Otuz Birinci Söz

TaLHa

Nur-u Aynım
Yönetici
Otuz Birinci Söz - Sayfa 778

Elbette bu kadar nümuneler gösteriyorlar ki, bütün evliyaların sultanı, umum mü’minlerin imamı, umum ehl-i Cennetin reisi ve umum melâikenin makbulü olan zât-ı Ahmediyenin (a.s.m.) seyr ü sülûküne medar bir Miracı bulunması ve onun makamına münasip bir surette olması, ayn-ı hikmettir ve gayet makuldür ve şüphesiz vakidir.


ÜÇÜNCÜ ESAS


Hikmet-i Mirac nedir?


Elcevap: Miracın hikmeti o kadar yüksektir ki, fikr-i beşer ulaşamıyor. O kadar derindir ki, ona yetişemiyor. O kadar incedir ve lâtiftir ki, akıl kendi başıyla göremiyor. Fakat bazı işaretlerle, hakikatleri bilinmezse de vücutları bildirilebilir. Şöyle ki:


Şu kâinatın Hâlıkı, şu kesret tabakatında nur-u vahdetini ve tecellî-i ehadiyetini göstermek için, kesret tabakatının müntehâsından tâ mebde-i vahdete bir hayt-ı ittisal suretinde bir Miracla, bir ferd-i mümtazı, bütün mahlûkat hesabına kendine muhatap ittihaz ederek, bütün zîşuur namına makàsıd-ı İlâhiyesini ona anlatmak ve onunla bildirmek ve onun nazarıyla âyine-i mahlûkatında cemâl-i san’atını, kemâl-i rububiyetini müşahede etmek ve ettirmektir.


Hem Sâni-i Âlemin, âsârın şehadetiyle, nihayetsiz cemâl ve kemâli vardır. Cemâl, hem kemâl, ikisi de mahbub-u lizâtihîdirler. Yani bizzat sevilirler. Öyle ise, o Cemâl ve Kemâl Sahibinin, cemâl ve kemâline nihayetsiz bir muhabbeti vardır. O nihayetsiz muhabbeti, masnuatında çok tarzlarda tezahür ediyor. Masnuatını


Cemâl ve Kemâl Sahibi: sonsuz güzellik ve kemâl sahibi olan Allah (bk. c-m-l; k-m-l)Hâlık: herşeyin yaratıcısı Allah (bk. ḫ-l-ḳ)
Mirac: Peygamberimizin (a.s.m.) Allah’ın huzuruna yükselişi ve bütün kâinat âlemlerini gezdiği yolculuk (bk. a-r-c)Sâni-i Âlem: bütün varlık âlemini sanatlı bir şekilde yaratan Allah (bk. ṣ-n-a; a-l-m)
ayn-ı hikmet: hikmetin ta kendisi (bk. ḥ-k-m)cemâl: güzellik (bk. c-m-l)
cemâl-i san’at: sanatın güzelliği (bk. c-m-l; ṣ-n-a)ehl-i Cennet: Cennet ehli
evliya: veliler, Allah dostları (bk. v-l-y)ferd-i mümtaz: seçilmiş kişi (bk. f-r-d)
fikr-i beşer: insanın fikri (bk. f-k-r)hakikat: gerçek mahiyet, esas, içyüz (bk. ḥ-ḳ-ḳ)
hayt-ı ittisal: bağlayan, birleştiren bağhikmet-i Mirac: Miracın hikmeti, gayesi ve anlamı (bk. ḥ-k-m; a-r-c)
ittihaz: edinme, kabullenmekemâl: kusursuzluk, mükemmellik (bk. k-m-l)
kemâl-i rububiyet: rububiyetin mükemmelliği; Allah’ın herbir varlığa yaratılış gayelerine ulaşmaları için muhtaç olduğu şeyleri vermesi, onları terbiye edip idaresi ve egemenliği altında bulundurması (bk. k-m-l; r-b-b)kesret tabakatı: sayısız varlıklardan oluşan âlemler (bk. k-s̱-r)
kâinat: evren, yaratılmış herşey (bk. k-v-n)lâtif: ince, cismanî olmayan (bk. l-ṭ-f)
mahbub-u lizâtihî: bizzat sevilen, muhabbete lâyık olan (bk. ḥ-b-b)mahlûkat: yaratıklar (bk. ḫ-l-ḳ)
makam: derece makbul: kabul görmüş; değer ve itibar sahibi
makul: akla uygunmakàsıd-ı İlâhiye: Allah’ın gözettiği yüce maksatlar, gayeler (bk. ḳ-ṣ-d; e-l-h)
masnuat: san’at eseri varlıklar (bk. ṣ-n-a)mebde-i vahdet: başlangıçtaki birlik; Allah’ın birliğini gösteren asıl kaynak (bk. v-ḥ-d)
medar: dayanak, vesilemelâike: melekler (bk. m-l-k)
muhabbet: sevgi (bk. ḥ-b-b)münasip: uygun (bk. n-s-b)
müntehâ: en son nokta, sonuçmüşahede etmek: gözlemlemek (bk. ş-h-d)
nam: adnazar: bakış, göz (bk. n-ẓ-r)
nihayetsiz: sonsuznur-u vahdet: birlik nuru (bk. n-v-r; v-ḥ-d)
nümune: örnek, misalreis: başkan
seyr ü sülûk: mânevî ve ruhî yolculuksuret: şekil, biçim (bk. ṣ-v-r)
tarz: şekil, biçimtecellî-i Ehadiyet: Allah’ın birliğinin her bir yaratıkta görünmesi (bk. c-l-y; v-ḥ-d)
tezahür: görünme, ortaya çıkma (bk. ẓ-h-r)umum: bütün
vaki: olmuş, meydana gelmişvücut: varlık (bk. v-c-d)
zât-ı Ahmediye: yüksek velâyet sahibi olan Hz. Muhammed’in (a.s.m.) zâtı (bk. ḥ-m-d)zîşuur: şuurlu, bilinçli (bk. ẕî; ş-a-r)
âsâr: eserler âyine-i mahlûk: Cenâb-ı Allah’ın isimlerine aynalık yapan yaratıklar (bk. ḫ-l-ḳ)
şehadet: şahitlik, tanıklık (bk. ş-h-d)

<tbody>
</tbody>
 

TaLHa

Nur-u Aynım
Yönetici
Otuz Birinci Söz - Sayfa 779

sever; çünkü masnuatının içinde cemâlini, kemâlini görür. Masnuat içinde en sevimli ve en âli, zîhayattır. Zîhayatlar içinde en sevimli ve âli, zîşuurdur. Ve zîşuurun içinde, câmiiyet itibarıyla en sevimli, insanlar içinde bulunur. İnsanlar içinde, istidadı tamamıyla inkişaf eden, bütün masnuatta münteşir ve mütecellî kemâlâtın nümunelerini gösteren fert, en sevimlidir.


İşte, Sâni-i Mevcudat, bütün mevcudatta intişar eden tecellî-i muhabbetin bütün envâını bir noktada, bir âyinede görmek ve bütün envâ-ı cemâlini, ehadiyet sırrıyla göstermek için, şecere-i hilkatten bir meyve-i münevver derecesinde ve kalbi o şecerenin hakaik-i esasiyesini istiab edecek bir çekirdek hükmünde olan bir zâtı, o mebde-i evvel olan çekirdekten, tâ müntehâ olan meyveye kadar bir hayt-ı ittisal hükmünde olan bir Mirac ile, o ferdin, kâinat namına mahbubiyetini göstermek ve huzuruna celb etmek ve rüyet-i cemâline müşerref etmek ve ondaki hâlet-i kudsiyeyi başkasına sirayet ettirmek için, kelâmıyla taltif edip fermanıyla tavzif etmektir.


Şimdi, şu hikmet-i âliyeye bakmak için, iki temsil dürbünüyle tarassut edeceğiz.

Birinci temsil: On Birinci Sözün hikâye-i temsiliyesinde tafsilen beyan edildiği gibi, nasıl ki bir sultan-ı zîşânın pek çok hazineleri ve o hazinelerde pek çok cevahirlerin envâı bulunsa, hem sanayi-i garibede çok mahareti olsa ve hesapsız fünun-u acibeye marifeti, ihatası bulunsa, nihayetsiz ulûm-u bediaya ilim ve ıttılaı olsa; her cemâl ve kemâl sahibi kendi cemâl ve kemâlini görüp ve göstermek istemesi sırrınca, elbette o sultan-ı zîfünun dahi bir meşher açmak ister ki, içinde


Mirac: Peygamberimizin (a.s.m.) Allah’ın huzuruna yükselişi ve bütün kâinat âlemlerini gezdiği yolculuk (bk. a-r-c)Sâni-i Mevcudat: bütün varlıkları sanatlı bir şekilde yaratan Allah (bk. ṣ-n-a; v-c-d)
beyan: açıklama (bk. b-y-n)celb etmek: çekmek
cemâl: güzellik (bk. c-m-l)cevahir: cevherler, kıymetli taşlar
câmiiyet: genişlik, kapsamlılık (bk. c-m-a)ehadiyet: Allah’ın her bir şeyde kendi varlığına ve sıfatlarına işaret eden birlik tecellisi (bk. v-ḥ-d)
envâ: çeşitler, türlerenvâ-ı cemâl: güzelliğin çeşitleri (bk. c-m-l)
ferd: kişi, şahıs (bk. f-r-d)ferman: emir, buyruk
fert: kişi, şahıs (bk. f-r-d)fünun-u acibe: şaşırtıcı ve hayranlık verici ilimler
hakaik-i esasiye: temel, esas gerçekler (bk. ḥ-ḳ-ḳ)hayt-ı ittisal: bağlayan, birleştiren bağ
hikmet-i âliye: yüce gaye (bk. ḥ-k-m)hikâye-i temsiliye: kıyaslamalı, analojik hikâye (bk. m-s̱-l)
hâlet-i kudsiye: mukaddes hal, durum (bk. ḳ-d-s)ihata: kapsama, kuşatma
inkişaf: açığa çıkma, gelişme (bk. k-ş-f)intişar: yayılma
istiab: içine alma, kaplamaistidad: kabiliyet, yetenek (bk. a-d-d)
itibariyle: özelliğiyle (bk. a-b-r)kelâm: söz, konuşma (bk. k-l-m)
kemâl: kusursuzluk, mükemmellik (bk. k-m-l)kemâlât: mükemmellikler, üstünlükler (bk. k-m-l)
kâinat: evren, yaratılmış herşey (bk. k-v-n)maharet: beceri, ustalık
mahbubiyet: sevgili olma (bk. ḥ-b-b)marifet: geniş bilgi ve beceri (bk. a-r-f)
masnuat: san’at eseri varlıklar (bk. ṣ-n-a)mebde-i evvel: ilk başlangıç
mevcudat: varlıklar (bk. v-c-d)meyve-i münevver: nurlu meyve (bk. n-v-r)
meşher: sergimüntehâ: en son nokta, sonuç
münteşir: yayılmış olanmütecellî: tecellî eden, görünen (bk. c-l-y)
müşerref etmek: şereflendirmeknam: ad
nihayetsiz: sonsuz, sınırsıznümune: örnek, misal
rüyet-i cemâl: Allah’ın güzelliğini seyretme (bk. c-m-l)sanayi-i garibe: benzersiz ve hayranlık verici san’atlar (bk. ṣ-n-a)
sirayet etmek: bulaştırmak, yaymaksultan-ı zîfünun: ilim sahibi sultan (bk. s-l-ṭ; ẕî)
sultan-ı zîşan: şan ve şeref sahibi sultan (bk. s-l-ṭ; ẕî)tafsilen: ayrıntılı olarak
taltif etmek: lütuf ve ikramda bulunmak (bk. l-ṭ-f)tarassut: gözetleme
tavzif etmek: görevlendirmektecellî-i muhabbet: sevgi yansıması, görüntüsü (bk. c-l-y; ḥ-b-b)
temsil: kıyaslama tarzında benzetme, analoji (bk. m-s̱-l)ulûm-u bedia: eşsiz derecede güzel ve benzersiz ilimler (bk. a-l-m; b-d-a)
zîhayat: canlı (bk. ẕî; ḥ-y-y)zîşuur: şuur sahibi, bilinçli (bk. ẕî; ş-a-r)
âli: yüceâyine: ayna
ıttıla: bilgi sahibi olmaşecere: ağaç
şecere-i hilkat: yaratılış ağacı (bk. ḫ-l-ḳ)

<tbody>
</tbody>
 

TaLHa

Nur-u Aynım
Yönetici
Otuz Birinci Söz - Sayfa 780

sergiler dizsin, tâ nâsın enzârına saltanatının haşmetini, hem servetinin şâşaasını, hem kendi san’atının hârikalarını, hem kendi marifetinin garibelerini izhar edip göstersin—tâ, cemâl ve kemâl-i mânevîsini iki vech ile müşahede etsin: Bir vechi, bizzat nazar-ı dekaik-âşinâsıyla görsün. Diğeri, gayrın nazarıyla baksın.

Ve şu hikmete binaen, elbette cesîm, muhteşem, geniş bir saray yapmaya başlar. Şahane bir surette dairelere, menzillere taksim eder. Hazinelerinin türlü türlü murassaâtıyla süslendirip, kendi dest-i san’atının en güzel, en lâtif san’atlarıyla ziynetlendirir. Fünun ve hikmetinin en incelikleriyle tanzim eder. Ve ulûmunun âsâr-ı mu’cizekârâneleriyle donatır, tekmil eder. Sonra nimetlerinin çeşitleriyle, taamlarının lezizleriyle, her taifeye lâyık sofraları serer, bir ziyafet-i âmme ihzar eder. Sonra, raiyetine kendi kemâlâtını göstermek için, onları seyre ve ziyafete davet eder. Sonra birisini yaver-i ekrem yapar, aşağıdaki tabakat ve menzillerden yukarıya davet eder, daireden daireye, üst üstteki tabakalarda gezdirir. O acip san’atının makinelerini ve destgâhlarını ve aşağıdan gelen mahsulâtın mahzenlerini göstere göstere, tâ daire-i hususiyesine kadar getirir. Bütün o kemâlâtının madeni olan mübarek zâtını ona göstermekle ve huzuruyla onu müşerref eder. Kasrın hakaikini ve kendi kemâlâtını ona bildirir, seyircilere rehber tayin eder, gönderir. Tâ o sarayın sâniini, o sarayın müştemilâtıyla, nukuşuyla, acaibiyle, ahaliye tarif etsin. Ve sarayın nakışlarındaki rumuzunu bildirip ve içindeki san’atlarının işaretlerini öğretip, derunundaki manzum murassâlar ve mevzun nukuş nedir ve saray sahibinin kemâlâtını ve hünerlerini nasıl gösterirler, o saraya girenlere tarif etsin ve girmenin âdâbını ve seyrin merasimini bildirip ve görünmeyen sultan-ı zîfünun ve zîşuûna karşı marziyâtı ve arzuları dairesinde teşrifat merasimini tarif etsin.


acaib: şaşırtıcı ve garip şeyleracip: hayret verici, şaşırtıcı
ahali: halkbinaen: –dayanarak
cemâl ve kemâl-i mânevî: manevî güzellik ve mükemmellik (bk. c-m-l; k-m-l; a-n-y)cesîm: çok büyük
daire-i hususiyet: özel dairederun: içyüz
dest-i san’at: san’at eli (bk. ṣ-n-a)destgâh: iş yeri
enzâr: bakışlar, dikkatler (bk. n-ẓ-r)fünun: fenler, ilimler
garibe: hayret verici ve şaşırtıcı şeygayrın nazarı: başkasının bakışı (bk. n-ẓ-r)
hakaik: gerçek mahiyetler, esaslar, içyüzler (bk. ḥ-ḳ-ḳ)haşmet: göz kamaştırıcı büyüklük, görkem
hikmet: herşeyin belirli gayelere yönelik olarak, mânâlı, faydalı ve tam yerli yerinde olması (bk. ḥ-k-m)hüner: beceri, ustalık
izhar etmek: göstermek (bk. ẓ-h-r)kasr: saray
kemâlât: mükemmellikler, kusursuzluklar (bk. k-m-l)leziz: lezzetli
lâtif: güzel, hoş (bk. l-ṭ-f)maden: kaynak
mahsûlat: ürünlermahzen: depo
manzum: düzenli (bk. n-ẓ-m)marifet: geniş bilgi ve beceri (bk. a-r-f)
marziyât: hoşa giden, razı olunan şeylermenzil: oda, ev, yer (bk. n-z-l)
merasim: törenmevzun: ölçülü (bk. v-z-n)
muhteşem: ihtişamlı, görkemlimurassaât: değerli mücevherlerle süslenmiş şeyler
murassâ: değerli taşlarla ve mücevherlerle süslenmiş şeylermüşahede etmek: gözlemlemek (bk. ş-h-d)
müşerref etmek: şereflendirmekmüştemilât: içindekiler
nazar-ı dekaik-âşinâ: inceliklere nüfuz eden bakış (bk. n-ẓ-r)nukuş: nakışlar, işlemeler (bk. n-ḳ-ş)
nâs: insanlarraiyet: halk
rumuz: işaretlersultan-ı zîfünun: ilim sahibi sultan (bk. s-l-ṭ; ẕî)
suret: şekil, biçim (bk. ṣ-v-r)sâni: sanatkâr (bk. ṣ-n-a)
taam: yiyecektabakat: tabakalar, dereceler
taife: topluluk, gruptaksim: kısımlara ayırma, bölüştürme
tanzim: düzenleme (bk. n-ẓ-m)tarif etmek: anlatmak, tanıtmak (bk. a-r-f)
tayin: görevlendirmetekmil: tamamlama (bk. k-m-l)
teşrifat: kabul töreni, protokolulûm: ilimler (bk. a-l-m)
vecih: yön, şekilyâver-i ekrem: çok değerli, yüksek rütbeli memur (bk. k-r-m)
ziyafet-i âmme: genel ziyafetziynetlendirmek: süslendirmek (bk. z-y-n)
zîşuûn: icraat sahibi (bk. ẕî; ş-e-n)âdâb: görgü kuralları
âsâr-ı mu’cizekârâne: olağanüstü eserler (bk. a-c-z)şâşaa: gösteriş, göz alıcılık

<tbody>
</tbody>
 

TaLHa

Nur-u Aynım
Yönetici
Otuz Birinci Söz - Sayfa 781

Aynen öyle de,
blank.gif
1وَ ِللهِ الْمَثَلُ اْلاَعْلٰى Ezel-Ebed Sultanı olan Sâni-i Zülcelâl, nihayetsiz kemâlâtını ve nihayetsiz cemâlini görmek ve göstermek istemiştir ki, şu âlem sarayını öyle bir tarzda yapmıştır ki, herbir mevcut pek çok dillerle Onun kemâlâtını zikreder, pek çok işaretlerle cemâlini gösterir. Esmâ-i Hüsnâsının herbir isminde ne kadar gizli mânevî defineler ve herbir ünvan-ı mukaddesesinde ne kadar mahfî letâif bulunduğunu, şu kâinat bütün mevcudatıyla gösterir. Ve öyle bir tarzda gösterir ki, bütün fünun, bütün desâtiriyle, şu kitab-ı kâinatı zaman-ı Âdem’den beri mütalâa ediyor. Halbuki o kitap esmâ ve kemâlât-ı İlâhiyeye dair ifade ettiği mânâların ve gösterdiği âyetlerin öşr-ü mişarını daha okuyamamış.

İşte şöyle bir saray-ı âlemi, kendi kemâlât ve cemâl-i mânevîsini görmek ve göstermek için bir meşher hükmünde açan Celîl-i Zülcemâl, Cemîl-i Zülcelâl, Sâni-i Zülkemâlin hikmeti iktiza ediyor ki, şu âlem-i arzdaki zîşuurlara nisbeten abes ve faidesiz olmamak için, o sarayın âyetlerinin mânâsını birisine bildirsin. O saraydaki acaibin menbalarını ve netâicinin mahzenleri olan avâlim-i ulviyede birisini gezdirsin ve bütün onların fevkine çıkarsın ve kurb-u huzuruna müşerref etsin ve âhiret âlemlerinde gezdirsin. Umum ibâdına bir muallim ve saltanat-ı rububiyetine bir dellâl ve marziyât-ı İlâhiyesine bir mübelliğ ve saray-ı âlemindeki âyât-ı tekvîniyesine bir müfessir gibi, çok vazifelerle tavzif etsin. Mu’cizat nişanlarıyla imtiyazını göstersin. Kur’ân gibi bir fermanla o şahsı, Zât‑ı Zülcelâlin has ve sadık bir tercümanı olduğunu bildirsin.

[NOT]Dipnot-1
“En yüce sıfatlar Allah’ındır.” Nahl Sûresi, 16:60.
[/NOT]


Celîl-i Zülcemâl: sınırsız güzelliğiyle beraber, sonsuz yücelik ve heybet sahibi olan Allah (bk. c-l-l; ẕü; c-m-l)Cemîl-i Zülcelâl: sınırsız yücelik ve heybetiyle beraber, sonsuz güzellik sahibi Allah (bk. c-m-l; ẕü; c-l-l)
Esmâ-i Hüsnâ: Cenâb-ı Hakkın güzel isimleri (bk. s-m-v; ḥ-s-n)Ezel ve Ebed Sultanı: başlangıç ve sonu olmaksızın, hüküm ve saltanatı ezelden ebede devam eden Sultan (bk. e-z-l; e-b-d; s-l-ṭ)
Sâni-i Zülcelâl: herşeyi san’atlı bir şekilde yapan, sonsuz haşmet ve yücelik sahibi Allah (bk. ṣ-n-a; ẕü; c-l-l)Sâni-i Zülkemâl: sonsuz kemâl sahibi ve herşeyi sanatla yaratan Allah (bk. ṣ-n-a; ẕü; k-m-l)
Zât-ı Zülcelâl: sonsuz yücelik ve haşmet sahibi olan Zât, Allah (bk. ẕü; c-l-l)abes: anlamsız, gayesiz
acaib: şaşırtıcı ve garip şeyleravâlim-i ulviye: yüce âlemler (bk. a-l-m)
cemâl: güzellik (bk. c-m-l)cemâl-i mânevî: mânevî güzellik (bk. c-m-l; a-n-y)
dellâl: ilan edici, duyurucudesâtir: düsturlar, prensipler
esmâ ve kemâlât-ı İlâhiye: Cenâb-ı Allah’ın isimleri ve Ona ait mükemmellikler (bk. s-m-v; k-m-l; e-l-h)ferman: buyruk
fevkine: üstünefünun: fenler, ilimler
has: özelhikmet: herşeyin belirli gayelere yönelik olarak, mânâlı, faydalı ve tam yerli yerinde olması (bk. ḥ-k-m)
ibâd: kullar (bk. a-b-d)iktiza: gerektirme
imtiyaz: farklılık, ayrıcalıkkemâlât: mükemmellikler, üstün özellikler (bk. k-m-l)
kitab-ı kâinat: kâinat kitabı, evren (bk. k-t-b; k-v-n)kurb-u huzur: Allah’ın yüce huzuruna yakınlık (bk. ḥ-ḍ-r)
kâinat: evren, yaratılmış herşey (bk. k-v-n)letâif: güzellikler, incelikler (bk. l-ṭ-f)
mahfî: gizlimahzen: depo
marziyât-ı İlâhiye: Allah’ın razı olduğu şeyler (bk. e-l-h)menba: kaynak
mevcudat: varlıklar (bk. v-c-d)mevcut: varlık (bk. v-c-d)
meşher: sergimuallim: öğretmen (bk. a-l-m)
mu’cizât: mu’cizeler, yaratma noktasında bütün sebepleri âciz bırakan şeyler (bk. a-c-z)mübelliğ: tebliğ edici, bildirici (bk. b-l-ğ)
müfessir: yorumlayıcı (bk. f-s-r)mütalâa: etraflıca inceleyip düşünme
müşerref etmek: şereflendirmeknetâic: neticeler
nihayetsiz: sonsuznisbeten: oranla, kıyasla (bk. n-s-b)
nişan: alâmet, işaretsadık: doğru sözlü (bk. s-d-ḳ)
saltanat-ı Rububiyet: rububiyetin, Rablığın egemenliği (bk. s-l-ṭ; r-b-b)saray-ı âlem: dünya sarayı (bk. a-l-m)
tavzif: görevlendirmeumum: bütün
zaman-ı Âdem: Hz. Âdem’in yaşadığı dönemzikretmek: anmak
zîşuur: şuur sahibi, bilinçli (bk. ẕî; ş-a-r)âhiret: öteki dünya (bk. e-ḫ-r)
âlem: dünya, kâinat (bk. a-l-m)âlem-i arz: dünya âlemi (bk. a-l-m)
âyet: delilâyât-ı tekvîniye: yaratılışa ait deliller (bk. k-v-n)
öşr-ü mişar: yüzde birünvan-ı mukaddes: her türlü kusur ve çirkinlikten yüce ünvan (bk. ḳ-d-s)

<tbody>
</tbody>
 

TaLHa

Nur-u Aynım
Yönetici
Otuz Birinci Söz - Sayfa 782

İşte, Miracın pek çok hikmetlerinden, şu temsil dürbünüyle bir ikisini nümune olarak gösterdik. Sairlerini kıyas edebilirsin.

İkinci temsil: Nasıl ki bir zât-ı zîfünun, mu’ciznümâ bir kitabı telif edip yazsa—öyle bir kitap ki, her sahifesinde yüz kitap kadar hakaik, her satırında yüz sahife kadar lâtif mânâlar, herbir kelimesinde yüz satır kadar hakikatler, her harfinde yüz kelime kadar mânâlar bulunsa—bütün o kitabın maânî ve hakaikleri, o kâtib-i mu’ciznümânın kemâlât-ı mâneviyesine baksa, işaret etse, elbette öyle bitmez bir hazineyi kapalı bırakıp abes etmez. Herhalde o kitabı bazılara ders verecek, tâ o kıymettar kitap mânâsız kalıp beyhude olmasın, onun gizli kemâlâtı zâhir olup kemâlini bulsun ve cemâl-i mânevîsi görünsün, o da sevinsin ve sevdirsin. Hem o acip kitabı bütün maânîsiyle, hakaikiyle ders verecek birisini, en birinci sahifeden tâ nihayete kadar üstünde ders vere vere geçirecektir.

Aynen öyle de, Nakkâş-ı Ezelî, şu kâinatı, kemâlâtını ve cemâlini ve hakaik-i esmâsını göstermek için öyle bir tarzda yazmıştır ki, bütün mevcudat hadsiz cihetlerle nihayetsiz kemâlâtını ve esmâ ve sıfâtını bildirir, ifade eder. Elbette bir kitabın mânâsı bilinmezse hiçe sukut eder. Bahusus böyle herbir harfi binler mânâyı tazammun eden bir kitap sukut edemez ve ettirilmez. Öyle ise, o kitabı yazan, elbette onu bildirecektir. Her taifenin istidadına göre bir kısmını anlattıracaktır. Hem umumunu, en âmm nazarlı, en küllî şuurlu, en mümtaz istidatlı bir ferde ders verecektir. Öyle bir kitabın umumunu ve küllî hakaikini ders vermek için gayet yüksek bir seyr ü sülûk ettirmek hikmeten lâzımdır. Yani, birinci sahifesi olan tabakat-ı kesretin en nihayetinden tut, tâ müntehâ sahifesi olan daire-i ehadiyete kadar bir seyeran ettirmek lâzım geliyor. İşte şu temsille Miracın ulvî hikmetlerine bir derece bakabilirsin.

Şimdi, makam-ı istimâda olan mülhide bakıp kalbini dinleyeceğiz, ne hale girdiğini göreceğiz. işte, hatıra geliyor ki: Onun kalbi diyor, “Ben inanmaya başladım. Fakat iyi anlayamıyorum. Üç mühim müşkülüm daha var.


Mirac: Peygamberimizin (a.s.m.) Allah’ın huzuruna yükselişi ve bütün kâinat âlemlerini gezdiği yolculuk (bk. a-r-c)Nakkaş-ı Ezelî: herşeyi zâtına has olarak nakış nakış işleyen, varlığının başlangıcı olmayan Allah (bk. n-ḳ-ş; e-z-l)
abes: anlamsız, gayesiz, boşacip: şaşırtıcı, hayret verici
bahusus: özelliklebeyhude: boşuna, gayesiz
cemâl: güzellik (bk. c-m-l)cemâl-i mânevî: mânevî güzellik (bk. c-m-l; a-n-y)
cihet: yöndaire-i ehadiyet: Allah’ın birlik dairesi (bk. v-ḥ-d)
esmâ: isimler (bk. s-m-v)ferd: kişi, şahıs (bk. f-r-d)
hadsiz: sınırsızhakaik: gerçekler, doğrular (bk. ḥ-ḳ-ḳ)
hakaik-i esmâ: isimlerin hakikatleri (bk. ḥ-ḳ-ḳ; s-m-v)hakikat: gerçek, doğru (bk. ḥ-ḳ-ḳ)
hikmet: herşeyin belirli gayelere yönelik olarak, mânâlı, faydalı ve tam yerli yerinde olması (bk. ḥ-k-m)hikmeten: İlâhî hikmetin gereği (bk. ḥ-k-m)
istidad: kabiliyet, yetenek (bk. a-d-d)kemâl: mükemmellik (bk. k-m-l)
kemâlât: mükemmellikler, üstün özellikler (bk. k-m-l)kemâlât-ı mâneviye: mânevî mükemmellikler, üstünlükler (bk. k-m-l; a-n-y)
kâinat: evren, yaratılmış herşey (bk. k-v-n)kâtib-i mu’ciznümâ: mu’cize gösteren kâtip (bk. k-t-b; a-c-z)
küllî: genel, kapsamlı (bk. k-l-l)kıymettar: kıymetli, değerli
lâtif: ince, hoş (bk. l-ṭ-f)makam-ı istimâ: dinleme makamı (bk. s-m-a)
maânî: mânâlar, anlamlar (bk. a-n-y)mevcudat: varlıklar (bk. v-c-d)
mu’ciznümâ: mu’cize gösteren (bk. a-c-z)mânâ: anlam (bk. a-n-y)
mülhid: dinsizmümtaz: seçkin, üstün
müntehâ: en son nokta, sonuçmüşkül: zorluk, engel
nazar: bakış, dikkat (bk. n-ẓ-r)nihayetsiz: sonsuz
sair: diğerseyeran: seyahat, gezi
seyr ü sülûk: mânevî ve ruhî yolculuksukut etmek: düşmek, alçalmak
sıfât: vasıflar, özellikler (bk. v-ṣ-f)tabakat-ı kesret: çokluk tabakaları; sayısız varlıklardan oluşan tabakalar (bk. k-s̱-r)
taife: topluluk, gruptarz: şekil, biçim
tazammun eden: içine alantelif: yazma
temsil: kıyaslama tarzında benzetme, analoji (bk. m-s̱-l)ulvî: yüce
umum: bütünzahîr: açık, âşikar (bk. ẓ-h-r)
zât-ı zîfünun: fen ilimlerini bilen zât (bk. ẕî)âmm: genel
şuur: bilinç, idrak (bk. ş-a-r)

<tbody>
</tbody>
 

TaLHa

Nur-u Aynım
Yönetici
Otuz Birinci Söz - Sayfa 783

Birincisi: Şu Mirac-ı Azîm niçin Muhammed-i Arabî Aleyhissalâtü Vesselâma mahsustur?

İkincisi: O zât nasıl şu kâinatın çekirdeğidir? Dersiniz: Kâinat onun nurundan halk olunmuş; hem kâinatın en âhir ve en münevver meyvesidir.
blank.gif
1 Bu ne demektir?

Üçüncüsü: Sabık beyanatınızda diyorsunuz ki: Âlem-i ulvîye çıkmak, şu âlem-i arziyedeki âsarların makinelerini, destgâhlarını ve netâicinin mahzenlerini görmek için urûc etmiştir. Ne demektir?”

Elcevap:

BİRİNCİ MÜŞKÜLÜNÜZ: Otuz adet Sözlerde tafsilen halledilmiştir. Yalnız şurada, zât-ı Ahmediyenin (a.s.m.) kemâlâtına ve delâil-i nübüvvetine ve o Mirac-ı Âzama en elyak o olduğuna icmâlî işaretler nev’inde bir muhtasar fihriste gösteriyoruz. Şöyle ki:

Evvelâ: Tevrat, İncil, Zebur gibi kütüb-ü mukaddeseden, pek çok tahrifata maruz oldukları halde, şu zamanda dahi, Hüseyin-i Cisrî gibi bir muhakkik, nübüvvet-i Ahmediyeye (a.s.m.) dair yüz on dört işarî beşaretleri çıkarıp Risale-i Hamidiye’de göstermiştir.
blank.gif
2

Saniyen: Tarihçe sabit, Şık ve Satîh gibi meşhur iki kâhinin, nübüvvet-i Ahmediyeden (a.s.m.) biraz evvel, nübüvvetine ve Âhirzaman Peygamberi o olduğuna beyanatları gibi çok beşaretler sahih bir surette tarihen nakledilmiştir.
blank.gif
3

Salisen: Velâdet-i Ahmediye (a.s.m.) gecesinde Kâbedeki sanemlerin sukutuyla,
blank.gif
4

[NOT]Dipnot-1
bk. ed-Deylemî, el-Müsned 1:171; el-Aclûnî, Keşfü’l-Hafâ 1:311.
Dipnot-2
bk. Hüseyin Cisrî, Risâle-i Hamîdiye, s. 52-94.
Dipnot-3
bk İbni Hişâm, es-Siretü’n-Nebeviyye 1:124-127, 158, 190, 192; el-Beyhakî, Delâilü’n-Nübüvve 1:126-130; Ebû Nuayım, Delâilü’n-Nübüvve 1:122-128.
Dipnot-4
bk. el-Beyhakî, Delâilü’n-Nübüvve 1:19; es-Suyûtî, el-Hasâisu’l-Kübrâ 1:81.[/NOT]


Aleyhissalâtü Vesselâm: Allah’ın salât ve selâmı onun üzerine olsun (bk. ṣ-l-v; s-l-m)Hüseyin-i Cisrî: (bk. bilgiler)
Kâbe: (bk. bilgiler)Mirac-ı Azîm/Âzam: Peygamberimizin (a.s.m.) Allah’ın huzuruna yükselişi ve bütün kâinat âlemlerini gezdiği yolculuk (bk. a-r-c; a-ẓ-m)
Muhammed-i Arabî: Arapların içinden çıkan peygamberimiz Hz. Muhammed (bk. ḥ-m-d)Satîh: (bk. bilgiler)
Tevrat: Hz. Mûsâ’ya indirilen kitapZebur: Hz. Dâvud’a indirilen kitap
beyanat: açıklamalar (bk. b-y-n)beşaret: müjdeleme
delâil-i nübüvvet: peygamberlik delilleri (bk. n-b-e)destgâh: tezgâh
elyak: en layıkhalk olunmak: yaratılmak (bk. ḫ-l-ḳ)
icmalî: kısa, özet halinde (bk. c-m-l)işarî: işaret yoluyla
kemâlât: mükemmellikler, faziletler, üstünlükler (bk. k-m-l)kâhin: gelecekten haber veren kimse
kâinat: evren, yaratılmış herşey (bk. k-v-n)kütüb-ü mukaddese: mukaddes kitaplar; Tevrat, Zebur, İncil ve Kur’ân-ı Kerim (bk. k-t-b; ḳ-d-s)
mahsus: özelmahzen: depo
maruz: uğramış, tesirinde kalmışmuhakkik: gerçekleri araştıran ve delilleriyle bilen âlimler (bk. ḥ-ḳ-ḳ)
muhtasar: kısa, özetmünevver: nurlu, aydınlanmış (bk. n-v-r)
müşkül: zorluk, engelnetâic: neticeler
nev’: tür, çeşitnübüvvet: peygamberlik (bk. n-b-e)
nübüvvet-i Ahmediye: Hz. Muhammed’in (a.s.m.) peygamberliği (bk. n-b-e; ḥ-m-d)sabık: geçen, önceki
sahih: doğru, sağlamsalisen: üçüncü olarak
sanem: putsaniyen: ikinci olarak
sukut: düşmesuret: şekil, biçim (bk. ṣ-v-r)
tafsilen: ayrıntılı olaraktahrifat: değiştirmeler, bozmalar
tarihen: tarihî olarakuruc: yükselme (bk. a-r-c)
velâdet-i Ahmediye: Peygamberimiz Hz. Muhammed’in doğuşu (bk. ḥ-m-d)zât-ı Ahmediye: yüksek velâyet sahibi olan Hz. Muhammed’in (a.s.m.) zâtı, şahsiyeti (bk. ḥ-m-d)
Âhirzaman Peygamberi: son peygamber olan ve dünya hayatının kıyamete yakın son devresinde gönderilen Peygamberimiz Hz. Muhammed (a.s.m.) (bk. e-ḫ-r)âhir: son (bk. e-ḫ-r)
âlem-i arziye: dünya âlemi (bk. a-l-m)âlem-i ulvîye: yüce âlem (bk. a-l-m)
âsar: eserlerİncil: Hz. İsâ’ya (a.s.) indirilen kitap
Şık: (bk. bilgiler)

<tbody>
</tbody>
 

TaLHa

Nur-u Aynım
Yönetici
Otuz Birinci Söz - Sayfa 784

Kisrâ-yı Fârisin saray-ı meşhuresi olan Eyvânı inşikak etmesi
blank.gif
1 gibi, irhasat denilen yüzer hârika tarihçe meşhurdur.

Rabian: Bir orduya parmağından gelen suyu içirmesi
blank.gif
2 ve câmide, bir cemaat-i azîme huzurunda kuru direğin, minberin naklinden dolayı mufarakat-i Ahmediyeden (a.s.m.) deve gibi enîn ederek ağlaması
blank.gif
3,
blank.gif
4 وَانْشَقَّ الْقَمَر ُ nassıyla, şakk-ı kamer
blank.gif
5 gibi, muhakkiklerin tahkikatıyla bine bâliğ mu’cizatla serfiraz olduğunu tarih ve siyer gösteriyor.

Hamisen: Dost ve düşmanın ittifakıyla ahlâk-ı hasenenin şahsında en yüksek derecede; ve bütün muamelâtının şehadetiyle, secâyâ-yı sâmiye, vazifesinde ve tebliğatında en âli bir derecede; ve din-i İslâmdaki mehâsin-i ahlâkın şehadetiyle, şeriatinde en âli hısâl-i hamîde en mükemmel derecede bulunduğuna ehl-i insaf ve dikkat tereddüt etmez.

Sadisen: Onuncu Sözün İkinci İşaretinde işaret edildiği gibi, Ulûhiyet, mukteza-yı hikmet olarak tezahür istemesine mukabil, en âzamî bir derecede zât-ı Ahmediye (a.s.m.) dinindeki âzamî ubûdiyetiyle en parlak bir derecede göstermiştir. Hem Hâlık-ı Âlemin nihayet kemâldeki cemâlini bir vasıtayla göstermek, mukteza-yı hikmet ve hakikat olarak istemesine mukabil, en güzel bir surette gösterici ve tarif edici, bilbedâhe, o zâttır.

[NOT]Dipnot-1
bk. el-Beyhakî, Delâilü’n-Nübüvve 1:19, 126; Ebû Nuayım, Delâilü’n-Nübüvve 1:139.
Dipnot-2
bk. Buhârî, Vudû’ 32, 46, Menakıb 25, Eşribe 31; Müslim, Zühd 74, Fedâil 4-6; Tirmizî, Menakıb 6.
Dipnot-3
bk. Buhârî, Menâkıb 25, Cuma 26; Tirmizî, Menakıb 6, Cuma 10; Nesâî, Cuma 17.
Dipnot-4
“Ay yarıldı.” Kamer Sûresi, 54:1.
Dipnot-5
bk. Buhârî, Menâkıb 27, Menâkıbu’l-Ensâr 36, Tefsîr 54:1; Müslim, Sıfâtu’l-Münafikin 43-48.[/NOT]


Eyvân: köşk, sarayHâlık-ı Âlem: bütün evreni ve varlık âlemini yoktan yaratan Allah (bk. ḫ-l-ḳ; a-l-m)
Kisrâ-yı Fâris: eski İran hükümdarı, kralıUlûhiyet: İlâhlık (bk. e-l-h)
ahlâk-ı hasene: güzel ahlâk (bk. ḫ-l-ḳ; ḥ-s-n)bilbedâhe: ap açık bir şekilde
bâliğ: erişen, ulaşancemaat-i azîme: çok büyük topluluk (bk. c-m-a; a-ẓ-m)
cemâl: güzellik (bk. c-m-l)din-i İslâm: İslâm dini (bk. s-l-m)
ehl-i insaf ve dikkat: insaf sahibi ve dikkatli kimselerenîn etmek: inlemek
hamisen: beşinci olarakhısâl-i hamîde: övülmeye lâyık güzel hasletler, huylar (bk. ḥ-m-d)
inşikak: çatlama, bölünmeirhâsât: Peygamberimizde (a.s.m.) peygamber olmadan önce görülen olağanüstü haller ve hadiseler
ittifak: birleşme, fikir birliğikemâl: mükemmellik, kusursuzluk (bk. k-m-l)
mehâsin-i ahlâk: ahlak güzelliği (bk. ḥ-s-n; ḫ-l-ḳ)minber: hutbe okunan yer
muamelât: davranışlar, işlermufarakat-i Ahmediye: yüksek velâyet sahibi olan Hz. Muhammed’den (a.s.m.) ayrılma (bk. f-r-ḳ; ḥ-m-d)
muhakkik: gerçekleri araştıran ve delilleriyle bilen âlimler (bk. ḥ-ḳ-ḳ)mukabil: karşılık
mukteza-yı hikmet ve hakikat: hikmet ve hakikatin gereği (bk. ḥ-k-m; ḥ-ḳ-ḳ)mu’cizât: mu’cizeler, bir benzerini yapma konusunda başkalarını âciz bırakan olağanüstü şeyler (bk. a-c-z)
nass: Kur’ân’ın açık ve kesin hükmünihayet: son derece
rabian: dördüncü olaraksadisen: altıncı olarak
saray-ı meşhure: meşhur saraysecâyâ-yı sâmiye: yüksek ve kıymetli seciyeler, vasıflar
serfiraz: benzerlerinden üstün olansiyer: Peygamberimizin (a.s.m) hayatını konu alan ilim dalı
suret: şekil, biçim (bk. ṣ-v-r)tahkikat: araştırmalar (bk. ḥ-ḳ-ḳ)
tarif edici: tanıtıcı (bk. a-r-f)tebliğat: tebliğler, bildirilen şeyler (bk. b-l-ğ)
tereddüt: şüphetezahür: görünme, ortaya çıkma (bk. ẓ-h-r)
ubûdiyet: kulluk (bk. a-b-d)zât-ı Ahmediye: yüksek velâyet sahibi olan Hz. Muhammed’in (a.s.m.) zâtı, şahsiyeti (bk. ḥ-m-d)
âli: yüceâzamî: en çok, en büyük (bk. a-ẓ-m)
şakk-ı kamer: Peygamberimizin (a.s.m.) bir işaretiyle Ay’ın ikiye bölünmesi mu’cizesişehadet: şahitlik, tanıklık (bk. ş-h-d)
şeriat: Allah tarafından bildirilen kanun ve hükümler; İslâmiyet (bk. ş-r-a)

<tbody>
</tbody>
 

TaLHa

Nur-u Aynım
Yönetici
Otuz Birinci Söz - Sayfa 785

Hem Sâni-i Âlemin nihayet cemâlde olan kemâl-i san’atı üzerine enzâr-ı dikkati celb etmek, teşhir etmek istemesine mukabil, en yüksek bir sadâ ile dellâllık eden, yine bilmüşahede o zâttır.

Hem bütün âlemlerin Rabbi, kesret tabakatında vahdâniyetini ilân etmek istemesine mukabil, tevhidin en âzamî bir derecede, bütün merâtib-i tevhidi ilân eden, yine bizzarure o zâttır.

Hem Sahib-i Âlemin nihayet derecede âsârındaki cemâlin işaretiyle, nihayetsiz hüsn-ü zâtîsini ve cemâlinin mehâsinini ve hüsnünün letâifini âyinelerde mukteza-yı hakikat ve hikmet olarak görmek ve göstermek istemesine mukabil, en şâşaalı bir surette âyinedarlık eden ve gösteren ve sevip ve başkasına sevdiren, yine bilbedâhe o zâttır.

Hem şu saray-ı âlemin Sânii, gayet hârika mu’cizeleriyle ve gayet kıymettar cevahirlerle dolu hazine-i gaybiyelerini izhar ve teşhir istemesi ve onlarla kemâlâtını tarif etmek ve bildirmek istemesine mukabil, en âzamî bir surette teşhir edici ve tavsif edici ve tarif edici, yine bilbedâhe o zâttır.

Hem şu kâinatın Sânii, şu kâinatı envâ-ı acaip ve ziynetlerle süslendirmek suretinde yapması ve zîşuur mahlûkatını seyir ve tenezzüh ve ibret ve tefekkür için ona idhal etmesi ve mukteza-yı hikmet olarak onlara o âsar ve sanayiinin mânâlarını, kıymetlerini ehl-i temâşâ ve tefekküre bildirmek istemesine mukabil, en âzamî bir surette cin ve inse, belki ruhanîlere ve melâikelere de Kur’ân-ı Hakîm vasıtasıyla rehberlik eden, yine bilbedâhe o zâttır.


Kur’ân-ı Hakîm: her âyet ve sûresinde sayısız hikmet ve faydalar bulunan Kur’ân (bk. ḥ-k-m)Rab: herbir varlığa yaratılış gayelerine ulaşmaları için muhtaç olduğu şeyleri veren, onları terbiye edip idaresi ve egemenliği altında bulunduran Allah (bk.i)
Sahib-i Âlem: bütün âlemin, yaratılmış herşeyin sahibi Allah (bk. a-l-m)Sâni: herşeyi san’atla yaratan Allah (bk. ṣ-n-a)
Sâni-i Âlem: bütün varlık âlemini sanatlı bir şekilde yaratan Allah (bk. ṣ-n-a; a-l-m)bilbedâhe: ap açık bir şekilde
bilmüşahede: gözle görüldüğü gibi (bk. ş-h-d)bizzarure: kaçınılmaz şekilde, zorunlu olarak
celb etmek: çekmekcemâl: güzellik (bk. c-m-l)
cemâlin mehâsini: sıfat ve fiillerin güzelliğicevahir: cevherler, kıymetli taşlar
dellâllık: ilan edicilik, rehberlikehl-i temâşâ ve tefekkür: Allah’ın san’at eserlerine ibretle bakan ve düşünen kimseler (bk. f-k-r)
envâ-ı acaip: hayret verici şeylerin çeşitlerienzâr-ı dikkat: dikkatli bakışlar (bk. n-ẓ-r)
hazine-i gaybiye: görünmeyen hazine (bk. ğ-y-b)hüsn: güzellik (bk. ḥ-s-n)
hüsn-ü zâtî: bizzat kendine, zâta ait güzellik (bk. ḥ-s-n)hüsnünün letâifi: fiillerdeki güzelliğin hoşluğu, şirinliği
ibret: ders çıkarma, düşündürmeidhal: dahil etme, içine alma
ins: insanlarizhar: gösterme (bk. ẓ-h-r)
kemâl-i san’at: san’at mükemmelliği (bk. k-m-l; s-n-a)kemâlât: mükemmellikler, üstün özellikler (bk. k-m-l)
kesret tabakatı: çokluk tabakaları; sayısız varlıklardan oluşan tabakalar (bk. k-s̱-r)kâinat: evren, yaratılmış herşey (bk. k-v-n)
kıymettar: kıymetli, değerliletâif: güzellikler, incelikler (bk. l-ṭ-f)
mahlûkat: yaratıklar (bk. ḫ-l-ḳ)mehâsin: güzellikler (bk. ḥ-s-n)
melâike: melekler (bk. m-l-k)merâtib-i tevhid: Allah’ın bir olduğuna inanmanın mertebeleri, dereceleri (bk. v-ḥ-d)
mukabil: karşılıkmukteza-yı hakikat ve hikmet: İlâhî gaye ve hakikatın gereği (bk. ḥ-ḳ-ḳ; ḥ-k-m)
mukteza-yı hikmet: İlâhî hikmetin gereği (bk. ḥ-k-m)mu’cize: bir benzerini yapma konusunda başkalarını âciz bırakan olağanüstü şey (bk. a-c-z)
nihayet: son dereceruhanî: maddî yapısı olmayan ve gözle görülemeyen ruh âlemine ait varlık (bk. r-v-ḥ)
sadâ: sessanayi: san’atlar (bk. ṣ-n-a)
saray-ı âlem: âlem sarayı (bk. a-l-m)seyir: gezme
suret: şekil, biçim (bk. ṣ-v-r)tarif: açıklama, tanıtma (bk. a-r-f)
tavsif: vasıflandırma, niteleme (bk. v-ṣ-f)tefekkür: Allah’ı tanımayı sonuç verecek şekilde düşünme (bk. f-k-r)
tenezzüh: gezinti (bk. n-z-h)tevhid: birleme; herşeyin bir olan Allah’a ait olduğunu bilme ve inanma (bk. v-ḥ-d)
teşhir: sergilemevahdâniyet: birlik, Allah’ın birliği ve ortağının olmayışı (bk. v-ḥ-d)
ziynet: süs (bk. z-y-n)zîşuur: şuurlu, bilinçli (bk. ẕî; ş-a-r)
âlem: evren, yaratılmışların hepsi (bk. a-l-m)âsâr: eserler
âyine: aynaâyinedarlık: aynalık
âzamî: en büyük, en çok (bk. a-ẓ-m)şâşaalı: gösterişli, göz alıcı bir şekilde

<tbody>
</tbody>
 

TaLHa

Nur-u Aynım
Yönetici
Otuz Birinci Söz - Sayfa 786

Hem şu kâinatın Hâkim-i Hakîmi, şu kâinatın tahavvülâtındaki maksat ve gayeyi tazammun eden tılsım-ı muğlâkını ve mevcudatın “nereden, nereye ve ne oldukları” olan şu üç sual-i müşkilin muammâsını bir elçi vasıtasıyla umum zîşuurlara açtırmak istemesine mukabil, en vâzıh bir surette ve en âzamî bir derecede, hakaik-i Kur’âniye vasıtasıyla o tılsımı açan ve o muammâyı halleden, yine bilbedâhe o zâttır.

Hem şu âlemin Sâni-i Zülcelâli, bütün güzel masnuatıyla kendini zîşuur olanlara tanıttırmak ve kıymetli nimetlerle kendini onlara sevdirmesi, bizzarure, onun mukabilinde, zîşuur olanlara marziyâtı ve arzu-yu İlâhiyelerini bir elçi vasıtasıyla bildirmesini istemesine mukabil, en âlâ ve ekmel bir surette, Kur’ân vasıtasıyla o marziyat ve arzuları beyan eden ve getiren, yine bilbedâhe o zâttır.

Hem Rabbü’l-Âlemîn, meyve-i âlem olan insana, âlemi içine alacak bir vüs’at-i istidat verdiğinden ve bir ubûdiyet-i külliyeye müheyyâ ettiğinden ve hissiyatça kesrete ve dünyaya müptelâ olduğundan bir rehber vasıtasıyla yüzlerini kesretten vahdete, fâniden bâkiye çevirmek istemesine mukabil, en âzamî bir derecede, en eblâğ bir surette, Kur’ân vasıtasıyla en ahsen bir tarzda rehberlik eden ve risaletin vazifesini en ekmel bir tarzda ifa eden, yine bilbedâhe o zâttır.

İşte, mevcudatın en eşrefi olan zîhayat ve zîhayat içinde en eşref olan zîşuur ve zîşuur içinde en eşref olan hakikî insan ve hakikî insan içinde geçmiş vezâifi en âzamî bir derecede, en ekmel bir surette ifa eden zât, elbette o Mirac-ı Azîm ile Kab-ı Kavseyne çıkacak, saadet-i ebediye kapısını çalacak, hazine-i rahmetini açacak, imanın hakaik-i gaybiyesini görecek, yine o olacaktır.

Sabian: Bilmüşahede, şu masnuatta gayet güzel tahsinat, nihayet derecede


Hâkim-i Hakîm: herşeyi hikmetle yapan ve herşeye hükmeden Allah (bk. ḥ-k-m)Kab-ı Kavseyn: Cenab-ı Hakka en yakın olan makam; Peygamberimiz Miracda bu makamda bizzat Cenab-ı Hak ile görüşmüştür (bk. ḳ-v-b)
Mirac-ı Azîm: Peygamberimizin (a.s.m.) Allah’ın huzuruna yükselişi ve bütün kâinat âlemlerini gezdiği büyük yolculuk (bk. a-r-c; a-ẓ-m)Rabbü’l-Âlemîn: âlemlerin Rabbi olan Allah (bk. r-b-b; a-l-m)
Sâni-i Zülcelâl: herşeyi san’atlı bir şekilde yapan, sonsuz haşmet ve yücelik sahibi Allah (bk. ṣ-n-a; ẕü; c-l-l)ahsen: en güzel (bk. ḥ-s-n)
beyan: açıklama (bk. b-y-n)bilbedâhe: ap açık bir şekilde
bilmüşahede: gözle görüldüğü üzere (bk. ş-h-d)bizzarure: zorunlu olarak, kaçınılmaz şekilde
bâki: sürekli, kalıcı (bk. b-ḳ-y)eblağ: en beliğ, veciz ve açık olarak (bk. b-l-ğ)
ekmel: en mükemmel (bk. k-m-l)eşref: en şerefli
fâni: gelip geçici, ölümlü (bk. f-n-y)hakaik-i gaybiye: gizli ve bilinmeyen gerçekler (bk. ḥ-ḳ-ḳ; ğ-y-b)
hakaik-ı Kur’âniye: Kur’ân’ın hakikatleri (bk. ḥ-ḳ-ḳ)hakikî: gerçek (bk. ḥ-ḳ-ḳ)
hazine-i rahmet: Allah’ın rahmet hazinesi (bk. r-ḥ-m)hissiyatça: duyguları açısından
ifa etmek: yerine getirmekkesret: çokluk (bk. k-s̱-r)
kâinat: evren, yaratılmış herşey (bk. k-v-n)maksat: kastedilen şey, gaye (bk. ḳ-ṣ-d)
marziyat ve arzu-yu İlâhiye: Cenâb-ı Allah’ın istekleri ve razı olduğu şeyler (bk. e-l-h)masnuat: sanat eseri varlıklar (bk. ṣ-n-a)
mevcudat: varlıklar (bk. v-c-d)meyve-i âlem: kâinatın meyvesi (bk. a-l-m)
muammâ: anlaşılması zor olan sırmukabil: karşılık
müheyyâ: hazırlamamüptelâ: bağımlı, tutkun
nihayet: sonrisalet: peygamberlik (bk. r-s-l)
saadet-i ebediye: sonsuz mutluluk (bk. e-b-d)sabian: yedincisi
sual-i müşkil: zor sorusuret: şekil, biçim (bk. ṣ-v-r)
tahavvülât: değişimler, düşünmelertahsinat: güzelleştirmeler (bk. ḥ-s-n)
tazammun eden: içine alantılsım: sır, gizem
tılsım-ı muğlâk: anlaşılması zor sırubûdiyet-i külliye: büyük ve umumî kulluk (bk. a-b-d; k-l-l)
umum: bütünvahdet: birlik, teklik (bk. v-ḥ-d)
vezâif: vazifeler, görevlervâzıh: açık, aşikâr
vüs’at-i istidat: kabiliyet genişliği (bk. a-d-d)zîhayat: hayat sahibi, canlı (bk. ẕî; ḥ-y-y)
zîşuur: şuur sahibi, bilinçli (bk. ẕî; ş-a-r)âlem: kâinat, evren (bk. a-l-m)
âzamî: en büyük (bk. a-ẓ-m)

<tbody>
</tbody>
 

TaLHa

Nur-u Aynım
Yönetici
Otuz Birinci Söz - Sayfa 787

süslü tezyinat vardır. Ve bilbedâhe, şöyle tahsinat ve tezyinat, onların Sâniinde gayet şiddetli bir irade-i tahsin ve kasd-ı tezyin var olduğunu gösterir. Ve irade-i tahsin ve tezyin ise, bizzarure, o Sânide san’atına karşı kuvvetli bir rağbet ve kudsî bir muhabbet olduğunu gösterir. Ve masnuat içinde en câmi’ ve letâif‑i san’atı birden kendinde gösteren ve bilen ve bildiren ve kendini sevdiren ve başka masnuattaki güzellikleri “Maşaallah” deyip istihsan eden, bilbedâhe, o san’atperver ve san’atını çok seven Sâniin nazarında en ziyade mahbup o olacaktır.

İşte, masnuatı yaldızlayan mezâyâ ve mehâsine ve mevcudatı ışıklandıran letâif ve kemâlâta karşı “Sübhanallah, Maşaallah, Allahu ekber” diyerek semâvâtı çınlattıran ve Kur’ân’ın nağamâtıyla kâinatı velveleye verdiren, istihsan ve takdirle, tefekkür ve teşhirle, zikir ve tevhidle ber ve bahri cezbeye getiren, yine bilmüşahede o zâttır.

İşte, böyle bir zât ki, es-sebebü ke’l-fâil
blank.gif
1 sırrınca, bütün ümmetin işlediği hasenâtın bir misli, onun kefe-i mizanında bulunan ve umum ümmetinin salâvatı onun mânevî kemâlâtına imdat
blank.gif
2 veren ve risaletinde gördüğü vezâifin netâicini ve mânevî ücretleriyle beraber rahmet ve muhabbet-i İlâhiyenin nihayetsiz feyzine mazhar olan bir zât, elbette Mirac merdiveniyle Cennete, Sidretü’l-Müntehâya, Arşa ve Kab-ı Kavseyne kadar gitmek,
blank.gif
3 ayn-ı hak, nefs-i hakikat ve mahz‑ı hikmettir.

[NOT]Dipnot-1
bk. Tirmizî, İlim 14; Müsned 5:357; Ebû Hanîfe, el-Müsned 1:151.
Dipnot-2
bk. Ahzâb Sûresi, 33:56; Buhârî, Ezan 8, Tefsîr (17)11; Müslüm, Salat 14; Ebû Dâvûd, Salat 37.
Dipnot-3
bk. Necm Sûresi, 53:4-18.[/NOT]

Allahu ekber: “Allah en büyüktür” (bk. k-b-r)Arş: Allah’ın büyüklük ve yüceliğinin ve herşeyi kuşatan sınırsız egemenliğinin tecelli ettiği yer (bk. a-r-ş)
Kab-ı Kavseyn: Cenab-ı Hakka en yakın olan makam; Peygamberimiz Miracda Cenâb-ı Hakla bu makamda bizzat görüşmüştür (bk. ḳ-v-b)Maşaallah: Allah dilemiş ve ne güzel yaratmış
Mirac: Peygamberimizin (a.s.m.) Allah’ın huzuruna yükselişi ve bütün kâinat âlemlerini gezdiği yolculuk (bk. a-r-c)Sidretü’l-Müntehâ: yedinci kat gökte olduğu rivâyet edilen ve Peygamberimizin (a.s.m.) ulaştığı en son makam
Sâni: herşeyi sanatlı bir şekilde yaratan Allah (bk. ṣ-n-a)Sübhânallah: “Allah her türlü eksiklikten sonsuz derecede yücedir” (bk. s-b-ḥ)
ayn-ı hak: doğrunun aynısı, kendisi (bk. ḥ-ḳ-ḳ)bahr: deniz
ber: karabilbedâhe: ap açık bir şekilde
bilmüşahede: gözle görüldüğü gibi (bk. ş-h-d)bizzarure: zorunlu olarak
cezbe: kendinden geçme halicâmi’: kapsamlı (bk. c-m-a)
es-sebebü ke’l-fâil: “birşeye sebep olan onu yapan gibidir” (bk. s-b-b; f-a-l)feyz: bereket, nimet (bk. f-y-ḍ)
hasenât: iyilikler, sevaplar (bk. ḥ-s-n)irade-i tahsin: güzelleştirme iradesi, isteği (bk. r-v-d; ḥ-s-n)
istihsan: beğenme, güzel bulma (bk. ḥ-s-n)kasd-ı tezyin: süsleme kastı, süslü olsun diye bilerek süslemek (bk. ḳ-ṣ-d; z-y-n)
kefe-i mizan: terazi kefesi (bk. v-z-n)kemâlât: mükemmel özellikler, kusursuzluklar (bk. k-m-l)
kudsî: kutsal, kusursuz ve yüce (bk. ḳ-d-s)kâinat: evren, yaratılmış herşey (bk. k-v-n)
letâif: güzel ve hoş şeyler (bk. l-ṭ-f)letâif-i san’at: sanattaki güzellikler (bk. l-ṭ-f; ṣ-n-a)
mahbup: sevgili (bk. ḥ-b-b)mahz-ı hikmet: hikmetin ta kendisi (bk. ḥ-k-m)
masnuat: sanat eseri varlıklar (bk. ṣ-n-a)mazhar: erişme, sahip olma (bk. ẓ-h-r)
mehâsin: güzellikler (bk. ḥ-s-n)mevcudat: varlıklar (bk. v-c-d)
mezâyâ: meziyetler, üstün özelliklermisl: eş değer (bk. m-s̱-l)
muhabbet: sevgi (bk. ḥ-b-b)muhabbet-i İlâhiye: Allah’ın sevgisi (bk. ḥ-b-b; e-l-h)
nazarında: gözünde, bakışındanağamât: nağmeler, hoş sesler
nefs-i hakikat: gerçeğin kendisi (bk. ḥ-ḳ-ḳ)netâic: neticeler
nihayetsiz: sonsuzrahmet: şefkat, merhamet (bk. r-ḥ-m)
rağbet: yöneliş, istekrisalet: peygamberlik (bk. r-s-l)
salâvat: Peygamberimize edilen rahmet ve esenlik duası (bk. ṣ-l-v)san’atperver: san’at sever (bk. ṣ-n-a)
semâvât: gökler (bk. s-m-v)tahsin: güzelleştirme (bk. ḥ-s-n)
tahsinat: güzelleştirmeler (bk. ḥ-s-n)takdir: birşeyin değerini anlama ve ilân etme (bk. ḳ-d-r)
tefekkür: Allah’ı tanımayı sonuç verecek şekilde düşünme (bk. f-k-r)tevhid: Allah’ı bir olarak bilme ve ilân etme (bk. v-ḥ-d)
tezyin: süsleme (bk. z-y-n)tezyinat: süslemeler (bk. z-y-n)
teşhir: sergilemeumum: bütün
velvele: coşku, haykırışvezâif: vazifeler, görevler
zikir: Allah’ı anmaziyade: çok, fazla
ümmet: peygambere inanıp onun yolundan gidenler, mü’minler

<tbody>
</tbody>
 

TaLHa

Nur-u Aynım
Yönetici
Otuz Birinci Söz - Sayfa 788

İKİNCİ MÜŞKÜL: Ey makam-ı istimâdaki insan! Şu ikinci işkâl ettiğin hakikat o kadar derindir, o kadar yüksektir ki, akıl ona ne ulaşır, ne de yanaşır—illâ nur-u imanla görünür. Fakat bazı temsilâtla o hakikatin vücudu fehme takrib edilir. Öyle ise bir nebze takribe çalışacağız.

İşte, şu kâinata nazar-ı hikmetle bakıldığı vakit, azîm bir şecere mânâsında görünür. Ve şecerenin nasıl dalları, yaprakları, çiçekleri, meyveleri vardır. Şu şecere-i hilkatin de bir şıkkı olan âlem-i süflînin anâsır dalları, nebâtât ve eşcar yaprakları, hayvânât çiçekleri, insan meyveleri hükmünde görünür.

Sâni-i Zülcelâlin ağaçlar hakkında câri olan bir kanunu, elbette şu şecere-i âzamda da câri olmak, mukteza-yı ism-i Hakîmdir. Öyle ise, mukteza-yı hikmet, şu şecere-i hilkatin de bir çekirdekten yapılmasıdır. Hem öyle bir çekirdek ki, âlem-i cismanîden başka, sair âlemlerin nümunesini ve esasatını câmi’ olsun. Çünkü, binler muhtelif âlemleri tazammun eden kâinatın çekirdek-i aslîsi ve menşei, kuru bir madde olamaz.

Madem şu şecere-i kâinattan daha evvel, o neviden başka şecere yok. Öyle ise, ona menşe ve çekirdek hükmünde olan mânâ ve nur, elbette yine şecere-i kâinatta bir meyve libasının giydirilmesi, yine Hakîm isminin muktezasıdır. Çünkü çekirdek daima çıplak olamaz. Madem evvel-i fıtratta meyve libasını giymemiş. Elbette âhirde o libası giyecektir.

Madem o meyve insandır. Ve madem insan içinde, sabıkan ispat edildiği üzere, en meşhur meyve ve en muhteşem semere ve umumun nazar-ı dikkatini celb eden ve arzın nısfını ve beşerin humsunun nazarını kendine hasreden ve mehâsin-i mâneviyesiyle âlemi ya nazar-ı muhabbet veya hayretle kendine baktıran meyve ise, zât-ı Muhammediye Aleyhissalâtü Vesselâmdır. Elbette, kâinatın teşekkülüne


Aleyhissalâtü Vesselâm: Allah’ın salât ve selâmı onun üzerine olsun (bk. ṣ-l-v; s-l-m)Hakîm: herşeyi hikmetle yapan Allah (bk. ḥ-k-m)
Sâni-i Zülcelâl: herşeyi san’atlı bir şekilde yapan, sonsuz haşmet ve yücelik sahibi Allah (bk. ṣ-n-a; ẕü; c-l-l)anâsır: unsurlar; toprak, hava, su, ateş
arz: dünyaazîm: çok büyük (bk. a-ẓ-m)
beşer: insanlıkcelb etmek: çekmek
câmi’: kapsayan (bk. c-m-a)câri: geçerli, yürürlükte
esasat: esaslar, prensiplerevvel-i fıtrat: yaratılışın başlangıcı (bk. f-ṭ-r)
eşcar: ağaçlarfehm: anlayış, kavrayış
hakikat: gerçek, doğru (bk. ḥ-ḳ-ḳ)hasretmek: özgü kılmak
hayvânât: hayvanlar (bk. ḥ-y-y)humsu: beşte biri
illâ: ancakişkâl etmek: zorlaştırmak, güçleştirmek
kâinat: evren, yaratılmış herşey (bk. k-v-n)libas: elbise
makam-ı istimâ: dinleme makamı (bk. s-m-a)mehâsin-i mâneviye: mânevi güzellikler (bk. ḥ-s-n; a-n-y)
menşe: kaynak, kökmuhtelif: çeşitli
muhteşem: ihtişamlı, görkemlimukteza: bir şeyin gereği
mukteza-yı hikmet: hikmetin gereği (bk. ḥ-k-m)mukteza-yı ism-i Hakîm: Allah’ın herşeyi hikmetle yaptığını bildiren isminin gereği (bk. s-m-v; ḥ-k-m)
müşkül: zorluk, engelnazar: bakış, dikkat (bk. n-ẓ-r)
nazar-ı dikkat: dikkatli bakış (bk. n-ẓ-r)nazar-ı hikmet: hikmet bakışı (bk. n-ẓ-r; ḥ-k-m)
nazar-ı muhabbet: sevgi bakışı (bk. n-ẓ-r; ḥ-b-b)nebze: az miktar
nebâtât: bitkilernevi: tür, çeşit
nur-u iman: iman nuru (bk. n-v-r; e-m-n)nümune: örnek
nısfı: yarısısabıkan: bundan önce
sair: diğersemere: meyve
takrib: yaklaştırmatazammun eden: içine alan
temsilât: temsiller, kıyaslama tarzında benzetmeler (bk. m-s̱-l)umum: genel
vücud: varlık (bk. v-c-d)zât-ı Muhammediye: Peygamberimiz Hz. Muhammed’in zâtı, şahsiyeti (bk. ḥ-m-d)
âhir: son (bk. e-ḫ-r)âlem: dünya (bk. a-l-m)
âlem-i cismanî: maddî âlem (bk. a-l-m)âlem-i süflî: aşağı, alçak âlem (bk. a-l-m)
çekirdek-i aslî: asıl çekirdek, özşecere: ağaç
şecere-i hilkat: yaratılış ağacı (bk. ḫ-l-ḳ)şecere-i kâinat: kâinat ağacı (bk. k-v-n)
şecere-i âzam: büyük ağaç (bk. a-ẓ-m)

<tbody>
</tbody>
 

TaLHa

Nur-u Aynım
Yönetici
Otuz Birinci Söz - Sayfa 789

çekirdek olan nur, onun zâtında cismini giyerek en âhir bir meyve suretinde görünecektir.

Ey müstemi! Şu acip kâinat-ı azîme bir insanın cüz’î mahiyetinden halk olunmasını istib’âd etme. Bir nevi âlem gibi olan muazzam çam ağacını, buğday tanesi kadar bir çekirdekten halk eden Kadîr-i Zülcelâl, şu kâinatı nur-u Muhammedîden (Aleyhissalâtü Vesselâm) nasıl halk etmesin veya edemesin? İşte, şecere-i kâinat, şecere-i tûbâ gibi, gövdesi ve kökü yukarıda, dalları aşağıda olduğu için, aşağıdaki meyve makamından, tâ çekirdek-i aslî makamına kadar nuranî bir hayt-ı münasebet var. İşte, Mirac, o hayt-ı münasebetin gılâfı ve suretidir ki, zât-ı Ahmediye Aleyhissalâtü Vesselâm o yolu açmış, velâyetiyle gitmiş, risaletiyle dönmüş ve kapıyı da açık bırakmış. Arkasındaki evliya-yı ümmeti, ruh ve kalble, o cadde-i nuranîde, Mirac-ı Nebevînin gölgesinde seyr ü sülûk edip istidatlarına göre makamat-ı âliyeye çıkıyorlar.

Hem sabıkan ispat edildiği üzere, şu kâinatın Sânii, birinci işkâlin cevabında gösterilen makàsıd için, şu kâinatı bir saray suretinde yapmış ve tezyin etmiştir. O makàsıdın medarı zât-ı Ahmediye (a.s.m.) olduğu için, kâinattan evvel Sâni-i Kâinatın nazar-ı inâyetinde olması ve en evvel tecellîsine mazhar olmak lâzım geliyor. Çünkü birşeyin neticesi, semeresi evvel düşünülür. Demek, vücuden en âhir, mânen de en evveldir. Halbuki, zât-ı Ahmediye (a.s.m.) hem en mükemmel meyve, hem bütün meyvelerin medar-ı kıymeti ve bütün maksatların medar-ı zuhuru olduğundan, en evvel tecellî-i icada mazhar, onun nuru olmak lâzım gelir.
blank.gif
1

ÜÇÜNCÜ MÜŞKÜLÜN:
O kadar geniştir ki, bizim gibi dar zihinli insanlar istiab ve ihata edemez. Fakat uzaktan uzağa bakabiliriz.

[NOT]Dipnot-1
bk. el-Aclûnî, Keşfü’l-Hafâ, 1:265[/NOT]


Aleyhissalâtü Vesselâm: Allah’ın salât ve selâmı onun üzerine olsun (bk. ṣ-l-v; s-l-m)Kadîr-i Zülcelâl: kudreti herşeyi kuşatan ve sonsuz haşmet ve yücelik sahibi olan Allah (bk. ḳ-d-r; ẕü; c-l-l)
Mirac/Mirac-ı Nebevî: Peygamberimizin (a.s.m.) Allah’ın huzuruna yükselişi ve bütün kâinat âlemlerini gezdiği yolculuk (bk. a-r-c; n-b-e)Sâni: herşeyi san’atlı bir şekilde yapan Allah (bk. ṣ-n-a)
Sâni-i Kâinat: bütün evreni mükemmel bir sanatla yaratan Allah (bk. ṣ-n-a; k-v-n)acip: hayret verici, şaşırtıcı
cadde-i nuranî: nurlu cadde (bk. n-v-r)cüz’î: küçük, sınırlı (bk. c-z-e)
evliya-yı ümmet: İslâm ümmeti içinden velilik derecesine çıkanlar (bk. v-l-y)evvel: önce
gılâf: kılıfhalk: yaratma (bk. ḫ-l-ḳ)
hayt-ı münasebet: ilişki bağı (bk. n-s-b)ihata: kapsama, kuşatma
istiab: içine alma, kaplamaistib’ad: akıldan uzak görme
istidat: kabiliyet, yetenek (bk. a-d-d)işkâl: zorluk
kâinat: evren, yaratılmış herşey (bk. k-v-n)kâinat-ı azîme: büyük kâinat (bk. k-v-n; a-ẓ-m)
mahiyet: öz nitelik, özellikmakamat-ı âliye: yüce makamlar
maksat: kastedilen şey, gaye (bk. ḳ-ṣ-d)makàsıd: maksatlar, gayeler (bk. ḳ-ṣ-d)
mazhar: görünme ve yansıma yeri (bk. ẓ-h-r)medar: sebep, vesile
medar-ı kıymet: kıymet sebebimedar-ı zuhur: görünme sebebi (bk. ẓ-h-r)
muazzam: büyük (bk. a-ẓ-m)mânen: mânevî olarak (bk. a-n-y)
müstemi: dinleyici (bk. s-m-a)müşkül: zorluk, engel
nazar-ı inâyet: yardım ve koruma bakışı (bk. n-ẓ-r; a-n-y)nevi: tür, çeşit
nur-u Muhammedî: Peygamberimiz Hz. Muhammed’in nuru (bk. n-v-r; ḥ-m-d)nuranî: nurlu (bk. n-v-r)
risalet: peygamberlik (bk. r-s-l)sabıkan: bundan önce
semere: meyveseyr ü sülûk: mânevî ve ruhî yolculuk
suret: şekil, biçim (bk. ṣ-v-r)tecellî: yansıma (bk. c-l-y)
tecellî-i icad: yaratma, var etme tecellîsi (bk. c-l-y; v-c-d)tezyin etmek: süslemek (bk. z-y-n)
teşekkül: oluşumvelâyet: velîlik (bk. v-l-y)
vücuden: varlık bakımından (bk. v-c-d)zât-ı Ahmediye: Peygamberimiz Hz. Muhammed’in zâtı, şahsiyeti (bk. ḥ-m-d)
âhir: son (bk. e-ḫ-r)âlem: dünya (bk. a-l-m)
çekirdek-i aslî: asıl çekirdek, özşecere-i kâinat: kâinat ağacı (bk. k-v-n)
şecere-i tûbâ: Cennetteki tûba ağacı

<tbody>
</tbody>
 

TaLHa

Nur-u Aynım
Yönetici
Otuz Birinci Söz - Sayfa 790

Evet, âlem-i süflînin mânevî destgâhları ve küllî kanunları, avâlim-i ulviyededir. Ve mahşer-i masnuat olan küre-i arzın hadsiz mahlûkatının netâic-i amelleri ve cin ve insin semerât-ı ef’alleri, yine avâlim-i ulviyede temessül eder. Hattâ, hasenat Cennetin meyveleri suretine,
blank.gif
1 seyyiat ise Cehennemin zakkumları şekline
blank.gif
2 girdikleri, pek çok emârat ve pek çok rivâyâtın şehadetiyle ve hikmet-i kâinatın ve ism-i Hakîmin iktizasıyla beraber, Kur’ân-ı Hakîmin işârâtı gösteriyor.

Evet, zeminin yüzünde kesret o kadar intişar etmiş ve hilkat o kadar teşa’ub etmiş ki, bütün kâinatta münteşir umum masnuatın pek çok fevkinde ecnâs-ı mahlûkat ve esnaf-ı masnuat, küre-i zeminde bulunur, değişir, daima dolup boşalır. İşte şu cüz’iyat ve kesretin menbaları, madenleri, elbette küllî kanunlar ve küllî tecelliyât-ı esmâiyedir ki, o küllî kanunlar, o küllî tecellîler ve o muhit esmâların mazharları da bir derece basit ve sâfi ve herbiri bir âlemin arşı ve sakfı ve bir âlemin merkez-i tasarrufu hükmünde olan semâvâttır ki, o âlemlerin birisi de Sidretü’l-Müntehâdaki Cennetü’l-Me’vâdır.
blank.gif
3 Yerdeki tesbihat ve tahmidat, o Cennetin meyveleri suretinde—Muhbir-i Sadıkın ihbarıyla—temessül ettiği sabittir.
blank.gif
4

İşte, bu üç nokta gösteriyorlar ki, yerde olan netâic ve semerâtın mahzenleri oralardadır ve mahsulâtı o tarafa gider.

[NOT]Dipnot-1
bk. Yâsîn Sûresi, 36:55:57; Duhân Sûresi, 44:27, 55; Sâd Sûresi, 38:51; Tûr Sûresi, 52:22; Rahmân Sûresi, 55:52, 67; Vâkıa Sûresi, 56:32; Mü’minûn Sûresi, 23:19; Sâffât Sûresi, 37:42.
Dipnot-2
bk. Sâffât Sûresi, 37:62; Duhân Sûresi, 44:43; Vâkıa Sûresi, 56:52; Nebe Sûresi, 78:21-30.
Dipnot-3
bk. Necm Sûresi, 53:15.
Dipnot-4
bk. İbni Hibban, es-Sahîh 3:109; el-Hakim, el-Müstedrek 1:680; el-Beyhakî, es-Sünenü’l-Kübrâ 6:207; Ebû Ya’lâ, el-Müsned 4:165. [/NOT]


Cennetü’l-Me’vâ: Cennetin üçüncü katının ismiKur’ân-ı Hakîm: her âyet ve sûresinde sayısız hikmet ve faydalar bulunan Kur’ân (bk. ḥ-k-m)
Muhbir-i Sadık: doğru sözlü haber verici Peygamber Efendimiz (a.s.m.) (bk. ṣ-d-ḳ)Sidretü’l-Müntehâ: yedinci kat gökte olduğu rivâyet edilen ve Peygamberimizin (a.s.m.) ulaştığı en son makam
arş: gök, semâ (bk. a-r-ş)avâlim-i ulviye: yüce âlemler (bk. a-l-m)
cin ve ins: cinler ve insanlarcüz’iyat: ferdî şeyler (bk. c-z-e)
destgâh: tezgâh, işyeriecnâs-ı mahlûkat: yaratılanların cinsleri, türleri (bk. ḫ-l-ḳ)
emârat: işaretler, belirtileresmâ: isimler (bk. s-m-v)
esnaf-ı masnuat: san’atlı yaratılmış varlıkların sınıfları (bk. ṣ-n-a)fevkinde: üstünde
hadsiz: sayısızhasenat: iyilikler, sevaplar (bk. ḥ-s-n)
hikmet-i kâinat: kâinatın yaratılmasındaki hikmet; herşeyin belirli gayelere yönelik olarak, mânâlı, faydalı ve tam yerli yerinde olması (bk. ḥ-k-m; k-v-n)hilkat: yaratılış (bk. ḫ-l-ḳ)
ihbar: haber vermeiktiza: gerektirme
intişar: yayılmaism-i Hakîm: Allah’ın herşeyi hikmetle yaptığını bildiren ismi (bk. s-m-v; ḥ-k-m)
işârât: işaretlerkesret: çokluk (bk. k-s̱-r)
kâinat: evren, yaratılmış herşey (bk. k-v-n)küllî: genel ve kapsamlı (bk. k-l-l)
küre-i arz: yerküre, dünyaküre-i zemin: yerküre, dünya
maden: kaynakmahlûkat: yaratıklar (bk. ḫ-l-ḳ)
mahsulât: ürünlermahzen: depo
mahşer-i masnuat: sanat eseri varlıkların toplandığı yer (bk. ḥ-ş-r; ṣ-n-a)masnuât: san’at eseri varlıklar (bk. ṣ-n-a)
mazhar: görünme ve yansıma yeri (bk. ẓ-h-r)menba: kaynak
merkez-i tasarruf: iş ve faaliyet merkezi (bk. ṣ-r-f)muhit: kapsamlı, kuşatıcı
münteşir: yayılmış olannetâic: neticeler, sonuçlar
netâic-i amel: işin neticeleririvâyât: rivâyetler, nakledilen şeyler
sakf: çatı, tavansemerât: meyveler
semerât-ı ef’al: fiillerin meyvesi, neticesi (bk. f-a-l)semâvât: gökler (bk. s-m-v)
seyyiat: kötülükler, günahlarsuret: şekil, biçim (bk. ṣ-v-r)
sâfi: saf, temiz (bk. ṣ-f-y)tahmidat: şükür ve övgüler (bk. ḥ-m-d)
tecelliyât-ı esmâ: Cenâb-ı Allah’ın isimlerinin yansımaları, görüntüleri (bk. c-l-y; s-m-v)tecellî: yansıma, görüntü (bk. c-l-y)
temessül: görünme, belirme (bk. m-s̱-l)tesbihat: Allah’ı öven ve kusurdan yüce tutan sözler (bk. s-b-ḥ)
teşa’ub: kısım ve bölümlere ayrılmaumum: bütün
zakkum: Cehennemde bir ağacın ismizemin: yer
âlem: dünya (bk. a-l-m)âlem-i süflî: aşağı âlem, dünya (bk. a-l-m)
şehadet: şahitlik, tanıklık (bk. ş-h-d)

<tbody>
</tbody>
 

TaLHa

Nur-u Aynım
Yönetici
Otuz Birinci Söz - Sayfa 791

Deme ki, “Havaî bir Elhamdü lillâh kelimem nasıl mücessem bir meyve-i Cennet olur?”

Çünkü, sen gündüz uyanıkken güzel bir söz söylersin; bazan rüyada güzel bir elma şeklinde yersin. Gündüz çirkin bir sözün, gecede acı birşey suretinde yutarsın. Bir gıybet etsen, murdar bir et suretinde sana yedirirler. Öyle ise, şu dünya uykusunda söylediğin güzel sözlerin ve çirkin sözlerin, meyveler suretinde, uyanık âlemi olan âlem-i âhirette yersin ve yemesini istib’âd etmemelisin.

DÖRDÜNCÜ ESAS

Miracın semerâtı ve faidesi nedir?

Elcevap: Şu şecere-i tûbâ-i mâneviye olan Miracın beş yüzden fazla meyvelerinden, nümune olarak yalnız beş tanesini zikredeceğiz.

BİRİNCİ MEYVE: Erkân-ı imaniyenin hakaikini gözle görüp, melâikeyi, Cenneti, âhireti, hattâ Zât-ı Zülcelâli gözle müşahede etmek, kâinata ve beşere öyle bir hazine ve bir nur-u ezelî ve ebedî bir hediye getirmiştir ki, şu kâinatı perişan ve fâni karma karışık bir vaziyet-i mevhumeden çıkarıp, o nur ve o meyve ile, o kâinatı kudsî mektubât-ı Samedâniye, güzel âyine-i cemâl-i Zât-ı Ehadiye vaziyeti olan hakikatini göstermiş, kâinatı ve bütün zîşuuru sevindirip mesrur etmiş. Hem o nur ve o meyve ile, beşeri müşevveş, perişan, âciz, fakir, hâcâtı hadsiz, a’dâsı nihayetsiz ve fâni, bekàsız bir vaziyet-i dalâletkârâneden, o insanı o nur, o meyve-i kudsiye ile, ahsen-i takvimde bir mu’cize-i kudret-i Samedâniyesi ve mektubât-ı Samedâniyenin bir nüsha-i câmiası ve Sultan-ı Ezel ve Ebedin bir muhatabı, bir abd-i hassı ve kemâlâtının istihsancısı, halîli ve cemâlinin


Mirac: Peygamberimizin (a.s.m.) Allah’ın huzuruna yükselişi ve bütün kâinat âlemlerini gezdiği yolculuk (bk. a-r-c)Sultan-ı Ezel ve Ebed: varlığının başlangıcı ve sonu olmayan kudret ve hakimiyet sahibi Sultan, Allah (bk. s-l-ṭ; e-z-l; e-b-d)
Zât-ı Zülcelâl: sonsuz yücelik ve haşmet sahibi olan Zât, Allah (bk. ẕü; c-l-l)abd-i has: özel ve seçilmiş kul (bk. a-b-d)
ahsen-i takvim: en güzel biçim, tam kıvam (bk. ḥ-s-n)a’dâ: düşmanlar
bekàsız: devamsız, geçici (bk. b-ḳ-y)beşer: insan
cemâl: güzellik (bk. c-m-l)elhamdü lillâh: “her türlü övgü ve şükür yalnızca Allah’a aittir” (bk. ḥ-m-d)
erkân-ı imaniye: imanın rükünleri, şartları (bk. r-k-n; e-m-n)fâni: geçici, ölümlü (bk. f-n-y)
gıybet: başkalarının arkasından hoşlanmayacağı şekilde konuşma, çekiştirmehadsiz: sınırsız
hakaik: gerçek mahiyetler, esaslar (bk. ḥ-ḳ-ḳ)hakikat: gerçek mahiyet, esas (bk. ḥ-ḳ-ḳ)
halîl: dosthavaî: havaya ait
hâcât: ihtiyaçlar (bk. ḥ-v-c)istib’ad: akıldan uzak görme
istihsancı: beğenen, güzel bulan (bk. ḥ-s-n)kemâlat: mükemmellikler, üstün özellikler (bk. k-m-l)
kudsî: kutsal, kusursuz ve yüce (bk. ḳ-d-s)kâinat: evren, yaratılmış herşey (bk. k-v-n)
mektubat-ı Samedâniye: Samed olan Allah’ın yarattığı herbiri birer mektup gibi mânâlar ifade eden varlıklar (bk. k-t-b; ṣ-m-d)melâike: melekler (bk. m-l-k)
mesrur: sevindirmemeyve-i Cennet: Cennet meyvesi
meyve-i kudsiye: kutsal, kusursuz ve yüce meyve (bk. ḳ-d-s)murdar: pis, kirli, haram
mu’cize-i kudret-i Samedâniye: herşey Kendisine muhtaç olduğu halde Kendisi hiçbir şeye muhtaç olmayan Allah’ın kudret mu’cizesi (bk. a-c-z; ḳ-d-r; ṣ-m-d)mücessem: cisme bürünmüş, maddî yapısı olan
müşahede etmek: görmek (bk. ş-h-d)müşevveş: düzensiz, karma karışık
nihayetsiz: sonsuznur-u ezelî ve ebedî: başlangıcı ve sonu olmayan nur (bk. n-v-r; e-z-l; e-b-d)
nümune: örneknüsha-i câmia: çok geniş ve kapsamlı nüsha, kopya (bk. c-m-a)
semerât: meyvelersuret: şekil, görüntü (bk. ṣ-v-r)
vaziyet: durum, halvaziyet-i dalâletkârâne: hak yoldan sapma hâli durumu (bk. ḍ-l-l)
vaziyet-i mevhume: olmadığı halde varsayılan vaziyet, durumzikretmek: anmak, belirtmek
zîşuur: şuur sahibi, bilinçli (bk. ẕî; ş-a-r)âciz: güçsüz, zayıf (bk. a-c-z)
âhiret: öteki dünya (bk. e-ḫ-r)âlem: dünya (bk. a-l-m)
âlem-i âhiret: âhiret âlemi, öteki dünya (bk. a-l-m; e-ḫ-r)âyine-i cemâl-i Zât-ı Ehadiye: herbir varlıkta birliğiyle tecellî eden zâtın güzelliğini gösteren ayna (bk. c-m-l; v-ḥ-d)
şecere-i tûbâ-i mâneviye: mânevî tûbâ ağacı (bk. a-n-y)

<tbody>
</tbody>
 

TaLHa

Nur-u Aynım
Yönetici
Otuz Birinci Söz - Sayfa 792

hayretkârı, habibi ve Cennet-i bâkiyesine namzet bir misafir-i azizi suret-i hakikîsinde göstermiş, insan olan bütün insanlara nihayetsiz bir sürur, hadsiz bir şevk vermiştir.

İKİNCİ MEYVE: Sâni-i Mevcudat ve Sahib-i Kâinat ve Rabbü’l-Âlemîn olan Hâkim-i Ezel ve Ebedin marziyât-ı Rabbâniyesi olan İslâmiyetin—başta namaz olarak—esasatını cin ve inse hediye getirmiştir ki, o marziyâtı anlamak o kadar merak-âver ve saadet-âverdir ki tarif edilmez. Çünkü herkes büyükçe bir velînimetini yahut muhsin bir padişahının uzaktan arzularını anlamaya ne kadar arzukeş ve anlasa ne kadar memnun olur. Temenni eder ki, “Keşke bir vasıta-i muhabere olsaydı, doğrudan doğruya o zâtla konuşsaydım. Benden ne istiyor, anlasaydım. Benden, onun hoşuna gideni bilseydim” der. Acaba, bütün mevcudat kabza-i tasarrufunda ve bütün mevcudattaki cemâl ve kemâlât Onun cemâl ve kemâline nisbeten zayıf bir gölge ve her anda nihayetsiz cihetlerle Ona muhtaç ve nihayetsiz ihsanlarına mazhar olan beşer, ne derece Onun marziyâtını ve arzularını anlamak hususunda hahişger ve merak-âver olması lâzım olduğunu anlarsın. İşte, zât-ı Ahmediye (a.s.m.) yetmiş bin perde arkasında o Sultan-ı Ezel ve Ebedin marziyâtını, doğrudan doğruya, Mirac semeresi olarak, hakkalyakîn işitip, getirip beşere hediye etmiştir.
blank.gif
1

Evet, beşer, kamerdeki hali anlamak için ne kadar merak eder ki, biri gidip dönüp haber verse! Hem ne kadar fedakârlık gösterir. Eğer anlasa, ne kadar hayret ve meraka düşer. Halbuki, kamer öyle bir Mâlikü’l-Mülkün memleketinde geziyor ki, kamer bir sinek gibi küre-i arzın etrafında pervaz eder; küre-i arz pervane gibi şemsin etrafında uçar. Şems binler lâmbalar içinde bir lâmbadır ki, o Mâlikü’l-Mülk-i Zülcelâlin bir misafirhanesinde mumdarlık eder. İşte, zât-ı
[NOT]
Dipnot-1
bk. Buhârî, Menâkıbu’l-Ensar 42; Müslim, Îman 279, Müsâfirîn 253; Tirmizî, Tefsîru Sûre (53)1; Nesâî, Salât 1, İftitâh 25; Müsned 1:387, 422.[/NOT]


Cennet-i bâkiye: devamlı ve kalıcı olan Cennet (bk. b-ḳ-y)Hâkim-i Ezel ve Ebed: egemenliği zaman öncesinden sonsuza kadar devam eden Allah (bk. ḥ-k-m; e-z-l; e-b-d)
Mirac: Peygamberimizin (a.s.m.) Allah’ın huzuruna yükselişi ve bütün kâinat âlemlerini gezdiği yolculuk (bk. a-r-c)Mâlikü’l-Mülk: bütün mülkün gerçek sahibi olan Allah (bk. m-l-k)
Mâlikü’l-Mülk-i Zülcelâl: bütün mülkün gerçek sahibi, heybet, yücelik ve haşmet sahibi olan Allah (bk. m-l-k; ẕü; c-l-l)Rabbü’l-Âlemin: âlemlerin Rabbi; bütün âlemleri idare ve terbiye eden Allah (bk. r-b-b; a-l-m)
Sahib-i Kâinat: evrenin ve herşeyin sahibi olan Allah (bk. k-v-n)Sultan-ı Ezel ve Ebed: varlığının başlangıcı ve sonu olmayan kudret ve hakimiyet sahibi Sultan, Allah (bk. s-l-ṭ; e-z-l; e-b-d)
Sâni-i Mevcudat: bütün varlıkları sanatlı bir şekilde yaratan Allah (bk. ṣ-n-a; v-c-d)arzukeş: arzulu, istekli
beşer: insancemâl: güzellik (bk. c-m-l)
cihet: yönesasat: esaslar, temel prensipler
habib: sevgili (bk. ḥ-b-b)hadsiz: sınırsız
hahişger: isteklihakkalyakin: bizzat yaşayarak kesin bilgi edinme (bk. ḥ-ḳ-ḳ; y-ḳ-n)
hayretkâr: hayran olanihsan: bağış, iyilik (bk. ḥ-s-n)
ins: insanlarkabza-i tasarruf: emri altında bulundurma (bk. ṣ-r-f)
kamer: aykemâlât: mükemmellikler, kusursuzluklar (bk. k-m-l)
küre-i arz: yerküre, dünyamarziyât: Allah’ın razı olduğu şeyler
marziyât-ı Rabbâniye: Rab olan Allah’ın razı olduğu şeyler (bk. r-b-b)mazhar: erişen, nâil olan (bk. ẓ-h-r)
merak-âver: merak verici, düşündürücümevcudat: varlıklar (bk. v-c-d)
misafir-i aziz: aziz ve şerefli misafir (bk. a-z-z)muhsin: bağış ve iyilikte bulunan (bk. ḥ-s-n)
mumdar: ışık verennamzet: aday
nihayetsiz: sonsuznisbeten: kıyasla, oranla (bk. n-s-b)
pervaz etmek: uçmaksaadet-âver: mutluluk verici
semere: meyvesuret-i hakikî: gerçek görünüş (bk. ṣ-v-r; ḥ-ḳ-ḳ)
sürur: mutluluk, sevinçtarif etmek: anlatmak (bk. a-r-f)
temenni etme: dileme, istemevasıta-i muhabere: haberleşme aracı
velînimet: nimeti veren (bk. n-a-m)zât-ı Ahmediye: Peygamberimiz Hz. Muhammed’in zâtı, şahsiyeti (bk. ḥ-m-d)
şems: güneşşevk: şiddetli arzu ve istek

<tbody>
</tbody>
 

TaLHa

Nur-u Aynım
Yönetici
Otuz Birinci Söz - Sayfa 793

Ahmediye (a.s.m.) öyle bir Zât-ı Zülcelâlin şuûnâtını ve acaib-i san’atını ve âlem-i bekàda hazâin-i rahmetini görmüş, gelmiş, beşere söylemiş. İşte, beşer bu zâtı kemâl-i merak ve hayret ve muhabbetle dinlemezse, ne kadar hilâf-ı akıl ve hikmetle hareket ettiğini anlarsın.

ÜÇÜNCÜ MEYVE: Saadet-i ebediyenin definesini görüp, anahtarını alıp getirmiş, cin ve inse hediye etmiştir. Evet, Mirac vasıtasıyla ve kendi gözüyle Cenneti görmüş ve Rahmân-ı Zülcemâlin rahmetinin bâki cilvelerini müşahede etmiş ve saadet-i ebediyeyi kat’iyen, hakkalyakîn anlamış, saadet-i ebediyenin vücudunun müjdesini cin ve inse hediye etmiştir ki: Biçare cin ve ins, kararsız bir dünyada ve zelzele-i zevâl ve firak içindeki mevcudatı, seyl-i zaman ve harekât-ı zerrât ile adem ve firak-ı ebedî denizine döküldüğü olan vaziyet-i mevhume-i canhıraşânede oldukları hengâmda, şöyle bir müjde ne kadar kıymettar olduğu; ve idam-ı ebedî ile kendilerini mahkûm zanneden fâni cin ve insin kulağında öyle bir müjde ne kadar saadet-âver olduğu tarif edilmez. Bir adama, idam edileceği anda, onun affıyla kurb-u şahanede bir saray verilse, ne kadar sürura sebeptir. Bütün cin ve ins adedince böyle sürurları topla, sonra bu müjdeye kıymet ver.

DÖRDÜNCÜ MEYVE: Rüyet-i cemâlullah meyvesini kendi aldığı gibi, o meyvenin her mü’mine dahi mümkün olduğunu cin ve inse hediye getirmiştir ki, o meyve ne derece leziz ve hoş ve güzel bir meyve olduğunu bununla kıyas edebilirsin: Yani, her kalb sahibi bir insan, zîcemâl, zîkemâl, zîihsan bir zâtı sever. Ve o sevmek dahi, cemâl ve kemâl ve ihsanın derecâtına nisbeten tezayüd eder, perestiş derecesine gelir; canını feda eder derecede muhabbet bağlar. Yalnız bir defa görmesine, dünyasını feda etmek derecesine çıkar. Halbuki, bütün mevcudattaki cemâl ve kemâl ve ihsan, Onun cemâl ve kemâl ve ihsanına nisbeten,


Mirac: Peygamberimizin (a.s.m.) Allah’ın huzuruna yükselişi ve bütün kâinat âlemlerini gezdiği yolculuk (bk. a-r-c)Rahmân-ı Zülcemâl: sonsuz güzellik ve merhamet sahibi olan Allah (bk. r-ḥ-m; ẕü; c-m-l)
Zât-ı Zülcelâl: sonsuz yücelik ve haşmet sahibi olan Zât, Allah (bk. ẕü; c-l-l)acaib-i san’at: san’at hârikalıkları (bk. ṣ-n-a)
adem: yoklukbeşer: insan
bâki: sürekli, kalıcı (bk. b-ḳ-y)cemâl: güzellik (bk. c-m-l)
cilve: görüntü, akis (bk. c-l-y)define: hazine
derecât: derecelerfirak-ı ebedî: sonsuz ayrılık (bk. f-r-ḳ; e-b-d)
fâni: gelip geçici, ölümlü (bk. f-n-y)hakkalyakin: bizzat yaşayarak elde edilen kesin bilgi (bk. ḥ-ḳ-ḳ; y-ḳ-n)
harekât-ı zerrât: atomların hareketlerihazâin-i rahmet: Allah’ın rahmet hazineleri (bk. r-ḥ-m)
hengâm: zamanhilâf-ı akıl ve hikmet: akla ve hikmete aykırı (bk. ḥ-k-m)
idam-ı ebedî: sonsuz yok oluş (bk. e-b-d)ihsan: bağış, iyilik (bk. ḥ-s-n)
ins: insanlarkat’iyen: kesinlikle
kemâl: mükemmellik (bk. k-m-l)kemâl-i merak: tam bir merak (bk. k-m-l)
kurb-u şahane: padişaha yakınlıkkıymet: değer
kıymettar: kıymetli, değerlileziz: lezzetli
mahkûm: hükümlü (bk. ḥ-k-m)mevcudat: varlıklar (bk. v-c-d)
muhabbet: sevgi (bk. ḥ-b-b)müşahede etmek: görmek (bk. ş-h-d)
mü’min: imanlı, Allah’a inanan (bk. e-m-n)nisbeten: kıyasla, oranla (bk. n-s-b)
perestiş: aşırı derece sevmekrahmet: merhamet, şefkat (bk. r-ḥ-m)
rüyet-i cemâlullah: Allah’ın güzelliğini seyretme (bk. c-m-l)saadet-i ebediye: sonsuz mutluluk (bk. e-b-d)
saadet-âver: mutluluk vericiseyl-i zaman: zamanın akışı
sürur: mutluluk, sevinçtarif etmek: anlatmak (bk. a-r-f)
tezayüd etmek: artmakvaziyet-i mevhume-i canhıraşâne: yürek paralayıcı olarak farz edilen durum
vücud: varlık (bk. v-c-d)zelzele-i zevâl ve firak: gelip geçicilik ve ayrılık sarsıntısı (bk. z-v-l; f-r-ḳ)
zât-ı Ahmediye: Peygamberimiz Hz. Muhammed’in zâtı, şahsiyeti (bk. ḥ-m-d)zîcemâl: güzellik sahibi (bk. ẕî; c-m-l)
zîihsan: bağış ve iyilik sahibi (bk. ẕî; ḥ-s-n)zîkemâl: kemâl ve olgunluk sahibi (bk. ẕî; k-m-l)
âlem-i bekà: devamlı ve kalıcı olan âhiret âlemi (bk. a-l-m; b-ḳ-y)şuûnât: haller, işler, fiiller (bk. ş-e-n)

<tbody>
</tbody>
 

TaLHa

Nur-u Aynım
Yönetici
Otuz Birinci Söz - Sayfa 794

küçük birkaç lemeâtın güneşe nisbeti gibi de olmaz. Demek, nihayetsiz bir muhabbete lâyık ve nihayetsiz rüyete ve nihayetsiz bir iştiyaka elyak bir Zât-ı Zülcelâli ve’l-Kemâlin saadet-i ebediyede rüyetine muvaffak olması ne kadar saadet-âver ve medar-ı sürur ve hoş ve güzel bir meyve olduğunu, insan isen anlarsın.

BEŞİNCİ MEYVE:
İnsan, kâinatın kıymettar bir meyvesi ve Sâni-i Kâinatın nazdar sevgilisi olduğu, Mirac ile anlaşılmış ve o meyveyi cin ve inse getirmiştir. Küçük bir mahlûk, zayıf bir hayvan ve âciz bir zîşuur olan insanı, o meyve ile o kadar yüksek bir makama çıkarır ki, kâinatın bütün mevcudatı üstünde bir makam-ı fahr veriyor. Ve öyle bir sevinç ve sürur-u mes’udiyetkârâne veriyor ki, tasvir edilmez. Çünkü, âdi bir nefere denilse, “Sen müşir oldun”; ne kadar memnun olur. Halbuki, fâni, âciz bir hayvan-ı nâtık, zevâl ve firak sillesini daima yiyen biçare insana, birden “Ebedî, bâki bir Cennette, Rahîm ve Kerîm bir Rahmân’ın rahmetinde ve hayal sür’atinde, ruhun vüs’atinde, aklın cevelânında, kalbin bütün arzularında, mülk ve melekûtunda tenezzühe, seyerana ve cevelâna muvaffak olduğun gibi, saadet-i ebediyede rüyet-i cemâline de muvaffak olursun” denildiği vakit, insaniyeti sukut etmemiş bir insan, ne kadar derin ve ciddî bir sevinç ve süruru kalbinde hissedeceğini tahayyül edebilirsin.

Şimdi, makam-ı istimâda olan zâta deriz ki: İlhad gömleğini yırt, at. Mü’min kulağını geçir ve Müslim gözlerini tak. Sana iki küçük temsil ile bir iki meyvenin derece-i kıymetini göstereceğiz.

Meselâ, seninle biz beraber bir memlekette bulunuyoruz. Görüyoruz ki, herşey bize ve birbirine düşman ve bize yabancı; her taraf müthiş cenazelerle dolu; işitilen sesler yetimlerin ağlayışı, mazlumların vâveylâsıdır. İşte biz şöyle bir


Kerîm: sonsuz cömertlik ve ikram sahibi olan Allah (bk. k-r-m)Mirac: Peygamberimizin (a.s.m.) Allah’ın huzuruna yükselişi ve bütün kâinat âlemlerini gezdiği yolculuk (bk. a-r-c)
Müslim: Müslüman (bk. s-l-m)Rahmân: kullarına karşı çok merhametli olan ve rahmet eserleri bütün varlık âlemini kuşatan Allah (bk. r-ḥ-m)
Rahîm: rahmetinin çok özel tecellîleri olan, sonsuz şefkat ve merhamet sahibi Allah (bk. r-ḥ-m)Sâni-i Kâinat: evreni ve herşeyi mükemmel bir san’atla yaratan Allah (bk. ṣ-n-a; k-v-n)
Zât-ı Zülcelâl ve’l-Kemâl: sonsuz yücelik, haşmet ve mükemmellik sahibi olan Allah (bk. ẕü; c-l-l; k-m-l)biçare: çaresiz
bâki: devamlı, kalıcı (bk. b-ḳ-y)cevelân: dolaşma, gezme
derece-i kıymet: kıymet derecesiebedî: sonsuz (bk. e-b-d)
elyak: en layıkfirak: ayrılık (bk. f-r-ḳ)
fâni: geçici, ölümlü (bk. f-n-y)hayvan-ı nâtık: konuşan canlı
ilhad: dinsizlik, inkârins: insanlar
insaniyet: insanlıkiştiyak: şiddetli arzu ve istek
kâinat: evren, yaratılmış herşey (bk. k-v-n)kıymettar: kıymetli, değerli
lemeât: parıltılarmahlûk: yaratık (bk. ḫ-l-ḳ)
makam-ı fahr: övünme makamımakam-ı istimâ: dinleme makamı (bk. s-m-a)
mazlum: zulme uğrayan (bk. ẓ-l-m)medar-ı sürur: sevinç ve neşe vesilesi
mevcudat: varlıklar (bk. v-c-d)muhabbet: sevgi (bk. ḥ-b-b)
muvaffak: başarılı olma, erişmemülk ve melekût: görünen cismânî ve görünmeyen mânevî âlemler (bk. m-l-k)
müşir: mareşalmü’min: imanlı, Allah’a inanan (bk. e-m-n)
nazdar: nazlınefer: asker, er
nihayetsiz: sonsuznisbet: kıyas, oran (bk. n-s-b)
rahmet: şefkat, merhamet (bk. r-ḥ-m)rüyet: görme
rüyet-i cemâl: Allah’ın güzelliğini seyretme (bk. c-m-l)saadet-i ebediye: sonsuz mutluluk (bk. e-b-d)
saadet-âver: mutluluk vericiseyeran: gezinme
sukut: alçalmasürur: mutluluk, sevinç
sürur-u mes’udiyetkârâne: mutluluk verici bir sevinçsür’at: hız
tahayyül: hayal etme (bk. ḫ-y-l)tasvir etme: ifade etme, anlatma (bk. ṣ-v-r)
temsil: kıyaslama tarzında benzetme, analoji (bk. m-s̱-l)tenezzüh: gezinti (bk. n-z-h)
vâveylâ: çığlık, feryadvüs’at: genişlik
zevâl: gelip geçicilik, yokluk (bk. z-v-l)zîşuur: şuur sahibi, bilinçli (bk. ẕî; ş-a-r)
âciz: güçsüz, zayıf (bk. a-c-z)âdi: basit, sıradan

<tbody>
</tbody>


 

TaLHa

Nur-u Aynım
Yönetici
Otuz Birinci Söz - Sayfa 795

vaziyette olduğumuz vakitte, biri gitse, o memleketin padişahından bir müjde getirse, o müjdeyle bize yabancı olanlar ahbap şekline girse; düşman gördüğümüz kimseler, kardeşler suretine dönse, o müthiş cenazeler, huşû ve huzûda, zikir ve tesbihte birer ibadetkâr şeklinde görünse; o yetimâne ağlayışlar, senâkârâne “Yaşasın”lar hükmüne girse; ve o ölümler ve o soymaklar, garatlar terhisat suretine dönse; kendi sürurumuzla beraber herkesin süruruna müşterek olsak, o müjde ne kadar mesrurâne olduğunu elbette anlarsın.

İşte, Mirac-ı Ahmediyenin (a.s.m.) bir meyvesi olan nur-u imandan evvel şu kâinatın mevcudatı, nazar-ı dalâletle bakıldığı vakit, yabancı, muzır, müz’iç, muvahhiş; ve dağ gibi cirimler birer müthiş cenaze; ecel, herkesin başını kesip adem-âbâd kuyusuna atar; bütün sadâlar, firak ve zevâlden gelen vâveylâlar olduğu halde, dalâletin öyle tasvir ettiği hengâmda, meyve-i Mirac olan hakaik-i erkân-ı imaniye nasıl mevcudatı sana kardeş, dost ve Sâni-i Zülcelâline zâkir ve müsebbih;
blank.gif
1
ve mevt ve zevâl, bir nevi terhis ve vazifeden âzâd etmek;
blank.gif
2
ve sadâlar, birer tesbihat hakikatinde olduğunu sana gösterir. Bu hakikati tamam görmek istersen, İkinci ve Sekizinci Sözlere bak.

İkinci temsil: Seninle biz sahrâ-yı kebir gibi bir mevkideyiz. Kum denizi fırtınasında, gece o kadar karanlık olduğundan, elimizi bile göremiyoruz. Kimsesiz, hâmisiz, aç ve susuz, meyus ve ümitsiz bir vaziyette olduğumuz dakikada, birden, bir zât, o karanlık perdesinden geçip, sonra gelip bir otomobil hediye getirse ve bizi bindirse, birden cennet-misal bir yerde istikbalimiz temin edilmiş, gayet merhametkâr bir hâmimiz bulunmuş, yiyecek ve içecek ihzar edilmiş bir yerde bizi koysa, ne kadar memnun oluruz, bilirsin.


[NOT]Dipnot-1
bk. Ra’d Sûresi, 12:13; İsrâ Sûresi, 17:44; Nûr Sûresi, 24:41; Zümer Sûresi, 39:75.
Dipnot-2
bk. Bakara Sûresi, 2:46, 156; Mü’minûn Sûresi, 23:160.[/NOT]


Mirac-ı Ahmediye: Peygamberimizin (a.s.m.) Allah’ın huzuruna yükselişi ve bütün kâinat âlemlerini gezdiği yolculuk (bk. a-r-c; ḥ-m-d)Sâni-i Zülcelâl: herşeyi san’atlı bir şekilde yapan, sonsuz haşmet ve yücelik sahibi Allah (bk. ṣ-n-a; ẕü; c-l-l)
adem-âbâd: yokluklarla doluahbap: sevgililer, dostlar (bk. ḥ-b-b)
cennet-misal: cennet gibi (bk. m-s̱-l)cirim: büyük cisim
dalâlet: hak yoldan sapkınlık, inançsızlık (bk. ḍ-l-l)ecel: ölüm zamanı
firak: ayrılık (bk. f-r-ḳ)garât: gasplar, yağmalar
hakaik-i erkân-ı imaniye: iman esaslarının hakikatleri (bk. ḥ-ḳ-ḳ; r-k-n; e-m-n)hakikat: gerçek (bk. ḥ-ḳ-ḳ)
hengâm: zaman, anhuzû: Allah’ın büyüklüğünü düşünerek boyun eğme
huşû: korkuyla karışık sevgiden gelen edepli halhâmi: koruyucu
ibadetkâr: ibâdet eden (bk. a-b-d)ihzar: hazırlama (bk. ḥ-ḍ-r)
istikbal: gelecekkâinat: evren, yaratılmış herşey (bk. k-v-n)
merhametkâr: merhametli, şefkatli (bk. r-ḥ-m)mesrurâne: sevinçli
mevcudat: varlıklar (bk. v-c-d)mevki: yer
mevt: ölüm (bk. m-v-t)meyus: ümitsiz
meyve-i Mirac: Mirac meyvesi (bk. a-r-c)muvahhiş: korkutucu, vahşet verici
muzır: zararlımüsebbih: tesbih eden; Allah’ı, yüce şanına lâyık ifadelerle anan (bk. s-b-ḥ)
müz’iç: rahatsız edicimüşterek: ortak
nazar-ı dalâlet: inançsızlık bakışı (bk. n-ẓ-r; ḍ-l-l)nevi: tür
nur-u iman: iman nuru (bk. n-v-r; e-m-n)sadâ: ses
sahrâ-yı kebir: büyük çöl (bk. k-b-r)senâkârâne: överek ve medheder bir şekilde
suret: şekil, görüntü, biçim (bk. ṣ-v-r)sürur: mutluluk, sevinç
tasvir: anlatma, ifade etme (bk. ṣ-v-r)temsil: kıyaslama tarzında benzetme, analoji (bk. m-s̱-l)
terhis: görevin sona ermesiterhisat: görevin sona ermesi
tesbih: Allah’ı her türlü kusurdan yüce tutarak şanına lâyık ifade ile anma (bk. s-b-ḥ)tesbihat: Allah’ı her türlü kusurdan yüce tutarak şanına layık ifadelerle anma (bk. s-b-ḥ)
vâveylâ: çığlık, feryadyetimâne: yetim gibi, yetimce
zevâl: gelip geçicilik, yokluk (bk. z-v-l)zikir: Allah’ı anma
zâkir: zikreden, Allah’ı ananâzâd: serbest bırakma

<tbody>
</tbody>


 

TaLHa

Nur-u Aynım
Yönetici
Otuz Birinci Söz - Sayfa 796

İşte, o sahrâ-yı kebir bu dünya yüzüdür. O kum denizi, bu hadisat içinde harekât-ı zerrât ve seyl-i zaman tahrikiyle çalkanan mevcudat ve biçare insandır. Her insan, endişesiyle kalbi dağidar olan istikbali, müthiş zulümat içinde, nazar‑ı dalâletle görüyor. Feryadını işittirecek kimseyi bilmiyor. Nihayetsiz aç, nihayetsiz susuzdur. İşte, semere-i Mirac olan marziyât-ı İlâhiye ile, şu dünya gayet kerîm bir Zâtın misafirhanesi, insanlar dahi Onun misafirleri, memurları, istikbal dahi Cennet gibi güzel, rahmet gibi şirin ve saadet-i ebediye gibi parlak göründüğü vakit, ne kadar hoş, güzel, şirin bir meyve olduğunu anlarsın.

Makam-ı istimâda olan zât diyor ki: “Cenâb-ı Hakka yüz binler hamd ve şükür olsun ki, ilhaddan kurtuldum, tevhide girdim, tamamıyla inandım ve kemâl‑i imanı kazandım.”

Biz de deriz: Ey kardeş, seni tebrik ediyoruz. Cenâb-ı Hak bizleri Resul-i Ekrem Aleyhissalâtü Vesselâmın şefaatine mazhar etsin. Âmin.

اَللّٰهُمَّ صَلِّ عَلٰى مَنِ انْشَقَّ بِاِشَارَتِهِ الْقَمَرُ وَنَبَعَ مِنْ اَصَابِعِهِ الْمَاۤءُ كَالْكَوْثَرِ صَاحِبِ الْمِعْرَاج ِوَمَا زَاغَ الْبَصَرُ سَيِّدِنَا مُحَمَّدٍ وَعَلٰۤى اٰلِهِ وَاَصْحَابِهِ اَجْمَعِينَ مِنْ اَوَّلِ الدُّنْيَا اِلٰۤى اٰخِرِ الْمَحْشَرِ
blank.gif
1
سُبْحَانَكَ لاَعِلْمَ لَنَاۤ اِلاَّ مَاعَلَّمْتَنَاۤ اِنَّكَ اَنْتَ الْعَلِيمُ الْحَكِيمُ
blank.gif
2
رَبَّنَا تَقَبَّلْ مِنَّاۤ اِنَّكَ اَنْتَ السَّمِيعُ الْعَلِيمُ
blank.gif
3
رَبَّنَا لاَ تُؤَاخِذْنَاۤ اِنْ نَسِينَاۤ اَوْ اَخْطَاْنَا
blank.gif
4



[NOT]Dipnot-1
Allahım! Onun işaretiyle ay parçalanan, parmaklarından kevser gibi sular akan, gözün asla şaşmadığı Mirac mu’cizesinin sahibi, Efendimiz Muhammed’e ve bütün âl ve ashabına, dünyanın iptidâsından mahşerin âhirine kadar salât et.

Dipnot-2
“Seni her türlü noksandan tenzih ederiz. Senin bize öğrettiğinden başka bilgimiz yoktur. Muhakkak ki ilmi ve hikmeti herşeyi kuşatan Sensin.” Bakara Sûresi, 2:32.

Dipnot-3
“Dualarımızı kabul et, ey Rabbimiz. Herşeyi hakkıyla işiten de, herşeyi hakkıyla bilen de ancak Sensin.” Bakara Sûresi, 2:127.

Dipnot-4
“Ey Rabbimiz, unutur veya hataya düşersek bizi onunla hesaba çekme.” Bakara Sûresi, 2:286.
[/NOT]


Aleyhissalâtü Vesselâm: Allah’ın salât ve selâmı üzerine olsun (bk. ṣ-l-v; s-l-m)Cenâb-ı Hak: Hakkın ta kendisi olan, şeref ve azamet sahibi yüce Allah (bk. ḥ-ḳ-ḳ)
Resul-i Ekrem: Allah’ın en şerefli ve değerli elçisi olan Hz. Muhammed (a.s.m.) (bk. r-s-l; k-r-m)biçare: çaresiz
dağidar: üzüntülü, kederlihadisat: hadiseler, olaylar
hamd: şükür ve övgü (bk. ḥ-m-d)harekât-ı zerrât: atomların hareketleri
ilhad: dinsizlik, inkâristikbal: gelecek
kemâl-i iman: tam ve mükemmel iman (bk. k-m-l; e-m-n)kerîm: cömertlik ve ikram sahibi (bk. k-r-m)
makam-ı istimâ: dinleme makamı (bk. s-m-a)marziyât-ı İlâhiye: Allah’ın rızasına uygun iş ve hareketler (bk. e-l-h)
mazhar: erişme, nail olma (bk. ẓ-h-r)mevcudat: varlıklar (bk. v-c-d)
nazar-ı dalâlet: inançsızlık bakışı (bk. n-ẓ-r; ḍ-l-l)saadet-i ebediye: sonsuz mutluluk (bk. e-b-d)
sahrâ-yı kebir: büyük çöl (bk. k-b-r)semere-i Mirac: Mirac meyvesi (bk. a-r-c)
seyl-i zaman: zamanın seli, akışıtahrik: harekete geçirme
tevhid: birleme; herşeyin bir olan Allah’a ait olduğunu bilme ve inanma (bk. v-ḥ-d)zulümat: karanlıklar (bk. ẓ-l-m)
âmin: Allahım kabul eyle (bk. e-m-n)şefaat: af için aracılık (bk. ş-f-a)

<tbody>
</tbody>
 

TaLHa

Nur-u Aynım
Yönetici
Otuz Birinci Söz - Sayfa 797

بَّنَا لاَ تُزِغْ قُلُوبَنَا بَعْدَ اِذْ هَدَيْتَنَا
blank.gif
1


رَبَّنَاۤ اَتْمِمْ لَنَا نُورَنَا وَاغْفِرْلَنَاۤ اِنَّكَ عَلٰى كُلِّ شَىْءٍ قَدِيرٌ
blank.gif
2
وَ اٰخِرُ دَعْوٰيهُمْ اَنِ الْحَمْدُ ِللهِ رَبِّ الْعَالَمِينَ
blank.gif
3



endOfSection.gif
endOfSection.gif



[NOT]
Dipnot-1
“Ey Rabbimiz, bizi hidayete eriştirdikten sonra kalblerimizi tekrar sapıklığa meylettirme.” Âl-i İmrân Sûresi, 3:8.
Dipnot-2
“Ey Rabbimiz, nurumuzu tamamla ve bizi bağışla. Muhakkak ki Senin herşeye gücün yeter.” Tahrim Sûresi, 66:8.
Dipnot-3
“Onların duaları, ‘Hamd Âlemlerin Rabbi olan Allah’a mahsustur’ sözleriyle sona erer.” Yûnus Sûresi, 10:10.[/NOT]
 
Üst