Ne Yapayım, Acele Ettim, Kışta Geldim. Sizler İnşaallah...

Huseyni

Müdavim
"Jandarmalar Beni Dinlemiyorlar"

Dördüncü Risale olan


Dördüncü Mesele


بِاسْمِهِ - وَاِنْ مِنْ شَىْءٍ اِلاَّ يُسَبِّحُ بِحَمْدِهِ "O'nun adıyla. Hiçbir şey yoktur ki O'nu hamd ile tesbih etmesin."

İhvanlarıma, medar-ı intibah bir hâdise-i cüz’iyeye dair bir suale cevaptır.

Aziz kardeşlerim,

Sual ediyorsunuz ki:
“Cami-i şerifinize, Cuma gecesinde, sebepsiz olarak, mübarek bir misafirin gelmesiyle tecavüz edilmiş. Bu hâdisenin mahiyeti nedir? Neden sana ilişiyorlar?”

Elcevap: Dört Noktayı, bilmecburiye, Eski Said lisanıyla beyan edeceğim. Belki ihvanlarıma medar-ı intibah olur; siz de cevabınızı alırsınız.


BİRİNCİ NOKTA

O hâdisenin mahiyeti, hilâf-ı kanun ve sırf keyfî ve zındıka hesabına,
Cuma gecesinde kalbimize telâş vermek ve cemaate fütur getirmek
ve beni misafirlerle görüştürmemek için bir desise-i şeytaniye ve münafıkane bir taarruzdur.
Garaiptendir ki, o geceden evvel olan Perşembe günü tenezzüh için bir tarafa gitmiştim.
Avdetimde, güya iki yılan birbirine eklenmiş gibi uzunca siyah bir yılan sol tarafımdan geldi, benimle arkadaşımın ortasından geçti.
Arkadaşıma, o yılandan dehşet alıp korktun mu, diye sordum:

“Gördün mü?”


O dedi: “Neyi?”

Dedim: “Bu dehşetli yılanı.”

Dedi: “Yok, görmedim ve göremiyorum.”

“Fesübhânallah,” dedim. “Bu kadar büyük bir yılan ikimizin ortasından geçtiği halde nasıl görmedin?”

O vakit hatırıma birşey gelmedi. Fakat sonra kalbime geldi ki:
“Bu sana işarettir, dikkat et.”

Düşündüm ki, gecelerde gördüğüm yılanlar nev’indendir.
Yani, gecelerde gördüğüm yılanlar ise,
hıyanet niyetiyle her ne vakit bir memur yanıma gelse,
onu yılan suretinde görüyordum.
Hattâ bir defa müdüre söylemiştim:
“Fena niyetle geldiğin vakit seni yılan suretinde görüyorum; dikkat et” demiştim.
Zaten selefini çok vakit öyle görüyordum.
Demek, şu zâhiren gördüğüm yılan ise, işarettir ki,
hıyanetleri bu defa yalnız niyette kalmayacak,
belki bilfiil bir tecavüz suretini alacak.

Bu defaki tecavüz, çendan zâhiren küçükmüş ve küçültülmek isteniliyordu.
Fakat vicdansız bir muallimin teşvikiyle ve iştirakiyle o memurun verdiği emir,
“Cami içinde namazın tesbihâtındayken o misafirleri getiriniz” diye jandarmalara emretmiş.
Maksat da beni kızdırmak,
Eski Said damarıyla bu fevkalkanun,
sırf keyfî muameleye karşı, kovmakla mukabele etmekti.
Halbuki o bedbaht bilmedi ki,
Said’in lisanında Kur’ân’ın destgâhından gelen bir elmas kılıç varken,
elindeki kırık odun parçasıyla müdafaa etmez;
belki o kılıcı böyle istimal edecektir.

Fakat jandarmaların akılları başlarında olduğu için,
hiçbir devlet, hiçbir hükûmet namazda,
camide vazife-i diniye bitmeden ilişmediği için,
namaz ve tesbihâtın hitâmına kadar beklediler.
Memur bundan kızmış, “Jandarmalar beni dinlemiyorlar” diye
kır bekçisini arkasından göndermiş.
Fakat Cenâb-ı Hak beni böyle yılanlarla uğraşmaya mecbur etmiyor.
İhvanlarıma da tavsiyem budur ki:

Zaruriyet-i kat’iye olmadan bunlarla uğraşmayınız.
Cevâbü’l-ahmaki’s-sükût nev’inden, tenezzül edip onlarla konuşmayınız.
Fakat buna dikkat ediniz ki,
canavar bir hayvana karşı kendini zayıf göstermek,
onu hücuma teşcî ettiği gibi,
canavar vicdanı taşıyanlara karşı dahi dalkavukluk etmekle zaaf göstermek,
onları tecavüze sevk eder.
Öyle ise dostlar müteyakkız davranmalı,
tâ dostların lâkaytlıklarından ve gafletlerinden,
zındıka taraftarları istifade etmesinler.

Yirmi Sekizinci Mektup
 
Üst