Ana sayfa
Forumlar
Yeni mesajlar
Forumlarda ara
Blog
Neler yeni
Yeni mesajlar
Son aktiviteler
Giriş yap
Kayıt ol
Neler yeni
Ara
Ara
Sadece başlıkları ara
Kullanıcı:
Yeni mesajlar
Forumlarda ara
Menü
Giriş yap
Kayıt ol
Install the app
Yükle
Forumlar
Risale-i Nur Okuma ve Anlama
Risale-i Nur Külliyatı
Sözler
Otuz İkinci Söz
JavaScript devre dışı. Daha iyi bir deneyim için, önce lütfen tarayıcınızda JavaScript'i etkinleştirin.
Çok eski bir web tarayıcısı kullanıyorsunuz. Bu veya diğer siteleri görüntülemekte sorunlar yaşayabilirsiniz..
Tarayıcınızı güncellemeli veya
alternatif bir tarayıcı
kullanmalısınız.
Konuya cevap cer
Mesaj
<blockquote data-quote="TaLHa" data-source="post: 271604" data-attributes="member: 1"><p><strong>Otuz İkinci Söz - Sayfa 862</strong></p><p></p><p>Zâtın tasarrufunda tasavvur etmediği ve onları tesadüf ve tabiata havale ettiği için, dünyanın ehvâli ve insanın ahvâli, onu daima iz’âç eder. Kendi elemiyle beraber, insanların elemini de çeker. Dünyanın zelzelesi, tâunu, tufanı, kaht u galâsı, fenâ ve zevâli, ona gayet müz’iç ve karanlıklı birer musibet suretinde onu tâzip eder.</p><p></p><p>Hem şu haldeki insan, merhamet ve şefkate lâyık değildir. Çünkü kendi kendine bu dehşetli vaziyeti veriyor. Sekizinci Sözde, kuyuya girmiş iki kardeşin muvazene-i halinde denildiği gibi, nasıl bir adam, güzel bir bahçede, güzel bir ziyafette, güzel ahbaplar içinde, nezahetli, tatlı, namuslu, hoş, meşru bir lezzet ve eğlenceye kanaat etmeyip gayr-ı meşru ve mülevves bir lezzet için çirkin ve necis bir şarabı içse, sarhoş olup kendini kış ortasında, pis bir yerde vahşi canavarlar içinde tahayyül etse, titreyip, bağırıp çağırsa, nasıl merhamete lâyık değil. Çünkü ehl-i namus ve mübarek arkadaşlarını canavar tasavvur eder, onlara karşı hakaret eder. Hem ziyafetteki leziz taamları ve temiz kapları mülevves, pis taşlar tasavvur eder, kırmaya başlar. Hem mecliste muhterem kitapları ve mânidar mektupları mânâsız ve âdi nakışlar tasavvur eder, yırtarak ayak altına atar, ve hâkezâ... Böyle bir şahıs nasıl merhamete müstehak değildir, belki tokata müstehaktır.</p><p></p><p>Öyle de, sû-i ihtiyarından neş’et eden küfür sarhoşluğuyla ve dalâlet divaneliğiyle, Sâni-i Hakîmin şu misafirhane-i dünyasını tesadüf ve tabiat oyuncağı olduğunu tevehhüm edip; ve cilve-i esmâ-i İlâhiyeyi tazelendiren masnuatın, zamanın geçmesiyle vazifelerinin bittiğinden âlem-i gayba geçmelerini, adem ile idam tasavvur ederek; ve tesbihat sadâlarını zevâl ve firak-ı ebedî vâveylâsı olduklarını tahayyül ettiğinden; ve mektubât-ı Samedâniye olan şu mevcudat sahifelerini</p><p></p><p></p><p></p><table style='width: 100%'><tr><td><strong>Sâni-i Hakîm</strong>: herşeyi hikmetle ve san’atlı bir şekilde yaratan Allah (bk. ṣ-n-a; ḥ-k-m)</td><td><strong>adem</strong>: yokluk, hiçlik</td></tr><tr><td><strong>ahbap</strong>: sevgililer, dostlar (bk. ḥ-b-b)</td><td><strong>ahvâl</strong>: haller, vaziyetler</td></tr><tr><td><strong>cilve-i esmâ-i İlâhiye</strong>: Allah’ın isimlerinin görüntüsü, aksi (bk. c-l-y; s-m-v; e-l-h)</td><td><strong>dalâlet</strong>: hak yoldan sapkınlık, inançsızlık (bk. ḍ-l-l)</td></tr><tr><td><strong>dehşetli</strong>: korkunç</td><td><strong>divanelik</strong>: akılsızlık, delilik</td></tr><tr><td><strong>ehl-i namus</strong>: namus sahibi (bk. n-m-s)</td><td><strong>ehvâl</strong>: korkular</td></tr><tr><td><strong>elem</strong>: acı, üzüntü, sıkıntı</td><td><strong>fenâ</strong>: gelip geçicilik, ölümlülük (bk. f-n-y)</td></tr><tr><td><strong>firak-ı ebedî</strong>: sonsuz ayrılık (bk. f-r-ḳ; e-b-d)</td><td><strong>gayr-ı meşru</strong>: helâl olmayan, dine aykırı (bk. ş-r-a)</td></tr><tr><td><strong>hâkezâ</strong>: böylece, bunun gibi</td><td><strong>iz’âç</strong>: sıkıntı verme, rahatsız etme</td></tr><tr><td><strong>kaht u galâ</strong>: kıtlık, pahalılık</td><td><strong>kanaat</strong>: razı olma, yetinme</td></tr><tr><td><strong>leziz</strong>: lezzetli</td><td><strong>masnuat</strong>: san’at eseri varlıklar (bk. ṣ-n-a)</td></tr><tr><td><strong>meclis</strong>: topluluk</td><td><strong>mektubat-ı Samedâniye</strong>: Allah tarafından gönderilmiş birer mektup gibi, şuur sahiplerine İlâhî san’atı anlatan eserler (bk. k-t-b; ṣ-m-d)</td></tr><tr><td><strong>mevcudat</strong>: varlıklar (bk. v-c-d)</td><td><strong>meşru</strong>: helâl, dine uygun (bk. ş-r-a)</td></tr><tr><td><strong>misafirhane-i dünya</strong>: dünya misafirhanesi</td><td><strong>muhterem</strong>: hürmete layık, saygıdeğer (bk. ḥ-r-m)</td></tr><tr><td><strong>muvazene-i hal</strong>: halin, durumun karşılaştırıması (bk. v-z-n)</td><td><strong>mânidar</strong>: anlamlı (bk. a-n-y)</td></tr><tr><td><strong>mübarek</strong>: hayırlı, uğurlu (bk. b-r-k)</td><td><strong>mülevves</strong>: pis, kirlenmiş</td></tr><tr><td><strong>müstehak</strong>: layık, hak etmiş (bk. ḥ-ḳ-ḳ)</td><td><strong>müz’iç</strong>: rahatsız edici</td></tr><tr><td><strong>nakış</strong>: işleme, süsleme (bk. n-ḳ-ş)</td><td><strong>necis</strong>: pis</td></tr><tr><td><strong>nezahetli</strong>: temiz (bk. n-z-h)</td><td><strong>neş’et eden</strong>: doğan, ortaya çıkan</td></tr><tr><td><strong>sadâ</strong>: ses</td><td><strong>suret</strong>: şekil, görüntü (bk. ṣ-v-r)</td></tr><tr><td><strong>sû-i ihtiyar</strong>: iradeyi kötüye kullanma (bk. ḫ-y-r)</td><td><strong>taam</strong>: yiyecek</td></tr><tr><td><strong>tabiat</strong>: doğa, canlı cansız bütün varlıklar (bk. ṭ-b-a)</td><td><strong>tahayyül</strong>: hayal etme (bk. ḥ-y-l)</td></tr><tr><td><strong>tasarruf</strong>: kullanma ve yönetme (bk. ṣ-r-f)</td><td><strong>tasavvur</strong>: düşünme, hayal etme (bk. ṣ-v-r)</td></tr><tr><td><strong>tesadüf</strong>: rastlantı</td><td><strong>tesbihat</strong>: Allah’ı öven ve kusurdan yüce tutan sözler ve varlıkların hal diliyle bu anlamı ifade etmesi (bk. s-b-ḥ)</td></tr><tr><td><strong>tevehhüm</strong>: zannetme, sanma</td><td><strong>tâun</strong>: salgın ve ölümcül hastalık</td></tr><tr><td><strong>tâzip etmek</strong>: azap etmek</td><td><strong>vâveylâ</strong>: feryad, çığlık</td></tr><tr><td><strong>zelzele</strong>: sarsıntı, deprem</td><td><strong>zevâl</strong>: kayboluş, yokluk (bk. z-v-l)</td></tr><tr><td><strong>âdi</strong>: basit, sıradan</td><td><strong>âlem-i gayb</strong>: görünmeyen, fakat varlığı kesin olan ve mahiyeti Allah tarafından bilinen başka dünyalar (bk. a-l-m; ğ-y-b)</td></tr></table><p><br /> <tbody> <br /> </tbody></p></blockquote><p></p>
[QUOTE="TaLHa, post: 271604, member: 1"] [b]Otuz İkinci Söz - Sayfa 862[/b] Zâtın tasarrufunda tasavvur etmediği ve onları tesadüf ve tabiata havale ettiği için, dünyanın ehvâli ve insanın ahvâli, onu daima iz’âç eder. Kendi elemiyle beraber, insanların elemini de çeker. Dünyanın zelzelesi, tâunu, tufanı, kaht u galâsı, fenâ ve zevâli, ona gayet müz’iç ve karanlıklı birer musibet suretinde onu tâzip eder. Hem şu haldeki insan, merhamet ve şefkate lâyık değildir. Çünkü kendi kendine bu dehşetli vaziyeti veriyor. Sekizinci Sözde, kuyuya girmiş iki kardeşin muvazene-i halinde denildiği gibi, nasıl bir adam, güzel bir bahçede, güzel bir ziyafette, güzel ahbaplar içinde, nezahetli, tatlı, namuslu, hoş, meşru bir lezzet ve eğlenceye kanaat etmeyip gayr-ı meşru ve mülevves bir lezzet için çirkin ve necis bir şarabı içse, sarhoş olup kendini kış ortasında, pis bir yerde vahşi canavarlar içinde tahayyül etse, titreyip, bağırıp çağırsa, nasıl merhamete lâyık değil. Çünkü ehl-i namus ve mübarek arkadaşlarını canavar tasavvur eder, onlara karşı hakaret eder. Hem ziyafetteki leziz taamları ve temiz kapları mülevves, pis taşlar tasavvur eder, kırmaya başlar. Hem mecliste muhterem kitapları ve mânidar mektupları mânâsız ve âdi nakışlar tasavvur eder, yırtarak ayak altına atar, ve hâkezâ... Böyle bir şahıs nasıl merhamete müstehak değildir, belki tokata müstehaktır. Öyle de, sû-i ihtiyarından neş’et eden küfür sarhoşluğuyla ve dalâlet divaneliğiyle, Sâni-i Hakîmin şu misafirhane-i dünyasını tesadüf ve tabiat oyuncağı olduğunu tevehhüm edip; ve cilve-i esmâ-i İlâhiyeyi tazelendiren masnuatın, zamanın geçmesiyle vazifelerinin bittiğinden âlem-i gayba geçmelerini, adem ile idam tasavvur ederek; ve tesbihat sadâlarını zevâl ve firak-ı ebedî vâveylâsı olduklarını tahayyül ettiğinden; ve mektubât-ı Samedâniye olan şu mevcudat sahifelerini [TABLE] <tbody>[TR] [TD][B]Sâni-i Hakîm[/B]: herşeyi hikmetle ve san’atlı bir şekilde yaratan Allah (bk. ṣ-n-a; ḥ-k-m)[/TD] [TD][B]adem[/B]: yokluk, hiçlik[/TD] [/TR] [TR] [TD][B]ahbap[/B]: sevgililer, dostlar (bk. ḥ-b-b)[/TD] [TD][B]ahvâl[/B]: haller, vaziyetler[/TD] [/TR] [TR] [TD][B]cilve-i esmâ-i İlâhiye[/B]: Allah’ın isimlerinin görüntüsü, aksi (bk. c-l-y; s-m-v; e-l-h)[/TD] [TD][B]dalâlet[/B]: hak yoldan sapkınlık, inançsızlık (bk. ḍ-l-l)[/TD] [/TR] [TR] [TD][B]dehşetli[/B]: korkunç[/TD] [TD][B]divanelik[/B]: akılsızlık, delilik[/TD] [/TR] [TR] [TD][B]ehl-i namus[/B]: namus sahibi (bk. n-m-s)[/TD] [TD][B]ehvâl[/B]: korkular[/TD] [/TR] [TR] [TD][B]elem[/B]: acı, üzüntü, sıkıntı[/TD] [TD][B]fenâ[/B]: gelip geçicilik, ölümlülük (bk. f-n-y)[/TD] [/TR] [TR] [TD][B]firak-ı ebedî[/B]: sonsuz ayrılık (bk. f-r-ḳ; e-b-d)[/TD] [TD][B]gayr-ı meşru[/B]: helâl olmayan, dine aykırı (bk. ş-r-a)[/TD] [/TR] [TR] [TD][B]hâkezâ[/B]: böylece, bunun gibi[/TD] [TD][B]iz’âç[/B]: sıkıntı verme, rahatsız etme[/TD] [/TR] [TR] [TD][B]kaht u galâ[/B]: kıtlık, pahalılık[/TD] [TD][B]kanaat[/B]: razı olma, yetinme[/TD] [/TR] [TR] [TD][B]leziz[/B]: lezzetli[/TD] [TD][B]masnuat[/B]: san’at eseri varlıklar (bk. ṣ-n-a)[/TD] [/TR] [TR] [TD][B]meclis[/B]: topluluk[/TD] [TD][B]mektubat-ı Samedâniye[/B]: Allah tarafından gönderilmiş birer mektup gibi, şuur sahiplerine İlâhî san’atı anlatan eserler (bk. k-t-b; ṣ-m-d)[/TD] [/TR] [TR] [TD][B]mevcudat[/B]: varlıklar (bk. v-c-d)[/TD] [TD][B]meşru[/B]: helâl, dine uygun (bk. ş-r-a)[/TD] [/TR] [TR] [TD][B]misafirhane-i dünya[/B]: dünya misafirhanesi[/TD] [TD][B]muhterem[/B]: hürmete layık, saygıdeğer (bk. ḥ-r-m)[/TD] [/TR] [TR] [TD][B]muvazene-i hal[/B]: halin, durumun karşılaştırıması (bk. v-z-n)[/TD] [TD][B]mânidar[/B]: anlamlı (bk. a-n-y)[/TD] [/TR] [TR] [TD][B]mübarek[/B]: hayırlı, uğurlu (bk. b-r-k)[/TD] [TD][B]mülevves[/B]: pis, kirlenmiş[/TD] [/TR] [TR] [TD][B]müstehak[/B]: layık, hak etmiş (bk. ḥ-ḳ-ḳ)[/TD] [TD][B]müz’iç[/B]: rahatsız edici[/TD] [/TR] [TR] [TD][B]nakış[/B]: işleme, süsleme (bk. n-ḳ-ş)[/TD] [TD][B]necis[/B]: pis[/TD] [/TR] [TR] [TD][B]nezahetli[/B]: temiz (bk. n-z-h)[/TD] [TD][B]neş’et eden[/B]: doğan, ortaya çıkan[/TD] [/TR] [TR] [TD][B]sadâ[/B]: ses[/TD] [TD][B]suret[/B]: şekil, görüntü (bk. ṣ-v-r)[/TD] [/TR] [TR] [TD][B]sû-i ihtiyar[/B]: iradeyi kötüye kullanma (bk. ḫ-y-r)[/TD] [TD][B]taam[/B]: yiyecek[/TD] [/TR] [TR] [TD][B]tabiat[/B]: doğa, canlı cansız bütün varlıklar (bk. ṭ-b-a)[/TD] [TD][B]tahayyül[/B]: hayal etme (bk. ḥ-y-l)[/TD] [/TR] [TR] [TD][B]tasarruf[/B]: kullanma ve yönetme (bk. ṣ-r-f)[/TD] [TD][B]tasavvur[/B]: düşünme, hayal etme (bk. ṣ-v-r)[/TD] [/TR] [TR] [TD][B]tesadüf[/B]: rastlantı[/TD] [TD][B]tesbihat[/B]: Allah’ı öven ve kusurdan yüce tutan sözler ve varlıkların hal diliyle bu anlamı ifade etmesi (bk. s-b-ḥ)[/TD] [/TR] [TR] [TD][B]tevehhüm[/B]: zannetme, sanma[/TD] [TD][B]tâun[/B]: salgın ve ölümcül hastalık[/TD] [/TR] [TR] [TD][B]tâzip etmek[/B]: azap etmek[/TD] [TD][B]vâveylâ[/B]: feryad, çığlık[/TD] [/TR] [TR] [TD][B]zelzele[/B]: sarsıntı, deprem[/TD] [TD][B]zevâl[/B]: kayboluş, yokluk (bk. z-v-l)[/TD] [/TR] [TR] [TD][B]âdi[/B]: basit, sıradan[/TD] [TD][B]âlem-i gayb[/B]: görünmeyen, fakat varlığı kesin olan ve mahiyeti Allah tarafından bilinen başka dünyalar (bk. a-l-m; ğ-y-b)[/TD] [/TR] </tbody>[/TABLE] [/QUOTE]
Adı
İnsan doğrulaması
Peygamber Efendimiz a.s.v.'ın kabri nerededir? (Sadece şehir adını küçük harfler ile giriniz)
Cevap yaz
Forumlar
Risale-i Nur Okuma ve Anlama
Risale-i Nur Külliyatı
Sözler
Otuz İkinci Söz
Bu site çerezler kullanır. Bu siteyi kullanmaya devam ederek çerez kullanımımızı kabul etmiş olursunuz.
Accept
Daha fazla bilgi edin.…
Üst