Mardin Faciası ve Bediüzzaman’dan Sosyal Reçeteler 11/05/2009 - İsmail ÇOLAK Geçtiğimiz hafta

harp

Well-known member
Mardin Faciası ve Bediüzzaman’dan Sosyal Reçeteler 11/05/2009 - İsmail ÇOLAK Geçtiğimiz hafta

[FONT=verdana,sans-serif]Mardin Faciası ve Bediüzzaman’dan Sosyal Reçeteler
[/FONT]11/05/2009 - İsmail ÇOLAK



Geçtiğimiz hafta tüm Türkiye, devleti, halkı ve basını ile Mardin’de meydana gelen elim hadiseye kilitlendi. Yaşanan facia tüm milletimizi dilhun etti. Maşeri vicdanı kanattı. Ortak duygular ve tepkiler arşa yükseldi.
Herkesin aklından gelen ortak sorgu cümlelerinden birisi de şuydu:
21. yüzyılda hâlâ böyle trajedi, vahşet ve şiddet olur mu?

Bu bir sosyal yara ve şiddet travmasıydı. Yüzyılı aşkındır Doğu ve Güneydoğu’nun henüz tam manasıyla yenemediği makûs talihi idi:
Geri kalmışlık, eğitimsizlik, cehalet, fakirlik, işsizlik, töre, aşiretçilik ve bitmeyen terör illeti...
Hastalığın tedavisi için en başta yapılacak sağlıklı teşhis ve tedavi çok önemlidir. Türkiye yıllardır terörün de ötesinde Güneydoğu meselesinin ve geri kalmışlık probleminin sağlıklı teşhis ve tedavisinde devleti, milleti ve aydınlarıyla ortak bir mutabakata evvelemirde varabilmiş değildir.
Hâlâ aynı şeyleri evirip çevirerek konuşuyor, kısır tartışmalar,fasit bir daire ve kısır döngüden bir türlü sıyrılamıyoruz. Düşünebiliyor musunuz, Türkiye henüz meselenin adını, tanımını yapmayı ve genel çerçevesini çizmeyi bile başarabilmiş/aşabilmiş sayılmaz!

Kürt meselesi mi, Güneydoğu meselesi mi, terör ve bölücülük mü? Üst kimlik, alt kimlik, Türkiyelilik, Türkiye vatandaşlığı...
En büyük düşman: Cehalet...
Üstad Bediüzzaman, yıllar önce kaleme aldığı Risale-i Nurlarda, Doğu’nun bağrından çıkmış bir İslâm âlimi sıfatıyla Doğu’nun geri kalmasının, anarşinin ve hâsılı bütün kötülüklerin en köklü sebeplerinden biri olarak, “en büyük düşman” ifadesiyle tavsif ettiği “cehalet illeti”ne dikkat çekmiştir.
Bediüzzaman Hazretleri, bu cehalet illetinin köklü tedavisinin de maariften geçtiğinin ve bu alandaki tedbir ve iyileştirmelere ağırlık verilmesi gerektiğinin, II. Meşrutiyet’ten itibaren ısrarla ve büyük bir ciddiyetle üzerinde durmuş, devrin üst düzey yöneticilerini uyarıp, “Medreset’üz-Zehra” projesini çözüm olarak sunmuştur. ,

Bu noktada, mevcut eğitim sisteminin ve bunun ürettiği politikaların bugüne uzanan çizgide ihtiyaçlara cevap verememesi sonucunda ıslah edilemeyen bir terör, anarşi ve geri kalmışlık bataklığının ortaya çıkması ve bu bataklıktan toplumun birlik, beraberlik ve huzuruna kasteden, zakkum çiçeğini andıran binlerce mürtet anarşist ve teröristin bitmesi, Bediüzzaman’ın tespit, teşhis ve tasarısında ne kadar haklı olduğunu onlarca yıldır defaaten ispatlamıştır.
Daha 1909 yılında, Şam’daki Emevi Camiindeki meşhur hutbesinde bu tehlikeye şöyle dikkat çekmişti: “Kalbin sadefinde din-i hakkın cevheri bulunmazsa, beşerin başında maddî ve manevî kıyametler kopacak ve hayvanatın en bedbahtı, en perişanı olacak.” (Hutbe-i Şâmiye, s.21.)

Cehalet, zaruret ve ihtilafın çaresi: Marifet, sanat ve ittifak...
Said-i Nursi’nin “Medreset’üz-Zehra” projenin çıkış noktası, ilham kaynağı, cehalet hastalığının ve imansızlık illetinin tedavisi için yazdığı reçetenin özü veya anahtar cümleleri şudur:
[FONT=verdana,sans-serif]“Bizim düşmanımız cehalet, zaruret, ihtilaftır. Bu üç düşmana karşı marifet, sanat, ittifak silahıyla cihad edeceğiz.”[/FONT] (Divan-ı Harb-i Örfî, s.14.)
“Mariz bir asrın, hasta bir unsurun, alil bir uzvun reçetesi; ittiba-i Kur’an’dır.”
“Azametli bahtsız bir kıtanın, şanlı talisiz bir devletin, değerli sahipsiz bir kavmin reçetesi ittihad-ı İslâm’dır.” (Mektubat, s.468.)
“Şimdi bu zamanda en büyük tehlike olan zındıka ve dinsizlik ve anarşilik ve maddiyunluğa karşı yalnız ve yalnız tek çare var: O da Kur’an’ın hakikatlerine sarılmaktır.” (Emirdağ Lahikası, c.2, s.56.)
Dindar olan bölge halkının devlet ile olan bağlarının yeniden güçlenmesi, bölücü ve ayrılıkçı hareketlerin geride bıraktığı menfi hadiselerin tesir ve kalıntılarının bertaraf edilebilmesi için bin yıldır geçerli olan manevi bağların ve dini değerlerin tekrar tamir edilip sağlamlaştırılması hayati öneme sahiptir.
Çünkü Bediüzzaman Hazretlerinin veciz ifadeleriyle; “Hiss-i dinî, bahusus din-i hakk-ı fıtrinin sözü daha nafiz, hükmü daha âli, tesiri daha şedittir.” “Şarkta herhalde; millet, vatan maslahatı namına ulum-i diniye esas olmalıdır. Yoksa Türk olmayan Müslümanlar, Türk’e hakiki kardeşliğini hissetmeyecek.” (Hutbe-i Şâmiye,s.8; Emirdağ Lahikası, s.403.)
Aksi takdirde yıllardır bu boşluğu ve zafiyeti kullanan bölücü unsurlara ve şer mihraklara Türkiye ve bölge insanları üzerinde benzer anarşi ve terör oyunlarını tekrar tekrar oynama fırsat ve imkânını kendi ellerimizle vermiş olmaktan kurtulamayız. Irkçı, bölücü ve ayrılıkçı hareketlerin en büyük panzehirinin “din ve manevi değerler” olduğunun şuuruna, yaşanan bunca elim hadiseden sonra artık varmış, kıssadan hissemizi almış olmamız gerekir.
Terör ve geri kalmışlığın nurlu reçeteleri
Buraya kadar zikrettiğimiz teşhis ve tedavi yolları dışında Bediüzzaman Said Nursi, eserlerinde anarşinin, geri kalmışlığın ve diğer tüm dini, sosyal ve ekonomik sebep, sonuç ve tahribatların külliyen ortadan kaldırılabilmesi için şu nurlu reçeteleri de ortaya koymuştur:
1). Evet, bu millet ve vatan, hayat-ı içtimaiyesi ve siyasi anarşilikten kurtulmak ve büyük tehlikelerden halas olmak için beş esas lazım zaruridir: Birincisi: Merhamet.
İkincisi: Hürmet.
Üçüncüsü: Emniyet.
Dördüncüsü: Haram ve helâli bilip haramdan çekilmek.
Beşincisi: Serseriliği bırakıp itaat etmektir. İşte Risale-i Nur, hayat-ı içtimaiyeye baktığı vakit bu beş esası temin edip, asayişin temel taşını tespit ve temin eder. (Kastamonu Lahikası, s.241.)
2). Bediüzzaman, milli birliği sağlayacak çarelerden biri olarak fertlere kanunların tarafsız uygulanması gerektiğini, hiç kimseye imtiyazlı muamele yapılmaması icap ettiğini söyler: “Bir maden-i hayat-ı içtimaiyemiz olan ittihad-ı millet ref-i imtiyazdan (imtiyazın kaldırılmasından) başka ne ile olur?... Bence kuvvet kanunda olmalı. Yoksa istibdat münkasim (bölünmüş) olmuş olur. Ve komitecilikle tam şiddetlenir.” ( Divan-ı Harbi Örfi, s.41.)
3). Said-i Nursi, bir kısım ihtilafların çözümü için ekseriyete uymayı tavsiye eder. Bilhassa siyasî ve fikrî ihtilaflarda ekseriyetin toplandığı tarafın kabul edilmesi gerektiğini belirtir. Bu aslında Hz. Peygamberin tavsiye ve irşatlarına da muvafıktır. Ancak hadislerde, ümmetin batıl üzerinde ittifak edemeyeceği de beyan edilir. (Hutbe-i Şâmiye, s.124.)
4). İhtilafın giderilmesinde Bediüzzaman Hazretlerinin teklif ettiği mühim düsturlardan biri de muhabbeti esas almaktır. “Biz muhabbet fedaileri ve kahramanlarıyız, husumete vaktimiz yoktur.” kaidesinden hareketle eserlerinde hep muhabbeti işler. (Divan-ı Harbi Örfi, s.57.)
5). Ayrıca Üstad Bediüzzaman korku, zorlama ve şiddet ile birlik ve dayanışmanın sağlanamayacağı kanaatindedir. “Maddi tazyikler, ehl-i meslek ve fikre galebe etmediği gibi daha ziyade nifak ve tefrika vermez mi?” der. (Divan-ı Harbi Örfi, s.41.)
Medeni olan günümüz insanlarına anlayış ve mülâyemetle yaklaşıp, onları ikna yoluyla kazanmak gerektiğini söyler: “Hüsumet ve adavetin vakti bitti. İki harb-i umumî, adavetin ne kadar fena ve tahrib edici ve dehşetli zulüm olduğunu gösterdi, içinde hiçbir fayda olmadığı tezahür etti. Öyle ise düşmanlarımızın seyyiatı -tecavüz olmamak şartıyla- adavetimizi celbetmesin. Cehennem ve azab-ı ilâhî kâfidir onlara.” (Hutbe-i Şâmiye, s.52.)
6). Bediüzzaman Hazretlerinin dikkat çektiği tehlikelerden biri de milletin birlik ve kardeşlik duygularını tehdit ve tahrif eden partizanlık ve tarafgirlik cereyanıdır. Beşerin selamet, adalet ve umumi sulhunü mahveden ve bir zulüm aracı haline gelen bu tehlikeye karşı Bediüzzaman “Birinin hatasıyla başkası mesul tutulamaz.” mealindeki Ayet hükmüne sarılmayı tavsiye eder. (Emirdağ Lahikası II, s.81-83, 131-133, 142-144.)

Çözüm adına neler yapılmalıdır?
Halkın teröre karşı bilinçlenmesi, irşat ve ikaz edilmesi konularında ülkemizin muteber manevi önderlerinin nüfuz ve itibarından, samimi gayret, hizmet, fikir ve eserlerinden istifade edilmelidir. Özellikle Bediüzzaman Said Nursi, Fethullah Gülen, Mehmet Kırkıncı gibi orada doğup büyümüş, bölgenin problemlerini yakından bilen manevi şahsiyetlerin, terör ve Güneydoğu meselesinin çözümüne ilişkin yıllardan beridir dile getirdikleri tespit, teşhis, teklif ve reçetelerine itibar ve iltifat edilmelidir.
Terörü de aşan tüm meselelerimizin köklü hal çaresi, evvela sözünü ede geldiğimiz madde-mana dengesinin titizlikle gözetildiği eğitim anlayışı ve metodunun kâmil manada hayata geçirilmesiyle ancak mümkün olabilecektir.
Ülkemizi terör ve geri kalmışlık zulmetinden geleceğin sahili selametine çıkaracak olan altın nesil namzetlerinin uzanan ellerini boş çevirmemeli, ümit dolu bakışları ve hayalleri inkisara uğratılmamalıdır. Öncelikle tüm imkânlarımızı seferber ederek, madde ve manasıyla mükemmelliği yakalayabilecek inançlı ve idealist nesiller yetiştirmeye ağırlık verilmelidir. Bu dinamik ve heyecanlı altın neslin himmetlerinin pervaz etmesiyle ülkemiz aydınlık yarınları yakalayacaktır.
Çözüme yönelik ciddi ve kalıcı çalışmalar yapılır, eğitime ağırlık verilir, dini konularda gerekli programlar yapılır, halkın kalbi kazanılır, şefkatle yaklaşılırsa; terörün ve geri kalmışlığın istismarına meydan kalmayacaktır. Bunun için de samimiyet, azim, ciddiyet ve kararlılık çok önemlidir.
 
Üst