Ana sayfa
Forumlar
Yeni mesajlar
Forumlarda ara
Blog
Neler yeni
Yeni mesajlar
Son aktiviteler
Giriş yap
Kayıt ol
Neler yeni
Ara
Ara
Sadece başlıkları ara
Kullanıcı:
Yeni mesajlar
Forumlarda ara
Menü
Giriş yap
Kayıt ol
Install the app
Yükle
Forumlar
Risale Analiz ve Çalışmalar
Risale Açıklamalı
Muhakemat
Muhakemat 6. Ders - Mazide Nazarî Olan Bir Şey, Müstakbelde Bedihî Olabilir..
JavaScript devre dışı. Daha iyi bir deneyim için, önce lütfen tarayıcınızda JavaScript'i etkinleştirin.
Çok eski bir web tarayıcısı kullanıyorsunuz. Bu veya diğer siteleri görüntülemekte sorunlar yaşayabilirsiniz..
Tarayıcınızı güncellemeli veya
alternatif bir tarayıcı
kullanmalısınız.
Konuya cevap cer
Mesaj
<blockquote data-quote="Huseyni" data-source="post: 395882" data-attributes="member: 27"><p>[NOT]İnsan ise, âlemin semerat ve eczasından olduğundan, onda dahi meylü’l-istikmalden bir meylü’t-terakki mevcuttur.[/NOT] </p><p></p><p>Alemde kemale, mükemmele doğru bir gidiş olduğu gibi, insanda dahi mükemmel olma eğilimi vardır. Bundan dolayıdır ki insan herşeyin en iyisini ister. Hep daha güzeline, daha mükemmeline olan iştiyak, terakkiye meyli de beraberinde getiriyor. </p><p></p><p>[NOT]Bu meyil ise telâhuk-u efkârdan istimdat ile neşvünema bulur.[/NOT] </p><p></p><p>Terakkiye olan meyil, fikirlerin birbirlerinden yardım almasıyla daha da yayılıp genişliyor. Alanında uzmanlaşmış daha çok kişinin, bir mesele hakkında fikir paylaşımı yapması, tek kişinin aynı meselede fikir yürütmesinden, daha kolay neticeye varmaya sebeb oluyor. Çünkü sadece fikirler değil, tecrübeler de ortaya konuyor. Birisi için nazari olan şey, bir diğerine bedihi, yani apaçık, tecrübe edilmiş olabiliyor. </p><p></p><p>[NOT]Telâhuk-u efkâr ise, tekemmül-ü mebâdiyle inbisat eder.[/NOT] </p><p></p><p>Fikirlerin istişaresi ise, istişare edilen mesele hakkındaki altyapının sağlam ve tam olmasıyla, daha da inbisat edip genişliyor. </p><p></p><p>[NOT]Tekemmül-ü mebâdi ise, fünun-u ekvânın tohumlarını sulb-ü hilkatten zamanın terbiyegerdesi bir zemine ilka ile telkih eder. O tohumlar ise tedricî tecrübelerle büyür ve neşvünema bulur.[/NOT]</p><p></p><p>Bütün ilimlerin tohumları, Hazret-i Adem aleyhisselamdan günümüze kadar, adeta zamanın içine ekilmiş. Her gelen ilim adamı, kendi tecrübesini de üzerine katarak, o tohumların neşvünemasına vesile oluyor. </p><p></p><p></p><p>[TAVSIYE]İşte, Kur’ân-ı Hakîm, enbiyaları, insanın cemaatlerine terakkiyât-ı mâneviye cihetinde birer pişdar ve imam gönderdiği gibi, yine insanların terakkiyât-ı maddiye suretinde dahi, o enbiyanın herbirisinin eline bazı harikalar verip yine o insanlara birer ustabaşı ve üstad etmiştir; onlara mutlak olarak ittibâa emrediyor.</p><p></p><p>İşte, enbiyaların mânevî kemâlâtını bahsetmekle insanları onlardan istifadeye teşvik ettiği gibi, mu’cizatlarından bahis dahi, onların nazirelerine yetişmeye ve taklitlerini yapmaya bir teşviki işmam ediyor. Hattâ denilebilir ki, mânevî kemâlât gibi, maddî kemâlâtı ve harikaları dahi, en evvel mu’cize eli nev-i beşere hediye etmiştir. <strong>İşte, Hazret-i Nuh’un (aleyhisselâm) bir mu’cizesi olan sefine ve Hazret-i Yusuf’un (aleyhisselâm) bir mu’cizesi olan saati, en evvel beşere hediye eden, dest-i mu’cizedir. Bu hakikate lâtif bir işarettir ki, san’atkârların ekseri, herbir san’atta birer peygamberi pîr ittihaz ediyor. Meselâ gemiciler Hazret-i Nuh’u (aleyhisselâm), saatçiler Hazret-i Yusuf’u (aleyhisselâm), terziler Hazret-i İdris’i (aleyhisselâm)...</strong></p><p></p><p></p><p>Evet, mu’cizât-ı enbiyayı zikretmesiyle, fen ve san’at-ı beşeriyenin nihayet hududunu çiziyor. En ileri gayâtına parmak basıyor. En nihayet hedeflerini tayin ediyor. Beşerin arkasına dest-i teşviki vurup o gayeye sevk ediyor. Zaman-ı mazi, zaman-ı müstakbel tohumlarının mahzeni ve şuûnâtının âyinesi olduğu gibi; müstakbel dahi, mazinin tarlası ve ahvâlinin âyinesidir. Şimdi, misal olarak, o çok vâsi menbadan yalnız birkaç nümunelerini beyan edeceğiz.</p><p></p><p>Meselâ, Hazret-i Süleyman Aleyhisselâmın bir mu’cizesi olarak teshir-i havayı beyan eden <span style="font-family: 'trebuchet ms'"><span style="font-size: 22px">وَلِسُلَيْمٰنَ الرِّيحَ غُدُوُّهَا شَهْرٌ وَرَوَاحُهَا شَهْرٌ </span></span>[SUP]<strong>1</strong>[/SUP]âyeti, “Hazret-i Süleyman, bir günde havada tayeran ile iki aylık bir mesafeyi kat’ etmiştir” der.</p><p></p><p>İşte, bunda işaret ediyor ki: Beşere yol açıktır ki, havada böyle bir mesafeyi kat’ etsin. Öyle ise, ey beşer! Madem sana yol açıktır; bu mertebeye yetiş ve yanaş.</p><p></p><p>Cenâb-ı Hak, şu âyetin lisanıyla mânen diyor: “Ey insan! Bir abdim hevâ-i nefsini terk ettiği için havaya bindirdim. Siz de nefsin tembelliğini bırakıp bazı kavânîn-i âdetimden güzelce istifade etseniz, siz de binebilirsiniz.”</p><p></p><p>Hem Hazret-i Mûsâ Aleyhisselâmın bir mu’cizesini beyan eden </p><p><span style="font-family: 'trebuchet ms'"><span style="font-size: 22px">فَقُلْناَ اضْرِبْ بِعَصَاكَ الْحَجَرَ فَانْفَجَرَتْ مِنْهُ اثْنَتَا عَشْرَةَ عَيْناً</span></span> [SUP]<strong>2</strong>[/SUP] ilh.; bu âyet işaret ediyor ki, zemin tahtında gizli olan rahmet hazinelerinden, basit aletlerle istifade edilebilir. Hattâ taş gibi bir sert yerde, bir asâ ile âb-ı hayat celb edilebilir. İşte, şu âyet, bu mânâ ile beşere der ki: Rahmetin en lâtif feyzi olan âb-ı hayatı, bir asâ ile bulabilirsiniz. Öyle ise haydi, çalış, bul.</p><p></p><p>Cenâb-ı Hak, şu âyetin lisan-ı remziyle, mânen diyor ki: “Ey insan! Madem Bana itimat eden bir abdimin eline öyle bir asâ veriyorum ki, her istediği yerde âb-ı hayatı onunla çeker. Sen de benim kavânîn-i rahmetime istinat etsen, şöyle ona benzer veyahut ona yakın bir aleti elde edebilirsin. Haydi, et!”</p><p></p><p>İşte, beşer terakkiyâtının mühimlerinden birisi, bir aletin icadıdır ki, ekser yerlerde vurulduğu vakit suyu fışkırtıyor. Şu âyet, ondan daha ileri nihâyât ve gayât-ı hududunu çizmiştir. Nasıl ki evvelki âyet, şimdiki halihazır tayyareden çok ileri nihayetlerinin noktalarını tayin etmiştir.</p><p></p><p>Hem meselâ, Hazret-i İsâ Aleyhisselâmın bir mu’cizesine dair:</p><p></p><p><span style="font-family: 'trebuchet ms'"><span style="font-size: 22px">وَ اُبْرِئُ اْلاَكْمَهَ وَاْلاَبْرَصَ وَاُحْيِى اْلمَوْتٰى بِاِذْنِ اللهِ </span></span>[SUP]<strong>3</strong>[/SUP]</p><p>Kur’ân, Hazret-i İsâ Aleyhisselâmın nasıl ahlâk-ı ulviyesine ittibâa beşeri sarihan teşvik eder. Öyle de, şu elindeki san’at-ı âliyeye ve tıbb-ı Rabbânîye remzen tergib ediyor. İşte, şu âyet işaret ediyor ki, en müzmin dertlere dahi derman bulunabilir. Öyle ise, ey insan ve ey musibetzede benî Âdem! Meyus olmayınız. Her dert, ne olursa olsun, dermanı mümkündür. Arayınız, bulunuz. Hattâ ölüme de muvakkat bir hayat rengi vermek mümkündür.</p><p></p><p>Cenâb-ı Hak, şu âyetin lisan-ı işaretiyle, mânen diyor ki: “Ey insan! Benim için dünyayı terk eden bir abdime iki hediye verdim: biri mânevî dertlerin dermanı, biri de maddî dertlerin ilâcı. İşte, ölmüş kalbler nur-u hidayetle diriliyor. Ölmüş gibi hastalar dahi onun nefesiyle ve ilâcıyla şifa buluyor. Sen de Benim eczahane-i hikmetimde her derdine deva bulabilirsin. Çalış, bul. Elbette ararsan bulursun.”</p><p></p><p>İşte, beşerin tıp cihetindeki şimdiki terakkiyâtından çok ilerideki hududunu şu âyet çiziyor ve ona işaret ediyor ve teşvik yapıyor.</p><p></p><p></p><p><strong>[SUP]<strong>1</strong>[/SUP] : “Rüzgârı da Süleyman’a boyun eğdirdik ki, sabahtan bir aylık, öğleden sonra da bir aylık yol giderdi.” Sebe’ Sûresi, 34:12.</strong></p><p><strong></strong><strong>[SUP]<strong>2</strong>[/SUP] : “[Mûsâ’ya] ‘Vur asânı taşa’ buyurduk. Asâsını vurduğu yerden, on iki pınar fışkırıverdi.” Bakara Sûresi, 2:60. </strong></p><p><strong> <strong>[SUP]<strong>3</strong>[/SUP] : “Allah’ın izniyle, anadan doğma körleri ve alaca hastalığına tutulanları iyileştirir ve ölüleri diriltirim.” Âl-i İmrân Sûresi, 3:49.</strong></strong><strong></strong></p><p><strong></strong></p><p><strong></strong></p><p><strong>.....</strong></p><p><strong></strong></p><p><strong></strong></p><p><strong>Yirminci Söz</strong></p><p><strong></strong></p><p><strong></strong>[/TAVSIYE]</p></blockquote><p></p>
[QUOTE="Huseyni, post: 395882, member: 27"] [NOT]İnsan ise, âlemin semerat ve eczasından olduğundan, onda dahi meylü’l-istikmalden bir meylü’t-terakki mevcuttur.[/NOT] Alemde kemale, mükemmele doğru bir gidiş olduğu gibi, insanda dahi mükemmel olma eğilimi vardır. Bundan dolayıdır ki insan herşeyin en iyisini ister. Hep daha güzeline, daha mükemmeline olan iştiyak, terakkiye meyli de beraberinde getiriyor. [NOT]Bu meyil ise telâhuk-u efkârdan istimdat ile neşvünema bulur.[/NOT] Terakkiye olan meyil, fikirlerin birbirlerinden yardım almasıyla daha da yayılıp genişliyor. Alanında uzmanlaşmış daha çok kişinin, bir mesele hakkında fikir paylaşımı yapması, tek kişinin aynı meselede fikir yürütmesinden, daha kolay neticeye varmaya sebeb oluyor. Çünkü sadece fikirler değil, tecrübeler de ortaya konuyor. Birisi için nazari olan şey, bir diğerine bedihi, yani apaçık, tecrübe edilmiş olabiliyor. [NOT]Telâhuk-u efkâr ise, tekemmül-ü mebâdiyle inbisat eder.[/NOT] Fikirlerin istişaresi ise, istişare edilen mesele hakkındaki altyapının sağlam ve tam olmasıyla, daha da inbisat edip genişliyor. [NOT]Tekemmül-ü mebâdi ise, fünun-u ekvânın tohumlarını sulb-ü hilkatten zamanın terbiyegerdesi bir zemine ilka ile telkih eder. O tohumlar ise tedricî tecrübelerle büyür ve neşvünema bulur.[/NOT] Bütün ilimlerin tohumları, Hazret-i Adem aleyhisselamdan günümüze kadar, adeta zamanın içine ekilmiş. Her gelen ilim adamı, kendi tecrübesini de üzerine katarak, o tohumların neşvünemasına vesile oluyor. [TAVSIYE]İşte, Kur’ân-ı Hakîm, enbiyaları, insanın cemaatlerine terakkiyât-ı mâneviye cihetinde birer pişdar ve imam gönderdiği gibi, yine insanların terakkiyât-ı maddiye suretinde dahi, o enbiyanın herbirisinin eline bazı harikalar verip yine o insanlara birer ustabaşı ve üstad etmiştir; onlara mutlak olarak ittibâa emrediyor. İşte, enbiyaların mânevî kemâlâtını bahsetmekle insanları onlardan istifadeye teşvik ettiği gibi, mu’cizatlarından bahis dahi, onların nazirelerine yetişmeye ve taklitlerini yapmaya bir teşviki işmam ediyor. Hattâ denilebilir ki, mânevî kemâlât gibi, maddî kemâlâtı ve harikaları dahi, en evvel mu’cize eli nev-i beşere hediye etmiştir. [B]İşte, Hazret-i Nuh’un (aleyhisselâm) bir mu’cizesi olan sefine ve Hazret-i Yusuf’un (aleyhisselâm) bir mu’cizesi olan saati, en evvel beşere hediye eden, dest-i mu’cizedir. Bu hakikate lâtif bir işarettir ki, san’atkârların ekseri, herbir san’atta birer peygamberi pîr ittihaz ediyor. Meselâ gemiciler Hazret-i Nuh’u (aleyhisselâm), saatçiler Hazret-i Yusuf’u (aleyhisselâm), terziler Hazret-i İdris’i (aleyhisselâm)...[/B] Evet, mu’cizât-ı enbiyayı zikretmesiyle, fen ve san’at-ı beşeriyenin nihayet hududunu çiziyor. En ileri gayâtına parmak basıyor. En nihayet hedeflerini tayin ediyor. Beşerin arkasına dest-i teşviki vurup o gayeye sevk ediyor. Zaman-ı mazi, zaman-ı müstakbel tohumlarının mahzeni ve şuûnâtının âyinesi olduğu gibi; müstakbel dahi, mazinin tarlası ve ahvâlinin âyinesidir. Şimdi, misal olarak, o çok vâsi menbadan yalnız birkaç nümunelerini beyan edeceğiz. Meselâ, Hazret-i Süleyman Aleyhisselâmın bir mu’cizesi olarak teshir-i havayı beyan eden [FONT=trebuchet ms][SIZE=6]وَلِسُلَيْمٰنَ الرِّيحَ غُدُوُّهَا شَهْرٌ وَرَوَاحُهَا شَهْرٌ [/SIZE][/FONT][SUP][B]1[/B][/SUP]âyeti, “Hazret-i Süleyman, bir günde havada tayeran ile iki aylık bir mesafeyi kat’ etmiştir” der. İşte, bunda işaret ediyor ki: Beşere yol açıktır ki, havada böyle bir mesafeyi kat’ etsin. Öyle ise, ey beşer! Madem sana yol açıktır; bu mertebeye yetiş ve yanaş. Cenâb-ı Hak, şu âyetin lisanıyla mânen diyor: “Ey insan! Bir abdim hevâ-i nefsini terk ettiği için havaya bindirdim. Siz de nefsin tembelliğini bırakıp bazı kavânîn-i âdetimden güzelce istifade etseniz, siz de binebilirsiniz.” Hem Hazret-i Mûsâ Aleyhisselâmın bir mu’cizesini beyan eden [FONT=trebuchet ms][SIZE=6]فَقُلْناَ اضْرِبْ بِعَصَاكَ الْحَجَرَ فَانْفَجَرَتْ مِنْهُ اثْنَتَا عَشْرَةَ عَيْناً[/SIZE][/FONT] [SUP][B]2[/B][/SUP] ilh.; bu âyet işaret ediyor ki, zemin tahtında gizli olan rahmet hazinelerinden, basit aletlerle istifade edilebilir. Hattâ taş gibi bir sert yerde, bir asâ ile âb-ı hayat celb edilebilir. İşte, şu âyet, bu mânâ ile beşere der ki: Rahmetin en lâtif feyzi olan âb-ı hayatı, bir asâ ile bulabilirsiniz. Öyle ise haydi, çalış, bul. Cenâb-ı Hak, şu âyetin lisan-ı remziyle, mânen diyor ki: “Ey insan! Madem Bana itimat eden bir abdimin eline öyle bir asâ veriyorum ki, her istediği yerde âb-ı hayatı onunla çeker. Sen de benim kavânîn-i rahmetime istinat etsen, şöyle ona benzer veyahut ona yakın bir aleti elde edebilirsin. Haydi, et!” İşte, beşer terakkiyâtının mühimlerinden birisi, bir aletin icadıdır ki, ekser yerlerde vurulduğu vakit suyu fışkırtıyor. Şu âyet, ondan daha ileri nihâyât ve gayât-ı hududunu çizmiştir. Nasıl ki evvelki âyet, şimdiki halihazır tayyareden çok ileri nihayetlerinin noktalarını tayin etmiştir. Hem meselâ, Hazret-i İsâ Aleyhisselâmın bir mu’cizesine dair: [FONT=trebuchet ms][SIZE=6]وَ اُبْرِئُ اْلاَكْمَهَ وَاْلاَبْرَصَ وَاُحْيِى اْلمَوْتٰى بِاِذْنِ اللهِ [/SIZE][/FONT][SUP][B]3[/B][/SUP] Kur’ân, Hazret-i İsâ Aleyhisselâmın nasıl ahlâk-ı ulviyesine ittibâa beşeri sarihan teşvik eder. Öyle de, şu elindeki san’at-ı âliyeye ve tıbb-ı Rabbânîye remzen tergib ediyor. İşte, şu âyet işaret ediyor ki, en müzmin dertlere dahi derman bulunabilir. Öyle ise, ey insan ve ey musibetzede benî Âdem! Meyus olmayınız. Her dert, ne olursa olsun, dermanı mümkündür. Arayınız, bulunuz. Hattâ ölüme de muvakkat bir hayat rengi vermek mümkündür. Cenâb-ı Hak, şu âyetin lisan-ı işaretiyle, mânen diyor ki: “Ey insan! Benim için dünyayı terk eden bir abdime iki hediye verdim: biri mânevî dertlerin dermanı, biri de maddî dertlerin ilâcı. İşte, ölmüş kalbler nur-u hidayetle diriliyor. Ölmüş gibi hastalar dahi onun nefesiyle ve ilâcıyla şifa buluyor. Sen de Benim eczahane-i hikmetimde her derdine deva bulabilirsin. Çalış, bul. Elbette ararsan bulursun.” İşte, beşerin tıp cihetindeki şimdiki terakkiyâtından çok ilerideki hududunu şu âyet çiziyor ve ona işaret ediyor ve teşvik yapıyor. [B][SUP][B]1[/B][/SUP] : “Rüzgârı da Süleyman’a boyun eğdirdik ki, sabahtan bir aylık, öğleden sonra da bir aylık yol giderdi.” Sebe’ Sûresi, 34:12. [/B][B][SUP][B]2[/B][/SUP] : “[Mûsâ’ya] ‘Vur asânı taşa’ buyurduk. Asâsını vurduğu yerden, on iki pınar fışkırıverdi.” Bakara Sûresi, 2:60. [B][SUP][B]3[/B][/SUP] : “Allah’ın izniyle, anadan doğma körleri ve alaca hastalığına tutulanları iyileştirir ve ölüleri diriltirim.” Âl-i İmrân Sûresi, 3:49.[/B][/B][B] ..... Yirminci Söz [/B][/TAVSIYE] [/QUOTE]
Adı
İnsan doğrulaması
Peygamber Efendimiz a.s.v.'ın kabri nerededir? (Sadece şehir adını küçük harfler ile giriniz)
Cevap yaz
Forumlar
Risale Analiz ve Çalışmalar
Risale Açıklamalı
Muhakemat
Muhakemat 6. Ders - Mazide Nazarî Olan Bir Şey, Müstakbelde Bedihî Olabilir..
Bu site çerezler kullanır. Bu siteyi kullanmaya devam ederek çerez kullanımımızı kabul etmiş olursunuz.
Accept
Daha fazla bilgi edin.…
Üst