On İkinci Şuâ

Durum
Üzgünüz bu konu cevaplar için kapatılmıştır...

Muvahhid1

Well-known member
On İkinci Şuâ-sayfa 381

Bu gelen kısım çok ehemmiyetlidir

بِاسْمِهِ سُبْحَانَهُ
blank.gif
1

Son sözün mühim bir parçası
Efendiler, Reis Bey, dikkat ediniz! Risale-i Nur’u ve şakirtlerini mahkûm etmek, doğrudan doğruya küfr-ü mutlak hesabına, hakikat-i Kur’âniye ve hakaik-i imaniyeyimahkûm etmek hükmüne geçmekle, bin üç yüz seneden beri her senede üç yüz milyon onda yürümüş ve üç yüz milyar Müslümanların hakikate ve saadet-i dâreyne giden cadde-i kübrâlarını kapatmaya çalışmaktır ve onların nefretlerini ve itirazlarını kendinize celb etmektir. Çünkü o caddede gelip gidenler, gelmiş geçmişlere dualar vehasenatlarıyla yardım ediyorlar. Hem bu mübarek vatanın başına bir kıyamet kopmaya vesile olmaktır. Acaba mahkeme-i kübrada, bu üç yüz milyar dâvâcıların karşısında sizden sorulsa ki, “Doktor Duzi’nin, baştan nihayete kadar serâpâİslâmiyetiniz ve vatanınız ve dininiz aleyhinde ve frenkçe Tarih-i İslam namındakieseri ki, zındıkların kütüphanelerinizdeki eserlerine, kitaplarına ve serbest okumalarına ve o kitapların şakirtleri, kanununuzca cemiyet şeklini almalarıyla beraber, dinsizlik veya komünistlik veya anarşistlik veya pek eski ifsad komitecilikveya menfî Turancılık gibi siyasetinize muhalif cemiyetlerine ilişmiyordunuz? Neden hiçbir siyasetle alâkaları olmayan ve yalnız iman ve Kur’ân cadde-i kübrâsında giden ve kendilerini ve vatandaşlarını idam-ı ebedîden ve haps-i münferitten kurtarmak için Kur’ân’ın hakikî tefsiri olan Risale-i Nur gibi gayet hak ve hakikat bir eseri okuyanlara ve hiçbir siyasî cemiyetle münasebeti olmayan o hâlis dindarların birbiriyle uhrevî dostluk ve uhuvvetlerine cemiyet nâmı verip ilişmişsiniz? Onları pekacip bir kanunla mahkûm ettiniz ve etmek istediniz?” dedikleri zaman ne cevap vereceksiniz? Biz de sizlerden soruyoruz.
Ve sizi iğfal eden ve adliyeyi şaşırtan ve hükümeti bizimle vatana ve millete



[BILGI]Dipnot-1 Her türlü kusur ve noksandan uzak olan Allah’ın adıyla.

[/BILGI]
Doktor Duzi: (bk. bilgiler)Frenkçe: Batı diliyle
Turancılık: (bk. bilgiler)acip: acaip, tuhaf
alâka: ilgilianarşistlik: düzene düşman olma, yıkıcı ve kargaşa çıkarma
cadde-i kübrâ: büyük ve geniş caddecelb etmek: kendine çekmek
cemiyet: topluluk, dernekehemmiyet: değer, önem
hakaik-i imâniye: iman hakikatleri, esaslarıhakikat: gerçek, doğru
hakikat-i Kur’âniye: Kur’ân hakikati özü, gerçek mânâsıhakikî: asıl, gerçek, doğru
haps-i münferit: tek başına hapis, hücre hapsihasenat: sevaplar, güzellikler, iyilikler
hâlis: samimi, saf, temizidam-ı ebedî: dirilmemek üzere sonsuz yok oluş
ifsad: bozucuiğfal: kandırma, aldatma
komitecilik: kötü bir maksat için gizli cemiyet kurmakomünistlik: (bk. bilgiler)
küfr-ü mutlak: tam anlamıyla inkâr, hiçbir kutsal ve dinî değere inanmamamahkeme-i kübrâ: âhirette Allah’ın huzurunda kurulacak olan büyük mahkeme
mahkûm: hüküm giyenmenfi: olumsuz, negatif
muhalif: aykırı, zıtmübarek: bereketli, hayırlı
münasebet: bağlantı, ilişkinamındaki: adındaki
nihayet: sonnâm: ad, isim
reis: başkansaadet-i dareyn: dünya ve âhiret mutluluğu
serâpâ: tepeden tırnağa, baştan başatefsir: açıklama, yorum
uhrevî: âhirete aituhuvvet: kardeşlik
zındık: dinsizşakirt: talebe, öğrenci
 

Muvahhid1

Well-known member
On İkinci Şuâ-sayfa 382

zararlı bir surette meşgul eyleyen muarızlarımız olan zındıklar ve münafıklar,istibdad-ı mutlaka “cumhuriyet” nâmı vermekle, irtidad-ı mutlakı rejim altına almakla,sefahet-i mutlaka “medeniyet” ismi vermekle, cebr-i keyfî-i küfrîye “kanun” ismini takmakla hem sizi iğfal, hem hükümeti işgal, hem bizi perişan ederek, hâkimiyet-i İslâmiyeye ve millete ve vatana ecnebi hesabına darbeler vuruyorlar.

Ey efendiler,

Dört senede dört defa dehşetli zelzeleler, tam tamına dört defa Risale-i Nurşakirtlerine şiddetli bir surette taarruz ve zulüm zamanlarına tevafuku ve herbir zelzeledahi tam taarruz zamanında gelmesi; ve hücumun durmasıyla zelzelenin durması işaretiyle, şimdiki mahkûmiyetimizle gelen semâvî ve arzî belâlardan siz mes’ulsünüz!

Denizli Hapishanesinde tecrid-i mutlak
ve haps-i münferitte
mevkuf
Said Nursî
endOfSection.gif
endOfSection.gif

Denizli: (bk. bilgiler)Said Nursî: (bk. bilgiler – Bediüzzaman Said Nursî)
arzî: yeryüzünde olancebr-i keyfî-i küfrî: keyfî olarak küfre zorlama
ecnebi: yabancıhaps-i münferit: tek başına hapis, hücre hapsi
hâkimiyet-i İslâmiye: İslâmiyetin hâkimiyetihücum: saldırı
irtidad-ı mutlak: tam dinsizlik, dinden çıkmaistibdâd-ı mutlak: tam ve sınırsız bir baskı, mutlak diktatörlük
mes’ul: sorumlumevkuf: tevkif edilmiş, tutuklu
muarız: karşı gelen, düşmanmünafık: iki yüzlü, inanmadığı halde inanmış görünen
nâm: ad, isimsefahet-i mutlaka: her türlü yasak zevke ve eğlenceye düşkünlük
semâvî: gökten gelensuret: biçim, şekil
taarruz: saldırıtecrid-i mutlak: tam bir yalnızlık, yalnız başına bırakma
tevafuk: denk gelme, uygunlukzelzele: deprem, sarsıntı
zulüm: haksızlıkzındık: dinsiz
şakirt: talebe, öğrenci
 

Muvahhid1

Well-known member
On İkinci Şuâ-sayfa 383

1بِاسْمِهِ سُبْحَانَهُ
Son sözün bir kısmı

Efendiler,

Şimdiki hayat-ı içtimaiyeyi bilemediğimden, makam-ı iddianın gidişatına göre, sizcemusammem mahkûmiyetimize bir bahane olmak için, pek musırrâne ileri sürdüğünüzcemiyetçilik ittihamına karşı pek çok kat’î cevaplarımızı Ankara ehl-i vukufunun dahimüttefikan tasdikleriyle beraber, bu derece bu noktada ısrarınıza çok hayret vetaaccüpte bulunurken kalbime bu mânâ geldi:
Madem, hayat-ı içtimaiyenin bir temel taşı; ve fıtrat-ı beşeriyenin bir hâcet-i zaruriyesi; ve aile hayatından tâ kabile ve millet ve İslâmiyet ve insaniyet hayatına kadar en lüzumlu ve kuvvetli râbıta; ve her insanın kâinatta gördüğü ve tek başınamukabele edemediği medâr-ı zarar ve hayret ve insanî ve İslâmî vazifelerin ifasına mâni maddî ve mânevî esbabın tehacümatına karşı bir nokta-i istinat ve medar-ı tesellî olan dostluk ve kardeşâne cemaat ve toplanmak ve samimâne uhrevî cemiyetve uhuvvet, hem siyasî cephesi olmadığı halde ve bilhassa hem dünya, hem din, hem âhiret saadetlerine kat’î vesile olarak iman ve Kur’ân dersinde hâlis bir dostluk ve hakikat yolunda bir arkadaşlık ve vatanına ve milletine zararlı şeylere karşı birtesanüt taşıyan Risale-i Nur şakirtlerinin pek çok takdir ve tahsine şâyân ders-i imanda toplanmalarına, “cemiyet-i siyasiye” nâmını verenler, elbette ve herhalde, ya gayet fena bir surette aldanmış veya gayet gaddar bir anarşisttir ki, hem insaniyete vahşiyâne düşmanlık eder, hem İslâmiyete Nemrudâne adavet eder, hemhayat-ı içtimaiyeye anarşiliğin en bozuk ve mütereddî tavrıyla husumet eder ve bu vatana ve millete ve hâkimiyet-i İslâmiyeye

[BILGI]Dipnot-1 Her türlü kusur ve noksandan uzak olan Allah’ın adıyla.[/BILGI]

Ankara: (bk. bilgiler)Nemrudâne: Nemrud gibi dinsizcesine
adâvet: düşmanlıkanarşilik: düzene düşman olma, kargaşa çıkarma
bilhassa: özelliklecemaat: topluluk
cemiyet: topluluk, örgütcemiyet-i siyasiye: siyasi topluluk, örgüt
cemiyetçilik: dernekçilik, özgütçülükders-i iman: iman dersi
ehl-i vukuf: bilirkişiesbab: sebebler
fıtrat-ı beşeriye: insanın yaratılışı, tabiatıgaddar: acımasız
hayat-ı içtimaiye: toplumsal hayathusumet: düşmanlık
hâcet-i zaruriye: zorunlu ihtiyaçhâkimiyet-i İslâmiye: İslâmiyetin hâkimiyeti
hâlis: içten, katıksızifa: yerine getirme
ittiham: suçlamakabile: topluluk, toplum
kardeşâne: kardeşçekat’î: kesin olarak
kâinat: evren, yaratılan herşeymakam-ı iddia: iddia makamı
medar-ı tesellî: teselli kaynağımedâr-ı zarar: zarar sebebi
mukabele: karşılıkmusammem: kararlaştırılmış, hakkında karar verilmiş
musırrâne: ısrarlı bir şekildemütereddî: bozulmuş soysuzlaşmış
müttefikan: birleşerek, fikir birliğiylenokta-i istinad: dayanak noktası
nâm: ad, isimrâbıta: bağ
saadet: mutluluksamimâne: samimi olarak, içtenlikle
suret: biçim, şekiltaaccüp: hayret etme
tahsin: beğenme, güzelliğini dile getirmetakdir: beğendiğini dile getirme
tasdik: doğrulama, onaylamatehacümat: hücum etmeler, saldırılar
tesanüt: dayanışmauhrevî: âhirete ait
uhuvvet: kardeşlikvahşiyâne: vahşice
âhiret: öldükten sonra sonsuz olarak yaşanacak olan yerşakirt: talebe, öğrenci
şâyân: lâyık, yaraşır
 

Muvahhid1

Well-known member
On İkinci Şuâ-sayfa 384

ve dinî mukaddesata karşı mürtedâne, mütemerridâne, anûdâne mücadele eder. Veya ecnebî hesabına bu milletin can damarını kesmeye ve bozmaya çalışan el-hannâs bir zındıktır ki, hükümeti iğfal ve adliyeyi şaşırtır, tâ o şeytanlara, firavunlara,anarşistlere karşı şimdiye kadar istimal ettiğimiz mânevî silâhlarımızı, kardeşlerimize ve vatanımıza çevirsin veya kırdırsın.
Mevkuf
Said Nursî
endOfSection.gif
endOfSection.gif

Efendiler,

Otuz kırk seneden beri ecnebî hesabına ve küfür ve ilhad namına bu milleti ifsad ve bu vatanı parçalamak fikriyle, Kur’ân hakikatine ve iman hakikatlerine her vesileylehücum eden ve çok şekillere giren bir gizli ifsad komitesine karşı, bu meselemizde kendilerine perde yaptıkları insafsız ve dikkatsiz memurlara ve bu mahkemeyi şaşırtan onların Müslüman kisvesindeki propagandacılarına hitaben, fakat sizin huzurunuzda zâhiren sizinle bir kaç söz konuşacağıma müsaade ediniz.
(Fakat ikinci gün beraat kararı o dehşetli konuşmayı geriye bıraktı.)
Tecrid-i mutlakta ve haps-i münferitte
mevkuf
Said Nursî
endOfSection.gif
endOfSection.gif

Said Nursî: (bk. bilgiler – Bediüzzaman Said Nursî)anarşist: düzene karşı çıkan, kargaşa çıkaran
anûdâne: inat edercesine, inat ederekberaat: temize çıkma, suçsuz olduğunun anlaşılması
ecnebî: yabancıel-hannâs: fırsatını bulamayınca gizlenen, bulunca vesvese vermek için gelen sinsi şeytan
firavun: (bk. bilgiler)haps-i münferit: tek başına hapis, hücre hapsi
hücum: saldırıifsad: bozma, bozgunculuk yapma
ilhad: dinsizlik, inkârinsafsız: vicdansız
istimâl: kullanmaiğfal: kandırma, aldatma
kisve: elbise, örtükomite: kötü bir maksat için toplanmış gizli cemiyet
mevkuf: tevkif edilmiş, tutuklumukaddesât: mukaddes olan şeyler, kutsal değerler
mürtedâne: dinden çıkarakmütemerridâne: inatla, inatçı bir şekilde
namına: adınapropaganda: bir şeyin kıymetini artırmak için yapılan konuşma ve eylem
tecrid-i mutlak: tam bir yalnızlık, yalnız başına bırakmazâhiren: görünüşte
zındık: dinsiz
 

Muvahhid1

Well-known member
On İkinci Şuâ-sayfa 385

Büyük memurlardan bir kaç zât benden sordular ki: “Mustafa Kemal sana üç yüz lira maaş verip, Kürdistana ve vilâyât-ı Şarkiyeye, Şeyh Sinûsî yerine vâiz-i umumîyapmak teklifini neden kabul etmedin? Eğer kabul etseydin, ihtilâl yüzünden kesilen yüz bin adamın hayatlarını kurtarmaya sebep olurdun” dediler.

Ben de onlara cevaben dedim ki: Yirmişer, otuzar senelik hayat-ı dünyeviyeyi o adamlar için kurtarmadığıma bedel, yüz binler vatandaşa, herbirisine milyonlar seneuhrevî hayatı kazandırmaya vesile olan Risale-i Nur, o zâyiatın yerine binler derece iş görmüş. Eğer o teklifi ben kabul etseydim, hiçbir şeye âlet olamayan ve tâbiolmayan ve sırr-ı ihlâsı taşıyan Risale-i Nur meydana gelmezdi. Hattâ ben, hapistemuhterem kardeşlerime demiştim: Eğer Ankara’ya gönderilen Risale-i Nur’un şiddetli tokatları için beni idama mahkûm eden zâtlar, Risale-i Nur ile imanlarını kurtarıpidam-ı ebedîden necat bulsalar, siz şahit olunuz, ben onları da ruh u canımla helâl ederim.
Beraetimizden sonra Denizli’de beni tarassutla tâciz edenlere ve büyük âmirlerine ve polis müdürüyle müfettişlere dedim: Risale-i Nur’un kàbil-i inkâr olmayan birkerametidir ki, yirmi sene mazlumiyet hayatımda, yüzer risale ve mektuplarımda ve binler şakirtlerde hiçbir cereyan, hiçbir cemiyet ile ve dahilî ve haricî hiçbir komite ile hiçbir vesika, hiçbir alâka, dokuz ay tetkikatta bulunmamasıdır. Hiçbir fikrin vetedbirin haddi midir ki, bu hârika vaziyeti versin? Birtek adamın, birkaç senedekimahrem esrarı meydana çıksa, elbette onu mes’ul ve mahcup edecek yirmi madde bulunacak. Madem hakikat budur; ya diyeceksiniz ki, “Pek harika ve mağlûp olmaz bir deha bu işi çeviriyor.” Veya diyeceksiniz: “Gayet inayetkârâne bir hıfz-ı İlâhîdir.” Elbette böyle bir dehâ ile mübareze etmek hatadır. Millete ve vatana büyük bir zarardır; ve böyle bir hıfz-ı İlâhî ve inâyet-i Rabbâniyeye karşı gelmek, firavunâne birtemerrüddür.

Eğer deseniz: “Seni serbest bıraksak ve tarassut ve nezaret etmesek derslerinle ve gizli esrarınla hayat-ı içtimaiyemizi bulandırabilirsin.”

Ankara: (bk. bilgiler)Denizli: (bk. bilgiler)
Kürdistan: (bk. bilgiler)Mustafa Kemal: (bk. bilgiler)
beraat: temize çıkma, suçsuz olduğunun anlaşılmasıcemiyet: topluluk, dernek, örgüt
cereyan: akım, hareketdehâ: olağanüstü zeka ve akıl sahibi kimse
esrar: sırlarfiravunâne: Firavun gibi
haricî: dışa aithayat-ı dünyeviye: dünya hayatı
hayat-ı içtimaiye: toplumsal hayathıfz-ı İlâhî: Allah’ın koruması, himayesi
idam-ı ebedî: dirilmemek üzere sonsuz yok oluşihtilâl: ayaklanma, karışıklık
inayetkârâne: lütfederek, ihsan ve ikram ederekinâyet-i Rabbâniye: Allah’ın inâyeti, yardımı
kabil-i inkâr: inkâr edilebilirkeramet: Allah’ın bir ikramı olarak görülen olağanüstü hâl ve fiiller
komite: kötü bir maksat için toplanmış gizli cemiyetmahcup: utanan; utanmış
mahrem: gizlimazlumiyet: zulme uğramışlık
muhterem: hürmete lâyık, saygıdeğermübareze: karşı koyma, çarpışma
mühim: önemlinecat: kurtuluş
nezaret: gözetim altında tutmarisale: mektup, kitapçık
ruh u can: ruh ve cansırr-ı ihlâs: ihlâs sırrı
tarassut: gözetlemetedbir: idare
teklif: öneritemerrüd: inat etme, ayak direme
tetkikat: araştırmalar, incelemelertâbi: bağlı olma, uyma
tâciz: rahatsız etmeuhrevî: âhirete ait
vesika: belgevilâyât-ı Şarkiye: Doğu illeri
vâiz-i umumî: genel vaizzâyiât: kayıplar, zararlar
Şeyh Sinûsî: (bk. bilgiler)şahit: tanık, delil
şakirt: talebe, öğrenci
 

Muvahhid1

Well-known member
On İkinci Şuâ:Sayfa 386

Ben de derim: Benim derslerim, bilâistisna bütünü hükûmetin ve adliyenin eline geçmiş; bir gün cezayı mûcip bir madde bulunmamış. Kırk elli bin nüsha risale, o derslerden milletin ellerinde dikkat ve merakla gezdiği halde, menfaatten başka hiçbir zararı hiçbir kimseye olmadığı, hem eski mahkemenin, hem yeni mahkemeninmucib-i mes’uliyet bir madde bulamamaları cihetiyle, yenisi ittifakla beraetimize ve eskisi, dünyaca bir büyüğün hatırı için yüz otuz risaleden beş on kelime bahane edip, yalnız kanaat-ı vicdaniye ile yüz yirmi mevkuf kardeşlerimden yalnız on beş adama altışar ay ceza verebilmesi kat’î bir hüccettir ki, bana ve Risale-i Nur’a ilişmeniz mânâsız bir tevehhümle çirkin bir zulümdür. Hem daha yeni dersim yok ve bir sırrım gizli kalmadı ki nezaretle tâdiline çalışsanız...

Ben şimdi hürriyetime çok muhtacım. Yirmi seneden beri lüzumsuz ve haksız ve faidesiz tarassutlar artık yeter! Benim sabrım tükendi. İhtiyarlık zafiyetinden, şimdiye kadar yapmadığım bedduayı yapmak ihtimali var. “Mazlumun âhı tâ Arşa kadar gider”
blank.gif
1 diye bir kuvvetli hakikattir.

Sonra o zâlim, dünyaca büyük makamlarda bulunan bedbahtlar dediler: “Sen, yirmi senedir birtek defa takkemizi başına koymadın. Eski ve yeni mahkemelerin huzurunda başını açmadın, eski kıyafetinle bulundun. Halbuki on yedi milyon bu kıyafete girdi.”
Ben de dedim: On yedi milyon değil, belki yedi milyon da değil, belki rızasıyla ve kalben kabulüyle ancak yedi bin Avrupa-perest sarhoşların kıyafetlerine ruhsat-ı şer’iye ve cebr-i kanunî cihetiyle girmektense, azîmet-i şer’iye ve takvâ cihetiyle, yedi milyar zâtların kıyafetlerine girmeyi tercih ederim. Benim gibi yirmi beş seneden berihayat-ı içtimaiyeyi terkeden adama “inat ediyor, bize muhaliftir” denilmez. Haydi, inat dahi olsa, madem Mustafa Kemal o inadı kıramadı ve iki mahkeme kırmadı ve üç vilâyetin hükûmetleri onu bozmadı; siz neci oluyorsunuz ki, beyhude hem milletin, hem hükümetin zararına, o inadın kırılmasına çabalıyorsunuz? Haydi siyasî muhalifde olsa, madem tasdikinizle yirmi senedir dünya ile alâkasını kesen ve mânen yirmi seneden beri ölmüş bir adam, yeniden dirilip, faidesiz kendine çok zararlı olarakhayat-ı siyasiyeye girerek sizin

[BILGI]Dipnot-1 Buharî, Cihad: 18, Zekât: 62, Mağâzî: 60, Mezalim: 9; Müslim, İman: 29; Ebu Davud, Zekât: 5; Tirmizî, Zekât: 6, Birr: 67; Nesâî, Zekât: 1, 46; İbni Mâce, Zekât: 1; Müsned: 1:222, 2:102.[/BILGI]


Arş: göğün en yüksek katı; Cenâb-ı Hakkın sınırsız egemenliğinin tecellî ettiği yerAvrupa-perest: Avrupa düşkünü
Mustafa Kemal: (bk. bilgiler)alâka: bağlantı, ilgi
azîmet-i şer’iye: dinî azimet; dinde takva ile hareket etmekbedbaht: kötü bahtlı, talihsiz
bedduâ: Allah’tan bir başkası için kötülük isteme, kötü duaberaat: temize çıkma, suçsuz olduğunun anlaşılması
beyhude: boşu boşuna, faydasızbilâistisna: istisnasız, ayırt etmeksizin
cebr-i kanunî: kanunî zorlamacihet: şekil, yön
hayat-ı içtimaiye: toplumsal hayathayat-ı siyasiye: siyaset hayat
hüccet: güçlü kanıt, delilittifak: birleşme, birlik
kanaat-i vicdâniye: vicdânî kanaatmazlum: zulme uğramış
menfaat: yararmevkuf: tevkif edilmiş, tutuklu
muhalif: aykırı, zıtmûcib-i mes’uliyet: sorumluluk gerektiren
mûcip: gerektiricinezaret: gözetim
nüsha: kopyarisale: küçük kitap, mektup
ruhsat-ı şer’iye: dinin verdiği izintakke: şapka
takvâ: Allah’ın emirlerini tutup, günahlardan sakınmatarassut: gözetleme
tasdik: doğrulama, onaylamatevehhüm: olmayan birşeyi var saymak
tâdil etme: düzeltmevilâyet: il
zulüm: haksızlık, eziyet, işkencezâlim: zulmeden, acımasız
 

Muvahhid1

Well-known member
On İkinci Şuâ:Sayfa 387

ile uğraşmaz. Bu halde onun muhalefetinden tevehhüm etmek, divaneliktir.Divanelerle ciddî konuşmak dahi bir divanelik olmasından, sizin gibilerle konuşmayı terk ediyorum. Ne yaparsanız minnet çekmem dediğim, onları hem kızdırdı, hem susturdu. Son sözüm:
حَسْبُنَا اللهُ وَنِعْمَ الْوَكِيلُ
blank.gif
1

حَسْبِىَ اللهُ لاَۤ إِلٰهَ اِلاَّ هُوَ عَلَيْهِ تَوَكَّلْتُ وَهُوَ رَبُّ الْعَرْشِ الْعَظِيمِ
blank.gif
2
endOfSection.gif
endOfSection.gif



[BILGI]Dipnot-1 “Bize Allah yeter. O ne güzel vekildir.” Âl-i İmrân Sûresi, 3:173

Dipnot-2 “Allah bana yeter. Ondan başka ibâdete lâyık hiçbir ilâh yoktur. Ben Ona tevekkül ettim. Yüce Arşın Rabbi de Odur.” Tevbe Sûresi, 9:129.

[/BILGI]

divane: deli, akılsızdivanelik: akılsızlık, delilik
muhalefet: karşıt olma, aykırılıktevehhüm: olmayan birşeyi varsaymak

 

Muvahhid1

Well-known member
On İkinci Şuâ-sayfa 388

Bu defaki küçük müdafaatımda demiştim:

“Risale-i Nur’daki şefkat, vicdan hakikat, hak, bizi siyasetten men etmiş. Çünkü mâsumlar belâya düşerler; onlara zulmetmiş oluruz.” Bazı zâtlar bunun izahını istediler. Ben de dedim:

Şimdiki fırtınalı asırda gaddar medeniyetten neş’et eden hodgâmlık ve asabiyet-i unsuriye ve umumî harpten gelen istibdadat-ı askeriye ve dalâletten çıkan merhametsizlik cihetinde öyle bir eşedd-i zulüm ve eşedd-i istibdadat meydan almış ki, ehl-i hak, hakkını kuvvet-i maddiye ile müdafaa etse, ya eşedd-i zulüm ile,tarafgirlik bahanesiyle çok bîçareleri yakacak; o hâlette o da azlem olacak ve mağlûpkalacak. Çünkü, mezkûr hissiyatla hareket ve taarruz eden insanlar, bir iki adamın hatasıyla yirmi otuz adamı, âdi bahanelerle vurur, perişan eder. Eğer ehl-i hak, hak ve adalet yolunda yalnız vuranı vursa, otuz zayiata mukàbil yalnız biri kazanır,mağlûp vaziyetinde kalır. Eğer mukabele-i bilmisil kaide-i zâlimânesiyle, o ehl-i hakdahi bir ikinin hatasıyla yirmi otuz biçareleri ezseler, o vakit, hak namına dehşetli bir haksızlık ederler.

İşte, Kur’ân’ın emriyle, gayet şiddetle ve nefretle siyasetten ve idareye karışmaktan kaçındığımızın hakikî hikmeti ve sebebi budur. Yoksa bizde öyle bir hak kuvveti var ki, hakkımızı tam ve mükemmel müdafaa edebilirdik.
Hem madem herşey geçici ve fânidir ve ölüm ölmüyor ve kabir kapısı kapanmıyor. Ve zahmet ise rahmete kalb oluyor. Elbette biz sabır ve şükürle tevekkül edip sükûtederiz. Zarar ile, icbar ile sükûtumuzu bozdurmak ise, insafa, adalete, gayret-i vataniyeye ve hamiyet-i milliyeye bütün bütün zıttır, muhaliftir.

Hülâsa-i kelâm: Ehl-i hükûmetin ve ehl-i siyasetin ve ehl-i idarenin ve inzibatın ve adliye ve zabıtanın bizimle uğraşacak hiçbir işleri yoktur. Olsa olsa, dünyada hiçbir hükûmetin müdafaa edemediği ve aklı başında hiçbir insanın hoşlanmadığı küfr-ü mutlak ve dehşetli bir tâun-u beşerî ve maddiyunluktan gelen

Azlem: çok zulmeden, çok zâlimasabiyet-i unsuriye: ırkçılık damarı
asır: yüzyılbîçare: çaresiz, zavallı
cihet: şekil, yöndalâlet: hak yoldan ayrılma, sapkınlık, dinsizlik
ehl-i hak: hak ve doğru yolda olan kimselerehl-i hükûmet: hükümette olanlar yöneticiler
ehl-i idare: idarecilerehl-i siyaset: siyasetçiler
eşedd-i istibdadat: baskının en şiddetlisieşedd-i zulüm: zulmün en şiddetlisi
fâni: geçicigaddar: acımasız, çok zulmeden
gayret-i vataniye: vatan için yapılan gayretlerhakikat: gerçek, doğru
hakikî: gerçekhamiyet-i milliye: millî fedakârlık
harp: savaşhikmet: sebep, gaye
hissiyat: duygular, hislerhodgâmlık: bencillik
hâlet: durum, hâlhülâsa-i kelâm: sözün özü, kısası
icbâr: zorlamainzibat: âsayiş, düzen
istibdadat-ı askeriye: askerî baskılarizah: açıklama
kaide-i zâlimâne: zâlimce kural, kaidekalb olma: dönüşme
kuvvet-i maddiye: maddî kuvvetküfr-ü mutlak: tam anlamıyla küfür, inkâr, hiçbir kutsal değere inanmama
maddiyunluk: materyalizm; herşeyi madde ile açıklamaya çalışmamağlup: yenilme
men etme: yasaklamamezkûr: anılan, sözü geçen
muhalif: aykırı, zıtmukabele-i bilmisil: misilleme yaparak karşılık verme
mukàbil: karşılıkmüdafaa: savunma
müdafaat: savunmalarnamına: adına
neş’et etme: doğma, ortaya çıkmarahmet: merhamet, şefkat, ihsan
sükût: sessiz kalma, susmataarruz: saldırı
tarafgirlik: taraftarlıktevekkül: Allah’a dayanma ve güvenme
tâun-u beşerî: insanlık hastalığıumumî: genel
zayiat: kayıplarşefkat: içten ve karşılıksız merhamet
 

Muvahhid1

Well-known member
On İkinci Şuâ-sayfa 389

zındıkanın taassubuyla, bir kısım gizli zındıklar şeytanetiyle bazı resmî memurları aldatarak evhamlandırıp, aleyhimize sevk etmek var. Biz de deriz:
Değil böyle bir kaç vehhamı, belki dünyayı aleyhimize sevk etseler, Kur’ân’ın kuvvetiyle, Allah’ın inâyetiyle kaçmayız. O irtidatkâr küfr-ü mutlaka ve o zındıkayateslim-i silâh etmeyiz!
Said Nursî

endOfSection.gif
endOfSection.gif

Said Nursî: (bk. bilgiler – Bediüzzaman Said Nursî)evham: kuruntular, şüpheler
inayet: lütuf, iyilik, yardımirtidatkâr: dinden çıkmış, inkârcı
küfr-ü mutlak: tam anlamıyla küfür, inkâr, hiçbir kutsal değere inanmamasevk etmek: göndermek, yönlendirmek
teslim-i silâh: silâhı teslim etme, mücadeleden vazgeçmevehham: aşırı derecede vehimli, kuruntulu
zındıka: dinsizlik, inançsızlıkşeytanet: şeytanlık
 
Durum
Üzgünüz bu konu cevaplar için kapatılmıştır...
Üst