-r)

<tbody>
</tbody>


 

TaLHa

Nur-u Aynım
Yönetici
Otuz Üçüncü Söz - Sayfa 929

kendini kandırabilirsin? Aklın varsa, esbab perdesini yırt, “Vahdehû lâ şerîke lehu”
blank.gif
1
de, hadsiz evhamdan kurtul.

Yirmi Sekizinci Pencereوَمِنْ اٰيَاتِهِ خَلْقُ السَّمٰوَاتِ وَاْلاَرْضِ وَاخْتِلاَفُ اَلْسِنَتِكُمْ وَاَلْوَانِكُمْ اِنَّ فِى ذٰلِكَ َلاٰيَاتٍ لِلْعَالِمِينَ
blank.gif
2


Şu kâinata bakıyoruz: Görüyoruz ki, hüceyrât-ı bedenden tut, tâ mecmu-u âleme şamil bir hikmet ve tanzim var.

Hüceyrât-ı bedene bakıyoruz: Görüyoruz ki, mesâlih-i bedeni gören ve idare eden birisinin emriyle, kanunuyla, o küçücük hüceyrelerde ehemmiyetli bir tedbir var. Mideye nasıl bir kısım rızık içyağı suretinde iddihar olunup vakt-i hâcette sarf edilir. Aynen, o küçücük hüceyrelerde de o tasarruf ve iddihar var.

Nebâtâta bakıyoruz: Gayet hakîmâne bir terbiye, bir tedbir görünüyor.

Hayvânâta bakıyoruz: nihayet derecede kerîmâne bir terbiye ve iâşe görüyoruz.

Kâinatın erkân-ı azîmesine bakıyoruz: Mühim gayeler için haşmetkârâne bir tedvir ve tenvir görüyoruz.

Âlemin mecmuuna bakıyoruz: Muntazam bir memleket, bir şehir, bir saray hükmünde, âli hikmetler, gali gayeler için mükemmel bir tanzimat görüyoruz. Otuz İkinci Sözün Birinci Mevkıfında izah ve ispat edildiği üzere, bir zerreden tut, tâ yıldızlara kadar, zerre miktar şirke yer bırakmıyor. Öyle birbirlerine mânen münasebettardırlar ki, bütün yıldızları musahhar etmeyen ve elinde tutmayan, bir zerreye rububiyetini dinlettiremez. Bir zerreye hakikî rab olmak için,



[NOT]Dipnot-1
bk. Buhârî, Îman 42, Megazi 29; Müslim, Îman 46; Ebû Dâvûd, Salat 36; Tirmizî, Taharet 41.
Dipnot-2
“Göklerin ve yerin yaratılışı ile dillerinizin ve renklerinizin farklılığı da Onun âyetlerindendir. İlim sahipleri için elbette bunda deliller vardır.” Rum Sûresi, 30:22.[/NOT]



erkân-ı azîme: büyük ve önemli esaslar (bk. r-k-n; a-ẓ-m)esbab: sebepler (bk. s-b-b)
evham: vehimler, kuruntulargali: kıymetli
hadsiz: sayısız, sınırsızhakikî: gerçek, doğru (bk. ḥ-ḳ-ḳ)
hakîmâne: hikmetli bir şekilde (bk. ḥ-k-m)hayvânât: hayvanlar (bk. ḥ-y-y)
haşmetkârâne: haşmetli ve görkemli bir şekildehikmet: herşeyin belirli gayelere yönelik olarak, mânâlı, faydalı ve tam yerli yerinde olması (bk. ḥ-k-m)
hüceyrât-ı beden: beden hücreleriiaşe: besleme, yedirip içirme (bk. a-y-ş)
iddihar: biriktirme, depolamakerîmâne: lütufkâr ve cömert bir şekilde (bk. k-r-m)
kâinat: evren, yaratılmış herşey (bk. k-v-n)mecmu: bütün (bk. c-m-a)
mecmu-u âlem: âlemin bütünü (bk. c-m-a; a-l-m)mesâlih-i beden: bedene gerekli ve faydalı işler (bk. ṣ-l-ḥ)
mevkıf: kısım, bölümmuntazam: düzenli (bk. n-ẓ-m)
musahhar: boyun eğenmânen: mânevî olarak (bk. a-n-y)
münasebettar: ilgili (bk. n-s-b)nebâtât: bitkiler
nihayet: sonrab: herbir varlığa yaratılış gayelerine ulaşmaları için muhtaç olduğu şeyleri veren, onları terbiye edip idaresi ve egemenliği altında bulunduran Allah (bk. r-b-b)
rububiyet: Rablık; Allah’ın herbir varlığa yaratılış gayelerine ulaşmaları için muhtaç olduğu şeyleri vermesi, onları terbiye edip idaresi ve egemenliği altında bulundurması (bk. r-b-b)sarf etme: kullanma, harcama
suret: şekil, biçim (bk. ṣ-v-r)tanzim: düzenleme (bk. n-ẓ-m)
tanzimat: düzenlemeler (bk. n-ẓ-m)tasarruf: kullanma ve faaliyet (bk. ṣ-r-f)
tedbir: idare etme, önlem alma (bk. d-b-r)tedvir: çekip çevirme, idare etme
tenvir: aydınlatma, nurlandırma (bk. n-v-r)vahdehû lâ şerîke lehu: “O birdir ve ortağı asla yoktur” (bk. v-ḥ-d)
vakt-i hâcet: ihtiyaç zamanı (bk. ḥ-v-c)zerre: atom
âlem: dünya (bk. a-l-m)âli: yüksek
şamil: içine alan, kapsayıcışirk: Allah’a ortak koşma

<tbody>
</tbody>


 
Üst