On Altıncı Söz
اِنَّمَاۤ اَمْرُهُ ۤ اِذَاۤ اَرَادَ شَيْئًا اَنْ يَقوُلَ لَهُ كُنْ فَيَكُونُ فَسُبْحَانَ الَّذِى بِيَدِهِ مَلَكُوتُ كُلِّ شَىْءٍ وَاِلَيْهِ تُرْجَعُونَ
1
اِنَّمَاۤ اَمْرُهُ ۤ اِذَاۤ اَرَادَ شَيْئًا اَنْ يَقوُلَ لَهُ كُنْ فَيَكُونُ فَسُبْحَانَ الَّذِى بِيَدِهِ مَلَكُوتُ كُلِّ شَىْءٍ وَاِلَيْهِ تُرْجَعُونَ
İtminan-ı nefsime medar olacak, zulmeti dağıtacak şu âyetin nurundan Dört Şuâı göstermekle kör nefsime bir basiret vermek için yazılmıştır.
Ey nefs-i nadan! Diyorsun ki: “Ehadiyet-i Zât-ı İlâhiye ile külliyet-i ef’âli; ve vahdet-i şahsiyesiyle muinsiz umumiyet-i Rububiyeti; ve ferdâniyeti ile şeriksiz şümul-ü tasarrufatı; ve mekândan münezzehiyetiyle her yerde hazır bulunması; ve nihayetsiz ulviyetiyle herşeye yakın olması; ve birliği ile her işi bizzat elinde tutması, hakaik-ı Kur’âniyedendir. Kur’ân ise hakîmdir. Hakîm ise, akıl kabul etmeyen şeyleri akla tahmil etmez. Akıl ise, zahirî bir münâfâtı görüyor. Aklı teslime sevk edecek bir izah isterim.
Elcevap: Madem öyledir; itminan için istersen, biz de Kur’ân’ın feyzine istinaden diyoruz: İsm-i Nur çok müşkilâtımızı halletmiş; inşaallah bunu da halleder. Akla vâzıh, kalbe nuranî olacak temsil yolunu ihtiyar ile, İmam-ı Rabbânî (r.a.) gibi deriz:
[NOT]Dipnot-1 “(Cenâb-ı Hak) Birşeyin olmasını murad ettiği zaman, Onun işi sadece ‘Ol’ demektir; o da oluverir. Şanı ne yücedir Onun ki, herşeyin hüküm ve tasarrufu elindedir. Siz de ona döneceksiniz.” Yâsin Sûresi, 36:82-83.[/NOT]
<table border="0" cellpadding="0" cellspacing="2"><tbody><tr><td>Ehadiyet-i Zât-ı İlâhiye: Allah’ın Zâtının birliği (bk. v-ḥ-d; e-l-h)</td><td>basiret: görüş ve seziş (bk. b-ṣ-r)</td></tr><tr><td>ferdâniyet: birlik ve teklik (bk. f-r-d)</td><td>feyz: ilham, bereket ve ilim bolluğu (bk. f-y-ḍ)</td></tr><tr><td>hakaik-ı Kur’âniye: Kur’ân’ın hakikatleri (bk. ḥ-ḳ-ḳ)</td><td>hakîm: hikmet sahibi (bk. ḥ-k-m)</td></tr><tr><td>ihtiyar: irade, seçme, tercih (bk. ḫ-y-r)</td><td>ism-i Nur: Allah’ın Nur ismi (bk. s-m-v; n-v-r)</td></tr><tr><td>istinaden: dayanarak (bk. s-n-d)</td><td>itminan: inanma, tatmin olma</td></tr><tr><td>itminan-ı nefis: nefsin tam kanaatle inanması (bk. n-f-s)</td><td>külliyet-i ef’âl: işlerin çokluğu ve kapsamlılığı (bk. k-l-l; f-a-l)</td></tr><tr><td>medar: sebep, vesile</td><td>muinsiz: yardımcısız</td></tr><tr><td>münezzehiyet: arınmış ve yüce olma (bk. n-ẓ-h)</td><td>münâfât: tezat, zıtlık</td></tr><tr><td>müşkilât: zorluklar</td><td>nefis: kişinin kendisi; insanı maddî zevk ve isteklere sevk eden kuvvet (bk. n-f-s)</td></tr><tr><td>nefs-i nadan: cahil nefis (bk. n-f-s)</td><td>nihayetsiz: sonsuz</td></tr><tr><td>nur: ışık, aydınlık (bk. n-v-r)</td><td>nuranî: nurlu, aydınlık (bk. n-v-r)</td></tr><tr><td>tahmil etmek: yüklemek</td><td>temsil: kıyaslama tarzında benzetme, analoji (bk. m-s̱-l)</td></tr><tr><td>ulviyet: yücelik</td><td>umumiyet-i Rububiyet: Cenab-ı Hakkın idare ve terbiye ediciliğinin ve egemenliğinin her şeyi kuşatması (bk. r-b-b)</td></tr><tr><td>vahdet-i şahsiye: şahsın birliği (bk. v-h-d)</td><td>vâzıh: açık, âşikar</td></tr><tr><td>zahirî: görünürdeki (bk. ẓ-h-r)</td><td>zulmet: karanlık (bk. ẓ-l-m)</td></tr><tr><td>İmam-ı Rabbânî: (bk. bilgiler)</td><td>şeriksiz: ortaksız</td></tr><tr><td>şuâ: ışık, parıltı</td><td>şümul-ü tasarrufat: tasarrufların her şeyi kaplaması (bk. ṣ-r-f)</td></tr></tbody></table>