Ana sayfa
Forumlar
Yeni mesajlar
Forumlarda ara
Blog
Neler yeni
Yeni mesajlar
Son aktiviteler
Giriş yap
Kayıt ol
Neler yeni
Ara
Ara
Sadece başlıkları ara
Kullanıcı:
Yeni mesajlar
Forumlarda ara
Menü
Giriş yap
Kayıt ol
Install the app
Yükle
Forumlar
Eğitim ve Kültür
Kütüphane
İslami Kütüphane
İhyau Ulumid-din -- İlim Babı--
JavaScript devre dışı. Daha iyi bir deneyim için, önce lütfen tarayıcınızda JavaScript'i etkinleştirin.
Çok eski bir web tarayıcısı kullanıyorsunuz. Bu veya diğer siteleri görüntülemekte sorunlar yaşayabilirsiniz..
Tarayıcınızı güncellemeli veya
alternatif bir tarayıcı
kullanmalısınız.
Konuya cevap cer
Mesaj
<blockquote data-quote="genc_kalem" data-source="post: 176343" data-attributes="member: 15919"><p><strong>Farz-ı ayn olan ilimler</strong></p><p></p><p><strong><span style="font-family: 'Century Gothic'"><span style="font-size: 22px"><span style="color: red">Farz-ı ayn olan ilimler</span></span></span></strong></p><p> </p><p> </p><p><strong><span style="font-family: 'Century Gothic'"><span style="font-size: 15px"><span style="color: red"><u>Övülen (Mahmûd) ve Yerilen (Mezmum) İlimler ile</u></span></span></span></strong></p><p><strong><span style="font-size: 15px"><span style="font-family: 'Century Gothic'"><span style="color: red"><u>Bu İlimlerin Kısımları ve Hükümleri, Farz-ı Ayn ve</u></span></span></span></strong></p><p><strong><span style="font-size: 15px"><span style="font-family: 'Century Gothic'"><span style="color: red"><u>Farz-ı Kifâye Olan İlimler, Şer'i İlimlerden Fıkıh ile</u></span></span></span></strong></p><p><strong><span style="font-size: 15px"><span style="font-family: 'Century Gothic'"><span style="color: red"><u>Kelâm'ın Hududları ve Beyanı, Âhiret İlimlerinin Diğer</u></span></span></span></strong></p><p><strong><span style="font-size: 15px"><span style="font-family: 'Century Gothic'"><span style="color: red"><u>Bütün İlimlerden Daha Üstün Olduğunun İsbatı</u></span></span></span></strong></p><p> </p><p><strong><span style="font-family: 'Century Gothic'"><span style="font-size: 15px"><span style="color: red">Farz-ı Ayn Olan İlimler</span></span></span></strong></p><p> </p><p><strong><span style="font-family: 'Century Gothic'"><span style="font-size: 15px"><span style="color: red">Hz. Peygamber şöyle buyurmuştur:</span></span></span></strong></p><p><strong><span style="font-size: 15px"><span style="font-family: 'Century Gothic'"><span style="color: red">İlim taleb etmek her müslümana farzdır.64</span></span></span></strong></p><p><strong><span style="font-family: 'Century Gothic'"><span style="font-size: 15px"><span style="color: teal"><span style="color: red">İlim Çin'de bile olsa talep edip, öğrenin.65</span></span></span></span></strong></p><p> </p><p><strong><span style="font-family: 'Century Gothic'"><span style="font-size: 15px"><span style="color: teal">Âlimler her müslümana farz olan ilim hakkında çeşitli fikir ler ileri sürmüşler ve bu hususta yirmiyi aşkın görüş ortaya atılmıştır. Bütün görüşleri tek tek zikretmeye gerek yoktur. Fakat özetle âlimlerin fikirlerini aşağıda zikrediyoruz.</span></span></span></strong></p><p><strong><span style="font-family: 'Century Gothic'"><span style="font-size: 15px"><span style="color: teal">Her ekol kendisinin meşgul olduğu, yayılmasını istediği ilmin farz ve vâcib olduğunu ileri sürmüştür. Örneğin kelâmcılara soru lacak olursa, onlar Kelâm İlminin farz olduğunu söyleyecekler ve siz bunun nedenini sorduğunuzda, ancak bu ilim sayesinde, Allah'ın zât ve sıfatlarının bilinebileceğini ileri süreceklerdir.</span></span></span></strong></p><p><strong><span style="font-family: 'Century Gothic'"><span style="font-size: 15px"><span style="color: teal">Fakihlere göre farz olan ilim Fıkıh İlmidir; zira onlar da Fıkıh İlminin ibadetlerin ve muamelâtın helâl ve harâm kısımları ile mutlak helâl ve harâm gibi hususlarda bilgi verdiğini ileri sürmektedirler. Ancak fukahanın farz olduğunu söylediği Fıkıh İlmi, müslümanların günlük yaşantıları sırasında muhtaç oldukları ilimdir. Vukû bulması pek nadir olan fıkhî meseleler ise bunun dışındadır.</span></span></span></strong></p><p> </p><p><strong><span style="font-family: 'Century Gothic'"><span style="font-size: 15px"><span style="color: teal">Müfessirlere ve muhaddislere göre ise, müslümana farz olan ilim, Kitab ve Sünnettir; zira bu iki ilim bilindiği takdirde diğer bütün ilimler bilinir. Bütün ilimlere ancak bu iki ilim vasıtasıyla ulaşılır.</span></span></span></strong></p><p> </p><p><strong><span style="font-family: 'Century Gothic'"><span style="font-size: 15px"><span style="color: teal">Mutasavvıflar ise her müslümana farz olan ilmin Tasavvuf İlmi olduğunu iddia etmişlerdir. Bunların dışında muhtelif fikir ler de ileri sürmüşlerdir. Kimileri kulun hâlini ve Allah'ın nez dindeki makamını bildiren ilmin her müslümana farz olduğunu söylerken, kimileri de ihlâs, nefsin hallerini ve âfetlerini bildiren, melekten gelenle şeytandan geleni ayırdetmeye yarayan ilmin her müslümana farz olduğunu söylemişlerdir. Bir grup da, her müs lümana farz olan ilmin Bâtın İlmi olduğunu ileri sürmüş ve bu ilmin ancak erbabı olana farz olduğunu da belirtmişlerdir. Böylelikle de hadis-i şerifte mutlak şekilde bildirilen ilim lâfzını umum ifade etmekten uzaklaştırmış olmaktadırlar.</span></span></span></strong></p><p> </p><p><strong><span style="font-family: 'Century Gothic'"><span style="font-size: 15px"><span style="color: teal">Ebu Tâlib el- Mekkî şöyle demektedir: Her müslümana farz olan ilim, İslâm'ın rükûnlerini beyan eden şu hadîsteki hakikatleri ihtiva eden ilimlerdir:</span></span></span></strong></p><p> </p><p><strong><span style="font-family: 'Century Gothic'"><span style="font-size: 15px"><span style="color: teal">İslâm dini beş temel üzerine bina edilmiştir: Allah'dan başka ilah olmadığına ve Hz. Muhammed'in onun kulu ve rasûlü olduğuna şehadet etmek, namaz kılmak, zekât ver mek, hacca gitmek ve oruç tutmak!.66</span></span></span></strong></p><p> </p><p> </p><p><strong><span style="font-family: 'Century Gothic'"><span style="font-size: 15px"><span style="color: teal">Bu beş esas her müslümana farzdır. Bu bakımdan bunların farz oluş keyfiyetini ve nasıl tatbik edilmeleri gerektiğini bilmek de her müslümana farz olmaktadır.</span></span></span></strong></p><p><strong><span style="font-family: 'Century Gothic'"><span style="font-size: 15px"><span style="color: teal">Bütün bu sözlerin özeti ve kesin neticesinin bizim zikredeceğimiz şu hakîkat olduğu kanaatindeyiz:</span></span></span></strong></p><p> </p><p><strong><span style="font-family: 'Century Gothic'"><span style="font-size: 15px"><span style="color: teal">Kitabımızın başında da ifade ettiğimiz gibi ilim, Muamele ve Mükaşefe İlini olmak üzere ikiye ayrılır. Müslümanlara farz olan ilim sadece Muamele İlmidir, <span style="color: red">Âkil-bâliğ olan kimselerin yapmakla mükellef oldukları üç husus vardır:</span></span></span></span></strong></p><p> </p><p> </p><p><strong><span style="font-family: 'Century Gothic'"><span style="font-size: 15px"><span style="color: red">1. îtikad (İnanç)</span></span></span></strong></p><p><strong><span style="font-size: 15px"><span style="font-family: 'Century Gothic'"><span style="color: red">2. Fiil (Yapılması gereken ameller)</span></span></span></strong></p><p><strong><span style="font-size: 15px"><span style="font-family: 'Century Gothic'"><span style="color: red">3. Terk (Terkedilmesi lâzım gelen davranışlar)</span></span></span></strong></p><p> </p><p> </p><p><strong><span style="font-family: 'Century Gothic'"><span style="font-size: 15px"><span style="color: teal">Âkil olan insan, ihtilâm yoluyla veya yaş itibariyle örneğin kuşluk zamanında bülûğa varmış olduğunda, kendisine herşeyden önce kelime-i şehadeti bilmesi ve anlaması farzdır. Ancak âkilbâliğ olan kimseye kelime-i şehadetin mânâsını düşünmesi, araştırması ve delillerini elde etmek için çalışması farz değildir. Ancak bu kelimelerin ifade ettiği mânâya kesinlikle inanması ve bunu şeksiz-şüphesiz doğrulaması gerekir. Bu mertebe ise sadece duymak ve taklid etmek suretiyle elde edilir ve ayrıca araştırmaya ve deliller toplamaya ihtiyaç yoktur.</span></span></span></strong></p><p> </p><p> </p><p><strong><span style="font-family: 'Century Gothic'"><span style="font-size: 15px"><span style="color: teal">Hz. Muhammed (s.a), bedevilerin medeniyetten, âdâb-ı muaşeretten ve delil denilen şeyden haberleri olmadıkları halde dil ile ikrarlarını imanlarına delil saymış, onlardan bu imanlarını pekiştirecek başka bir delil istemeyerek tasdiklerini delilsiz kabul etmiştir.</span></span></span></strong></p><p> </p><p><strong><span style="font-family: 'Century Gothic'"><span style="font-size: 15px"><span style="color: teal">Kul, bu kadarını yaptıktan sonra zamanın farzını yerine ge tirmiş olur ki o zamanda (âkil ve bâliğ olduğunda) kendisine farz-ı ayn olan ilim, kelimeii şehadet 'i öğrenmek ve mânâsını anla maktır. İlk zamanlarda bunun daha ötesini bilmek üzerine farz değildir.</span></span></span></strong></p><p> </p><p><strong><span style="font-family: 'Century Gothic'"><span style="font-size: 15px"><span style="color: teal">Bu hükme dair elimizdeki delil şudur: O kimse Kelime-i şehadet'i anlayarak söyledikten sonra ölürse şayet, Allah'a itaat etmiş bir kul olarak ölmüş olacaktır. Kelime-i Şehadet'i ve anlamını öğrenmek dışındaki farzlar ise başka şartlara bağlıdır. Bu şartlar her kişide tahakkuk etmez. Belki bu şartların çoğundan uzak kalır insan.</span></span></span></strong></p><p> </p><p><strong><span style="font-family: 'Century Gothic'"><span style="font-size: 15px"><span style="color: teal">Bu şartlar da Fiil, Terk ve Îtikad olmak üzere üç bölüme ayrılır.</span></span></span></strong></p><p><strong><span style="font-size: 15px"><span style="font-family: 'Century Gothic'"><span style="color: teal">Fiil ile ilgili şartlar şunlardır: Bahsi geçen kişi, kuşluk vaktin den öğle zamanına kadar yaşarsa, öğlenin vakti geldiği için abdes tin nasıl alınacağını ve namazın nasıl kılınması gerektiğini öğrenmesi kendisine farz olur. Kuşluk vaktinde bedenen sağlam ise, abdestin ve namazın öğrenilmesini öğle vaktine bıraktığı tak dirde bu vaktin bunları öğretecek kadar imkân vermeyeceği de bi liniyorsa kuşluk vaktinden itibaren abdest ve namazı öğrenmek kendisine farz olur. </span></span></span></strong></p><p> </p><p><strong><span style="font-family: 'Century Gothic'"><span style="font-size: 15px"><span style="color: teal">Demek ki vaktinden önce öğrenmesi kendisine farz olmaktadır.</span></span></span></strong></p><p> </p><p><strong><span style="font-family: 'Century Gothic'"><span style="font-size: 15px"><span style="color: teal">İkinci bir ihtimal de amelin şartı olan ilmin ancak amelin vu cûbiyetinden sonra vâcib olacağıdır ki bu takdirde öğle vakti gel meden önce öğle vakti için abdest ve namazı öğrenmek farz olmaz. Bu noktada diğer namazlar da öğle namazına kıyas edilebilir.</span></span></span></strong></p><p> </p><p><strong><span style="font-family: 'Century Gothic'"><span style="font-size: 15px"><span style="color: teal">Bu şahıs Ramazan ayı gelinceye kadar yaşarsa, Ramazan ayı münasebetiyle bu ayda yapılması gereken oruç ibadetini bilmek kendisine farz olmaktadır. Ramazan için öğrenilmesi lâzım gelen husus, sabahtan güneş batmcaya kadar Ramazan'ın vakti olduğunu bilmektir. Ramazan'da farz olan niyet; yemekten, içmek ten ve cinsî münasebetten kaçınmaya niyet etmektir. Bu durumda Ramazan, Şevval ayının hilâlini iki muteber şahidin görmesiyle sona erer.</span></span></span></strong></p><p> </p><p><strong><span style="font-family: 'Century Gothic'"><span style="font-size: 15px"><span style="color: teal">Bu şahıs sonradan mal ve servet sahibi olur veya bir servete sahip olarak bülûğ çağına ererse, kendisine farz olan zekât mik tarını bilmesi de kendisine farzdır. Fakat o zekâtı derhal vermesi gerekmez; zira malının üzerinden bir sene geçmesi halinde ancak zekât vermesi kendisine farz olur. Şayet deveden başka serveti yoksa, sadece deveye ait zekât ölçüsünü bilmesi kendisine farzdır. Diğer mallarda da hüküm bu şekildedir.</span></span></span></strong></p><p> </p><p><strong><span style="font-family: 'Century Gothic'"><span style="font-size: 15px"><span style="color: teal">Bu şahıs hac aylarına girerse, haccm şartlarını bilmek husu sunda acele etmesi gerekmez. Zira hac tehir imkânı olan bir farzdır. Onun için rükünlerini bilmekte aceleye lüzum yoktur.67</span></span></span></strong></p><p> </p><p><strong><span style="font-family: 'Century Gothic'"><span style="font-size: 15px"><span style="color: teal">Fakat İslâm âlimlerine düşen vazife, bu şahsa sistemli ve ted ricî bir surette haccın her servet sahibine farz olduğunu bildirmek tir. Bu hususta kendisini ikaz etmek, her İslâm âliminin vazifesi dir. Zira bu kişi, belki de takvaya meylederek hac farizasını bir an önce edâ etmek isteyebilir. </span></span></span></strong></p><p><strong><span style="font-family: 'Century Gothic'"><span style="font-size: 15px"><span style="color: teal">Böyle bir niyet taşıdığı zaman haccm keyfiyetini öğrenmesi kendisine farz olur. Öğrenilmesi farz olan keyfiyet sadece haccm farz ve vâcibleridir. Nafilenin bilinmesi ise farz değil, sadece nafiledir; zira nafileleri bilmek hiçbir surette farrz-ı ayn olmaz. Bu şahsa asıl haccm farziyetinden bahsedil mediği takdirde alimlerin mesûl olup-olmadığı hususunda fıkıh kitaplarında gerekli bilgi verilmiştir. Diğer ibadetlerin bilinmesi de aynen hac ibadeti gibi tedricîdir.</span></span></span></strong></p><p> </p><p><strong><span style="font-family: 'Century Gothic'"><span style="font-size: 15px"><span style="color: teal">Terk'e (yapılmaması gereken davranışlara) gelince, gelişen durumlara göre bazılarının bilinmesi farzdır ve bu keyfiyet kişiye göre değişmektedir. Örneğin dilsiz bir insan için konuşulması ha ram olan birşeyin nasıl konuşulacağını öğrenmek gerekli değildir. Kör olan bir insan da nelere bakılmasının yasak olduğunu öğrenmeye mecbur tutulamaz. </span></span></span></strong></p><p> </p><p><strong><span style="font-family: 'Century Gothic'"><span style="font-size: 15px"><span style="color: teal">Göçebe hayatı yaşayan bir kişi için de ikâmet edilmesi yasak olan yerleri bilmesi farz değildir. Bu ya saklar aynı zamanda, mevcut durumun gereklerine göre de değişir. Bu bakımdan uzak ve vukû bulması hiçbir zaman müm kün olmayan bir haramı bilmek kişiye farz değildir. Oysa içinde bulunulan harama dikkat edilmelidir. Sözgelimi müslüman olduğu sırada sırtında ipekli bir elbise varsa veya gasbettiği bir evde oturuyorsa veya mahremi olmayan bir kadına bakıyorsa, o kişiye bütün bunların haram olduğunu anlatmak farzdır. Bilfiil içinde bulunmadığı ve fakat yakın olduğu haramları (yemek-iç mek gibi) da kendisine öğretmek farzdır. Hattâ içki içmeyi ve do muz eti yemeyi âdet edinmiş bir beldede yaşıyorsa, bunların haram olduğunu o kişiye öğretmek farzdır, kendisinin uyarılması gerekir. </span></span></span></strong></p><p> </p><p><strong><span style="font-family: 'Century Gothic'"><span style="font-size: 15px"><span style="color: teal">Öğretilmesi gereken diğer şeyler de hemen kendisine öğretilmelidir.</span></span></span></strong></p><p> </p><p><strong><span style="font-family: 'Century Gothic'"><span style="font-size: 15px"><span style="color: teal">îtikad'a ve kalbin amellerine gelince, bunları öğrenmenin far ziyeti kalbin durumuna göre değişir. Kişinin kelimesi şehadet'in delâlet ettiği mânâlarda bir şüphesi varsa, o şüpheyi giderici ilmi </span></span></span></strong><strong><span style="font-family: 'Century Gothic'"><span style="font-size: 15px"><span style="color: teal">Muhammed ile Hanbelîlere göre de böyledir. Fakat Ebu Hanife, İmam Malik ve Ebu yusuf aksi görüştedir ve onalara göre, şartlarını haiz olan kimselerce hac ibadetinin tehiri caiz değildir. öğrenmesi kendisine farzdır. Yok eğer kalbine böyle bir şüphe düşmezse; Allah'ın kelâmının kadîm olduğunu, ahirette müzminlerin Allah'ın cemâlini gözleriyle göreceklerini, Allah'ın hâdisâta mahal olmadığını ve bunlara benzer inanılması gereken meseleleri bilmeden önce ölürse, bütün âlimlerin ittifakıyla bu şahıs müslüman olarak ölmüştür.</span></span></span></strong></p><p> </p><p><strong><span style="font-family: 'Century Gothic'"><span style="font-size: 15px"><span style="color: teal">İnançları bozan ve kalbe düşen bu şüpheler bazen, insanın ta biatında vardır. Fakat kişi bazen de oturduğu beldenin insanları tarafından bu türden şüphelere düşürülebilir. </span></span></span></strong></p><p> </p><p><strong><span style="font-family: 'Century Gothic'"><span style="font-size: 15px"><span style="color: teal">Bu bakımdan bir kişi Kelâm İlmi ile iştigal eden ve daima bid'atlar hakkında konuşan bir beldede yaşıyorsa, âkil-bâliğ olduğu ilk anda kendisini bu bid'atlardan koruması gerekir. Şayet kalbine bâtıl bir fikir yerleşmişse, hemen onu kalbinden söküp atmalıdır. Ne var ki çoğu zaman bir bâtılı kalpten söküp atmak çok zordur.</span></span></span></strong></p><p> </p><p><strong><span style="font-family: 'Century Gothic'"><span style="font-size: 15px"><span style="color: teal">Yine bu şahıs bir tüccar ise ve bulunduğu beldede faize dayalı muameleler yaygın ise, böyle bir beldede yaşayan tüccarın faizden korunma ilmini çok iyi öğrenmesi kendisine farzdır.</span></span></span></strong></p><p> </p><p><strong><span style="font-family: 'Century Gothic'"><span style="font-size: 15px"><span style="color: teal">Farz-ı Ayn olan ilim hakkında yapmış olduğumuz bu inceleme hakîkati ifade eder; zirâ farz-ı ayn olan ilmin mânâsı, farz olan amelin keyfiyetini bilmek demektir. Bu bakımdan farz olan ilmi ve ilmin ne vakit farz olduğunu bilen bir kimse, farz-ı ayn olan ilmi de bilmiş olur.</span></span></span></strong></p><p> </p><p><strong><span style="font-family: 'Century Gothic'"><span style="font-size: 15px"><span style="color: teal">Sûfîlerin farz-ı ayn olan ilmin, düşmanın (şeytanın) vesvese sini ve meleğin ilhamını bilip ayırdetmek olduğunu söylemeleri de doğrudur. Ancak onların böyle söylemeleri ümmetin bütün fertleri için geçerli değildir. Bu ölçü sadece bu yola gönül vermiş insanlar için bir şarttır.</span></span></span></strong></p><p> </p><p><strong><span style="font-family: 'Century Gothic'"><span style="font-size: 15px"><span style="color: teal">İnsan çoğu zaman şerre neden olan riya ve hasedden kurtu lamadığı için, insanı helâke sürükleyen hususları, muhtaç olduğu miktarda bilmesi kişiye farzdır. Bu kadarının bilinmesi bir müs lüman için nasıl farz olmaz? Oysa Hz. Peygamber şöyle buyurmaktadır:</span></span></span></strong></p><p> </p><p><strong><span style="font-family: 'Century Gothic'"><span style="font-size: 15px"><span style="color: teal">İnsanoğlunu şu üç şey helâk eder: Kendisine boyun eğilen cimrilik, arkasından gidilen heva (arzular), kişinin kendi sini beğenmesi.68</span></span></span></strong></p><p> </p><p> </p><p><strong><span style="font-family: 'Century Gothic'"><span style="font-size: 15px"><span style="color: teal">Bu helâk edici özelliklerden insanların kendilerini kurtarma ları pek o kadar kolay değildir.</span></span></span></strong></p><p> </p><p><strong><span style="font-family: 'Century Gothic'"><span style="font-size: 15px"><span style="color: teal">İleride haklarında tafsilat vereceğimiz kalbin halleri, kibir, ucûb ve benzeri çirkin sıfatlar yukarıda sözü edilen üç helâk edici sebebe bağlıdırlar. Bunları kalpten söküp atmak ise farz-ı ayn'dır. Sökülüp atılmaları da ancak hallerini bilmek, sebeplerini yerine getirmekle olur. Sebeb ve müsebbibi bilinmediği takdirde bunu yapmak imkân dahilinde olmadığı içindir ki sebeb ve illeti mutlaka bilmek gerekir.</span></span></span></strong></p><p> </p><p> </p><p><strong><span style="font-family: 'Century Gothic'"><span style="font-size: 15px"><span style="color: teal">Halk, helâk edici vasıflar arasında zikrettiğimiz bu farz-ı ayn ların çoğunu, ne yazık ki faydasız şeylerle meşgul oldukları için terketmek durumuna düşmüşlerdir.</span></span></span></strong></p><p> </p><p><strong><span style="font-family: 'Century Gothic'"><span style="font-size: 15px"><span style="color: teal">Müslüman olan bir kimseye imandan sonra cennete, cehen neme, haşre ve ölümden sonra dirilmeye imanın öğretilmesi gere kir. Çünkü bunlara inanmayan insan kelime-i şehadet'i tamamlamamış olur.</span></span></span></strong></p><p> </p><p><strong><span style="font-family: 'Century Gothic'"><span style="font-size: 15px"><span style="color: teal">Ayrıca Hz. Muhammed'in peygamber olduğunu tasdik ettikten sonra, tebliğ ettiklerini de bilmek gerekir ki o da Allah'a ve Rasûlü'ne itaat eden kiinseye cennet, isyan edene ise cehennem olduğunu bilmektir.</span></span></span></strong></p><p> </p><p><strong><span style="font-family: 'Century Gothic'"><span style="font-size: 15px"><span style="color: teal">Şu söylediklerimiz üzerinde düşünüldüğü takdirde doğru yo lun bu olduğunda şüphe kalmaz ve gayet iyi bilinir ki, gece ve gün düzün akıntılarına kapılıp giden her kul, ibadetlerinde ve muame lelerinde yeni yeni ortaya çıkan hâdiselerden uzak değildir. Kendisine yeni farzlar terettüb eder ve az da olsa ortaya çıkan her yeni hâdiseyi sorup öğrenmesi gerekir. Meydana gelmesi muhte mel hâdiseleri de sorup öğrenmesi ve bu hususta acele davran ması gerekir.</span></span></span></strong></p><p> </p><p><strong><span style="font-family: 'Century Gothic'"><span style="font-size: 15px"><span style="color: teal">Hz. Peygarnber'in İlim öğrenmek kadın, erkek her müslü mana farzdır' hadisindeki ilim kelimesi ile müslümanlara farz olan amelin ilmini bilmek kasdedildiğine göre, bu ilmin öğreniminin tedricî bir vasıf taşıdığı ve vâcib olmasının vakte bağlı olduğu açıklık kazanmış demektir.</span></span></span></strong></p><p> </p><p><strong><span style="font-family: 'Century Gothic'"><span style="font-size: 15px"><span style="color: red">Farz-ı Kifaye Olan İlimler</span></span></span></strong></p><p> </p><p><strong><span style="font-family: 'Century Gothic'"><span style="font-size: 15px"><span style="color: teal">İlimler bölümlere ayrılmadıkça hangisinin farz olduğu, han gisinin olmadığı kesin bir şekilde anlaşılamadığı için, ilimleri vasıflarına göre bölümlere ayırmak doğru bir sonuca ulaşmak için şarttır.</span></span></span></strong></p><p> </p><p><strong><span style="font-family: 'Century Gothic'"><span style="font-size: 15px"><span style="color: red">İlimler esas itibariyle şer'î (dinî) ilimler ve şer'î (dinî) olmayan ilimler şeklinde ikiye ayrılır:</span></span></span></strong></p><p> </p><p><strong><span style="font-family: 'Century Gothic'"><span style="font-size: 15px"><span style="color: teal"><span style="color: red">Şer'î (dinî) ilimler</span> ile peygamberlerin getirdiği ilim kastedil mektedir ki bu ilim, matematik ilmi gibi akılla, tıb ilmi gibi de neyle, lisan gibi işitmekle elde edilemez.</span></span></span></strong></p><p><span style="color: teal"><strong><span style="font-size: 15px"><span style="font-family: 'Century Gothic'"><span style="color: red">Şer'î (dinî) olmayan ilimler</span> ise, mahmûd , mezmûm ve mübah ilimler olmak üzere üç bölüme ayrılır.</span></span></strong></span></p><p> </p><p><strong><span style="font-family: 'Century Gothic'"><span style="font-size: 15px"><span style="color: teal">Mahmûd (Övülen) ilimler, tıb ve hesab ilmi gibi dünya işlerim ıslah edici ilimlerdir ki bu ilim de öğrenilmesi farz-ı kifâye olanlar ve öğrenilmesinde fazilet bulunanlar olmak üzere ikiye ayrılır:</span></span></span></strong></p><p> </p><p><strong><span style="font-family: 'Century Gothic'"><span style="font-size: 15px"><span style="color: teal">Öğrenilmesi farz-ı kifâye olan kısım, dünya işlerinin ıslahında gerekli olan (bedenin sağlıklı tutulabilmesi için lüzumlu olan tıb ilmi; ticarî ilişkiler, vasiyetler ve miras gibi hususlarda bilinmesi zarurî olan hesap ilimleri gibi) ilimlerdir. Eğer bir memlekette bu ilimleri bilenler kalmazsa, o memleket halkının tamamı günah kâr sayılır. Fakat bir beldede bu ilimleri bilen bir kişi de olsa, diğerlerinin üzerinden bu zorunluluk düşer ve öğrenme sorum luluğu kalkar.</span></span></span></strong></p><p> </p><p><strong><span style="font-family: 'Century Gothic'"><span style="font-size: 15px"><span style="color: teal">Tıb ve matematik ilimlerinin farz-ı kifâye olduğunu söyleme miz sizi şaşırtmasın; zira bu iki ilim gibi; çiftçilik, dokumacılık, si yaset, tababet ve terzilik sanatları ve diğer sanatların esaslı ilim leri de farz-ı kifâye'dir.</span></span></span></strong></p><p> </p><p><strong><span style="font-family: 'Century Gothic'"><span style="font-size: 15px"><span style="color: teal">Eğer İslâm diyarında kendisine tedavi olunacak kimseler (doktorlar) bulunmazsa, müslümanlar helâk olurlar; kendilerini felâkete'sürüklemiş olmaları sebebiyle de topyekün sorumludur lar. Çünkü derdi'veren Allah, o derdin devasını da vermiştir. O de Yayı bulacak kabiliyeti de insanoğluna bahsetmiştir. Bu bakımdan İslâm diyarında, sözü edilen ilimleri yeterince bilenler bulunmalıdır. Bunu öğrenmemek, müslümanları felâketle başbaşa bırakmaktır ki, böyle bir hareket hiçbir şekilde doğru olmaz.</span></span></span></strong></p><p> </p><p><strong><span style="font-family: 'Century Gothic'"><span style="font-size: 15px"><span style="color: teal">Farz olmayan ve fakat öğrenilmesinde fazilet bulunan ilimlere gelince, bunlar sözünü ettiğimiz ilimlerin derinlerine (ayrıntılarına) inmek, esasta pek zarurî olmayan ince ve hassas noktalarıyla meşgul olmaktır. (Nitekim bu ilimlerde derinliğine bilgi sahibi olmak, müslümanlara büyük faydalar sağlayacağı için, bu dallarda derinleşen âlimlere büyük değer verilmiştir).</span></span></span></strong></p><p> </p><p><strong><span style="font-family: 'Century Gothic'"><span style="font-size: 15px"><span style="color: teal">Mezmum (Yerilen) ilimlere gelince, bunlar sihir, tılsım, hipno tizma, el çabukluğu ve göz boyacılığı ile yapılan marifetlerdir.</span></span></span></strong></p><p> </p><p><strong><span style="font-family: 'Century Gothic'"><span style="font-size: 15px"><span style="color: teal">Mübah ilimlere gelince, bunlar şiirler ile milletlerin geçmişlerini anlatan, tarihî hâdiseleri bildiren ilimlerdir.</span></span></span></strong></p><p><strong><span style="font-family: 'Century Gothic'"><span style="font-size: 15px"><span style="color: teal">İzah etmeye çalıştığımız şer'î (dinî) ilimler e gelince, onların tamamı makbuldür. Fakat bazen şer'î ilimlerden olduğu zanne dildiği halde, aslında şer'î ilimlerle alâkası olmayanları vardır ki bunlar esasında mezmûm (zemmedilmiş) ilimlerdir. </span></span></span></strong></p><p> </p><p><strong><span style="font-family: 'Century Gothic'"><span style="font-size: 15px"><span style="color: red">Makbûl ilimler ise usûl, fürû, mukaddimât ve mütemmimdi olmak üzere dört bölüme ayrılırlar.</span></span></span></strong></p><p> </p><p><strong><span style="font-family: 'Century Gothic'"><span style="font-size: 15px"><span style="color: red">Birinci Bölüm (Usûl)</span></span></span></strong></p><p> </p><p><strong><span style="font-family: 'Century Gothic'"><span style="font-size: 15px"><span style="color: teal"><span style="color: red">a) Kitab</span></span></span></span></strong></p><p><span style="color: teal"><strong><span style="font-size: 15px"><span style="font-family: 'Century Gothic'"><span style="color: red">b) Sünnet</span></span></span></strong></span></p><p><span style="color: teal"><strong><span style="font-size: 15px"><span style="font-family: 'Century Gothic'"><span style="color: red">c) İcmâ-i Ümmet</span></span></span></strong></span></p><p><span style="color: teal"><strong><span style="font-size: 15px"><span style="font-family: 'Century Gothic'"><span style="color: red">d) Asar (sahabe sözleri)</span></span></span></strong></span></p><p><span style="color: teal"></span></p><p><strong><span style="font-family: 'Century Gothic'"><span style="font-size: 15px"><span style="color: teal">İcmâ-i Ümmet'in asıl olması, Sünnet'e dayanmasından kay naklanmaktadır. Bu bakımdan îcmâ-i Ümmet üçüncü derecede bir hüccettir.</span></span></span></strong></p><p> </p><p><strong><span style="font-family: 'Century Gothic'"><span style="font-size: 15px"><span style="color: teal">Âsar (sahabe sözleri) de aynı İcmâ gibi Sünnet'e dayalıdır. Çünkü sahabîler Rasûlullah'ı bizzat görmüşler ve bunun için de ahvalin karinelerini başkalarına nisbetle çok daha iyi idrak etmişlerdir. Çoğu zaman ibareler, karinelerin ifade etmek istediği hakikatleri ifade etmekten aciz kalırlar. İşte âlimlerin, ashabın sözlerinde ve amellerinde bildirilen ölçülere uymayı ve bu ölçüler den ayrılmayı şeriatın temcilerinden saymaları bu sebebe dayanır. Tabii bunun da muayyen şartları vardır. Ancak burada bu şartları zikretmek uygun düşmez.</span></span></span></strong></p><p> </p><p><strong><span style="font-family: 'Century Gothic'"><span style="font-size: 15px"><span style="color: red">İkinci Bölüm (Füruat)</span></span></span></strong></p><p> </p><p><strong><span style="font-family: 'Century Gothic'"><span style="font-size: 15px"><span style="color: teal">Fürûat yukarıda zikredilen asıllardan elde edilir. Ancak bun lar lâfızlarla değil, keskin zekâlar vasıtasıyla elde edilen mesele lerdir. Bu ince mânâları kavrayanların anlayış ve idrâkleri, ağızdan çıkan lâfızların ifade ettiği mânâlardan daha başka mân âlar çıkarabilecek derecede geniştir. </span></span></span></strong></p><p> </p><p><strong><span style="font-family: 'Century Gothic'"><span style="font-size: 15px"><span style="color: teal">Örneğin Hz. Peygamberin 'Kadı (hâkim) öfkeli iken hüküm veremez'69 hadîsinden; kadı'nm def-i hâcet bakımından sıkışması, hasta veya acıkmış olması ânında da hüküm veremeyeceği neticesi çıkarılmıştır.</span></span></span></strong></p><p> </p><p><strong><span style="font-family: 'Century Gothic'"><span style="font-size: 15px"><span style="color: red">Fürûat iki kısma ayrılır:</span></span></span></strong></p><p> </p><p><strong><span style="font-family: 'Century Gothic'"><span style="font-size: 15px"><span style="color: teal"><span style="color: red">1. Dünya meseleleriyle ilgili ilimler</span>: Bunları fıkıh kitapları ele alır ve bu işlerle meşgul olanlar fakihlerdir. Fakihler ise dünya âlimleridir. (Dünya işlerini bilen ve çözen kimselerdir).</span></span></span></strong></p><p> </p><p><strong><span style="font-family: 'Century Gothic'"><span style="font-size: 15px"><span style="color: teal"><span style="color: red">2. Âhiret</span><span style="color: red"> meseleleriyle ilgili ilimler</span>: Bunlar ahlâkın çirkinini, güzelini ve kalbin hallerini bildiren ilimlerdir. Bu ilimler Allah indinde makbul olan veya olmayan halleri bildirirler. Nitekim bu kitabımızın son bölümü bu konuyu açıklığa kavuşturmaktadır.</span></span></span></strong></p><p> </p><p><strong><span style="font-family: 'Century Gothic'"><span style="font-size: 15px"><span style="color: teal">Kalbî ibadetler ve âdetlerin de âzalar üzerindeki tesiri bu bölümde anlatılmaktadır.</span></span></span></strong></p><p> </p><p><strong><span style="font-family: 'Century Gothic'"><span style="font-size: 15px"><span style="color: red">Üçüncü Bölüm (mukaddimât)</span></span></span></strong></p><p> </p><p><strong><span style="font-family: 'Century Gothic'"><span style="font-size: 15px"><span style="color: teal">Bunlar bir fikri, bir düşünceyi anlatmaya yarayan lûgat ve na hiv gibi ilimlerdir. Zira Lûgat ve Nahiv ilimleri, Allah'ın kitabını ve Rasûlü'nün sünnetini bilmemize yardım eden en gerekli âlet lerdir. Lûgat ve Nahiv ilimleri esasında şer'î ilimler grubuna da hil değildir. Fakat bu iki ilmi bilmek ve onlarda söz sahibi olmak; şer'î ilimleri bilmek ve iyice öğrenmek için büyük bir ihtiyaçtır. Zira Allah'ın Kitabı Arap diliyle nazil olmuştur. Bu bakımdan şeriat, ancak Arap dilini bütün detaylarıyla bilenler tarafından anlaşılır. Bu nedenle ilâhî şeriatın nâzil olduğu dilin lûgatinı bil mek, şeriatın bilinmesinde başlıca müessir olmaktadır.</span></span></span></strong></p><p> </p><p><strong><span style="font-family: 'Century Gothic'"><span style="font-size: 15px"><span style="color: teal">Bu âletlerden biri de yazının bilinmesi ise de, yazının bilinmesi o kadar zarurî değildir; zira Hz. Peygamber ümmî idi, yazı bil mezdi.70</span></span></span></strong></p><p> </p><p><strong><span style="font-family: 'Century Gothic'"><span style="font-size: 15px"><span style="color: teal">Bir kişi her dinlediğini ezberliyebiliyorsa, yazıyı bilmesi ge rekmez. Fakat böyle bir vasıftan yoksun kimseler için yazıyı bilmek çoğu zaman zarurî ve şarttır.</span></span></span></strong></p><p> </p><p><strong><span style="font-family: 'Century Gothic'"><span style="font-size: 15px"><span style="color: red">Dördüncü Bölüm (Mütemmimât)</span></span></span></strong></p><p> </p><p><strong><span style="font-family: 'Century Gothic'"><span style="font-size: 15px"><span style="color: teal">Bu, Kur'an ilimlerinde meydana gelen bir durumdur. Zira Kur'an ilimleri, lâfızlarla ilgili olarak harflerin mahreçleri, tecvi din öğrenilmesi ve mânâ ile ilgili tefsir ilmine taksim edilmektedir ki bu ilim de tıpkı Lûgat ve Nahiv ilimleri gibi işitmekle elde edilir ve bir başkasına nakledilir. Çünkü Lûgat ilmi kendi başına Tefsir İlmi için yeterli olmamaktadır.</span></span></span></strong></p><p> </p><p><strong><span style="font-family: 'Century Gothic'"><span style="font-size: 15px"><span style="color: teal">Bir de Kur'an ilimleri, Kur'an'ın ahkâmıyla ilgili olarak Nâsih ve Mensuh, Am ve Hâs, Nas ve Zâhir ve bir kısım ayetlerin diğerleriyle nasıl kullanılabileceği gibi hükümlere taksim olunur. Buna Usûl-uı Fıkıh ilmi denilmektedir. Bu ilim aynı zamanda Sünnet-i de içine almaktadır.</span></span></span></strong></p><p> </p><p><strong><span style="font-family: 'Century Gothic'"><span style="font-size: 15px"><span style="color: teal">Ashab'dan gelen rivayetlerdeki tamamlayıcı unsurlara gelince; bunlar, rivayetleri nakleden kişileri, onların isimlerini, ne seblerini ve sahabîlerin isimlerini ve özelliklerini bilmektir.</span></span></span></strong></p><p> </p><p><strong><span style="font-family: 'Century Gothic'"><span style="font-size: 15px"><span style="color: teal">Râvilerin âdil, güvenilir ve zayıf olanlarını ayırabilmek için şahsî hallerinin bilinmesi; mürsel hadîsi, müsned hadîsten ayırabilmek için yaşlarının bilinmesi gibi malûmatlardır. İşte bü tün bunların hepsine birden şer'î ilimler denmektedir ve hepsi de makbul ve mübah olan ilimlerdir. Hattâ bütün bu ilimler farz-ı ki fâye olan ilimlere dahildir. Bana Fıkıh İlmi'ni niçin dünya ilmi olarak gösterdiğim sorulacak olursa şöyle derim:</span></span></span></strong></p><p> </p><p><strong><span style="font-family: 'Century Gothic'"><span style="font-size: 15px"><span style="color: teal">Allah Teâlâ (c.c) Hz. Adem'i topraktan, zürriyetini de çamur dan ve atılan bir damla sudan yarattı. Onları erkeklerin belinden anaların rahmine aktardı. Anaların rahminden dünyaya, dünya dan mezara, oradan hesab yerine; oradan da cennete veya cehenneme gönderecektir. İşte insanın başı ve sonu bu devrelerden ibarettir. Allah Teâlâ dünyayı ahiret azığını temin etme yeri olarak yarattı ki insanoğlu kendisine yarayan azığını alsın! Demek ki in sanoğlu bu azığı adalet dairesinde alırsa, aralarında bir husumet kalmamış olur. Böyle olunca da fakihlerin bulunmasına gerek de kalmaz. Çünkü husumet ve kavganın olmadığı bir yerde fakih için yapılacak iş yoktur.</span></span></span></strong></p><p> </p><p><strong><span style="font-family: 'Century Gothic'"><span style="font-size: 15px"><span style="color: teal">Fakat insanoğlu dünyaya şehvetleriyle bağlıdır. Bu böyle olduğu içia de kısanlar arasında birtakım husumetlerin doğması kaçınılmaz olur. Onun için bu husumetleri giderici bir otoriteye ih tiyaç vardır. Yönetimde söz sahibi olanlar da toplumu idare edebilmek için kanunlara ihtiyaç duyarlar. </span></span></span></strong></p><p> </p><p><strong><span style="font-family: 'Century Gothic'"><span style="font-size: 15px"><span style="color: teal">Fakih ise, bu siyasete ilişkin yasaları bilen kişidir. Şehvet hissiyle aralarına husumet gi ren insanları, ancak onların aracılığı ve vasıtası ile uzlaştırmak mümkün olabilmektedir. </span></span></span></strong></p><p> </p><p><strong><span style="font-family: 'Century Gothic'"><span style="font-size: 15px"><span style="color: teal">Böyle olunca fakih, sultanın öğretmeni ve sultanın siyasetini halka ileten en önemli vasıtadır. Halk için ka nunlar yaparak onları zabt u rabt altına alabilen kimse fakihtir. Sultanın siyasetini düzenlemekten maksat; halkın dünya hayatını bir düzen içine sokmak, durumlarını ayarlamak, düzensiz ve başıboş bir hayat yaşamalarına imkân vermemektir.</span></span></span></strong></p><p> </p><p><strong><span style="font-family: 'Century Gothic'"><span style="font-size: 15px"><span style="color: teal">Yemin ederim ki Fıkıh İlmi ne kadar dünyayla ilgili ise, o ka dar da dinle ilgilidir. Fakat dinle olan alâkası, dünya vesilesiyle olmaktadır; zira dünya ahiretin tarlasıdır. Din ancak dünya ile tamam olur. Sultanlık ile din ikiz kardeştir. Din esas unsur, sultan da onun nöbetçisidir. Aslı ve temeli olmayan bir şeyin yıkılacağı yıkılmaya mahkûm olduğu herkesin malûmudur. Nöbetçisi bulunmayan bir malın da yağma edileceği açıktır. </span></span></span></strong></p><p> </p><p><strong><span style="font-family: 'Century Gothic'"><span style="font-size: 15px"><span style="color: teal">Yönetim ve halkın idaresi ancak bir sultanın varlığı ile mümkün dür. Sultan da hüküm verebilmek için fakihlere muhtaçtır; çünkü onların düzenlediği kanunlarla hükmeder. Sultanla halkı idare etmek, nasıl din ilminin öncelikli vasfı değil, ancak bir tamam layıcısı ve yardımcısı ise, saltanatı yürüten siyaseti bilmek de aynı şeydir.</span></span></span></strong></p><p> </p><p><strong><span style="font-family: 'Century Gothic'"><span style="font-size: 15px"><span style="color: teal">Herkesin malûmudur ki hac ibâdeti, ancak soygunculardan emin olunduğu zaman tamamlanır. Fakat hac ayrı bir şey, hac yolunda olmak ayrı bir şeydir. Haccm tamamlayıcısı olan yol emniyetine onun kanunlarına ve bilgisine sahip olmak da ayrı bir şeydir.</span></span></span></strong></p><p> </p><p><strong><span style="font-family: 'Century Gothic'"><span style="font-size: 15px"><span style="color: red">Özetle Fıkıh İlmi, koruyuculuk ve siyaset yollarını bilmekten başka birşey değildir. Bunun delili de şu hadîstir:</span></span></span></strong></p><p> </p><p><strong><span style="font-family: 'Century Gothic'"><span style="font-size: 15px"><span style="color: teal">Halka ancak üç kimse fetva verir: Emîr, emîre bağlı memur veya kendiliğinden ilmine güvenerek bu vazifeyi yapmakla kendini mükellef sayan kimse!71</span></span></span></strong></p><p><strong><span style="font-family: 'Century Gothic'"><span style="font-size: 15px"><span style="color: teal">Fetva veren emîr, devletin başkanı oran kimsedır. Çünkü selef-i Sâlihîn zamanında devlet başkanları aynı zamanda fetva ma kamında olan kimselerdi.</span></span></span></strong></p><p> </p><p><strong><span style="font-family: 'Century Gothic'"><span style="font-size: 15px"><span style="color: teal">Hükûmet işlerine bakan memurlar ise, devlet başkanının ve killeridir.</span></span></span></strong></p><p> </p><p><strong><span style="font-family: 'Century Gothic'"><span style="font-size: 15px"><span style="color: teal">Üçüncüsü ise, emîr ile memurun dışında kalan kimselerdir ki bu kimseler, ihtiyaç olmadığı halde bu vazifeyi gönüllü olarak ya parlar.</span></span></span></strong></p><p> </p><p><strong><span style="font-family: 'Century Gothic'"><span style="font-size: 15px"><span style="color: teal">Ashab fetva vermekten sakınırdı. Hattâ biri sual sorarsa cevap vermemek için soranı başka bir sahabîye gönderirdi. Herkes böyle davranarak fetva vermekten kaçınırdı. Fakat Kur'an'dan ve ahiret hallerinden sorulduğu zaman, hiç çekinmeden ve bıkmadan usanmadan cevap verirlerdi.</span></span></span></strong></p><p> </p><p><strong><span style="font-family: 'Century Gothic'"><span style="font-size: 15px"><span style="color: teal">Yukarıdaki hadîsin bazı rivayetlerinde mükellef (kendili ğinden ilmine güvenerek bu vazifeyi yapmaya kendini mecbur hisseden) yerine, mürâi (riyakârlıktan dolayı fetvaya yönelen ve fakat fetvasına ihtivaç bulunmayan) kelimesi geçmektedir. </span></span></span></strong></p><p> </p><p><strong><span style="font-family: 'Century Gothic'"><span style="font-size: 15px"><span style="color: teal">Gerçekten de kendiliğinden fetvâ gösterisinde bulunan kimse, tak vâsını tehlikeye sokmuş kişi durumuna düşer ki; bu kişiler rütbe ve servet elde etmek için böyle davranırlar. Çünkü böyle bir niyet taşımasalardı, böyle bir tehlikeye atılmaktan kaçınırlardı.</span></span></span></strong></p><p> </p><p><strong><span style="font-family: 'Century Gothic'"><span style="font-size: 15px"><span style="color: teal">Fıkıh İlminin husumetler, mesûliyetler, cezalar ve yaralama fiilleri ile ilgilenmesi bakımından dünya ilmi olduğu kabul edilebi lirse de, namaz ve oruç gibi ibadetlerle ilişkili olan bölümü ya da haram ve helâlin tarifini,bildiren muamelat bölümü itibarıyla aynı kategoriye sokulması mümkün değildir' şeklinde bir itiraz gelecek olursa, şu şekilde bir cevap veririz:</span></span></span></strong></p><p> </p><p><strong><span style="font-family: 'Century Gothic'"><span style="font-size: 15px"><span style="color: teal">Fakihin sözünü ettiği amellerden ahiret amellerine en yakın olanları üç kısımdır:</span><span style="color: red"> 1. İslâm, 2. Namaz ve zekât, 3. Helâl ve haram</span></span></span></strong></p><p> </p><p><strong><span style="font-family: 'Century Gothic'"><span style="font-size: 15px"><span style="color: teal">Şayet bir fakihin bu üç bölümdeki görüşlerinin son olarak ulaştığı neticeyi düşünecek olursanız, fakihin bu konularda da dünya sınırlarını geçip, ahiret sınırlarına girmediğini görürsü nüz. Fakihin bu üç konu hakkındaki durumunun bu şekilde olduğu bilindikten sonra, diğer meseleler hakkındaki durumu daha kolay bilinir.</span></span></span></strong></p><p> </p><p><strong><span style="font-family: 'Century Gothic'"><span style="font-size: 15px"><span style="color: teal">İslâm'a, gelince, Fakih bu konuda da sadece sahih, fâsid ve bunların şartları hakkında konuşabilir. Fakih bu konuda lâfızdan başka bir şeye bakamaz. Kalp, fakihin konusu dışındadır. Çünkü Hz. Peygamber, kılıç ve saltanat sahiplerini kalbi bilmekten 'Onun kalbini mi yarıp baktın?'72 buyurmak suretiyle uzaklaştırmıştır.</span></span></span></strong></p><p> </p><p><strong><span style="font-family: 'Century Gothic'"><span style="font-size: 15px"><span style="color: teal">Hz. Peygamber (s.a) bu sözü, kelime-i şehadet getiren bir kim seyi öldüren bir sahabîye söylemiştir. Çünkü o sahabî, düşmanı öl dürmesinin sebebi olarak; öldürdüğü adamın, kılıcından korkarak kelime-i şehadet getirdiğini ileri sürmüştü.</span></span></span></strong></p><p> </p><p><strong><span style="font-family: 'Century Gothic'"><span style="font-size: 15px"><span style="color: teal">Kılıç zoruyla imana gelen kişinin imanının sahih olduğuna hükmetmek fakihin vazifesidir. Halbuki fakih gayet iyi bilir ki, kılıç zoruyla imana girmiş bir kimsenin imanı sağlam değildir ve fikrini her zaman değiştirmesi mümkündür. Çünkü kalbindeki cehalet perdesini yırtmış değildir. Aksine boynuna inecek kılıcın zoruyla ve malına el konması korkusuyla müslüman olmuştur. Onun lisanen söylediği kelime-i şehadet; boynunu kılıçtan, malını ise yağmadan korumuştur. Yeter ki kelime-i şehadet getirmeden önce boynu uçmamış, malı yağma edilmemiş olsun! Dolayısıyla bu hüküm ancak dünyada geçerli bir hükümdür.</span></span></span></strong></p><p> </p><p><strong><span style="font-family: 'Century Gothic'"><span style="font-size: 15px"><span style="color: teal">Nitekim bu sırrı açıklamak maksadıyla Hz. Peygamber şöyle buyurmuştur:</span></span></span></strong></p><p> </p><p><strong><span style="font-family: 'Century Gothic'"><span style="font-size: 15px"><span style="color: teal">Lâ ilâhe illâllah deyinceye kadar insanlarla savaşmakla emrolundum. Bu kelimeyi söylemeleri halinde mallarını ve canlarını benden korumuş olurlar,73</span></span></span></strong></p><p> </p><p><strong><span style="font-family: 'Century Gothic'"><span style="font-size: 15px"><span style="color: teal">Hz. Peygamber bu kelimenin tesirinin sadece can ve mal üze rinde olduğunu vurgulamıştır. Âhirette malın ve canın hiçbir kıymetinin olmadığı herkesin malûmudur. Ahirette sadece kalp lerin nûru, sırrı ve ihlası insana fayda verecektir. Bunlar ise fıkhın ilgilendiği hususların dışındadır. Şayet fakih, bu tür konu lara dalarsa kelâm ve tıb ilimlerine dalmış gibi kendi sahasının dışına çıkmış olur.</span></span></span></strong></p><p> </p><p><strong><span style="font-family: 'Century Gothic'"><span style="font-size: 15px"><span style="color: teal">Namazda, gelince, fakih her kılman namazın sahih olduğuna hükmetmekle mükelleftir. Şayet zahirî şartlara uyularak namaz kılınmışsa, bu namazın sahih olduğunu tasdik etmek fakihin kaçınamayacağı bir haldir.</span></span></span></strong></p><p> </p><p><strong><span style="font-family: 'Century Gothic'"><span style="font-size: 15px"><span style="color: teal">Dış şartları yerine getirerek namaz kılan kişi, namaz kılma esnasında ister çarşıdaki alışverişle meşgul olsun, isterse bir takım şahsî hesaplarını düşünsün; fakih onun namazının sahih olduğunu kabul etmek mecburiyetindedir. Tahrim tekbiri geti rildiği zaman fakihe göre de kalp huzuru şarttır. Gaflet içinde kılman bu namaz dil ile söylenen kelime-i şehadet İslâm'a bir fayda vermediği gibi kişiye ahirette hiçbir fayda vermez. Fakat sa dece dil ile söylenen kelime-i şehadet'i ve sadece zahirî şartlara ri ayet edilerek kılınmış namazı fakih sahih kabul etmek zorundadır. Çünkü dil ile kelime-i şehadet getirmiş kişi emre uymuş sayılır; öldürülmesi veya tekdir edilmesi hükmü ortadan kalkmıştır.</span></span></span></strong></p><p> </p><p><strong><span style="font-family: 'Century Gothic'"><span style="font-size: 15px"><span style="color: teal">Ahiret amellerinden olan kalbin huzur ve huşûu'na gelince ki zâhirî amellerin ancak bunların olması halinde yararı olur fakih bundan bahsetmeye ve bunun inceliklerini araştırmaya yetkili değildir. Şayet böyle bir araştırma yapmaya kalkarsa, kendi sa hasının dışına çıkmış olur.</span></span></span></strong></p><p> </p><p><strong><span style="font-family: 'Century Gothic'"><span style="font-size: 15px"><span style="color: teal">Zekât'a gelince, fakih, sultanın isteğini yerine getiren sınırlara kadar bakar. Kişi zekâtını vermekten kaçsa, sultan da ondan bu zekâtı zorla alsa; fakih böyle bir insanın zekât mükellefiyetinden kurtulmuş olduğuna hükmetmek zorundadır.</span></span></span></strong></p><p> </p><p><strong><span style="font-family: 'Century Gothic'"><span style="font-size: 15px"><span style="color: teal">Rivayet edildiğine göre, Kadı Ebu Yusuf74 senenin sonunda zekâtını düşürmek için kendi malını hanımına hibe eder ve hanımının malını da kendisine hibe ettirirmiş. Onun bu durumu İmam Ebu Hanife'ye bildirildiğinde, Ebu Hanife şöyle demiştir: 'Bunu, fıkhı (yasaların inceliklerini) bilmesi sayesinde yapabili yor'.</span></span></span></strong></p><p> </p><p><strong><span style="font-family: 'Century Gothic'"><span style="font-size: 15px"><span style="color: teal">Gerçekten de Ebu Hanife doğru söylemiştir. Çünkü Ebu Yusuf un böyle yapabilmesi dünyada geçerli olan fıkıh ilmini iyi bilmesi sayesindeydi. Fakat ahirette bunun vebâli diğer suçların vebâlinden daha büyüktür. Bu nedenle bu şekildeki olumsuzluk lara açık kapı bırakan her ilim zarar verici ilimlerden sayılır.</span></span></span></strong></p><p> </p><p><strong><span style="font-family: 'Century Gothic'"><span style="font-size: 15px"><span style="color: red">Helâl ve haram'a gelince, haramdan kaçınmak dindendir. Fakat takvanın da dört derecesi vardır.</span></span></span></strong></p><p> </p><p><strong><span style="font-family: 'Century Gothic'"><span style="font-size: 15px"><span style="color: red">1. Şahidlik yapabilmek için gereken adalet sıfatını haiz olacak derecede takvâ ki bu takvâyı terketmekle insan şahidlik, kadılık ve valilik yapma hakkını kaybeder. Bu takvâ, açık haramlardan sakınma hâlidir.</span></span></span></strong></p><p> </p><p><strong><span style="font-family: 'Century Gothic'"><span style="font-size: 15px"><span style="color: red">2. Sâlihlerin takvası ki şüphe ihtimali taşıyan hususlardan sakınmaktır... </span></span></span></strong></p><p> </p><p><strong><span style="font-family: 'Century Gothic'"><span style="font-size: 15px"><span style="color: teal">Nitekim Hz. Peygamber şöyle buyurmuştur:</span></span></span></strong></p><p> </p><p><strong><span style="font-family: 'Century Gothic'"><span style="font-size: 15px"><span style="color: teal">Seni şüpheye düşüreni terket; şüpheye düşürmeyene koş!75</span></span></span></strong></p><p><strong><span style="font-family: 'Century Gothic'"><span style="font-size: 15px"><span style="color: teal">Günah, kalpleri kaplayıp tesiri altına alan ve şüphelere yol açan elemden ibarettir!76</span></span></span></strong></p><p> </p><p><strong><span style="font-family: 'Century Gothic'"><span style="font-size: 15px"><span style="color: red">3. Muttakîlerin, takvası ki haram olur korkusuyla katıksız helâli terketmektir. </span></span></span></strong></p><p> </p><p><strong><span style="font-family: 'Century Gothic'"><span style="font-size: 15px"><span style="color: teal">Nitekim Hz. Peygamber şöyle buyurmuştur:</span></span></span></strong></p><p> </p><p><strong><span style="font-family: 'Century Gothic'"><span style="font-size: 15px"><span style="color: teal">Kişi, zarar verenin korkusundan zararsız şeyleri terketmedikçe, muttakîlerden olamaz.77</span></span></span></strong></p><p> </p><p><strong><span style="font-family: 'Century Gothic'"><span style="font-size: 15px"><span style="color: teal">Gıybete girmemek için daima halkın iyi hallerinden bahset mek ve mahzurlu işleri yapmaya sevkeden şehvetin kabarıp heye cana gelmemesi için nefsin yemek istediği şeyleri ona yedirmemek gibi haller, bunun en iyi örnekleridir.</span></span></span></strong></p><p> </p><p><strong><span style="font-family: 'Century Gothic'"><span style="font-size: 15px"><span style="color: red">4. Sıddıkların takvası ki Allah'a yaklaştırıcı fiillerden uzak ol mamak için ömrünün bir ânını bile mâsivaya ait işlerle zâyi et memek, dünyanın herşeyinden yüzçevirmektir.</span></span></span></strong></p><p> </p><p><strong><span style="font-family: 'Century Gothic'"><span style="font-size: 15px"><span style="color: teal">Bu insan her ne kadar mâsivayla ilgilenmenin kendisini ha rama götürmeyeceğini bilse bile, yine de mâsivadan (dünyadan) elini eteğini çekmelidir.</span></span></span></strong></p><p><strong><span style="font-size: 15px"><span style="font-family: 'Century Gothic'"><span style="color: teal">Şahidlere ve kadılara ait takvâ'ya. gelince, zahirde adalete aykırı düşmeyen ve aynı zamanda da ahirette günahları bertaraf etmeyen birinci dereceden başka bütün dereceler fakihin görüşü dışında kalır.</span></span></span></strong></p><p> </p><p><strong><span style="font-family: 'Century Gothic'"><span style="font-size: 15px"><span style="color: teal">Hz. Peygamber (s.a)Vabise78 hazretlerine şöyle buyurmuştur:</span></span></span></strong></p><p> </p><p><strong><span style="font-family: 'Century Gothic'"><span style="font-size: 15px"><span style="color: teal">Sana fetva verseler de, sana fetva verseler de, sana fetva ver seler de, sen yine fetvayı kendi kalbinden iste!79</span></span></span></strong></p><p><strong><span style="font-family: 'Century Gothic'"><span style="font-size: 15px"><span style="color: teal">Fakih, kalplerin ahvalinden (kalplerin düştüğü şüphelerden ve şüphelerle nasıl amel ettiğinden) bahsedemez. Fakih ancak adaleti zedeleyici ve yokedici haller ve sıfatlar hakkında konuşabili.</span></span></span></strong></p><p> </p><p><strong><span style="font-family: 'Century Gothic'"><span style="font-size: 15px"><span style="color: teal">Demek ki fakihin vazifesi ahiret azığını hazırlama yeri olan dünya işlerini halletmeye bağlıdır. Şayet fakih kalbin sıfatlarından ve ahiretin ahkâmından bahsederse, bu, onun için ikinci plânda bir mesele olduğundan sözleri de ikinci planda kalır, Fakih tıpkı mesleği dışında kalan Tıb, Matematik, Astronomi ve Kelâm ilimle rine el atmak gibi, bazen da kalp ilimleri hakkında konuşur. </span></span></span></strong></p><p> </p><p><strong><span style="font-family: 'Century Gothic'"><span style="font-size: 15px"><span style="color: teal">Nitekim Hikmet ilmi bazen Nahiv ve Şiir ilmine karışır; ama bu ikinci derecede bir karışmadır.</span></span></span></strong></p><p> </p><p><strong><span style="font-family: 'Century Gothic'"><span style="font-size: 15px"><span style="color: teal">Zâhir ilminde asrının en büyüğü olan Süfyan es-Sevrî 'Fıkıh ilminin gayesi, ahiret azığı değildir' derdi. Nasıl olsun ki? </span></span></span></strong></p><p> </p><p><strong><span style="font-family: 'Century Gothic'"><span style="font-size: 15px"><span style="color: teal">Selef-i Sâlihîn ittifakla buyurmadılar mı ki ilmin şerefi kendisiyle amel etmektir? O halde zihar, liân, selem, icar ve sarf hususundaki bil giler nasıl fayda verecek birer amel sayılabilir? Allah'a mânen yakın olmak için bu ilimleri tahsil eden kişi mecnunun ta kendisi dir! Amel ancak kalp ve âzalarla yapılır. Şeref bu amellerdedir. Şayet 'Bedenin sıhhatine yarayan ve bundan dolayı dinin salâhıyla alâkası bulunan bir dünya ilmi olan tıb ile fıkıh ilmini neden birbi rine karıştırıp, neden aynı seviyede mütalaa ediyorsunuz? </span></span></span></strong></p><p> </p><p><strong><span style="font-family: 'Century Gothic'"><span style="font-size: 15px"><span style="color: teal">Sizin bu iddianız bütün müslümanların icmama muhalif bir iddiadır' der seniz, şöyle cevap veririz: İkisinin eşit olması gerekmez, zaten değildir de... Aralarında büyük farklar vardır.</span></span></span></strong></p><p> </p><p><strong><span style="font-family: 'Century Gothic'"><span style="font-size: 15px"><span style="color: red">Fıkıh İlmi diğer ilme nisbetle üç bakımdan daha izzetli, daha şerefli ve daha üstündür.</span></span></span></strong></p><p> </p><p><strong><span style="font-family: 'Century Gothic'"><span style="font-size: 15px"><span style="color: teal">1. Fıkıh, nübüvvetten (peygamberlikten) tevarüs edilmiş şer'î bir ilimdir. Tıb ilmi ise şerî ilimlerden değildir.</span></span></span></strong></p><p> </p><p><strong><span style="font-family: 'Century Gothic'"><span style="font-size: 15px"><span style="color: teal">2. Ahiret yolcuları hasta olsalar da, olmasalar da Fıkıh ilmine muhtaçtırlar. Tıb ilmine ise ancak bedenen hasta olanlar muhtaçtır.</span></span></span></strong></p><p> </p><p><strong><span style="font-family: 'Century Gothic'"><span style="font-size: 15px"><span style="color: teal">3. Fıkıh ilmi ahiret ilminin komşusudur. Zira Fıkıh ilmi âzaların yaptıklarına bakmak demektir. Âzada görülen amellerin kaynağı ise kalptir. Yâni insanın zâhirinde görülen hareketler,kalbinin dışta görülen birer tezahürüdür. İyi ameller ahirette insanı kurtaracak olan iyi ahlâktan, kötü ameller ise kötü ahlâktan doğarlar. Âzaların kalple ilgilerinin olduğu ise açık bir gerçektir.</span></span></span></strong></p><p> </p><p><strong><span style="font-family: 'Century Gothic'"><span style="font-size: 15px"><span style="color: teal">Bedenin hasta veya sıhhatli oluşuna gelince, onların kaynağı mizacın sağlam veya karışık olması hâlidir. Bu hal de bedenin ta biî özelliklerindendir, kalple alâkalı değildir. </span></span></span></strong></p><p> </p><p><strong><span style="font-family: 'Century Gothic'"><span style="font-size: 15px"><span style="color: teal">Dolayısıyla Tıb ilmi, ne zaman fıkıh ile mukayese edilirse edilsin, Fıkıh'ın Tıb'dan üs tün olduğu açıkça görülür. Âhiret ilmi de Fıkıh ile kıyas edildiği takdirde, bu sefer Ahiret İlmi'nın Fıkıh'tan üstün olduğu görülür.</span></span></span></strong></p><p> </p><p><strong><span style="font-family: 'Century Gothic'"><span style="font-size: 15px"><span style="color: teal">Ahiret yolunun ilmini her ne kadar bu ilmin tafsilâtı say makla bitmez ise de bilmek istersen, <span style="color: red">Ahiret İlmi'nin yolu iki kısımdır:</span></span></span></span></strong></p><p> </p><p><strong><span style="font-family: 'Century Gothic'"><span style="font-size: 15px"><span style="color: red">1. Mükâşefe İlmi</span></span></span></strong></p><p> </p><p><strong><span style="font-family: 'Century Gothic'"><span style="font-size: 15px"><span style="color: red">2. Muâmele İlmi</span></span></span></strong></p><p> </p><p><strong><span style="font-family: 'Century Gothic'"><span style="font-size: 15px"><span style="color: teal">Mükâşefe İlmi, bâtın ile ilgili bir ilimdir ve ilimlerin en son noktasıdır. Bu nedenle âriflerden bazıları şöyle demişlerdir: 'Bu ilimden nasibi olmayan kimsenin âkibetinden korkulur. Bu ilim den az pay sahibi olmak, onu tasdik etmek ve ona vâkıf bulunan büyüklerin hakkını teslim etmektir'.</span></span></span></strong></p><p> </p><p><strong><span style="font-family: 'Century Gothic'"><span style="font-size: 15px"><span style="color: teal">Başka biri de şöyle demiştir: 'Kimde iki sıfat bulunursa o kim seye ahiret ilminden bir kapı açılmaz. O iki haslet bid'at ve kibir dir'.</span></span></span></strong></p><p> </p><p><strong><span style="font-family: 'Century Gothic'"><span style="font-size: 15px"><span style="color: teal">Yine denildi ki: 'Dünya ile dost olan veya nefsinin arzularının arkasından koşan kişi ahiret yolunun ilmini elde edemez. Halbuki bütün ilimleri elde etmenin yolu, önce ahiret ilminin yolunu öğrenmiş olmaktır. Ahiret ilmini inkâr etmenin en hafif cezası, inkâr edenin o ilimden hiç pay alamamasıdır'. Şu şiir bu sözü tak viye etmektedir:</span></span></span></strong></p><p><strong><span style="font-size: 15px"><span style="font-family: 'Century Gothic'"><span style="color: teal">Senden kaybolanın kaybına razı ol!</span></span></span></strong></p><p><strong><span style="font-family: 'Century Gothic'"><span style="font-size: 15px"><span style="color: teal">Çünkü bu öyle bir günahtır ki cezası içindedir.</span></span></span></strong></p><p> </p><p><strong><span style="font-family: 'Century Gothic'"><span style="font-size: 15px"><span style="color: teal">Bu ilim, yani mükâşefe ilmi sıddıkların ve Allah'a yakın olan ların ilmidir. Bu ilim, kalp temizlendiği, bütün kötü sıfatlardan so yunup nûra döndüğü zaman elde edilen bir ilimdir. O nûrlu hal den birçok hususlar inkişâf eder. Kişi daha önce o şeylerin isimle rini işittiğinden icmalen mânâlarını tahmin eder, fakat kalbi nûr hâline geldiğinde, bütün bu mânâları idrâk eder, Allah'ın zât-ı ul ûhiyetini, sıfatlarını, fiillerini, dünya ve ahireti yaratmasının hikmetini, ahireti dünyaya tercih edişinin hikmet ve sebeplerini eksiksiz bir şekilde anlamış olur. Aynı zamanda peygamberliğin, peygamberin, vahyin, şeytanın, melâike lâfzının ve şeytanlar sözü nün anlamını da bihakkın bilir. </span></span></span></strong></p><p> </p><p><strong><span style="font-family: 'Century Gothic'"><span style="font-size: 15px"><span style="color: teal">Yine meleğin peygamberlere nasıl göründüğünü, vahyin peygamberlere ne şekilde indiğini ve bun ların keyfiyetini bütün inceliklerine kadar anlar. Yer ve gök âlem lerinin sırrına vâkıf olur. Kalbin hallerini ve kalpteki şeytan ve me lekler arasında geçen mücadeleyi bütün açıklığı ile görür.</span></span></span></strong></p><p> </p><p><strong><span style="font-family: 'Century Gothic'"><span style="font-size: 15px"><span style="color: teal">Melekten gelen ilham ile, şeytanın vesvesesini ayırdedecek hassayı elde eder. Ahiretin, cennetin, cehennemin, kabir azâbının, sırat köprüsünün, mizanın ve hesab gününde olacakların keyfiyetini de apaçık bir şekilde bilir. 'Oku kitabını! Bugün sana hesab görücü olarak nefsin yeter! (İsra/14) ve 'Bu dünya hayatı ancak bir eğlence ve oyundan ibarettir. Âhiret yurdu ise, işte o gerçek ha yattır, eğer bir bilselerdi../ (Ankebût/64) ayetlerinin mânâsını hakkıyla anlar. Allah'la karşılaşmanın, O'nun cemâk-i ilâhîsine bakmanın ve ona manen yakınlaşmanın ne demek olduğunu aa anlar. En yüce cemaatin arkadaşlığı ile hâsıl olacak saadetin, me lekler ve peygamberlerle beraber olmanın anlamını da idrâk etmiş olur.</span></span></span></strong></p><p> </p><p><strong><span style="font-family: 'Century Gothic'"><span style="font-size: 15px"><span style="color: teal">Cennet ehlinin derecelerinin farkını ki bu fark bazı cennet ehli arasında o denli büyüktür ki; gökte parlayan yıldızlara biz nasıl bakıyorsak, bir kısım cennet ehli de yüksek derecedeki diğer cennet ehlinin durumlarına öylece hayran hayran bakacaktır hakkıyla bilip inanır.</span></span></span></strong></p><p> </p><p><strong><span style="font-family: 'Century Gothic'"><span style="font-size: 15px"><span style="color: teal">Daha sayılması çok uzan sürecek neler neler... Zira insanlar bu hakikatlerin esasını tasdik ettikten sonra, mânâlarda çeşitli kanaatlere sahip olurlar. İnsanların bir kısmı bütün bu hakikatlerin birer misal oldukları, Allah Teâlâ'nın salih kulları için hazırladığı nimetlerin, gözle görülmemiş, kulakla işitilmemiş ve hiç kimsenin hayal bile edemeyeceği şeyler olduğu düşüncesindedirler. Onlara göre halk sadece cennetin sıfatlarını ve isimlerini bilir; hakikatlerinden ise tamamen bihaberdir.</span></span></span></strong></p><p> </p><p><strong><span style="font-family: 'Century Gothic'"><span style="font-size: 15px"><span style="color: teal">Bir kısım insanlar da bu hakikatlarm bazılarını misal kabul ederken, diğer bir kısmı da lâfızlarından anlaşılan hakikatler olduklarına inanmaktadırlar.</span></span></span></strong></p><p> </p><p><strong><span style="font-family: 'Century Gothic'"><span style="font-size: 15px"><span style="color: teal">Bazıları da şu kanaattedirler; 'Allah'ı bilmenin en son zirvesi kulun kendi aczini kabul edip, O'na ilişkin hiçbir şeyi bilmediğini itiraf etmesidir'. Bazıları da Allah'ı bilmek hususunda büyük me selelerin varolduğunu iddia etmişlerdir.</span></span></span></strong></p><p> </p><p><strong><span style="font-family: 'Century Gothic'"><span style="font-size: 15px"><span style="color: teal">Bazıları ise, halkın ulaştığı noktanın sadece mârifetullah'ın târifi olduğunu söylemişlerdir. Halkın inancı ise şöyledir: Allah vardır, herşeyi bilir, herşeye güç yetirir, işitir, konuşur...</span></span></span></strong></p><p> </p><p><strong><span style="font-family: 'Century Gothic'"><span style="font-size: 15px"><span style="color: teal">Mükâşefe ilminden, gayemiz; perdenin, kaldırılması ve bütün bu işlerde açık bir şekilde hakkın şeksiz şüphesiz görülmesidir. </span></span></span></strong></p><p> </p><p><strong><span style="font-family: 'Century Gothic'"><span style="font-size: 15px"><span style="color: teal">Bu ise, insanın yaratılışına göre mümkün bir haldir. Fakat kalp aynası, dünya pisliğinin pasından arınmış ve temizlenmiş ise.,.</span></span></span></strong></p><p> </p><p><strong><span style="font-family: 'Century Gothic'"><span style="font-size: 15px"><span style="color: teal">Âhiret İlmi'nden kastımız; kalp aynasının pislikten temizlen mesini bize bildiren ilimdir. O aynayı kaplayan kirler, Allah'ın zâtına, sıfatlarına ve fiillerine perde olur. Bu aynanın temizlen mesi ise, ancak şehvetlerden korunmak ve her hâlinde peygamber lere tâbi olmakla mümkündür. Ayna ne kadar temizlenirse ve hakkın aynası olursa, hakikatları o nisbette aksettirir. Bu merte beye çıkmak için, daha sonraki bölümlerde gösterilecek riyazet yo lunu takip etmek, öğrenmek ve öğretmek gerekir. İşte kitaplarda yazılmayan, ancak ehline açılan ilimler bunlardır. Bu ilim, ancak ehli olan kimselere müzakere yoluyla açılabilir. </span></span></span></strong></p><p> </p><p><strong><span style="font-family: 'Century Gothic'"><span style="font-size: 15px"><span style="color: teal">Nitekim Hz. Peygamber şöyle buyurmuştur:</span></span></span></strong></p><p> </p><p><strong><span style="font-family: 'Century Gothic'"><span style="font-size: 15px"><span style="color: teal">İlimden bir kısım vardır ki, gizlenmiş mücevherât gibidir. Onu ancak Allah'ı bilenler (arifler) bilirler. Allah'ı bilenler bu ilimden söz ettiklerinde, onların sözlerini sadece Allah'tan gafil olan kimseler anlamazlar. Allah Teâlâ'nın bu ilmi kendisine nasib ettiği bir kulu asla küçük görmeyin; zira Allah Teâlâ onu hor görmemiştir. Hor görmediğinin delili ise, bu ilmi ona vermiş olmasıdır.80</span></span></span></strong></p><p> </p><p><strong><span style="font-family: 'Century Gothic'"><span style="font-size: 15px"><span style="color: teal">İkinci bölüm ise Muamele İlmine aittir. Bu ilim kalbin ahva linden, bu hallerin sabır, şükür, korku, ümid, rıza, zühd, takvâ, kanaat, cömertlik ve bütün bu hallerde Allah'a minnettar olduğunu bilmek; ihsan, hüsn-ü zan, iyi ahlâk, güzel muaşeret, doğruluk ve ihlâs gibi güzel hasletlerden ibarettir.</span></span></span></strong></p><p> </p><p><strong><span style="font-family: 'Century Gothic'"><span style="font-size: 15px"><span style="color: teal">Bütün bu hallerin hakîkatlarını bilmek, hududlarmı anlamak ve vesilelerini idrâk etmek, meyvelerini devşirmek, cılız ve zayıf ta raflarını tedâvi ederek kuvvetlendirmek Ahiret İlmi'nden sayılır.</span></span></span></strong></p><p> </p><p><strong><span style="font-family: 'Century Gothic'"><span style="font-size: 15px"><span style="color: teal">Bu hallerin kötülerine gelince; fakirlik korkusu, takdir olu nana razı olmamak, hile, düşmanlık, hased, doğru hareket etme mek, riyaset peşinde koşmak, halkın kendisini övmesini beklemek; dünyadan daha fazla lezzet almak kasdıyla uzun zaman yaşamayı dilemek; kibir, riya, gazab, haksız yere böbürlenmek, düşmanlık hisleri taşımak, insanlara buğzetmek, tamahkâr olmak, cimrilik, nüfuz sahibi olmaya çalışmak, iyi konuşan bir insan oluşu do layısıyla bundan kendisine iftihar payı çıkarmak, oburluk, şehvetlerinin emrinde hareket etmek, zenginlere hürmet göster mek, fakirlerle istihza etmek, böbürlenmek, nefsine güvenmek, ak ranlarına üstünlük taslamak, servetle mağrur olmak, hakkı bildiği halde kabul etmemek, mâlâyanî şeylere dalmak, boş ve çok konuşmayı sevmek, şaşkın olmak, halkın görmesi için görülebile cek yerlerini süslemek, dininden tâviz vermek, kibir ve gurura sapmak, nefsindeki ayıpları bırakıp, başkalarının ayıplarıyla meşgul olmak, üzüntü duyma hissini kalbinden söküp atmak, hiç bir şeyden korkmamak, nefsine dokunana hücum etmek, hakkın yardımına koşmamak, düşman olduğu halde düşmanlığını gizle yerek insana dostluk göstermek, Allah'ın vermiş olduğunu geri almak hususunda Allah'ın azabından emin olmak, ibadetlerine güvenmek, hilekârlık ve hainlik yapmak, kandırmak, tûl-i emel, kalp katılığı, dünya varlığı ile sevinmek, dünya varlığını kaybettiği için üzülmek, mahlûkata gönül vermek, merhametsiz olmak, ha fiflik yapmak, aceleci olmak, az hayâ ve az merhamet hissine sâ hip olmak...</span></span></span></strong></p><p> </p><p><strong><span style="font-family: 'Century Gothic'"><span style="font-size: 15px"><span style="color: teal">Saydığımız bu sıfatlar ve kalbin bunlara benzer diğer halleri, fuhşiyâtın ekileceği ve mahzurlu diğer hareketlerin serpileceği tarlalardır. Bunların zıddı olan güzel ahlâklar ise, ibadetlerin ve Allah'a yaklaştırıcı diğer fiilleri yapmanın vesilesi ve ana kaynağıdır. </span></span></span></strong></p><p> </p><p><strong><span style="font-family: 'Century Gothic'"><span style="font-size: 15px"><span style="color: teal">Bu bakımdan bu hususların sınırlarını, hakikatlerini, sebeplerini, sonuçlarını ve ilaçlarını bilmek, Ahiret ilmi'ni bilmek demektir. Ahiret ulemasının fetvasına göre, bunları bilmek farz-ı ayn'dır. </span></span></span></strong></p><p> </p><p><strong><span style="font-family: 'Century Gothic'"><span style="font-size: 15px"><span style="color: teal">Bunların bilinmesinden yüz çevirenler, zahirî ameller den yüz çevirenler nasıl dünya padişahlarının kılıcıyla kahrolu yorsa padişahlar padişahının kahrıyla ahirette helâk olup gide ceklerdir.</span></span></span></strong></p><p> </p><p><strong><span style="font-family: 'Century Gothic'"><span style="font-size: 15px"><span style="color: teal">Demek ki fakihler farz-ı ayn konusunda dünyada fayda verip vermediği noktasından hüküm verirler. Yukarıda geçen bazı fay dalı ve güzel sıfatlar ise, ahiretin salâhına bağlıdırlar.</span></span></span></strong></p><p> </p><p><strong><span style="font-family: 'Century Gothic'"><span style="font-size: 15px"><span style="color: teal">Şayet bir fakihten bu hususlardan biri hakkında, örneğin ihlas veya tevekkül yahut da riya'dan sorulsa, ihmal edilmesinin ahiret için felaket doğuracağını bildiği halde, bütün bunlar hakkında farz-ı ayn hükmünü veremez. Kalp huzuru içinde bütün bu sıfatları elde etmenin farz-ı ayn olduğunu söyleyemez.</span></span></span></strong></p><p> </p><p><strong><span style="font-family: 'Century Gothic'"><span style="font-size: 15px"><span style="color: teal">Bunun yanında fakihlere ilâ, zıhar, yarışma ve atıcılık konu larında soru sorulacak olsa, ciltler dolusu ve zamanları zâyi edici geniş malûmatları önüne seriverir. Oysa fakih aslında bu ince ayrıntıların hiçbirine muhtaç değildir. Şayet bu ince ve geniş tefer ruata ihtiyaç duyulursa, İslâm diyarında bu sahadaki güçlükleri halledecek âlimler mutlaka bulunur. </span></span></span></strong></p><p> </p><p><strong><span style="font-family: 'Century Gothic'"><span style="font-size: 15px"><span style="color: teal">Fakihlerin kendilerini bu meselelerde bu kadar zorlamalarına da gerek kalmamış olur. Ama bütün bunlara rağmen fakihler gece gündüz kendilerini bu meseleler üzerinde zorlamakta, en ince noktalarına kadar okuya rak hıfzetmekte, din konusunda kendileri için çok daha önemli olan meseleleri ise unutmaktadırlar.</span></span></span></strong></p><p> </p><p><strong><span style="font-family: 'Century Gothic'"><span style="font-size: 15px"><span style="color: teal">Bir fakihe bu meselelere neden bu kadar ihtimam gösterdiği sorulacak olsa, 'Bunlar din ilmidir ve bilinmesi farz-ı kifaye dir. Bu nedenle bunları öğrenmek için didindim, ihtimam gösterdim ve zamanımın çoğunu buna hasrettim' diye cevap verir.</span></span></span></strong></p><p> </p><p><strong><span style="font-family: 'Century Gothic'"><span style="font-size: 15px"><span style="color: teal">Fakih bu sözüyle hem kendisim ve hem de başkalarını bunları ince mesele kabul etmek suretiyle aldatmaktadır. Zeki bir insan hemen anlar ki, şayet fakihin gayesi farz-ı kifaye hakkında İslâm'ın emrini hakkıyla edâ etmek olsaydı, farz-ı kifâye'den önce farz-ı ayn olan ilimlere ihtimam gösterir, bu tür bir farz-ı kifâye yerine, gereğini çok az insanın yaptığı daha nice farz-ı kifâyeler üzerinde, daha büyük bir titizlikle dururdu. Örneğin nice İslâm beldeleri var ki; o beldelerde sadece gayr-i müslim doktorlar görev yapmaktadırlar. </span></span></span></strong></p><p> </p><p><strong><span style="font-family: 'Century Gothic'"><span style="font-size: 15px"><span style="color: teal">Oysa gayr-i müslim doktorların tıb ile alâkalı dâ valarda, hukuken şahidlik yapma hakları bile yoktur. Böyle olduğu halde, nedense hiçbir fakihin farz-ı kifâye olan ve gayr-i müslimle rin elinde bulunan tıb ilmine ilgi duyduğunu görmüyoruz. Hepsi de fıkıh ilminde, özellikle bu ilmin hilâfiyat ve cedel kısımları üzerinde yoğunlaşmaktadırlar. Halbuki İslâm beldelerinde fetva ve ren, olaylara göre gerekli cevapları verebilecek kabiliyette nice fakihler bulunmaktadır.</span></span></span></strong></p><p> </p><p><strong><span style="font-family: 'Century Gothic'"><span style="font-size: 15px"><span style="color: teal">Keşke fakihlerin/din âlimlerinin toplum tarafından icra edilen farz-ı kifâyeler ile meşgul olup, hiç kimsenin alâka duymadığı farz-ı kifâyeleri niçin ihmal ettikleri bir anlaşılabilse!</span></span></span></strong></p><p> </p><p><strong><span style="font-family: 'Century Gothic'"><span style="font-size: 15px"><span style="color: teal">Acaba bunun sebebi, tıb ilmiyle vakıflar tevellisine, vasiyetler memurluğuna, yetim malının bakıcılığına ulaşamaması, kadılık ve memuriyetin diğer kademelerini elde edememesi olabilir mi?</span></span></span></strong></p><p> </p><p><strong><span style="font-family: 'Century Gothic'"><span style="font-size: 15px"><span style="color: teal">Tıb ilmiyle meşgul olan bir kimse ne zaman akranlarından daha üstün olabilmiş ve sevmediklerini ezme kuvvetini elde etmek imkânı bulabilmiştir?</span></span></span></strong></p><p> </p><p><strong><span style="font-family: 'Century Gothic'"><span style="font-size: 15px"><span style="color: teal">Ne yazık ki kötü âlimlerin kötü davranışları yüzünden din ilmi ortadan kalktı. Bu konuda müslümanların yardımcısı ancak Allah Teâlâ kalmıştır. Sadece O'na sığmıyor, O'ndan bizi, kendi sini gazaba getiren ve şeytanın gülmesine vesile olan gururdan muhafaza etmesini diliyoruz!</span></span></span></strong></p><p> </p><p><strong><span style="font-family: 'Century Gothic'"><span style="font-size: 15px"><span style="color: teal">Zâhir ulemasının müttaki olanları, kalp erbabının ve bâtın ulemasının faziletini daima tasdik ederlerdi. Örneğin İmam Şâfiî, Şeybân-ı Râî'nin huzurunda mektep sıralarında oturan çocuklar gibi oturur, ona sorular yöneltirdi.81 Şeybân da bu sorulara gerekli cevapları verirdi. </span></span></span></strong></p><p> </p><p><strong><span style="font-family: 'Century Gothic'"><span style="font-size: 15px"><span style="color: teal">İmam Şâfiî'nin bu durumunu hazmedemeyen birtakım âlimler kendisine şu ihtarda bulundular: 'Senin gibi bir âlim nasıl olur da Şeybân-ı Râi isimli bir çobana sualler sorar ve aldığı cevapları muteber kabul ederek yararlanır?' İmam Şâfiî bu itirazcılara şöyle cevap vermişti: 'Bizim ihmal ederek gafil bulunduğumuz ilimlere bu zat bütünüyle muttali olmuştur'.</span></span></span></strong></p><p> </p><p><strong><span style="font-family: 'Century Gothic'"><span style="font-size: 15px"><span style="color: teal">Ahmed b. Hanbel ve Yahya b. Main,82 Mâruf-u Kerhî'nin soh betine sık sık katılırlardı. Halbuki Mâruf, zâhir ilminde bu iki zâtın mertebesine asla çıkamamıştı. Bu iki zat buna rağmen Mâruf-u Kerhî'ye sorular sorarak ilminden istifade etmeye çalışırlardı. Nasıl böyle olmasın? Hz. </span></span></span></strong></p><p> </p><p><strong><span style="font-family: 'Century Gothic'"><span style="font-size: 15px"><span style="color: teal">Peygambere 'ey Allah'ın Rasûlü! Bir olayla karşılaşır ve onu Allah'ın Kitabı ile senin sün netinde bulamazsak nasıl hareket edelim?' diye sorduklarında, o şöyle buyurmuştu.</span></span></span></strong></p><p> </p><p><strong><span style="font-family: 'Century Gothic'"><span style="font-size: 15px"><span style="color: teal">Sâlihler'e sorun, o hususu sâlihlere danışın!83</span></span></span></strong></p><p> </p><p><strong><span style="font-family: 'Century Gothic'"><span style="font-size: 15px"><span style="color: teal">Nitekim bu hikmete binaen şöyle denilmiştir: 'Zâhir âlimleri yeryüzünün ve saltanatın süsleridir. Bâtın âlimleri ise göklerin ve melekût âleminin süsleridir'.</span></span></span></strong></p><p> </p><p><strong><span style="font-family: 'Century Gothic'"><span style="font-size: 15px"><span style="color: teal">Cüneyd-i Bağdâdî84 şöyle anlatır: Şeyhim Sırrî es-Sakatî85 bırgün bana şöyle dedi: Benim meclisimden çıktığında kimin mec lisine gideceksin?' 'Ben de şöyle cevap verdim: 'Hâris el-Muhâsibî'nin86 meclisine gideceğim'. 'Çok güzel, onun </span></span></span></strong></p><p><strong><span style="font-family: 'Century Gothic'"><span style="font-size: 15px"><span style="color: teal">meclisine git. Onun ilminden ve edebinden istifade et. </span></span></span></strong></p><p> </p><p><strong><span style="font-family: 'Century Gothic'"><span style="font-size: 15px"><span style="color: teal">Fakat onun kelâm hakkındaki fikirlerini ve kelâmcılara yaptığı hücumları sen ken dine mâl etme'. Bu sözü söyledikten sonra, ben çıkmak için dav randım. Arkamdan şunları söyledi: 'Allah Teâlâ seni önce hadîs ilmiyle nûrlandırsın sonra sûfi yapsın. Önce sûfi sonra muhaddis yapmasın!' Sözü edilen zat, bu sözüyle; hadîs ilmini tahsil ettikten sonra tasavvufa dalan kimselerin felâh bulduğuna, hadis ilmini öğrenmeden tasavvufa dalan kimselerin ise kendilerini tehlikeye attıklarına işâret etmiştir.</span></span></span></strong></p><p> </p><p><strong><span style="font-family: 'Century Gothic'"><span style="font-size: 15px"><span style="color: teal">İlimler bölümünde Kelâm ve Felsefe İlmi ni zikredip, bu iki ilmin iyi veya kötü taraflarından niçin söz etmediğimi soracak olursanız, şöyle cevap veririm: Kelâm ilminin ortaya koyduğu de lillerden istifade edilir. Ancak bu delillerin bütünü Kur'an ve had îslerde bulunmaktadır. </span></span></span></strong></p><p> </p><p><strong><span style="font-family: 'Century Gothic'"><span style="font-size: 15px"><span style="color: teal">Kur'an ile hadîslerin dışına çıkmış deliller ise, ya bu iki kaynakta varolduğu farzedimiş cedel'dir ki bu bid'at sayılır (Bu hususa daha ilerideki bölümlerde temas edeceğiz) veya fırkaların birbirlerini tenkid ederken çıkardıkları gürültüdür ya hut fırkaların çoğunun hezeyandan ibaret olan ve insan mizacının nefret ettiği, kulakların duymak istemediği birtakım sözlerini uzun uzadıya bahis konusu etmesidir. Bu sözlerden bazıları din ile hiçbir ilgisi olmayan konulara dalmaktan ibarettir. Selef-i Sâlihîn zamanında bunların hiçbiri selefin yaptığı bir iş değildi. Bunlara dalmak tamamen bid'at sayılmaktaydı. Fakat zamanımızda bu kanaat değişmiştir. Zira Kur'an ve Sünnet'e yönelme isteğinden insanları çeviren bid'atlar ortalığı doldurdu. Bu türden eserler yazıp ortalığı dolduran fırkalar türedi. Bunlar İslâm ülkelerini doldurdu!... </span></span></span></strong></p><p> </p><p><strong><span style="font-family: 'Century Gothic'"><span style="font-size: 15px"><span style="color: teal">Selef-i Sâlihîn zamanında konuşulması yasak olan bu lâflardan bahsetmek, günümüz âlimlerinin ruhsatıyla bir moda halini aldı. Kelâm İlmi'nin, bid'atçıların bid'at propogandalarmı durdurmak için ihtiyaç duyulan kısımları farz-ı kifâyelerden oldu. Tabiî bu da gelecek bölümde zikredeceğimiz gibi belirli bir sınıra kadardır.</span></span></span></strong></p><p> </p><p><strong><span style="font-family: 'Century Gothic'"><span style="font-size: 15px"><span style="color: teal">Felsefe'ye gelince: Felsefe başlı başına bir ilim değildir. </span></span></span></strong></p><p> </p><p><strong><span style="font-family: 'Century Gothic'"><span style="font-size: 15px"><span style="color: red">Çünkü Felsefe de dört bölümden meydana gelen bir ekoldür.</span></span></span></strong></p><p> </p><p><strong><span style="font-family: 'Century Gothic'"><span style="font-size: 15px"><span style="color: red">1. Hendese ve Hesâb İlmi</span></span></span></strong></p><p> </p><p><strong><span style="font-family: 'Century Gothic'"><span style="font-size: 15px"><span style="color: teal">Bu iki ilim daha önce de bildirdiğimiz gibi mübahdır. Ancak bu ilimler vasıtasıyla haddi tecavüz ederek harama girmesi muhte mel olan kimselerin bu ilimlerle uğraşmaları yasaktır; zira bu iki ilmi tahsil edenlerin çoğu hududu aşmış ve bid'atlara sapmışlardır. Zayıf kimselerin bu ilimlerle uğraşmaktan mene dilmeleri, bu iki ilimin bizatihi haranı olmalarından değil, o kim selerin zayıf olmalarındandır. Bu tıpkı yüzme bilmeyen bir çocuğun dere kenarına bırakılmaması veya yeni müslüman olan bir kimsenin İslâm dininden dönmemesi için kâfirlerle teşrik-i mesâi etmesinin yasaklanması gibidir. Aslında imanı kuvvetli olan kimsenin, kendiliğinden eski arkadaş ve dindaşlarıyla alâ kasını kesip, onlarla birlikte olmayı kendisine yasak edeceği açıktır.</span></span></span></strong></p><p> </p><p><strong><span style="font-family: 'Century Gothic'"><span style="font-size: 15px"><span style="color: red">2. Mantık İlmi</span></span></span></strong></p><p> </p><p><strong><span style="font-family: 'Century Gothic'"><span style="font-size: 15px"><span style="color: teal">Mantık İlmi delilin şartlarından ve mahiyetinden bahseder. Delilin şartlarını ve târifini bildirir. Bn iki konuda da Kelâm İlmine dahildir.</span></span></span></strong></p><p> </p><p><strong><span style="font-family: 'Century Gothic'"><span style="font-size: 15px"><span style="color: red">3. ilâhiyat İlmi</span></span></span></strong></p><p> </p><p><strong><span style="font-family: 'Century Gothic'"><span style="font-size: 15px"><span style="color: teal">İlâhiyat İlmi Allah'ın zâtından ve sıfatlarından bahsetmekte dir. Bu ilim de Mantık İlmi gibi Kelâm'a dahildir. </span></span></span></strong></p><p><strong><span style="font-family: 'Century Gothic'"><span style="font-size: 15px"><span style="color: teal">Felsefeciler bu ilimlerden ayrı bir bölüm meydana getirememişlerdir. Ancak bir kısmı küfür, bir kısmı da bid'at olan birtakım mezheplerin doğmasına sebep olmuşlardır.</span></span></span></strong></p><p> </p><p><strong><span style="font-family: 'Century Gothic'"><span style="font-size: 15px"><span style="color: teal">Felsefecilerin durumu tıpkı i'tizal ekolünün başlıbaşına bir ilim olmadığı halde, kelâmcı, müdekkik ve mütefekkirlerden bir grup mutezilî âlimin birtakım bâtıl inançlar ortaya atıp, bu fikir lerle insanların düşüncelerini bulandırmalarına benzer.</span></span></span></strong></p><p> </p><p><strong><span style="font-family: 'Century Gothic'"><span style="font-size: 15px"><span style="color: red">4. Tabiat (Fizik) İlmi</span></span></span></strong></p><p> </p><p><strong><span style="font-family: 'Century Gothic'"><span style="font-size: 15px"><span style="color: teal">Bu ilim, bir kısmıyla şeriat ilmine ve hak dine ters düşmektedir. Bunun esası cehalete dayanmaktadır. Bu nedenle ilim değildir ki ilim sınıfına dahil olabilsin.</span></span></span></strong></p><p><strong><span style="font-size: 15px"><span style="font-family: 'Century Gothic'"><span style="color: teal">Tabiat îlmi'nin bir bölümü de varlıkların sıfatlarından, husu siyetlerinden, nasıl değişim geçirdiklerinden ve nasıl başka şeylere dönüşeceğinden bahseder. </span></span></span></strong></p><p> </p><p><strong><span style="font-family: 'Century Gothic'"><span style="font-size: 15px"><span style="color: teal">Bunlardan bahseden bölüm, doktorların düşüncelerine benzemektedir. Ancak doktor, kendisini tamamen insan bedenini incelemeye vakfettiğinden, sadece insan vücuduna bakıp, onun hasta veya sıhhatli olup olmadığını teşhis eder. Tabiatçılar ise, bütün cisimlere bozulmaları veya başka türlü ha reket etmeleri açısından bakarlar. Tıb ilmi bu noktada tabiat ilmi nin üstündedir. Çünkü insan sağlığı için tıb ilmi bir ihtiyaçtır.</span></span></span></strong></p><p> </p><p><strong><span style="font-family: 'Century Gothic'"><span style="font-size: 15px"><span style="color: teal">Felsefecilerin Tabiat İlmi diye îcad ettikleri ilme insanın hiçbir ihtiyacı yoktur. Zira günümüzde halkın zihnini bid'atçılamı saç malıklarından korumak için farz-ı kifaye olan ilimlerden birisi de Kelâm İlmidir. Kelâm İlmi 'nin farz-ı kifaye ilimlerden sayılması, tıpkı yol kesicilerin ortaya çıkması nedeniyle hac yolunda koruyu cuların bulunmasının şart olmasına benzer. Şayet hacca gidenle rin yolunu kesenler ortaya çıkmasaydı, bu koruyuculara da ihtiyaç kalmaz; hac yolunu para mukabilinde emniyete alan koruyucu ların istihdam edilmesi gereği böylelikle ortadan kalkmış olurdu. Tıpkı bunun gibi bid'atçiler de hezeyanlarını terketselerdi, sahabe-i kirâm zamanında kullanılan deliller yeterli olacaktı. Böyle olunca da kelamcıların kullandığı delillere ihtiyaç kalmayacaktı.</span></span></span></strong></p><p> </p><p><strong><span style="font-family: 'Century Gothic'"><span style="font-size: 15px"><span style="color: teal">Bu bakımdan kelâmcılar, kendilerinin dindeki yerlerinin ne olduğunu iyi bilmelidirler. Bilmelidirler ki, kendilerinin dindeki yerleri, hac yolunun koruyucularının sahip oldukları mevki gibi dir.</span></span></span></strong></p><p> </p><p><strong><span style="font-family: 'Century Gothic'"><span style="font-size: 15px"><span style="color: teal">Bir koruyucu kendisini her ibadetten âzad ederek, yalnız koru yucu sıfatıyla hacca gittiğinde, nasıl hacılardan sayılmaz ise; bir kelâmcı da ahiret amellerini bırakıp, kendisini sadece münazara ve müdafaacı olarak görürse, kalbini yoklayıp kendisini ıslah etmediği takdirde din âlimlerinden sayılmaz.</span></span></span></strong></p><p> </p><p><strong><span style="font-family: 'Century Gothic'"><span style="font-size: 15px"><span style="color: teal">Kelâmcının ele aldığı meseleler herkesin ortak olduğu dinin inanç bölümüdür. Bu, kalp ile dilin zahirî amellerinden bir bö lümdür. Kelâmcınm halk tabakasından ayrılması, koruyuculuk yapmasından kaynaklanmaktadır. Allah'ın sıfatlarının ve fiilleri nin bilinmesi ve Mükâşefe İlminde işaret ettiğimiz ahiret yolunun ilmi, hiçbir surette Kelâm ilmiyle uğraşmak suretiyle bilinmez. Hatta denebilir ki Kelâm İlmi bunları öğrenmenin önüne bir perde çeker ve onları bilmekten insanı alıkoyar.</span></span></span></strong></p><p> </p><p><strong><span style="font-family: 'Century Gothic'"><span style="font-size: 15px"><span style="color: teal">Bu makamlara varmak için hidayetin başlangıcı olan ve ne fisle yapılması lâzım gelen mücahede lâzımdır. Nitekim Allah Teâlâ Kur'an'da bu hakikatı şöyle ifade buyurmaktadır:</span></span></span></strong></p><p><strong><span style="font-size: 15px"><span style="font-family: 'Century Gothic'"><span style="color: teal">Biz, bizim yolumuzda cehd edenlere elbette yollarımızı gös teririz. Muhakkak ki Allah iyilik yapanlarla beraberdir!</span></span></span></strong></p><p><strong><span style="font-size: 15px"><span style="font-family: 'Century Gothic'"><span style="color: teal">(Ankebût/69)</span></span></span></strong></p><p> </p><p><strong><span style="font-family: 'Century Gothic'"><span style="font-size: 15px"><span style="color: teal">'Kelâmcının derecesini sadece halkın inancını bid'atçıların ta sallutundan kurtarma derekesine düşürüp; sadece hacıların eşyalarını ve canını eşkıyaların elinden kurtarmak vazifesiyle is tihdam edilen hac koruyucusu gibi mütalâa ederek, kelâmcıyı da halkın inancını korumakla mükellef bir koruyucu kabul ettiniz. Bununla beraber fakihin derecesini de sultanın, zâlimlerin şerrinden halkı korumada kullanacağı kanunları hıfzetmek ola rak beyan ettiniz. Bu iki mertebe ise din ilmine nisbetle düşük mertebelerdir. Halbuki ümmet-i Muhammed'in fazilet ve şöhret sahibi kimseleri fakihler ile kelâmcılardır. </span></span></span></strong></p><p> </p><p><strong><span style="font-family: 'Century Gothic'"><span style="font-size: 15px"><span style="color: teal">Fakihler ve kelâmcılar Allah nezdinde en faziletli kimseler olduklarına göre, nasıl oluyor da on ları din ilmine nisbetle çok düşük olan şu mertebeye düşürüyorsunuz?' diyecek olursanız, size şöyle cevap veririz: Hakkı şahıslarla bilenler sadece dalâlet bataklığının içine yuvarlanmış şaşkın kimselerdir. Eğer hak yolun yolcusu iseniz önce hakkı bilmeniz gerekir ki, o hakkı temsil edenleri de bilesiniz. </span></span></span></strong></p><p> </p><p><strong><span style="font-family: 'Century Gothic'"><span style="font-size: 15px"><span style="color: teal">Zaten böyle yapmak sizin vazifenizdir. Eğer taklidî bir yoldan in sanların arasında yalan yanlış şöhret bulmuş derecelere bağlı kalırsanız, unutmayınız ki ashab-ı kirâm ve onların yüksek mer tebesi hiç de sizin zannettiğiniz gibi fıkıh veya kelâma bağlı değildi.</span></span></span></strong></p><p> </p><p><strong><span style="font-family: 'Century Gothic'"><span style="font-size: 15px"><span style="color: teal">Ümmetin en faziletli ve meşhur şahısları olarak takdim et meye çalıştığınız kişiler, sahabîlerin bütün ümmetten daha faziletli ve üstün derecelere sahip olduklarını ikrar ediyorlar ve hiç kimsenin dinde ashab-ı kiramın vardığı zirveye varamayacağına inanıyorlardı.</span></span></span></strong></p><p> </p><p><strong><span style="font-family: 'Century Gothic'"><span style="font-size: 15px"><span style="color: teal">Ümmet içerisinde hiç kimse, ashab-ı kirâmın bu yolda hava landırdıkları toz ve dumanı yarıp geçerek onların varmış oldukları yüce makamlara erişemez. Bütün bu hakîkatlarla birlikte ashabın ileride olmaları ne Kelâm ilmi'ne ve ne de Fıkıh ilmi'ne bağlı olmuştur. Onların yüceliği sadece Ahiret îlmi'ne ve ahiret ilminin yolculuğuna bağlıdır.</span></span></span></strong></p><p> </p><p><strong><span style="font-family: 'Century Gothic'"><span style="font-size: 15px"><span style="color: teal">Ebubekir Sıddîk (r.a) bütün insanlardan üstün olmasını, çok oruç tutmak, çok namaz kılmak, çok hadîs rivayet etmek, fetva il mini çok bilmek ve Kelâm İlmi'ne dalmakla kazanmış değildir. O zâtın bu büyük mertebeyi elde etmesine sebep, kalbinde yerleşen sarsılmaz imanıdır. Bunu böyle kabul etmeye mecburuz. Nitekim rasûllerin serdârı ve iki cihanın serveri ve bütün kâinatın önderi Hz. Muhammed Mustafa da (s.a) Hz. Ebubekir'in üstünlüğüne bu noktada şehadet etmiştir.87</span></span></span></strong></p><p> </p><p><strong><span style="font-family: 'Century Gothic'"><span style="font-size: 15px"><span style="color: teal">O halde Hz. Ebubekir'i bu yüce makama eriştiren sırrı iyice araştır; zira onu bu yüce mertebelere çıkaran sır, paha biçilmez bir mücevher ve değeri bulunmaz bir incidir.</span></span></span></strong></p><p> </p><p><strong><span style="font-family: 'Century Gothic'"><span style="font-size: 15px"><span style="color: teal">İnsanların çoğunun ittifakıyla açıklanması uzun sürecek olan birtakım sebep ve vesilelere dayanarak büyük sayılanların bü yüklüğünü bir kenara bırakınız; zira Allah'ın Rasûlü (s.a) rabbine kavuştuğu zaman, binlerce sahabî vardı ve hepsi de Allah'ı bilen âlim kişilerdi. Allah Rasûlu nün diliyle övülmüşlerdi. Halbuki iç lerinde kelâmcıların mesleğini bilen hiç kimse yoktu. On küsûru müstesna fetva vermeye kimse heveslenip ileri atılmamıştı. Fetva verenlerden biri olan İbn Ömer'den88 bir fetva sorulduğu zaman, o fetvayı soran kimseye 'Halkın idaresini omuzlarına almış emîrin yanına git. </span></span></span></strong></p><p> </p><p><strong><span style="font-family: 'Century Gothic'"><span style="font-size: 15px"><span style="color: teal">Bu fetvanın mes'uliyetini onun omuzlarına yükle' derdi. İbn Ömer bu sözüyle, meseleler ve ahkâmlar hakkında fetva vermenin velayet ve saltanat vazifesi olduğuna işaret etmiş oluyordu.</span></span></span></strong></p><p> </p><p><strong><span style="font-family: 'Century Gothic'"><span style="font-size: 15px"><span style="color: teal">Hz. Ömer vefat ettiği zaman İbn Mes'ud şöyle buyurdu: İlmin onda dokuzu öldü'.89 Bunun üzerine İbn Mes'ud'a şöyle soruldu: 'Sahabe-i kirâmın büyükleri hayatta iken, sen bu sözü nasıl söyler sin?' O şöyle cevap verdi: 'Ben fetva ve ahkâm ilmini kastetmedim. Benim gayem Allah'ı bildiren ilimdir'.</span></span></span></strong></p><p> </p><p><strong><span style="font-family: 'Century Gothic'"><span style="font-size: 15px"><span style="color: teal">İbn Mes'ud'un 'Onda dokuzu gitti' dediği ilme niçin talip ol muyorsunuz? Neden bu ilmin öğrenilmesine taraftar değilsiniz? Kelâm ve Cedel ilminin kapılarını kapatan bizzat Hz. Ömer'di. Sabiğ90 Hz. Ömer'e Kur'an-ı Kerîm'in iki ayetinin arasında tenâ kuz olduğuna dair bir sual sorunca, Hz. Ömer meşhur kamçısıyla Sabiğ'i döverek huzurundan uzaklaştırdı. Bütün ashab-ı kirâma da Sabiğ'den uzak durmalarını tembihliyerek, onunla konuşmamalarını istedi.</span></span></span></strong></p><p> </p><p><strong><span style="font-family: 'Century Gothic'"><span style="font-size: 15px"><span style="color: teal">'Âlimlerin meşhurları fakihler ve kelâmcılardır' şeklindeki ifadenize gelince, biliniz ki, Allah nezdinde insana fazilet ka zandıran şey sizin bildiğinizden başka birşeydir.</span></span></span></strong></p><p> </p><p><strong><span style="font-family: 'Century Gothic'"><span style="font-size: 15px"><span style="color: teal">Nitekim Ebubekir Sıddîk'm şöhreti, halife oluşu sebebiyle ise de, fazileti kalbinde yerleşmiş olan sırdan ileri geliyordu. Hz. Ömer'in şöhreti siyasetle; fakat fazileti, kendisiyle birlikte giden ilmin onda dokuzu sayesin deydi. Velayetinde, adaletinde ve halka karşı gayet müşfik dav ranmasında Allah'a yakınlık niyeti olduğu için bütün bu faziletleri elde etmiştir. Bu ise Hz. Ömer'in sırrında gizlenmiş bir husustur. Hz. Ömer'in diğer zahirî fiillerine gelince; o fiiller, dünya mertebe sine, nâm ve şöhrete tâlib olan herhangi bir kimsede de görülebilir. Şöhret insanı helâk eden âfetlerden birisidir. Fazilet ise, hiç kim senin kavrayamadığı sır mahiyetinde olan işlerdendir. Fakihler ve kelâmcılar, tıpkı halifeler ve kadılar gibidir. Bunlar da kısımlara ayrılmışlardır.</span></span></span></strong></p><p> </p><p><strong><span style="font-family: 'Century Gothic'"><span style="font-size: 15px"><span style="color: teal">1. Onlardan bir kısmı ilmiyle ve fetvalarıyla Allah'ın rızasını elde etmeye, Hz. Peygamberin sünnetini muhafazaya çalışır. Hiçbir zaman ilmiyle gösterişe ve riyaya kaçmaz. Bu niyette olan âlimler, Allah'ın rızasını elde etmeye ehildirler. Onların Allah nezdindeki faziletleri, ilimleriyle amel etmelerinden, Allah'ın ce mâl-i ilâhîsini ilimleriyle ve düşünceleriyle istemelerinden ileri gelir. Çünkü her ilim elde edilen bir ameldir. Her amel ise ilim değildir.</span></span></span></strong></p><p> </p><p><strong><span style="font-family: 'Century Gothic'"><span style="font-size: 15px"><span style="color: teal">Doktor, ilmiyle mânen Allah'a yaklaşmaya ehil ve muktedir dir. Ancak bu takdirde ilimden sevap alır. Çünkü onun vasıtasıyla Allah'ın emrini yapmış ve bu emri yapmakla da yücelmiştir.</span></span></span></strong></p><p> </p><p><strong><span style="font-family: 'Century Gothic'"><span style="font-size: 15px"><span style="color: teal">Sultan, halk arasına Allah rızasını tahsil etmek için girer. Allah kendisinden razı olur ve büyük sevap kazanır. Onun bu se vabı kazanmasının sebebi, dinî bir vazifeyi yerine getirmiş olması değildir; sadece yapmış olduğu hareketle Allah rızasını kastetmesi kendisine bu sevabı kazandırmıştır.</span></span></span></strong></p><p> </p><p><strong><span style="font-family: 'Century Gothic'"><span style="font-size: 15px"><span style="color: red">Allah'a yaklaştırıcı şeyler üç kısma ayrılır:</span></span></span></strong></p><p> </p><p><strong><span style="font-family: 'Century Gothic'"><span style="font-size: 15px"><span style="color: red">A. Mücerred ilim. Bu Mükâşefe İlmi dir.</span></span></span></strong></p><p> </p><p><strong><span style="font-family: 'Century Gothic'"><span style="font-size: 15px"><span style="color: red">B. Mücerred amel. Sultanın âdil davranması ve insanları ilâhî nizamla idare etmesi gibi.</span></span></span></strong></p><p> </p><p><strong><span style="font-family: 'Century Gothic'"><span style="font-size: 15px"><span style="color: red">C. İlim ve amelden mürekkeb olan hareket. Buna Ahiret</span></span></span></strong></p><p><strong><span style="font-size: 15px"><span style="font-family: 'Century Gothic'"><span style="color: red">Yolunun İlmi denmektedir. Bu halin sahibi hem âlim ve hem de âmildir.</span></span></span></strong></p><p> </p><p><strong><span style="font-family: 'Century Gothic'"><span style="font-size: 15px"><span style="color: teal">Kendinize şöyle bir bakın! Acaba kıyamet gününde ilâhî âlim ler hizbinden veya Allah'a amel edenler hizbinden veya her ikisi nin de dahil olduğu hizibden misiniz? Şayet her ikisinin de dahil olduğu hizibden iseniz, her iki grubun meziyetlerinden de pay almış olursunuz. Bu ise mücerred ilmin kör mukallidi olmaktan daha iyidir sizin için. Nitekim şöyle denilmiştir: 'Gördüğünü al, işittiklerini bırak! Güneşin yüzünde seni zuhal yıldızına muhtaç ettirmiyen bir berraklık vardır'.</span></span></span></strong></p><p> </p><p><strong><span style="font-family: 'Century Gothic'"><span style="font-size: 15px"><span style="color: teal">Bütün bunlara ilâve olarak, ileride geçmiş fakihlerin güzel hal lerinden bahsettiğimiz zaman görülecektir ki, onlara uyduğunu söyleyenler onlara zulmetmişlerdir. Kıyamet günü en büyük hasımları onlar olacaktır. Zira Selefin fakihleri, ilimleriyle ancak Allah'ın cemâline kavuşmayı kastetmişlerdi. </span></span></span></strong></p><p> </p><p><strong><span style="font-family: 'Century Gothic'"><span style="font-size: 15px"><span style="color: teal">Âhiret âlimlerinden olduklarını halleri ispatlamıştır. Bu gerçek, Âlimlerin Alâmetleri bahsinde açıklığa kavuşturulacaktır. Çünkü Selef yalnız Fıkıh ilmiyle meşgul olup ondan gayri herşeyi terketmiş değildi. Aynı zamanda Kalp İlmiyle meşgul olup kalplerini de murakabe ederlerdi. </span></span></span></strong></p><p> </p><p><strong><span style="font-family: 'Century Gothic'"><span style="font-size: 15px"><span style="color: teal">Fakat kalp ilmi hakkında kitap yazmak ve onu okutmaktan Selefi meneden sebep, ashab-ı kiramı Fıkıh konusunda kitap yaz mak ve okutmaktan meneden sebebin tâ kendisidir.</span></span></span></strong></p><p> </p><p><strong><span style="font-family: 'Century Gothic'"><span style="font-size: 15px"><span style="color: teal">Sahabe-i kirâmın her biri, fetva ilminde müstakil birer fakih durumunda idiler. Onları bu konuda yazmaktan ve okutmaktan meneden âmiller kesinlikle bilinmektedir. O âmilleri bir kere daha burada zikretmeye lüzum yoktur. </span></span></span></strong></p><p> </p><p><strong><span style="font-family: 'Century Gothic'"><span style="font-size: 15px"><span style="color: teal">Fakat biz, İslâm fakihlerinin du rumundan bir nebzecik olsun bahsedelim; edelim ki, bizim sözü müzün onlara değil, kendini Fıkıh ilmi'ne bağlı olarak gösteren ve fakat ahlâk bakımından Fıkıh ilmi'nin ve o ilmin büyüklerinin yo lundan ayrılanlara ait olduğu anlaşılsın! Aksi takdirde bizim bü yük fakihlere dil uzattığımız vehmi uyanabilir zihinlerde...</span></span></span></strong></p><p> </p><p><strong><span style="font-family: 'Century Gothic'"><span style="font-size: 15px"><span style="color: red">Fıkıh İlmi'nin kutubları ve bu ilimle halka doğru yolu gösteren mezhep sahipleri şu beş büyük zâttır:</span></span></span></strong></p><p> </p><p><strong><span style="font-family: 'Century Gothic'"><span style="font-size: 15px"><span style="color: red">1. İmam Şafiî</span></span></span></strong></p><p><strong><span style="font-size: 15px"><span style="font-family: 'Century Gothic'"><span style="color: red">2. İmanı Mâlik</span></span></span></strong></p><p><strong><span style="font-size: 15px"><span style="font-family: 'Century Gothic'"><span style="color: red">3. Ahmed b. Hanbel</span></span></span></strong></p><p><strong><span style="font-size: 15px"><span style="font-family: 'Century Gothic'"><span style="color: red">4. İmam A'zam Ebu Hanife (Nûman b. Sâbit)</span></span></span></strong></p><p><strong><span style="font-size: 15px"><span style="font-family: 'Century Gothic'"><span style="color: red">5. İmam Süfyan es-Sevrî</span></span></span></strong></p><p> </p><p><strong><span style="font-family: 'Century Gothic'"><span style="font-size: 15px"><span style="color: teal">Allah, bu âlimlerin cümlesinden razı olsun! Bunların her biri âbid, zâhid, ahiret ilimlerini bilen, dünyada halkın maslahatı ile ilgili mevzularda hâkim ve fıkıhta gösterdikleri çalışmalar ile Allah'ın cemâlini görmeyi kasteden kimselerdi.</span></span></span></strong></p><p> </p><p><strong><span style="font-family: 'Century Gothic'"><span style="font-size: 15px"><span style="color: teal">Yukarıda zikrettiğim hasletler, onların sadece beş hasletini ifade etmektedir. Onların çok daha fazla müsbet hasletleri vardır. Günümüzün fakihlerine gelince; onlar bu beş hasletin ancak birinde onlara tâbi olmuşlardır. Bu haslet de kolları sıvayıp çok mü balâğalı bir şekilde fıkıh ilminin meşgul olduğu sahaya girip, te ferruata ait meselelere dikkatli bir şekilde eğilmeleridir. Halbuki ahirette işe yarayan hasletle, geride kalan dört haslettir. Günümüzün fakihleri tarafından titizlikle yapılan bu haslet ise, hem dünyaya ve hem de ahirete yarayabilir. Şayet bu hasletten sa dece ahiret kastedilmişse, dünya için olan yararı zayıflar. Bizim zamanımızdaki fakihler kollarını sıvayıp yalnızca bu haslete sarılmışlar ve o hasletle mübarek imamların yolunda olduklarını iddia etmişlerdir. Ne var ki meleklerle demirciler arasında bir kıyaslama yapmak mümkün değildir.</span></span></span></strong></p><p> </p><p><strong><span style="font-family: 'Century Gothic'"><span style="font-size: 15px"><span style="color: teal">Biz şimdilik o mübarek imamların günümüzün fakihleri ta rafından terkedilen hasletlerine delâlet eden durum ve hallerini zikredeceğiz. Fıkıh ilmindeki bilgilerine ise, delil getirmeye ihtiyaç yoktur. Çünkü bu bilgide zirveye çıktıkları zaten herkesin malûmudur.</span></span></span></strong></p><p> </p><p><strong><span style="font-family: 'Century Gothic'"><span style="font-size: 10px"><span style="color: black">64) İbn Mâce, (Enes b. Mâlik'ten)</span></span></span></strong></p><p><strong><span style="font-size: 10px"><span style="font-family: 'Century Gothic'"><span style="color: black">65) İbn Adiy ve Beyhakî, (Enes'ten); Taberânî, (İbn Abbas ve İbn Mes'ud'dan)</span></span></span></strong></p><p><strong><span style="font-size: 10px"><span style="font-family: 'Century Gothic'"><span style="color: black">66) Buharî, Müslim, Tirmizî, (İbn Ömer'den)</span></span></span></strong></p><p><strong><span style="font-size: 10px"><span style="font-family: 'Century Gothic'"><span style="color: black">67) İmam Gazâlî Şafiî mezhebinden olması nedeniyle hac ibadetini tehiri mümkün bir farz olarak ifade etmiş ve rükûnlarının bilinmesinde aceleye lüzûm olmadığını söylemiştir. Nitekim Hanefî mezhebinden İmam</span></span></span></strong></p><p><strong><span style="font-size: 10px"><span style="font-family: 'Century Gothic'"><span style="color: black">68) Beyhakî, Şuah'il-İman; Bezzar ve Taberânî, (Enes'ten)</span></span></span></strong></p><p><strong><span style="font-size: 10px"><span style="font-family: 'Century Gothic'"><span style="color: black">69) Buharî, Müslim, (Hz. Ebu Bekir'den)</span></span></span></strong></p><p><strong><span style="font-size: 10px"><span style="font-family: 'Century Gothic'"><span style="color: black">70) İbn Merduveyh (Abdullah b. Ömer'den); İbn Hibban, Dârekutnî, Hâkim ve Beyhakî, (İbn Mes'ud'dan); Buharî, (Berâ b. Âzib'den)</span></span></span></strong></p><p><strong><span style="font-size: 10px"><span style="font-family: 'Century Gothic'"><span style="color: black">71) İbn Mâce (Amr b. Şuayb'dan)</span></span></span></strong></p><p><strong><span style="font-size: 10px"><span style="font-family: 'Century Gothic'"><span style="color: black">72) Müslim, (Usâme b. Zeyd'den)</span></span></span></strong></p><p><strong><span style="font-size: 10px"><span style="font-family: 'Century Gothic'"><span style="color: black">73) Buharî, Müslim, (Ebu Hüreyre ve Amr b. Ömer'den)</span></span></span></strong></p><p><strong><span style="font-size: 10px"><span style="font-family: 'Century Gothic'"><span style="color: black">74) Ebu Yusufun künyesi Yakub b. İbrahim'dir. Ebu Hanife'nin talebesidir. el-Hâdî ile Harun Reşid zamanında Bağdad kadılığı yapmıştır. Hicretin 114. yılında doğmuş, 183. yılında Bağdad'da vefat etmiştir.</span></span></span></strong></p><p><strong><span style="font-size: 10px"><span style="font-family: 'Century Gothic'"><span style="color: black">75) Tirmizî, Nesâî ve İbn Hibban, (Hasan b. Ali'den)</span></span></span></strong></p><p><strong><span style="font-size: 10px"><span style="font-family: 'Century Gothic'"><span style="color: black">76) Beyhakî, Şuab'il-İman, (İbn Mes'ud'dan )</span></span></span></strong></p><p><strong><span style="font-size: 10px"><span style="font-family: 'Century Gothic'"><span style="color: black">77) Tirmizî, İbn Mâce ve Hâkim</span></span></span></strong></p><p><strong><span style="font-size: 10px"><span style="font-family: 'Century Gothic'"><span style="color: black">78) Bu zat Mâbed el-Ezdî'nin oğludur. Sahabe'nin önde gelenlerindendir. hicterin yılında doĞmuş, Rikka'da vefat etmiştir,</span></span></span></strong></p><p><strong><span style="font-size: 10px"><span style="font-family: 'Century Gothic'"><span style="color: black">79) Ahmed b. Hanbel, Müsned</span></span></span></strong></p><p><strong><span style="font-size: 10px"><span style="font-family: 'Century Gothic'"><span style="color: black">80) Ebu Âbdurrahman Muhammed b. Hüseyin es-Sülemî, Erbain, (Ebu Hüreyre'den); bkz. Tergib ve Terhib, Bab'ul-ilim</span></span></span></strong></p><p><strong><span style="font-size: 10px"><span style="font-family: 'Century Gothic'"><span style="color: black">81) Şeyban-ı Râî, salâh ve takvâ ile şöhret bulan âriflerden biridir.</span></span></span></strong></p><p><strong><span style="font-size: 10px"><span style="font-family: 'Century Gothic'"><span style="color: black">82) Yahya h. Main hicretin 158. yılında doğmuş ve 233. yılında Medine-i Münevvere'de vefat etmiştir.</span></span></span></strong></p><p><strong><span style="font-size: 10px"><span style="font-family: 'Century Gothic'"><span style="color: black">83) Taberânî, (İbn Abbas'dan)</span></span></span></strong></p><p><strong><span style="font-size: 10px"><span style="font-family: 'Century Gothic'"><span style="color: black">84) Cüneyd-i Bağdadî'nin künyesi Muhammed b. Cüneyd Nihavendî'dir. Mutasavvıfla-rın ileri gelenlerindendir. Hicretin 298. yılında vefat etmiştir.</span></span></span></strong></p><p><strong><span style="font-size: 10px"><span style="font-family: 'Century Gothic'"><span style="color: black">85) Künyesi İbn Muğalles b. Hasan'dır. Cüneyd-i Bağdâdî'nin dayısı ve şeyhidir. Mâruf-u Kerhî'nin talebesidir. Hicretin 257. yılında vefat etmiştir.</span></span></span></strong></p><p><strong><span style="font-size: 10px"><span style="font-family: 'Century Gothic'"><span style="color: black">86) Künyesi Ebu Abdullah el-Hâris b. Esed'dir. Nefsini çokça hesaba çektiğinden dolayı kendisine el-Muhasibi lâkabını takmışlardır. Hicretin</span></span></span></strong></p><p><strong><span style="font-size: 10px"><span style="font-family: 'Century Gothic'"><span style="color: black">243. yılında vefat etmiştir.</span></span></span></strong></p><p><strong><span style="font-size: 10px"><span style="font-family: 'Century Gothic'"><span style="color: black">87) Hâkim-i Tirmizî, Nevadir</span></span></span></strong></p><p><strong><span style="font-size: 10px"><span style="font-family: 'Century Gothic'"><span style="color: black">88) İbn Ömer sahabe-i kirâm'ın asrında fetva veren büyüklerden birisiydi.</span></span></span></strong></p><p><strong><span style="font-size: 10px"><span style="font-family: 'Century Gothic'"><span style="color: black">Hz. Ömer'in oğludur. Hicretin 74. yılında vefat etmiştir.</span></span></span></strong></p><p><strong><span style="font-size: 10px"><span style="font-family: 'Century Gothic'"><span style="color: black">89) Ebu Heyseme, Kitab'ul-ilim, (İbrahim b. Abdullah'tan).</span></span></span></strong></p><p><strong><span style="font-size: 10px"><span style="font-family: 'Century Gothic'"><span style="color: black">90) Sabiğ'in babası ısıl'dır. Temim kabilesindendir. İbn Hasin'e göre Sabiğ b. Şerik diye adlandırılmıştır. Cemel hâdisesinde hazır bulunmuştur. Sık sık Kur'an'ın müteşabih ayetlerinden halka bahsetmekle, halka bunların mâ nâsını sormakla ve bu suretle halkı şüpheye düşürmekle şöhret bulmuştu. Hz. Ömer, Basra valisine bir emirnâme yazıp, Sabiğ'in bu şehre sokulmamasını istemişti.</span></span></span></strong></p></blockquote><p></p>
[QUOTE="genc_kalem, post: 176343, member: 15919"] [b]Farz-ı ayn olan ilimler[/b] [B][FONT=Century Gothic][SIZE=6][COLOR=red]Farz-ı ayn olan ilimler[/COLOR][/SIZE][/FONT][/B] [B][FONT=Century Gothic][SIZE=4][COLOR=red][U]Övülen (Mahmûd) ve Yerilen (Mezmum) İlimler ile[/U][/COLOR][/SIZE][/FONT][/B] [B][SIZE=4][FONT=Century Gothic][COLOR=red][U]Bu İlimlerin Kısımları ve Hükümleri, Farz-ı Ayn ve[/U][/COLOR][/FONT][/SIZE][/B] [B][SIZE=4][FONT=Century Gothic][COLOR=red][U]Farz-ı Kifâye Olan İlimler, Şer'i İlimlerden Fıkıh ile[/U][/COLOR][/FONT][/SIZE][/B] [B][SIZE=4][FONT=Century Gothic][COLOR=red][U]Kelâm'ın Hududları ve Beyanı, Âhiret İlimlerinin Diğer[/U][/COLOR][/FONT][/SIZE][/B] [B][SIZE=4][FONT=Century Gothic][COLOR=red][U]Bütün İlimlerden Daha Üstün Olduğunun İsbatı[/U][/COLOR][/FONT][/SIZE][/B] [B][FONT=Century Gothic][SIZE=4][COLOR=red]Farz-ı Ayn Olan İlimler[/COLOR][/SIZE][/FONT][/B] [B][FONT=Century Gothic][SIZE=4][COLOR=red]Hz. Peygamber şöyle buyurmuştur:[/COLOR][/SIZE][/FONT][/B] [B][SIZE=4][FONT=Century Gothic][COLOR=red]İlim taleb etmek her müslümana farzdır.64[/COLOR][/FONT][/SIZE][/B] [B][FONT=Century Gothic][SIZE=4][COLOR=teal][COLOR=red]İlim Çin'de bile olsa talep edip, öğrenin.65[/COLOR][/COLOR][/SIZE][/FONT][/B] [B][FONT=Century Gothic][SIZE=4][COLOR=teal]Âlimler her müslümana farz olan ilim hakkında çeşitli fikir ler ileri sürmüşler ve bu hususta yirmiyi aşkın görüş ortaya atılmıştır. Bütün görüşleri tek tek zikretmeye gerek yoktur. Fakat özetle âlimlerin fikirlerini aşağıda zikrediyoruz.[/COLOR][/SIZE][/FONT][/B] [B][FONT=Century Gothic][SIZE=4][COLOR=teal]Her ekol kendisinin meşgul olduğu, yayılmasını istediği ilmin farz ve vâcib olduğunu ileri sürmüştür. Örneğin kelâmcılara soru lacak olursa, onlar Kelâm İlminin farz olduğunu söyleyecekler ve siz bunun nedenini sorduğunuzda, ancak bu ilim sayesinde, Allah'ın zât ve sıfatlarının bilinebileceğini ileri süreceklerdir.[/COLOR][/SIZE][/FONT][/B] [B][FONT=Century Gothic][SIZE=4][COLOR=teal]Fakihlere göre farz olan ilim Fıkıh İlmidir; zira onlar da Fıkıh İlminin ibadetlerin ve muamelâtın helâl ve harâm kısımları ile mutlak helâl ve harâm gibi hususlarda bilgi verdiğini ileri sürmektedirler. Ancak fukahanın farz olduğunu söylediği Fıkıh İlmi, müslümanların günlük yaşantıları sırasında muhtaç oldukları ilimdir. Vukû bulması pek nadir olan fıkhî meseleler ise bunun dışındadır.[/COLOR][/SIZE][/FONT][/B] [B][FONT=Century Gothic][SIZE=4][COLOR=teal]Müfessirlere ve muhaddislere göre ise, müslümana farz olan ilim, Kitab ve Sünnettir; zira bu iki ilim bilindiği takdirde diğer bütün ilimler bilinir. Bütün ilimlere ancak bu iki ilim vasıtasıyla ulaşılır.[/COLOR][/SIZE][/FONT][/B] [B][FONT=Century Gothic][SIZE=4][COLOR=teal]Mutasavvıflar ise her müslümana farz olan ilmin Tasavvuf İlmi olduğunu iddia etmişlerdir. Bunların dışında muhtelif fikir ler de ileri sürmüşlerdir. Kimileri kulun hâlini ve Allah'ın nez dindeki makamını bildiren ilmin her müslümana farz olduğunu söylerken, kimileri de ihlâs, nefsin hallerini ve âfetlerini bildiren, melekten gelenle şeytandan geleni ayırdetmeye yarayan ilmin her müslümana farz olduğunu söylemişlerdir. Bir grup da, her müs lümana farz olan ilmin Bâtın İlmi olduğunu ileri sürmüş ve bu ilmin ancak erbabı olana farz olduğunu da belirtmişlerdir. Böylelikle de hadis-i şerifte mutlak şekilde bildirilen ilim lâfzını umum ifade etmekten uzaklaştırmış olmaktadırlar.[/COLOR][/SIZE][/FONT][/B] [B][FONT=Century Gothic][SIZE=4][COLOR=teal]Ebu Tâlib el- Mekkî şöyle demektedir: Her müslümana farz olan ilim, İslâm'ın rükûnlerini beyan eden şu hadîsteki hakikatleri ihtiva eden ilimlerdir:[/COLOR][/SIZE][/FONT][/B] [B][FONT=Century Gothic][SIZE=4][COLOR=teal]İslâm dini beş temel üzerine bina edilmiştir: Allah'dan başka ilah olmadığına ve Hz. Muhammed'in onun kulu ve rasûlü olduğuna şehadet etmek, namaz kılmak, zekât ver mek, hacca gitmek ve oruç tutmak!.66[/COLOR][/SIZE][/FONT][/B] [B][FONT=Century Gothic][SIZE=4][COLOR=teal]Bu beş esas her müslümana farzdır. Bu bakımdan bunların farz oluş keyfiyetini ve nasıl tatbik edilmeleri gerektiğini bilmek de her müslümana farz olmaktadır.[/COLOR][/SIZE][/FONT][/B] [B][FONT=Century Gothic][SIZE=4][COLOR=teal]Bütün bu sözlerin özeti ve kesin neticesinin bizim zikredeceğimiz şu hakîkat olduğu kanaatindeyiz:[/COLOR][/SIZE][/FONT][/B] [B][FONT=Century Gothic][SIZE=4][COLOR=teal]Kitabımızın başında da ifade ettiğimiz gibi ilim, Muamele ve Mükaşefe İlini olmak üzere ikiye ayrılır. Müslümanlara farz olan ilim sadece Muamele İlmidir, [COLOR=red]Âkil-bâliğ olan kimselerin yapmakla mükellef oldukları üç husus vardır:[/COLOR][/COLOR][/SIZE][/FONT][/B] [B][FONT=Century Gothic][SIZE=4][COLOR=red]1. îtikad (İnanç)[/COLOR][/SIZE][/FONT][/B] [B][SIZE=4][FONT=Century Gothic][COLOR=red]2. Fiil (Yapılması gereken ameller)[/COLOR][/FONT][/SIZE][/B] [B][SIZE=4][FONT=Century Gothic][COLOR=red]3. Terk (Terkedilmesi lâzım gelen davranışlar)[/COLOR][/FONT][/SIZE][/B] [B][FONT=Century Gothic][SIZE=4][COLOR=teal]Âkil olan insan, ihtilâm yoluyla veya yaş itibariyle örneğin kuşluk zamanında bülûğa varmış olduğunda, kendisine herşeyden önce kelime-i şehadeti bilmesi ve anlaması farzdır. Ancak âkilbâliğ olan kimseye kelime-i şehadetin mânâsını düşünmesi, araştırması ve delillerini elde etmek için çalışması farz değildir. Ancak bu kelimelerin ifade ettiği mânâya kesinlikle inanması ve bunu şeksiz-şüphesiz doğrulaması gerekir. Bu mertebe ise sadece duymak ve taklid etmek suretiyle elde edilir ve ayrıca araştırmaya ve deliller toplamaya ihtiyaç yoktur.[/COLOR][/SIZE][/FONT][/B] [B][FONT=Century Gothic][SIZE=4][COLOR=teal]Hz. Muhammed (s.a), bedevilerin medeniyetten, âdâb-ı muaşeretten ve delil denilen şeyden haberleri olmadıkları halde dil ile ikrarlarını imanlarına delil saymış, onlardan bu imanlarını pekiştirecek başka bir delil istemeyerek tasdiklerini delilsiz kabul etmiştir.[/COLOR][/SIZE][/FONT][/B] [B][FONT=Century Gothic][SIZE=4][COLOR=teal]Kul, bu kadarını yaptıktan sonra zamanın farzını yerine ge tirmiş olur ki o zamanda (âkil ve bâliğ olduğunda) kendisine farz-ı ayn olan ilim, kelimeii şehadet 'i öğrenmek ve mânâsını anla maktır. İlk zamanlarda bunun daha ötesini bilmek üzerine farz değildir.[/COLOR][/SIZE][/FONT][/B] [B][FONT=Century Gothic][SIZE=4][COLOR=teal]Bu hükme dair elimizdeki delil şudur: O kimse Kelime-i şehadet'i anlayarak söyledikten sonra ölürse şayet, Allah'a itaat etmiş bir kul olarak ölmüş olacaktır. Kelime-i Şehadet'i ve anlamını öğrenmek dışındaki farzlar ise başka şartlara bağlıdır. Bu şartlar her kişide tahakkuk etmez. Belki bu şartların çoğundan uzak kalır insan.[/COLOR][/SIZE][/FONT][/B] [B][FONT=Century Gothic][SIZE=4][COLOR=teal]Bu şartlar da Fiil, Terk ve Îtikad olmak üzere üç bölüme ayrılır.[/COLOR][/SIZE][/FONT][/B] [B][SIZE=4][FONT=Century Gothic][COLOR=teal]Fiil ile ilgili şartlar şunlardır: Bahsi geçen kişi, kuşluk vaktin den öğle zamanına kadar yaşarsa, öğlenin vakti geldiği için abdes tin nasıl alınacağını ve namazın nasıl kılınması gerektiğini öğrenmesi kendisine farz olur. Kuşluk vaktinde bedenen sağlam ise, abdestin ve namazın öğrenilmesini öğle vaktine bıraktığı tak dirde bu vaktin bunları öğretecek kadar imkân vermeyeceği de bi liniyorsa kuşluk vaktinden itibaren abdest ve namazı öğrenmek kendisine farz olur. [/COLOR][/FONT][/SIZE][/B] [B][FONT=Century Gothic][SIZE=4][COLOR=teal]Demek ki vaktinden önce öğrenmesi kendisine farz olmaktadır.[/COLOR][/SIZE][/FONT][/B] [B][FONT=Century Gothic][SIZE=4][COLOR=teal]İkinci bir ihtimal de amelin şartı olan ilmin ancak amelin vu cûbiyetinden sonra vâcib olacağıdır ki bu takdirde öğle vakti gel meden önce öğle vakti için abdest ve namazı öğrenmek farz olmaz. Bu noktada diğer namazlar da öğle namazına kıyas edilebilir.[/COLOR][/SIZE][/FONT][/B] [B][FONT=Century Gothic][SIZE=4][COLOR=teal]Bu şahıs Ramazan ayı gelinceye kadar yaşarsa, Ramazan ayı münasebetiyle bu ayda yapılması gereken oruç ibadetini bilmek kendisine farz olmaktadır. Ramazan için öğrenilmesi lâzım gelen husus, sabahtan güneş batmcaya kadar Ramazan'ın vakti olduğunu bilmektir. Ramazan'da farz olan niyet; yemekten, içmek ten ve cinsî münasebetten kaçınmaya niyet etmektir. Bu durumda Ramazan, Şevval ayının hilâlini iki muteber şahidin görmesiyle sona erer.[/COLOR][/SIZE][/FONT][/B] [B][FONT=Century Gothic][SIZE=4][COLOR=teal]Bu şahıs sonradan mal ve servet sahibi olur veya bir servete sahip olarak bülûğ çağına ererse, kendisine farz olan zekât mik tarını bilmesi de kendisine farzdır. Fakat o zekâtı derhal vermesi gerekmez; zira malının üzerinden bir sene geçmesi halinde ancak zekât vermesi kendisine farz olur. Şayet deveden başka serveti yoksa, sadece deveye ait zekât ölçüsünü bilmesi kendisine farzdır. Diğer mallarda da hüküm bu şekildedir.[/COLOR][/SIZE][/FONT][/B] [B][FONT=Century Gothic][SIZE=4][COLOR=teal]Bu şahıs hac aylarına girerse, haccm şartlarını bilmek husu sunda acele etmesi gerekmez. Zira hac tehir imkânı olan bir farzdır. Onun için rükünlerini bilmekte aceleye lüzum yoktur.67[/COLOR][/SIZE][/FONT][/B] [B][FONT=Century Gothic][SIZE=4][COLOR=teal]Fakat İslâm âlimlerine düşen vazife, bu şahsa sistemli ve ted ricî bir surette haccın her servet sahibine farz olduğunu bildirmek tir. Bu hususta kendisini ikaz etmek, her İslâm âliminin vazifesi dir. Zira bu kişi, belki de takvaya meylederek hac farizasını bir an önce edâ etmek isteyebilir. [/COLOR][/SIZE][/FONT][/B] [B][FONT=Century Gothic][SIZE=4][COLOR=teal]Böyle bir niyet taşıdığı zaman haccm keyfiyetini öğrenmesi kendisine farz olur. Öğrenilmesi farz olan keyfiyet sadece haccm farz ve vâcibleridir. Nafilenin bilinmesi ise farz değil, sadece nafiledir; zira nafileleri bilmek hiçbir surette farrz-ı ayn olmaz. Bu şahsa asıl haccm farziyetinden bahsedil mediği takdirde alimlerin mesûl olup-olmadığı hususunda fıkıh kitaplarında gerekli bilgi verilmiştir. Diğer ibadetlerin bilinmesi de aynen hac ibadeti gibi tedricîdir.[/COLOR][/SIZE][/FONT][/B] [B][FONT=Century Gothic][SIZE=4][COLOR=teal]Terk'e (yapılmaması gereken davranışlara) gelince, gelişen durumlara göre bazılarının bilinmesi farzdır ve bu keyfiyet kişiye göre değişmektedir. Örneğin dilsiz bir insan için konuşulması ha ram olan birşeyin nasıl konuşulacağını öğrenmek gerekli değildir. Kör olan bir insan da nelere bakılmasının yasak olduğunu öğrenmeye mecbur tutulamaz. [/COLOR][/SIZE][/FONT][/B] [B][FONT=Century Gothic][SIZE=4][COLOR=teal]Göçebe hayatı yaşayan bir kişi için de ikâmet edilmesi yasak olan yerleri bilmesi farz değildir. Bu ya saklar aynı zamanda, mevcut durumun gereklerine göre de değişir. Bu bakımdan uzak ve vukû bulması hiçbir zaman müm kün olmayan bir haramı bilmek kişiye farz değildir. Oysa içinde bulunulan harama dikkat edilmelidir. Sözgelimi müslüman olduğu sırada sırtında ipekli bir elbise varsa veya gasbettiği bir evde oturuyorsa veya mahremi olmayan bir kadına bakıyorsa, o kişiye bütün bunların haram olduğunu anlatmak farzdır. Bilfiil içinde bulunmadığı ve fakat yakın olduğu haramları (yemek-iç mek gibi) da kendisine öğretmek farzdır. Hattâ içki içmeyi ve do muz eti yemeyi âdet edinmiş bir beldede yaşıyorsa, bunların haram olduğunu o kişiye öğretmek farzdır, kendisinin uyarılması gerekir. [/COLOR][/SIZE][/FONT][/B] [B][FONT=Century Gothic][SIZE=4][COLOR=teal]Öğretilmesi gereken diğer şeyler de hemen kendisine öğretilmelidir.[/COLOR][/SIZE][/FONT][/B] [B][FONT=Century Gothic][SIZE=4][COLOR=teal]îtikad'a ve kalbin amellerine gelince, bunları öğrenmenin far ziyeti kalbin durumuna göre değişir. Kişinin kelimesi şehadet'in delâlet ettiği mânâlarda bir şüphesi varsa, o şüpheyi giderici ilmi [/COLOR][/SIZE][/FONT][/B][B][FONT=Century Gothic][SIZE=4][COLOR=teal]Muhammed ile Hanbelîlere göre de böyledir. Fakat Ebu Hanife, İmam Malik ve Ebu yusuf aksi görüştedir ve onalara göre, şartlarını haiz olan kimselerce hac ibadetinin tehiri caiz değildir. öğrenmesi kendisine farzdır. Yok eğer kalbine böyle bir şüphe düşmezse; Allah'ın kelâmının kadîm olduğunu, ahirette müzminlerin Allah'ın cemâlini gözleriyle göreceklerini, Allah'ın hâdisâta mahal olmadığını ve bunlara benzer inanılması gereken meseleleri bilmeden önce ölürse, bütün âlimlerin ittifakıyla bu şahıs müslüman olarak ölmüştür.[/COLOR][/SIZE][/FONT][/B] [B][FONT=Century Gothic][SIZE=4][COLOR=teal]İnançları bozan ve kalbe düşen bu şüpheler bazen, insanın ta biatında vardır. Fakat kişi bazen de oturduğu beldenin insanları tarafından bu türden şüphelere düşürülebilir. [/COLOR][/SIZE][/FONT][/B] [B][FONT=Century Gothic][SIZE=4][COLOR=teal]Bu bakımdan bir kişi Kelâm İlmi ile iştigal eden ve daima bid'atlar hakkında konuşan bir beldede yaşıyorsa, âkil-bâliğ olduğu ilk anda kendisini bu bid'atlardan koruması gerekir. Şayet kalbine bâtıl bir fikir yerleşmişse, hemen onu kalbinden söküp atmalıdır. Ne var ki çoğu zaman bir bâtılı kalpten söküp atmak çok zordur.[/COLOR][/SIZE][/FONT][/B] [B][FONT=Century Gothic][SIZE=4][COLOR=teal]Yine bu şahıs bir tüccar ise ve bulunduğu beldede faize dayalı muameleler yaygın ise, böyle bir beldede yaşayan tüccarın faizden korunma ilmini çok iyi öğrenmesi kendisine farzdır.[/COLOR][/SIZE][/FONT][/B] [B][FONT=Century Gothic][SIZE=4][COLOR=teal]Farz-ı Ayn olan ilim hakkında yapmış olduğumuz bu inceleme hakîkati ifade eder; zirâ farz-ı ayn olan ilmin mânâsı, farz olan amelin keyfiyetini bilmek demektir. Bu bakımdan farz olan ilmi ve ilmin ne vakit farz olduğunu bilen bir kimse, farz-ı ayn olan ilmi de bilmiş olur.[/COLOR][/SIZE][/FONT][/B] [B][FONT=Century Gothic][SIZE=4][COLOR=teal]Sûfîlerin farz-ı ayn olan ilmin, düşmanın (şeytanın) vesvese sini ve meleğin ilhamını bilip ayırdetmek olduğunu söylemeleri de doğrudur. Ancak onların böyle söylemeleri ümmetin bütün fertleri için geçerli değildir. Bu ölçü sadece bu yola gönül vermiş insanlar için bir şarttır.[/COLOR][/SIZE][/FONT][/B] [B][FONT=Century Gothic][SIZE=4][COLOR=teal]İnsan çoğu zaman şerre neden olan riya ve hasedden kurtu lamadığı için, insanı helâke sürükleyen hususları, muhtaç olduğu miktarda bilmesi kişiye farzdır. Bu kadarının bilinmesi bir müs lüman için nasıl farz olmaz? Oysa Hz. Peygamber şöyle buyurmaktadır:[/COLOR][/SIZE][/FONT][/B] [B][FONT=Century Gothic][SIZE=4][COLOR=teal]İnsanoğlunu şu üç şey helâk eder: Kendisine boyun eğilen cimrilik, arkasından gidilen heva (arzular), kişinin kendi sini beğenmesi.68[/COLOR][/SIZE][/FONT][/B] [B][FONT=Century Gothic][SIZE=4][COLOR=teal]Bu helâk edici özelliklerden insanların kendilerini kurtarma ları pek o kadar kolay değildir.[/COLOR][/SIZE][/FONT][/B] [B][FONT=Century Gothic][SIZE=4][COLOR=teal]İleride haklarında tafsilat vereceğimiz kalbin halleri, kibir, ucûb ve benzeri çirkin sıfatlar yukarıda sözü edilen üç helâk edici sebebe bağlıdırlar. Bunları kalpten söküp atmak ise farz-ı ayn'dır. Sökülüp atılmaları da ancak hallerini bilmek, sebeplerini yerine getirmekle olur. Sebeb ve müsebbibi bilinmediği takdirde bunu yapmak imkân dahilinde olmadığı içindir ki sebeb ve illeti mutlaka bilmek gerekir.[/COLOR][/SIZE][/FONT][/B] [B][FONT=Century Gothic][SIZE=4][COLOR=teal]Halk, helâk edici vasıflar arasında zikrettiğimiz bu farz-ı ayn ların çoğunu, ne yazık ki faydasız şeylerle meşgul oldukları için terketmek durumuna düşmüşlerdir.[/COLOR][/SIZE][/FONT][/B] [B][FONT=Century Gothic][SIZE=4][COLOR=teal]Müslüman olan bir kimseye imandan sonra cennete, cehen neme, haşre ve ölümden sonra dirilmeye imanın öğretilmesi gere kir. Çünkü bunlara inanmayan insan kelime-i şehadet'i tamamlamamış olur.[/COLOR][/SIZE][/FONT][/B] [B][FONT=Century Gothic][SIZE=4][COLOR=teal]Ayrıca Hz. Muhammed'in peygamber olduğunu tasdik ettikten sonra, tebliğ ettiklerini de bilmek gerekir ki o da Allah'a ve Rasûlü'ne itaat eden kiinseye cennet, isyan edene ise cehennem olduğunu bilmektir.[/COLOR][/SIZE][/FONT][/B] [B][FONT=Century Gothic][SIZE=4][COLOR=teal]Şu söylediklerimiz üzerinde düşünüldüğü takdirde doğru yo lun bu olduğunda şüphe kalmaz ve gayet iyi bilinir ki, gece ve gün düzün akıntılarına kapılıp giden her kul, ibadetlerinde ve muame lelerinde yeni yeni ortaya çıkan hâdiselerden uzak değildir. Kendisine yeni farzlar terettüb eder ve az da olsa ortaya çıkan her yeni hâdiseyi sorup öğrenmesi gerekir. Meydana gelmesi muhte mel hâdiseleri de sorup öğrenmesi ve bu hususta acele davran ması gerekir.[/COLOR][/SIZE][/FONT][/B] [B][FONT=Century Gothic][SIZE=4][COLOR=teal]Hz. Peygarnber'in İlim öğrenmek kadın, erkek her müslü mana farzdır' hadisindeki ilim kelimesi ile müslümanlara farz olan amelin ilmini bilmek kasdedildiğine göre, bu ilmin öğreniminin tedricî bir vasıf taşıdığı ve vâcib olmasının vakte bağlı olduğu açıklık kazanmış demektir.[/COLOR][/SIZE][/FONT][/B] [B][FONT=Century Gothic][SIZE=4][COLOR=red]Farz-ı Kifaye Olan İlimler[/COLOR][/SIZE][/FONT][/B] [B][FONT=Century Gothic][SIZE=4][COLOR=teal]İlimler bölümlere ayrılmadıkça hangisinin farz olduğu, han gisinin olmadığı kesin bir şekilde anlaşılamadığı için, ilimleri vasıflarına göre bölümlere ayırmak doğru bir sonuca ulaşmak için şarttır.[/COLOR][/SIZE][/FONT][/B] [B][FONT=Century Gothic][SIZE=4][COLOR=red]İlimler esas itibariyle şer'î (dinî) ilimler ve şer'î (dinî) olmayan ilimler şeklinde ikiye ayrılır:[/COLOR][/SIZE][/FONT][/B] [B][FONT=Century Gothic][SIZE=4][COLOR=teal][COLOR=red]Şer'î (dinî) ilimler[/COLOR] ile peygamberlerin getirdiği ilim kastedil mektedir ki bu ilim, matematik ilmi gibi akılla, tıb ilmi gibi de neyle, lisan gibi işitmekle elde edilemez.[/COLOR][/SIZE][/FONT][/B] [COLOR=teal][B][SIZE=4][FONT=Century Gothic][COLOR=red]Şer'î (dinî) olmayan ilimler[/COLOR] ise, mahmûd , mezmûm ve mübah ilimler olmak üzere üç bölüme ayrılır.[/FONT][/SIZE][/B][/COLOR] [B][FONT=Century Gothic][SIZE=4][COLOR=teal]Mahmûd (Övülen) ilimler, tıb ve hesab ilmi gibi dünya işlerim ıslah edici ilimlerdir ki bu ilim de öğrenilmesi farz-ı kifâye olanlar ve öğrenilmesinde fazilet bulunanlar olmak üzere ikiye ayrılır:[/COLOR][/SIZE][/FONT][/B] [B][FONT=Century Gothic][SIZE=4][COLOR=teal]Öğrenilmesi farz-ı kifâye olan kısım, dünya işlerinin ıslahında gerekli olan (bedenin sağlıklı tutulabilmesi için lüzumlu olan tıb ilmi; ticarî ilişkiler, vasiyetler ve miras gibi hususlarda bilinmesi zarurî olan hesap ilimleri gibi) ilimlerdir. Eğer bir memlekette bu ilimleri bilenler kalmazsa, o memleket halkının tamamı günah kâr sayılır. Fakat bir beldede bu ilimleri bilen bir kişi de olsa, diğerlerinin üzerinden bu zorunluluk düşer ve öğrenme sorum luluğu kalkar.[/COLOR][/SIZE][/FONT][/B] [B][FONT=Century Gothic][SIZE=4][COLOR=teal]Tıb ve matematik ilimlerinin farz-ı kifâye olduğunu söyleme miz sizi şaşırtmasın; zira bu iki ilim gibi; çiftçilik, dokumacılık, si yaset, tababet ve terzilik sanatları ve diğer sanatların esaslı ilim leri de farz-ı kifâye'dir.[/COLOR][/SIZE][/FONT][/B] [B][FONT=Century Gothic][SIZE=4][COLOR=teal]Eğer İslâm diyarında kendisine tedavi olunacak kimseler (doktorlar) bulunmazsa, müslümanlar helâk olurlar; kendilerini felâkete'sürüklemiş olmaları sebebiyle de topyekün sorumludur lar. Çünkü derdi'veren Allah, o derdin devasını da vermiştir. O de Yayı bulacak kabiliyeti de insanoğluna bahsetmiştir. Bu bakımdan İslâm diyarında, sözü edilen ilimleri yeterince bilenler bulunmalıdır. Bunu öğrenmemek, müslümanları felâketle başbaşa bırakmaktır ki, böyle bir hareket hiçbir şekilde doğru olmaz.[/COLOR][/SIZE][/FONT][/B] [B][FONT=Century Gothic][SIZE=4][COLOR=teal]Farz olmayan ve fakat öğrenilmesinde fazilet bulunan ilimlere gelince, bunlar sözünü ettiğimiz ilimlerin derinlerine (ayrıntılarına) inmek, esasta pek zarurî olmayan ince ve hassas noktalarıyla meşgul olmaktır. (Nitekim bu ilimlerde derinliğine bilgi sahibi olmak, müslümanlara büyük faydalar sağlayacağı için, bu dallarda derinleşen âlimlere büyük değer verilmiştir).[/COLOR][/SIZE][/FONT][/B] [B][FONT=Century Gothic][SIZE=4][COLOR=teal]Mezmum (Yerilen) ilimlere gelince, bunlar sihir, tılsım, hipno tizma, el çabukluğu ve göz boyacılığı ile yapılan marifetlerdir.[/COLOR][/SIZE][/FONT][/B] [B][FONT=Century Gothic][SIZE=4][COLOR=teal]Mübah ilimlere gelince, bunlar şiirler ile milletlerin geçmişlerini anlatan, tarihî hâdiseleri bildiren ilimlerdir.[/COLOR][/SIZE][/FONT][/B] [B][FONT=Century Gothic][SIZE=4][COLOR=teal]İzah etmeye çalıştığımız şer'î (dinî) ilimler e gelince, onların tamamı makbuldür. Fakat bazen şer'î ilimlerden olduğu zanne dildiği halde, aslında şer'î ilimlerle alâkası olmayanları vardır ki bunlar esasında mezmûm (zemmedilmiş) ilimlerdir. [/COLOR][/SIZE][/FONT][/B] [B][FONT=Century Gothic][SIZE=4][COLOR=red]Makbûl ilimler ise usûl, fürû, mukaddimât ve mütemmimdi olmak üzere dört bölüme ayrılırlar.[/COLOR][/SIZE][/FONT][/B] [B][FONT=Century Gothic][SIZE=4][COLOR=red]Birinci Bölüm (Usûl)[/COLOR][/SIZE][/FONT][/B] [B][FONT=Century Gothic][SIZE=4][COLOR=teal][COLOR=red]a) Kitab[/COLOR][/COLOR][/SIZE][/FONT][/B] [COLOR=teal][B][SIZE=4][FONT=Century Gothic][COLOR=red]b) Sünnet[/COLOR][/FONT][/SIZE][/B] [B][SIZE=4][FONT=Century Gothic][COLOR=red]c) İcmâ-i Ümmet[/COLOR][/FONT][/SIZE][/B] [B][SIZE=4][FONT=Century Gothic][COLOR=red]d) Asar (sahabe sözleri)[/COLOR][/FONT][/SIZE][/B] [/COLOR] [B][FONT=Century Gothic][SIZE=4][COLOR=teal]İcmâ-i Ümmet'in asıl olması, Sünnet'e dayanmasından kay naklanmaktadır. Bu bakımdan îcmâ-i Ümmet üçüncü derecede bir hüccettir.[/COLOR][/SIZE][/FONT][/B] [B][FONT=Century Gothic][SIZE=4][COLOR=teal]Âsar (sahabe sözleri) de aynı İcmâ gibi Sünnet'e dayalıdır. Çünkü sahabîler Rasûlullah'ı bizzat görmüşler ve bunun için de ahvalin karinelerini başkalarına nisbetle çok daha iyi idrak etmişlerdir. Çoğu zaman ibareler, karinelerin ifade etmek istediği hakikatleri ifade etmekten aciz kalırlar. İşte âlimlerin, ashabın sözlerinde ve amellerinde bildirilen ölçülere uymayı ve bu ölçüler den ayrılmayı şeriatın temcilerinden saymaları bu sebebe dayanır. Tabii bunun da muayyen şartları vardır. Ancak burada bu şartları zikretmek uygun düşmez.[/COLOR][/SIZE][/FONT][/B] [B][FONT=Century Gothic][SIZE=4][COLOR=red]İkinci Bölüm (Füruat)[/COLOR][/SIZE][/FONT][/B] [B][FONT=Century Gothic][SIZE=4][COLOR=teal]Fürûat yukarıda zikredilen asıllardan elde edilir. Ancak bun lar lâfızlarla değil, keskin zekâlar vasıtasıyla elde edilen mesele lerdir. Bu ince mânâları kavrayanların anlayış ve idrâkleri, ağızdan çıkan lâfızların ifade ettiği mânâlardan daha başka mân âlar çıkarabilecek derecede geniştir. [/COLOR][/SIZE][/FONT][/B] [B][FONT=Century Gothic][SIZE=4][COLOR=teal]Örneğin Hz. Peygamberin 'Kadı (hâkim) öfkeli iken hüküm veremez'69 hadîsinden; kadı'nm def-i hâcet bakımından sıkışması, hasta veya acıkmış olması ânında da hüküm veremeyeceği neticesi çıkarılmıştır.[/COLOR][/SIZE][/FONT][/B] [B][FONT=Century Gothic][SIZE=4][COLOR=red]Fürûat iki kısma ayrılır:[/COLOR][/SIZE][/FONT][/B] [B][FONT=Century Gothic][SIZE=4][COLOR=teal][COLOR=red]1. Dünya meseleleriyle ilgili ilimler[/COLOR]: Bunları fıkıh kitapları ele alır ve bu işlerle meşgul olanlar fakihlerdir. Fakihler ise dünya âlimleridir. (Dünya işlerini bilen ve çözen kimselerdir).[/COLOR][/SIZE][/FONT][/B] [B][FONT=Century Gothic][SIZE=4][COLOR=teal][COLOR=red]2. Âhiret[/COLOR][COLOR=red] meseleleriyle ilgili ilimler[/COLOR]: Bunlar ahlâkın çirkinini, güzelini ve kalbin hallerini bildiren ilimlerdir. Bu ilimler Allah indinde makbul olan veya olmayan halleri bildirirler. Nitekim bu kitabımızın son bölümü bu konuyu açıklığa kavuşturmaktadır.[/COLOR][/SIZE][/FONT][/B] [B][FONT=Century Gothic][SIZE=4][COLOR=teal]Kalbî ibadetler ve âdetlerin de âzalar üzerindeki tesiri bu bölümde anlatılmaktadır.[/COLOR][/SIZE][/FONT][/B] [B][FONT=Century Gothic][SIZE=4][COLOR=red]Üçüncü Bölüm (mukaddimât)[/COLOR][/SIZE][/FONT][/B] [B][FONT=Century Gothic][SIZE=4][COLOR=teal]Bunlar bir fikri, bir düşünceyi anlatmaya yarayan lûgat ve na hiv gibi ilimlerdir. Zira Lûgat ve Nahiv ilimleri, Allah'ın kitabını ve Rasûlü'nün sünnetini bilmemize yardım eden en gerekli âlet lerdir. Lûgat ve Nahiv ilimleri esasında şer'î ilimler grubuna da hil değildir. Fakat bu iki ilmi bilmek ve onlarda söz sahibi olmak; şer'î ilimleri bilmek ve iyice öğrenmek için büyük bir ihtiyaçtır. Zira Allah'ın Kitabı Arap diliyle nazil olmuştur. Bu bakımdan şeriat, ancak Arap dilini bütün detaylarıyla bilenler tarafından anlaşılır. Bu nedenle ilâhî şeriatın nâzil olduğu dilin lûgatinı bil mek, şeriatın bilinmesinde başlıca müessir olmaktadır.[/COLOR][/SIZE][/FONT][/B] [B][FONT=Century Gothic][SIZE=4][COLOR=teal]Bu âletlerden biri de yazının bilinmesi ise de, yazının bilinmesi o kadar zarurî değildir; zira Hz. Peygamber ümmî idi, yazı bil mezdi.70[/COLOR][/SIZE][/FONT][/B] [B][FONT=Century Gothic][SIZE=4][COLOR=teal]Bir kişi her dinlediğini ezberliyebiliyorsa, yazıyı bilmesi ge rekmez. Fakat böyle bir vasıftan yoksun kimseler için yazıyı bilmek çoğu zaman zarurî ve şarttır.[/COLOR][/SIZE][/FONT][/B] [B][FONT=Century Gothic][SIZE=4][COLOR=red]Dördüncü Bölüm (Mütemmimât)[/COLOR][/SIZE][/FONT][/B] [B][FONT=Century Gothic][SIZE=4][COLOR=teal]Bu, Kur'an ilimlerinde meydana gelen bir durumdur. Zira Kur'an ilimleri, lâfızlarla ilgili olarak harflerin mahreçleri, tecvi din öğrenilmesi ve mânâ ile ilgili tefsir ilmine taksim edilmektedir ki bu ilim de tıpkı Lûgat ve Nahiv ilimleri gibi işitmekle elde edilir ve bir başkasına nakledilir. Çünkü Lûgat ilmi kendi başına Tefsir İlmi için yeterli olmamaktadır.[/COLOR][/SIZE][/FONT][/B] [B][FONT=Century Gothic][SIZE=4][COLOR=teal]Bir de Kur'an ilimleri, Kur'an'ın ahkâmıyla ilgili olarak Nâsih ve Mensuh, Am ve Hâs, Nas ve Zâhir ve bir kısım ayetlerin diğerleriyle nasıl kullanılabileceği gibi hükümlere taksim olunur. Buna Usûl-uı Fıkıh ilmi denilmektedir. Bu ilim aynı zamanda Sünnet-i de içine almaktadır.[/COLOR][/SIZE][/FONT][/B] [B][FONT=Century Gothic][SIZE=4][COLOR=teal]Ashab'dan gelen rivayetlerdeki tamamlayıcı unsurlara gelince; bunlar, rivayetleri nakleden kişileri, onların isimlerini, ne seblerini ve sahabîlerin isimlerini ve özelliklerini bilmektir.[/COLOR][/SIZE][/FONT][/B] [B][FONT=Century Gothic][SIZE=4][COLOR=teal]Râvilerin âdil, güvenilir ve zayıf olanlarını ayırabilmek için şahsî hallerinin bilinmesi; mürsel hadîsi, müsned hadîsten ayırabilmek için yaşlarının bilinmesi gibi malûmatlardır. İşte bü tün bunların hepsine birden şer'î ilimler denmektedir ve hepsi de makbul ve mübah olan ilimlerdir. Hattâ bütün bu ilimler farz-ı ki fâye olan ilimlere dahildir. Bana Fıkıh İlmi'ni niçin dünya ilmi olarak gösterdiğim sorulacak olursa şöyle derim:[/COLOR][/SIZE][/FONT][/B] [B][FONT=Century Gothic][SIZE=4][COLOR=teal]Allah Teâlâ (c.c) Hz. Adem'i topraktan, zürriyetini de çamur dan ve atılan bir damla sudan yarattı. Onları erkeklerin belinden anaların rahmine aktardı. Anaların rahminden dünyaya, dünya dan mezara, oradan hesab yerine; oradan da cennete veya cehenneme gönderecektir. İşte insanın başı ve sonu bu devrelerden ibarettir. Allah Teâlâ dünyayı ahiret azığını temin etme yeri olarak yarattı ki insanoğlu kendisine yarayan azığını alsın! Demek ki in sanoğlu bu azığı adalet dairesinde alırsa, aralarında bir husumet kalmamış olur. Böyle olunca da fakihlerin bulunmasına gerek de kalmaz. Çünkü husumet ve kavganın olmadığı bir yerde fakih için yapılacak iş yoktur.[/COLOR][/SIZE][/FONT][/B] [B][FONT=Century Gothic][SIZE=4][COLOR=teal]Fakat insanoğlu dünyaya şehvetleriyle bağlıdır. Bu böyle olduğu içia de kısanlar arasında birtakım husumetlerin doğması kaçınılmaz olur. Onun için bu husumetleri giderici bir otoriteye ih tiyaç vardır. Yönetimde söz sahibi olanlar da toplumu idare edebilmek için kanunlara ihtiyaç duyarlar. [/COLOR][/SIZE][/FONT][/B] [B][FONT=Century Gothic][SIZE=4][COLOR=teal]Fakih ise, bu siyasete ilişkin yasaları bilen kişidir. Şehvet hissiyle aralarına husumet gi ren insanları, ancak onların aracılığı ve vasıtası ile uzlaştırmak mümkün olabilmektedir. [/COLOR][/SIZE][/FONT][/B] [B][FONT=Century Gothic][SIZE=4][COLOR=teal]Böyle olunca fakih, sultanın öğretmeni ve sultanın siyasetini halka ileten en önemli vasıtadır. Halk için ka nunlar yaparak onları zabt u rabt altına alabilen kimse fakihtir. Sultanın siyasetini düzenlemekten maksat; halkın dünya hayatını bir düzen içine sokmak, durumlarını ayarlamak, düzensiz ve başıboş bir hayat yaşamalarına imkân vermemektir.[/COLOR][/SIZE][/FONT][/B] [B][FONT=Century Gothic][SIZE=4][COLOR=teal]Yemin ederim ki Fıkıh İlmi ne kadar dünyayla ilgili ise, o ka dar da dinle ilgilidir. Fakat dinle olan alâkası, dünya vesilesiyle olmaktadır; zira dünya ahiretin tarlasıdır. Din ancak dünya ile tamam olur. Sultanlık ile din ikiz kardeştir. Din esas unsur, sultan da onun nöbetçisidir. Aslı ve temeli olmayan bir şeyin yıkılacağı yıkılmaya mahkûm olduğu herkesin malûmudur. Nöbetçisi bulunmayan bir malın da yağma edileceği açıktır. [/COLOR][/SIZE][/FONT][/B] [B][FONT=Century Gothic][SIZE=4][COLOR=teal]Yönetim ve halkın idaresi ancak bir sultanın varlığı ile mümkün dür. Sultan da hüküm verebilmek için fakihlere muhtaçtır; çünkü onların düzenlediği kanunlarla hükmeder. Sultanla halkı idare etmek, nasıl din ilminin öncelikli vasfı değil, ancak bir tamam layıcısı ve yardımcısı ise, saltanatı yürüten siyaseti bilmek de aynı şeydir.[/COLOR][/SIZE][/FONT][/B] [B][FONT=Century Gothic][SIZE=4][COLOR=teal]Herkesin malûmudur ki hac ibâdeti, ancak soygunculardan emin olunduğu zaman tamamlanır. Fakat hac ayrı bir şey, hac yolunda olmak ayrı bir şeydir. Haccm tamamlayıcısı olan yol emniyetine onun kanunlarına ve bilgisine sahip olmak da ayrı bir şeydir.[/COLOR][/SIZE][/FONT][/B] [B][FONT=Century Gothic][SIZE=4][COLOR=red]Özetle Fıkıh İlmi, koruyuculuk ve siyaset yollarını bilmekten başka birşey değildir. Bunun delili de şu hadîstir:[/COLOR][/SIZE][/FONT][/B] [B][FONT=Century Gothic][SIZE=4][COLOR=teal]Halka ancak üç kimse fetva verir: Emîr, emîre bağlı memur veya kendiliğinden ilmine güvenerek bu vazifeyi yapmakla kendini mükellef sayan kimse!71[/COLOR][/SIZE][/FONT][/B] [B][FONT=Century Gothic][SIZE=4][COLOR=teal]Fetva veren emîr, devletin başkanı oran kimsedır. Çünkü selef-i Sâlihîn zamanında devlet başkanları aynı zamanda fetva ma kamında olan kimselerdi.[/COLOR][/SIZE][/FONT][/B] [B][FONT=Century Gothic][SIZE=4][COLOR=teal]Hükûmet işlerine bakan memurlar ise, devlet başkanının ve killeridir.[/COLOR][/SIZE][/FONT][/B] [B][FONT=Century Gothic][SIZE=4][COLOR=teal]Üçüncüsü ise, emîr ile memurun dışında kalan kimselerdir ki bu kimseler, ihtiyaç olmadığı halde bu vazifeyi gönüllü olarak ya parlar.[/COLOR][/SIZE][/FONT][/B] [B][FONT=Century Gothic][SIZE=4][COLOR=teal]Ashab fetva vermekten sakınırdı. Hattâ biri sual sorarsa cevap vermemek için soranı başka bir sahabîye gönderirdi. Herkes böyle davranarak fetva vermekten kaçınırdı. Fakat Kur'an'dan ve ahiret hallerinden sorulduğu zaman, hiç çekinmeden ve bıkmadan usanmadan cevap verirlerdi.[/COLOR][/SIZE][/FONT][/B] [B][FONT=Century Gothic][SIZE=4][COLOR=teal]Yukarıdaki hadîsin bazı rivayetlerinde mükellef (kendili ğinden ilmine güvenerek bu vazifeyi yapmaya kendini mecbur hisseden) yerine, mürâi (riyakârlıktan dolayı fetvaya yönelen ve fakat fetvasına ihtivaç bulunmayan) kelimesi geçmektedir. [/COLOR][/SIZE][/FONT][/B] [B][FONT=Century Gothic][SIZE=4][COLOR=teal]Gerçekten de kendiliğinden fetvâ gösterisinde bulunan kimse, tak vâsını tehlikeye sokmuş kişi durumuna düşer ki; bu kişiler rütbe ve servet elde etmek için böyle davranırlar. Çünkü böyle bir niyet taşımasalardı, böyle bir tehlikeye atılmaktan kaçınırlardı.[/COLOR][/SIZE][/FONT][/B] [B][FONT=Century Gothic][SIZE=4][COLOR=teal]Fıkıh İlminin husumetler, mesûliyetler, cezalar ve yaralama fiilleri ile ilgilenmesi bakımından dünya ilmi olduğu kabul edilebi lirse de, namaz ve oruç gibi ibadetlerle ilişkili olan bölümü ya da haram ve helâlin tarifini,bildiren muamelat bölümü itibarıyla aynı kategoriye sokulması mümkün değildir' şeklinde bir itiraz gelecek olursa, şu şekilde bir cevap veririz:[/COLOR][/SIZE][/FONT][/B] [B][FONT=Century Gothic][SIZE=4][COLOR=teal]Fakihin sözünü ettiği amellerden ahiret amellerine en yakın olanları üç kısımdır:[/COLOR][COLOR=red] 1. İslâm, 2. Namaz ve zekât, 3. Helâl ve haram[/COLOR][/SIZE][/FONT][/B] [B][FONT=Century Gothic][SIZE=4][COLOR=teal]Şayet bir fakihin bu üç bölümdeki görüşlerinin son olarak ulaştığı neticeyi düşünecek olursanız, fakihin bu konularda da dünya sınırlarını geçip, ahiret sınırlarına girmediğini görürsü nüz. Fakihin bu üç konu hakkındaki durumunun bu şekilde olduğu bilindikten sonra, diğer meseleler hakkındaki durumu daha kolay bilinir.[/COLOR][/SIZE][/FONT][/B] [B][FONT=Century Gothic][SIZE=4][COLOR=teal]İslâm'a, gelince, Fakih bu konuda da sadece sahih, fâsid ve bunların şartları hakkında konuşabilir. Fakih bu konuda lâfızdan başka bir şeye bakamaz. Kalp, fakihin konusu dışındadır. Çünkü Hz. Peygamber, kılıç ve saltanat sahiplerini kalbi bilmekten 'Onun kalbini mi yarıp baktın?'72 buyurmak suretiyle uzaklaştırmıştır.[/COLOR][/SIZE][/FONT][/B] [B][FONT=Century Gothic][SIZE=4][COLOR=teal]Hz. Peygamber (s.a) bu sözü, kelime-i şehadet getiren bir kim seyi öldüren bir sahabîye söylemiştir. Çünkü o sahabî, düşmanı öl dürmesinin sebebi olarak; öldürdüğü adamın, kılıcından korkarak kelime-i şehadet getirdiğini ileri sürmüştü.[/COLOR][/SIZE][/FONT][/B] [B][FONT=Century Gothic][SIZE=4][COLOR=teal]Kılıç zoruyla imana gelen kişinin imanının sahih olduğuna hükmetmek fakihin vazifesidir. Halbuki fakih gayet iyi bilir ki, kılıç zoruyla imana girmiş bir kimsenin imanı sağlam değildir ve fikrini her zaman değiştirmesi mümkündür. Çünkü kalbindeki cehalet perdesini yırtmış değildir. Aksine boynuna inecek kılıcın zoruyla ve malına el konması korkusuyla müslüman olmuştur. Onun lisanen söylediği kelime-i şehadet; boynunu kılıçtan, malını ise yağmadan korumuştur. Yeter ki kelime-i şehadet getirmeden önce boynu uçmamış, malı yağma edilmemiş olsun! Dolayısıyla bu hüküm ancak dünyada geçerli bir hükümdür.[/COLOR][/SIZE][/FONT][/B] [B][FONT=Century Gothic][SIZE=4][COLOR=teal]Nitekim bu sırrı açıklamak maksadıyla Hz. Peygamber şöyle buyurmuştur:[/COLOR][/SIZE][/FONT][/B] [B][FONT=Century Gothic][SIZE=4][COLOR=teal]Lâ ilâhe illâllah deyinceye kadar insanlarla savaşmakla emrolundum. Bu kelimeyi söylemeleri halinde mallarını ve canlarını benden korumuş olurlar,73[/COLOR][/SIZE][/FONT][/B] [B][FONT=Century Gothic][SIZE=4][COLOR=teal]Hz. Peygamber bu kelimenin tesirinin sadece can ve mal üze rinde olduğunu vurgulamıştır. Âhirette malın ve canın hiçbir kıymetinin olmadığı herkesin malûmudur. Ahirette sadece kalp lerin nûru, sırrı ve ihlası insana fayda verecektir. Bunlar ise fıkhın ilgilendiği hususların dışındadır. Şayet fakih, bu tür konu lara dalarsa kelâm ve tıb ilimlerine dalmış gibi kendi sahasının dışına çıkmış olur.[/COLOR][/SIZE][/FONT][/B] [B][FONT=Century Gothic][SIZE=4][COLOR=teal]Namazda, gelince, fakih her kılman namazın sahih olduğuna hükmetmekle mükelleftir. Şayet zahirî şartlara uyularak namaz kılınmışsa, bu namazın sahih olduğunu tasdik etmek fakihin kaçınamayacağı bir haldir.[/COLOR][/SIZE][/FONT][/B] [B][FONT=Century Gothic][SIZE=4][COLOR=teal]Dış şartları yerine getirerek namaz kılan kişi, namaz kılma esnasında ister çarşıdaki alışverişle meşgul olsun, isterse bir takım şahsî hesaplarını düşünsün; fakih onun namazının sahih olduğunu kabul etmek mecburiyetindedir. Tahrim tekbiri geti rildiği zaman fakihe göre de kalp huzuru şarttır. Gaflet içinde kılman bu namaz dil ile söylenen kelime-i şehadet İslâm'a bir fayda vermediği gibi kişiye ahirette hiçbir fayda vermez. Fakat sa dece dil ile söylenen kelime-i şehadet'i ve sadece zahirî şartlara ri ayet edilerek kılınmış namazı fakih sahih kabul etmek zorundadır. Çünkü dil ile kelime-i şehadet getirmiş kişi emre uymuş sayılır; öldürülmesi veya tekdir edilmesi hükmü ortadan kalkmıştır.[/COLOR][/SIZE][/FONT][/B] [B][FONT=Century Gothic][SIZE=4][COLOR=teal]Ahiret amellerinden olan kalbin huzur ve huşûu'na gelince ki zâhirî amellerin ancak bunların olması halinde yararı olur fakih bundan bahsetmeye ve bunun inceliklerini araştırmaya yetkili değildir. Şayet böyle bir araştırma yapmaya kalkarsa, kendi sa hasının dışına çıkmış olur.[/COLOR][/SIZE][/FONT][/B] [B][FONT=Century Gothic][SIZE=4][COLOR=teal]Zekât'a gelince, fakih, sultanın isteğini yerine getiren sınırlara kadar bakar. Kişi zekâtını vermekten kaçsa, sultan da ondan bu zekâtı zorla alsa; fakih böyle bir insanın zekât mükellefiyetinden kurtulmuş olduğuna hükmetmek zorundadır.[/COLOR][/SIZE][/FONT][/B] [B][FONT=Century Gothic][SIZE=4][COLOR=teal]Rivayet edildiğine göre, Kadı Ebu Yusuf74 senenin sonunda zekâtını düşürmek için kendi malını hanımına hibe eder ve hanımının malını da kendisine hibe ettirirmiş. Onun bu durumu İmam Ebu Hanife'ye bildirildiğinde, Ebu Hanife şöyle demiştir: 'Bunu, fıkhı (yasaların inceliklerini) bilmesi sayesinde yapabili yor'.[/COLOR][/SIZE][/FONT][/B] [B][FONT=Century Gothic][SIZE=4][COLOR=teal]Gerçekten de Ebu Hanife doğru söylemiştir. Çünkü Ebu Yusuf un böyle yapabilmesi dünyada geçerli olan fıkıh ilmini iyi bilmesi sayesindeydi. Fakat ahirette bunun vebâli diğer suçların vebâlinden daha büyüktür. Bu nedenle bu şekildeki olumsuzluk lara açık kapı bırakan her ilim zarar verici ilimlerden sayılır.[/COLOR][/SIZE][/FONT][/B] [B][FONT=Century Gothic][SIZE=4][COLOR=red]Helâl ve haram'a gelince, haramdan kaçınmak dindendir. Fakat takvanın da dört derecesi vardır.[/COLOR][/SIZE][/FONT][/B] [B][FONT=Century Gothic][SIZE=4][COLOR=red]1. Şahidlik yapabilmek için gereken adalet sıfatını haiz olacak derecede takvâ ki bu takvâyı terketmekle insan şahidlik, kadılık ve valilik yapma hakkını kaybeder. Bu takvâ, açık haramlardan sakınma hâlidir.[/COLOR][/SIZE][/FONT][/B] [B][FONT=Century Gothic][SIZE=4][COLOR=red]2. Sâlihlerin takvası ki şüphe ihtimali taşıyan hususlardan sakınmaktır... [/COLOR][/SIZE][/FONT][/B] [B][FONT=Century Gothic][SIZE=4][COLOR=teal]Nitekim Hz. Peygamber şöyle buyurmuştur:[/COLOR][/SIZE][/FONT][/B] [B][FONT=Century Gothic][SIZE=4][COLOR=teal]Seni şüpheye düşüreni terket; şüpheye düşürmeyene koş!75[/COLOR][/SIZE][/FONT][/B] [B][FONT=Century Gothic][SIZE=4][COLOR=teal]Günah, kalpleri kaplayıp tesiri altına alan ve şüphelere yol açan elemden ibarettir!76[/COLOR][/SIZE][/FONT][/B] [B][FONT=Century Gothic][SIZE=4][COLOR=red]3. Muttakîlerin, takvası ki haram olur korkusuyla katıksız helâli terketmektir. [/COLOR][/SIZE][/FONT][/B] [B][FONT=Century Gothic][SIZE=4][COLOR=teal]Nitekim Hz. Peygamber şöyle buyurmuştur:[/COLOR][/SIZE][/FONT][/B] [B][FONT=Century Gothic][SIZE=4][COLOR=teal]Kişi, zarar verenin korkusundan zararsız şeyleri terketmedikçe, muttakîlerden olamaz.77[/COLOR][/SIZE][/FONT][/B] [B][FONT=Century Gothic][SIZE=4][COLOR=teal]Gıybete girmemek için daima halkın iyi hallerinden bahset mek ve mahzurlu işleri yapmaya sevkeden şehvetin kabarıp heye cana gelmemesi için nefsin yemek istediği şeyleri ona yedirmemek gibi haller, bunun en iyi örnekleridir.[/COLOR][/SIZE][/FONT][/B] [B][FONT=Century Gothic][SIZE=4][COLOR=red]4. Sıddıkların takvası ki Allah'a yaklaştırıcı fiillerden uzak ol mamak için ömrünün bir ânını bile mâsivaya ait işlerle zâyi et memek, dünyanın herşeyinden yüzçevirmektir.[/COLOR][/SIZE][/FONT][/B] [B][FONT=Century Gothic][SIZE=4][COLOR=teal]Bu insan her ne kadar mâsivayla ilgilenmenin kendisini ha rama götürmeyeceğini bilse bile, yine de mâsivadan (dünyadan) elini eteğini çekmelidir.[/COLOR][/SIZE][/FONT][/B] [B][SIZE=4][FONT=Century Gothic][COLOR=teal]Şahidlere ve kadılara ait takvâ'ya. gelince, zahirde adalete aykırı düşmeyen ve aynı zamanda da ahirette günahları bertaraf etmeyen birinci dereceden başka bütün dereceler fakihin görüşü dışında kalır.[/COLOR][/FONT][/SIZE][/B] [B][FONT=Century Gothic][SIZE=4][COLOR=teal]Hz. Peygamber (s.a)Vabise78 hazretlerine şöyle buyurmuştur:[/COLOR][/SIZE][/FONT][/B] [B][FONT=Century Gothic][SIZE=4][COLOR=teal]Sana fetva verseler de, sana fetva verseler de, sana fetva ver seler de, sen yine fetvayı kendi kalbinden iste!79[/COLOR][/SIZE][/FONT][/B] [B][FONT=Century Gothic][SIZE=4][COLOR=teal]Fakih, kalplerin ahvalinden (kalplerin düştüğü şüphelerden ve şüphelerle nasıl amel ettiğinden) bahsedemez. Fakih ancak adaleti zedeleyici ve yokedici haller ve sıfatlar hakkında konuşabili.[/COLOR][/SIZE][/FONT][/B] [B][FONT=Century Gothic][SIZE=4][COLOR=teal]Demek ki fakihin vazifesi ahiret azığını hazırlama yeri olan dünya işlerini halletmeye bağlıdır. Şayet fakih kalbin sıfatlarından ve ahiretin ahkâmından bahsederse, bu, onun için ikinci plânda bir mesele olduğundan sözleri de ikinci planda kalır, Fakih tıpkı mesleği dışında kalan Tıb, Matematik, Astronomi ve Kelâm ilimle rine el atmak gibi, bazen da kalp ilimleri hakkında konuşur. [/COLOR][/SIZE][/FONT][/B] [B][FONT=Century Gothic][SIZE=4][COLOR=teal]Nitekim Hikmet ilmi bazen Nahiv ve Şiir ilmine karışır; ama bu ikinci derecede bir karışmadır.[/COLOR][/SIZE][/FONT][/B] [B][FONT=Century Gothic][SIZE=4][COLOR=teal]Zâhir ilminde asrının en büyüğü olan Süfyan es-Sevrî 'Fıkıh ilminin gayesi, ahiret azığı değildir' derdi. Nasıl olsun ki? [/COLOR][/SIZE][/FONT][/B] [B][FONT=Century Gothic][SIZE=4][COLOR=teal]Selef-i Sâlihîn ittifakla buyurmadılar mı ki ilmin şerefi kendisiyle amel etmektir? O halde zihar, liân, selem, icar ve sarf hususundaki bil giler nasıl fayda verecek birer amel sayılabilir? Allah'a mânen yakın olmak için bu ilimleri tahsil eden kişi mecnunun ta kendisi dir! Amel ancak kalp ve âzalarla yapılır. Şeref bu amellerdedir. Şayet 'Bedenin sıhhatine yarayan ve bundan dolayı dinin salâhıyla alâkası bulunan bir dünya ilmi olan tıb ile fıkıh ilmini neden birbi rine karıştırıp, neden aynı seviyede mütalaa ediyorsunuz? [/COLOR][/SIZE][/FONT][/B] [B][FONT=Century Gothic][SIZE=4][COLOR=teal]Sizin bu iddianız bütün müslümanların icmama muhalif bir iddiadır' der seniz, şöyle cevap veririz: İkisinin eşit olması gerekmez, zaten değildir de... Aralarında büyük farklar vardır.[/COLOR][/SIZE][/FONT][/B] [B][FONT=Century Gothic][SIZE=4][COLOR=red]Fıkıh İlmi diğer ilme nisbetle üç bakımdan daha izzetli, daha şerefli ve daha üstündür.[/COLOR][/SIZE][/FONT][/B] [B][FONT=Century Gothic][SIZE=4][COLOR=teal]1. Fıkıh, nübüvvetten (peygamberlikten) tevarüs edilmiş şer'î bir ilimdir. Tıb ilmi ise şerî ilimlerden değildir.[/COLOR][/SIZE][/FONT][/B] [B][FONT=Century Gothic][SIZE=4][COLOR=teal]2. Ahiret yolcuları hasta olsalar da, olmasalar da Fıkıh ilmine muhtaçtırlar. Tıb ilmine ise ancak bedenen hasta olanlar muhtaçtır.[/COLOR][/SIZE][/FONT][/B] [B][FONT=Century Gothic][SIZE=4][COLOR=teal]3. Fıkıh ilmi ahiret ilminin komşusudur. Zira Fıkıh ilmi âzaların yaptıklarına bakmak demektir. Âzada görülen amellerin kaynağı ise kalptir. Yâni insanın zâhirinde görülen hareketler,kalbinin dışta görülen birer tezahürüdür. İyi ameller ahirette insanı kurtaracak olan iyi ahlâktan, kötü ameller ise kötü ahlâktan doğarlar. Âzaların kalple ilgilerinin olduğu ise açık bir gerçektir.[/COLOR][/SIZE][/FONT][/B] [B][FONT=Century Gothic][SIZE=4][COLOR=teal]Bedenin hasta veya sıhhatli oluşuna gelince, onların kaynağı mizacın sağlam veya karışık olması hâlidir. Bu hal de bedenin ta biî özelliklerindendir, kalple alâkalı değildir. [/COLOR][/SIZE][/FONT][/B] [B][FONT=Century Gothic][SIZE=4][COLOR=teal]Dolayısıyla Tıb ilmi, ne zaman fıkıh ile mukayese edilirse edilsin, Fıkıh'ın Tıb'dan üs tün olduğu açıkça görülür. Âhiret ilmi de Fıkıh ile kıyas edildiği takdirde, bu sefer Ahiret İlmi'nın Fıkıh'tan üstün olduğu görülür.[/COLOR][/SIZE][/FONT][/B] [B][FONT=Century Gothic][SIZE=4][COLOR=teal]Ahiret yolunun ilmini her ne kadar bu ilmin tafsilâtı say makla bitmez ise de bilmek istersen, [COLOR=red]Ahiret İlmi'nin yolu iki kısımdır:[/COLOR][/COLOR][/SIZE][/FONT][/B] [B][FONT=Century Gothic][SIZE=4][COLOR=red]1. Mükâşefe İlmi[/COLOR][/SIZE][/FONT][/B] [B][FONT=Century Gothic][SIZE=4][COLOR=red]2. Muâmele İlmi[/COLOR][/SIZE][/FONT][/B] [B][FONT=Century Gothic][SIZE=4][COLOR=teal]Mükâşefe İlmi, bâtın ile ilgili bir ilimdir ve ilimlerin en son noktasıdır. Bu nedenle âriflerden bazıları şöyle demişlerdir: 'Bu ilimden nasibi olmayan kimsenin âkibetinden korkulur. Bu ilim den az pay sahibi olmak, onu tasdik etmek ve ona vâkıf bulunan büyüklerin hakkını teslim etmektir'.[/COLOR][/SIZE][/FONT][/B] [B][FONT=Century Gothic][SIZE=4][COLOR=teal]Başka biri de şöyle demiştir: 'Kimde iki sıfat bulunursa o kim seye ahiret ilminden bir kapı açılmaz. O iki haslet bid'at ve kibir dir'.[/COLOR][/SIZE][/FONT][/B] [B][FONT=Century Gothic][SIZE=4][COLOR=teal]Yine denildi ki: 'Dünya ile dost olan veya nefsinin arzularının arkasından koşan kişi ahiret yolunun ilmini elde edemez. Halbuki bütün ilimleri elde etmenin yolu, önce ahiret ilminin yolunu öğrenmiş olmaktır. Ahiret ilmini inkâr etmenin en hafif cezası, inkâr edenin o ilimden hiç pay alamamasıdır'. Şu şiir bu sözü tak viye etmektedir:[/COLOR][/SIZE][/FONT][/B] [B][SIZE=4][FONT=Century Gothic][COLOR=teal]Senden kaybolanın kaybına razı ol![/COLOR][/FONT][/SIZE][/B] [B][FONT=Century Gothic][SIZE=4][COLOR=teal]Çünkü bu öyle bir günahtır ki cezası içindedir.[/COLOR][/SIZE][/FONT][/B] [B][FONT=Century Gothic][SIZE=4][COLOR=teal]Bu ilim, yani mükâşefe ilmi sıddıkların ve Allah'a yakın olan ların ilmidir. Bu ilim, kalp temizlendiği, bütün kötü sıfatlardan so yunup nûra döndüğü zaman elde edilen bir ilimdir. O nûrlu hal den birçok hususlar inkişâf eder. Kişi daha önce o şeylerin isimle rini işittiğinden icmalen mânâlarını tahmin eder, fakat kalbi nûr hâline geldiğinde, bütün bu mânâları idrâk eder, Allah'ın zât-ı ul ûhiyetini, sıfatlarını, fiillerini, dünya ve ahireti yaratmasının hikmetini, ahireti dünyaya tercih edişinin hikmet ve sebeplerini eksiksiz bir şekilde anlamış olur. Aynı zamanda peygamberliğin, peygamberin, vahyin, şeytanın, melâike lâfzının ve şeytanlar sözü nün anlamını da bihakkın bilir. [/COLOR][/SIZE][/FONT][/B] [B][FONT=Century Gothic][SIZE=4][COLOR=teal]Yine meleğin peygamberlere nasıl göründüğünü, vahyin peygamberlere ne şekilde indiğini ve bun ların keyfiyetini bütün inceliklerine kadar anlar. Yer ve gök âlem lerinin sırrına vâkıf olur. Kalbin hallerini ve kalpteki şeytan ve me lekler arasında geçen mücadeleyi bütün açıklığı ile görür.[/COLOR][/SIZE][/FONT][/B] [B][FONT=Century Gothic][SIZE=4][COLOR=teal]Melekten gelen ilham ile, şeytanın vesvesesini ayırdedecek hassayı elde eder. Ahiretin, cennetin, cehennemin, kabir azâbının, sırat köprüsünün, mizanın ve hesab gününde olacakların keyfiyetini de apaçık bir şekilde bilir. 'Oku kitabını! Bugün sana hesab görücü olarak nefsin yeter! (İsra/14) ve 'Bu dünya hayatı ancak bir eğlence ve oyundan ibarettir. Âhiret yurdu ise, işte o gerçek ha yattır, eğer bir bilselerdi../ (Ankebût/64) ayetlerinin mânâsını hakkıyla anlar. Allah'la karşılaşmanın, O'nun cemâk-i ilâhîsine bakmanın ve ona manen yakınlaşmanın ne demek olduğunu aa anlar. En yüce cemaatin arkadaşlığı ile hâsıl olacak saadetin, me lekler ve peygamberlerle beraber olmanın anlamını da idrâk etmiş olur.[/COLOR][/SIZE][/FONT][/B] [B][FONT=Century Gothic][SIZE=4][COLOR=teal]Cennet ehlinin derecelerinin farkını ki bu fark bazı cennet ehli arasında o denli büyüktür ki; gökte parlayan yıldızlara biz nasıl bakıyorsak, bir kısım cennet ehli de yüksek derecedeki diğer cennet ehlinin durumlarına öylece hayran hayran bakacaktır hakkıyla bilip inanır.[/COLOR][/SIZE][/FONT][/B] [B][FONT=Century Gothic][SIZE=4][COLOR=teal]Daha sayılması çok uzan sürecek neler neler... Zira insanlar bu hakikatlerin esasını tasdik ettikten sonra, mânâlarda çeşitli kanaatlere sahip olurlar. İnsanların bir kısmı bütün bu hakikatlerin birer misal oldukları, Allah Teâlâ'nın salih kulları için hazırladığı nimetlerin, gözle görülmemiş, kulakla işitilmemiş ve hiç kimsenin hayal bile edemeyeceği şeyler olduğu düşüncesindedirler. Onlara göre halk sadece cennetin sıfatlarını ve isimlerini bilir; hakikatlerinden ise tamamen bihaberdir.[/COLOR][/SIZE][/FONT][/B] [B][FONT=Century Gothic][SIZE=4][COLOR=teal]Bir kısım insanlar da bu hakikatlarm bazılarını misal kabul ederken, diğer bir kısmı da lâfızlarından anlaşılan hakikatler olduklarına inanmaktadırlar.[/COLOR][/SIZE][/FONT][/B] [B][FONT=Century Gothic][SIZE=4][COLOR=teal]Bazıları da şu kanaattedirler; 'Allah'ı bilmenin en son zirvesi kulun kendi aczini kabul edip, O'na ilişkin hiçbir şeyi bilmediğini itiraf etmesidir'. Bazıları da Allah'ı bilmek hususunda büyük me selelerin varolduğunu iddia etmişlerdir.[/COLOR][/SIZE][/FONT][/B] [B][FONT=Century Gothic][SIZE=4][COLOR=teal]Bazıları ise, halkın ulaştığı noktanın sadece mârifetullah'ın târifi olduğunu söylemişlerdir. Halkın inancı ise şöyledir: Allah vardır, herşeyi bilir, herşeye güç yetirir, işitir, konuşur...[/COLOR][/SIZE][/FONT][/B] [B][FONT=Century Gothic][SIZE=4][COLOR=teal]Mükâşefe ilminden, gayemiz; perdenin, kaldırılması ve bütün bu işlerde açık bir şekilde hakkın şeksiz şüphesiz görülmesidir. [/COLOR][/SIZE][/FONT][/B] [B][FONT=Century Gothic][SIZE=4][COLOR=teal]Bu ise, insanın yaratılışına göre mümkün bir haldir. Fakat kalp aynası, dünya pisliğinin pasından arınmış ve temizlenmiş ise.,.[/COLOR][/SIZE][/FONT][/B] [B][FONT=Century Gothic][SIZE=4][COLOR=teal]Âhiret İlmi'nden kastımız; kalp aynasının pislikten temizlen mesini bize bildiren ilimdir. O aynayı kaplayan kirler, Allah'ın zâtına, sıfatlarına ve fiillerine perde olur. Bu aynanın temizlen mesi ise, ancak şehvetlerden korunmak ve her hâlinde peygamber lere tâbi olmakla mümkündür. Ayna ne kadar temizlenirse ve hakkın aynası olursa, hakikatları o nisbette aksettirir. Bu merte beye çıkmak için, daha sonraki bölümlerde gösterilecek riyazet yo lunu takip etmek, öğrenmek ve öğretmek gerekir. İşte kitaplarda yazılmayan, ancak ehline açılan ilimler bunlardır. Bu ilim, ancak ehli olan kimselere müzakere yoluyla açılabilir. [/COLOR][/SIZE][/FONT][/B] [B][FONT=Century Gothic][SIZE=4][COLOR=teal]Nitekim Hz. Peygamber şöyle buyurmuştur:[/COLOR][/SIZE][/FONT][/B] [B][FONT=Century Gothic][SIZE=4][COLOR=teal]İlimden bir kısım vardır ki, gizlenmiş mücevherât gibidir. Onu ancak Allah'ı bilenler (arifler) bilirler. Allah'ı bilenler bu ilimden söz ettiklerinde, onların sözlerini sadece Allah'tan gafil olan kimseler anlamazlar. Allah Teâlâ'nın bu ilmi kendisine nasib ettiği bir kulu asla küçük görmeyin; zira Allah Teâlâ onu hor görmemiştir. Hor görmediğinin delili ise, bu ilmi ona vermiş olmasıdır.80[/COLOR][/SIZE][/FONT][/B] [B][FONT=Century Gothic][SIZE=4][COLOR=teal]İkinci bölüm ise Muamele İlmine aittir. Bu ilim kalbin ahva linden, bu hallerin sabır, şükür, korku, ümid, rıza, zühd, takvâ, kanaat, cömertlik ve bütün bu hallerde Allah'a minnettar olduğunu bilmek; ihsan, hüsn-ü zan, iyi ahlâk, güzel muaşeret, doğruluk ve ihlâs gibi güzel hasletlerden ibarettir.[/COLOR][/SIZE][/FONT][/B] [B][FONT=Century Gothic][SIZE=4][COLOR=teal]Bütün bu hallerin hakîkatlarını bilmek, hududlarmı anlamak ve vesilelerini idrâk etmek, meyvelerini devşirmek, cılız ve zayıf ta raflarını tedâvi ederek kuvvetlendirmek Ahiret İlmi'nden sayılır.[/COLOR][/SIZE][/FONT][/B] [B][FONT=Century Gothic][SIZE=4][COLOR=teal]Bu hallerin kötülerine gelince; fakirlik korkusu, takdir olu nana razı olmamak, hile, düşmanlık, hased, doğru hareket etme mek, riyaset peşinde koşmak, halkın kendisini övmesini beklemek; dünyadan daha fazla lezzet almak kasdıyla uzun zaman yaşamayı dilemek; kibir, riya, gazab, haksız yere böbürlenmek, düşmanlık hisleri taşımak, insanlara buğzetmek, tamahkâr olmak, cimrilik, nüfuz sahibi olmaya çalışmak, iyi konuşan bir insan oluşu do layısıyla bundan kendisine iftihar payı çıkarmak, oburluk, şehvetlerinin emrinde hareket etmek, zenginlere hürmet göster mek, fakirlerle istihza etmek, böbürlenmek, nefsine güvenmek, ak ranlarına üstünlük taslamak, servetle mağrur olmak, hakkı bildiği halde kabul etmemek, mâlâyanî şeylere dalmak, boş ve çok konuşmayı sevmek, şaşkın olmak, halkın görmesi için görülebile cek yerlerini süslemek, dininden tâviz vermek, kibir ve gurura sapmak, nefsindeki ayıpları bırakıp, başkalarının ayıplarıyla meşgul olmak, üzüntü duyma hissini kalbinden söküp atmak, hiç bir şeyden korkmamak, nefsine dokunana hücum etmek, hakkın yardımına koşmamak, düşman olduğu halde düşmanlığını gizle yerek insana dostluk göstermek, Allah'ın vermiş olduğunu geri almak hususunda Allah'ın azabından emin olmak, ibadetlerine güvenmek, hilekârlık ve hainlik yapmak, kandırmak, tûl-i emel, kalp katılığı, dünya varlığı ile sevinmek, dünya varlığını kaybettiği için üzülmek, mahlûkata gönül vermek, merhametsiz olmak, ha fiflik yapmak, aceleci olmak, az hayâ ve az merhamet hissine sâ hip olmak...[/COLOR][/SIZE][/FONT][/B] [B][FONT=Century Gothic][SIZE=4][COLOR=teal]Saydığımız bu sıfatlar ve kalbin bunlara benzer diğer halleri, fuhşiyâtın ekileceği ve mahzurlu diğer hareketlerin serpileceği tarlalardır. Bunların zıddı olan güzel ahlâklar ise, ibadetlerin ve Allah'a yaklaştırıcı diğer fiilleri yapmanın vesilesi ve ana kaynağıdır. [/COLOR][/SIZE][/FONT][/B] [B][FONT=Century Gothic][SIZE=4][COLOR=teal]Bu bakımdan bu hususların sınırlarını, hakikatlerini, sebeplerini, sonuçlarını ve ilaçlarını bilmek, Ahiret ilmi'ni bilmek demektir. Ahiret ulemasının fetvasına göre, bunları bilmek farz-ı ayn'dır. [/COLOR][/SIZE][/FONT][/B] [B][FONT=Century Gothic][SIZE=4][COLOR=teal]Bunların bilinmesinden yüz çevirenler, zahirî ameller den yüz çevirenler nasıl dünya padişahlarının kılıcıyla kahrolu yorsa padişahlar padişahının kahrıyla ahirette helâk olup gide ceklerdir.[/COLOR][/SIZE][/FONT][/B] [B][FONT=Century Gothic][SIZE=4][COLOR=teal]Demek ki fakihler farz-ı ayn konusunda dünyada fayda verip vermediği noktasından hüküm verirler. Yukarıda geçen bazı fay dalı ve güzel sıfatlar ise, ahiretin salâhına bağlıdırlar.[/COLOR][/SIZE][/FONT][/B] [B][FONT=Century Gothic][SIZE=4][COLOR=teal]Şayet bir fakihten bu hususlardan biri hakkında, örneğin ihlas veya tevekkül yahut da riya'dan sorulsa, ihmal edilmesinin ahiret için felaket doğuracağını bildiği halde, bütün bunlar hakkında farz-ı ayn hükmünü veremez. Kalp huzuru içinde bütün bu sıfatları elde etmenin farz-ı ayn olduğunu söyleyemez.[/COLOR][/SIZE][/FONT][/B] [B][FONT=Century Gothic][SIZE=4][COLOR=teal]Bunun yanında fakihlere ilâ, zıhar, yarışma ve atıcılık konu larında soru sorulacak olsa, ciltler dolusu ve zamanları zâyi edici geniş malûmatları önüne seriverir. Oysa fakih aslında bu ince ayrıntıların hiçbirine muhtaç değildir. Şayet bu ince ve geniş tefer ruata ihtiyaç duyulursa, İslâm diyarında bu sahadaki güçlükleri halledecek âlimler mutlaka bulunur. [/COLOR][/SIZE][/FONT][/B] [B][FONT=Century Gothic][SIZE=4][COLOR=teal]Fakihlerin kendilerini bu meselelerde bu kadar zorlamalarına da gerek kalmamış olur. Ama bütün bunlara rağmen fakihler gece gündüz kendilerini bu meseleler üzerinde zorlamakta, en ince noktalarına kadar okuya rak hıfzetmekte, din konusunda kendileri için çok daha önemli olan meseleleri ise unutmaktadırlar.[/COLOR][/SIZE][/FONT][/B] [B][FONT=Century Gothic][SIZE=4][COLOR=teal]Bir fakihe bu meselelere neden bu kadar ihtimam gösterdiği sorulacak olsa, 'Bunlar din ilmidir ve bilinmesi farz-ı kifaye dir. Bu nedenle bunları öğrenmek için didindim, ihtimam gösterdim ve zamanımın çoğunu buna hasrettim' diye cevap verir.[/COLOR][/SIZE][/FONT][/B] [B][FONT=Century Gothic][SIZE=4][COLOR=teal]Fakih bu sözüyle hem kendisim ve hem de başkalarını bunları ince mesele kabul etmek suretiyle aldatmaktadır. Zeki bir insan hemen anlar ki, şayet fakihin gayesi farz-ı kifaye hakkında İslâm'ın emrini hakkıyla edâ etmek olsaydı, farz-ı kifâye'den önce farz-ı ayn olan ilimlere ihtimam gösterir, bu tür bir farz-ı kifâye yerine, gereğini çok az insanın yaptığı daha nice farz-ı kifâyeler üzerinde, daha büyük bir titizlikle dururdu. Örneğin nice İslâm beldeleri var ki; o beldelerde sadece gayr-i müslim doktorlar görev yapmaktadırlar. [/COLOR][/SIZE][/FONT][/B] [B][FONT=Century Gothic][SIZE=4][COLOR=teal]Oysa gayr-i müslim doktorların tıb ile alâkalı dâ valarda, hukuken şahidlik yapma hakları bile yoktur. Böyle olduğu halde, nedense hiçbir fakihin farz-ı kifâye olan ve gayr-i müslimle rin elinde bulunan tıb ilmine ilgi duyduğunu görmüyoruz. Hepsi de fıkıh ilminde, özellikle bu ilmin hilâfiyat ve cedel kısımları üzerinde yoğunlaşmaktadırlar. Halbuki İslâm beldelerinde fetva ve ren, olaylara göre gerekli cevapları verebilecek kabiliyette nice fakihler bulunmaktadır.[/COLOR][/SIZE][/FONT][/B] [B][FONT=Century Gothic][SIZE=4][COLOR=teal]Keşke fakihlerin/din âlimlerinin toplum tarafından icra edilen farz-ı kifâyeler ile meşgul olup, hiç kimsenin alâka duymadığı farz-ı kifâyeleri niçin ihmal ettikleri bir anlaşılabilse![/COLOR][/SIZE][/FONT][/B] [B][FONT=Century Gothic][SIZE=4][COLOR=teal]Acaba bunun sebebi, tıb ilmiyle vakıflar tevellisine, vasiyetler memurluğuna, yetim malının bakıcılığına ulaşamaması, kadılık ve memuriyetin diğer kademelerini elde edememesi olabilir mi?[/COLOR][/SIZE][/FONT][/B] [B][FONT=Century Gothic][SIZE=4][COLOR=teal]Tıb ilmiyle meşgul olan bir kimse ne zaman akranlarından daha üstün olabilmiş ve sevmediklerini ezme kuvvetini elde etmek imkânı bulabilmiştir?[/COLOR][/SIZE][/FONT][/B] [B][FONT=Century Gothic][SIZE=4][COLOR=teal]Ne yazık ki kötü âlimlerin kötü davranışları yüzünden din ilmi ortadan kalktı. Bu konuda müslümanların yardımcısı ancak Allah Teâlâ kalmıştır. Sadece O'na sığmıyor, O'ndan bizi, kendi sini gazaba getiren ve şeytanın gülmesine vesile olan gururdan muhafaza etmesini diliyoruz![/COLOR][/SIZE][/FONT][/B] [B][FONT=Century Gothic][SIZE=4][COLOR=teal]Zâhir ulemasının müttaki olanları, kalp erbabının ve bâtın ulemasının faziletini daima tasdik ederlerdi. Örneğin İmam Şâfiî, Şeybân-ı Râî'nin huzurunda mektep sıralarında oturan çocuklar gibi oturur, ona sorular yöneltirdi.81 Şeybân da bu sorulara gerekli cevapları verirdi. [/COLOR][/SIZE][/FONT][/B] [B][FONT=Century Gothic][SIZE=4][COLOR=teal]İmam Şâfiî'nin bu durumunu hazmedemeyen birtakım âlimler kendisine şu ihtarda bulundular: 'Senin gibi bir âlim nasıl olur da Şeybân-ı Râi isimli bir çobana sualler sorar ve aldığı cevapları muteber kabul ederek yararlanır?' İmam Şâfiî bu itirazcılara şöyle cevap vermişti: 'Bizim ihmal ederek gafil bulunduğumuz ilimlere bu zat bütünüyle muttali olmuştur'.[/COLOR][/SIZE][/FONT][/B] [B][FONT=Century Gothic][SIZE=4][COLOR=teal]Ahmed b. Hanbel ve Yahya b. Main,82 Mâruf-u Kerhî'nin soh betine sık sık katılırlardı. Halbuki Mâruf, zâhir ilminde bu iki zâtın mertebesine asla çıkamamıştı. Bu iki zat buna rağmen Mâruf-u Kerhî'ye sorular sorarak ilminden istifade etmeye çalışırlardı. Nasıl böyle olmasın? Hz. [/COLOR][/SIZE][/FONT][/B] [B][FONT=Century Gothic][SIZE=4][COLOR=teal]Peygambere 'ey Allah'ın Rasûlü! Bir olayla karşılaşır ve onu Allah'ın Kitabı ile senin sün netinde bulamazsak nasıl hareket edelim?' diye sorduklarında, o şöyle buyurmuştu.[/COLOR][/SIZE][/FONT][/B] [B][FONT=Century Gothic][SIZE=4][COLOR=teal]Sâlihler'e sorun, o hususu sâlihlere danışın!83[/COLOR][/SIZE][/FONT][/B] [B][FONT=Century Gothic][SIZE=4][COLOR=teal]Nitekim bu hikmete binaen şöyle denilmiştir: 'Zâhir âlimleri yeryüzünün ve saltanatın süsleridir. Bâtın âlimleri ise göklerin ve melekût âleminin süsleridir'.[/COLOR][/SIZE][/FONT][/B] [B][FONT=Century Gothic][SIZE=4][COLOR=teal]Cüneyd-i Bağdâdî84 şöyle anlatır: Şeyhim Sırrî es-Sakatî85 bırgün bana şöyle dedi: Benim meclisimden çıktığında kimin mec lisine gideceksin?' 'Ben de şöyle cevap verdim: 'Hâris el-Muhâsibî'nin86 meclisine gideceğim'. 'Çok güzel, onun [/COLOR][/SIZE][/FONT][/B] [B][FONT=Century Gothic][SIZE=4][COLOR=teal]meclisine git. Onun ilminden ve edebinden istifade et. [/COLOR][/SIZE][/FONT][/B] [B][FONT=Century Gothic][SIZE=4][COLOR=teal]Fakat onun kelâm hakkındaki fikirlerini ve kelâmcılara yaptığı hücumları sen ken dine mâl etme'. Bu sözü söyledikten sonra, ben çıkmak için dav randım. Arkamdan şunları söyledi: 'Allah Teâlâ seni önce hadîs ilmiyle nûrlandırsın sonra sûfi yapsın. Önce sûfi sonra muhaddis yapmasın!' Sözü edilen zat, bu sözüyle; hadîs ilmini tahsil ettikten sonra tasavvufa dalan kimselerin felâh bulduğuna, hadis ilmini öğrenmeden tasavvufa dalan kimselerin ise kendilerini tehlikeye attıklarına işâret etmiştir.[/COLOR][/SIZE][/FONT][/B] [B][FONT=Century Gothic][SIZE=4][COLOR=teal]İlimler bölümünde Kelâm ve Felsefe İlmi ni zikredip, bu iki ilmin iyi veya kötü taraflarından niçin söz etmediğimi soracak olursanız, şöyle cevap veririm: Kelâm ilminin ortaya koyduğu de lillerden istifade edilir. Ancak bu delillerin bütünü Kur'an ve had îslerde bulunmaktadır. [/COLOR][/SIZE][/FONT][/B] [B][FONT=Century Gothic][SIZE=4][COLOR=teal]Kur'an ile hadîslerin dışına çıkmış deliller ise, ya bu iki kaynakta varolduğu farzedimiş cedel'dir ki bu bid'at sayılır (Bu hususa daha ilerideki bölümlerde temas edeceğiz) veya fırkaların birbirlerini tenkid ederken çıkardıkları gürültüdür ya hut fırkaların çoğunun hezeyandan ibaret olan ve insan mizacının nefret ettiği, kulakların duymak istemediği birtakım sözlerini uzun uzadıya bahis konusu etmesidir. Bu sözlerden bazıları din ile hiçbir ilgisi olmayan konulara dalmaktan ibarettir. Selef-i Sâlihîn zamanında bunların hiçbiri selefin yaptığı bir iş değildi. Bunlara dalmak tamamen bid'at sayılmaktaydı. Fakat zamanımızda bu kanaat değişmiştir. Zira Kur'an ve Sünnet'e yönelme isteğinden insanları çeviren bid'atlar ortalığı doldurdu. Bu türden eserler yazıp ortalığı dolduran fırkalar türedi. Bunlar İslâm ülkelerini doldurdu!... [/COLOR][/SIZE][/FONT][/B] [B][FONT=Century Gothic][SIZE=4][COLOR=teal]Selef-i Sâlihîn zamanında konuşulması yasak olan bu lâflardan bahsetmek, günümüz âlimlerinin ruhsatıyla bir moda halini aldı. Kelâm İlmi'nin, bid'atçıların bid'at propogandalarmı durdurmak için ihtiyaç duyulan kısımları farz-ı kifâyelerden oldu. Tabiî bu da gelecek bölümde zikredeceğimiz gibi belirli bir sınıra kadardır.[/COLOR][/SIZE][/FONT][/B] [B][FONT=Century Gothic][SIZE=4][COLOR=teal]Felsefe'ye gelince: Felsefe başlı başına bir ilim değildir. [/COLOR][/SIZE][/FONT][/B] [B][FONT=Century Gothic][SIZE=4][COLOR=red]Çünkü Felsefe de dört bölümden meydana gelen bir ekoldür.[/COLOR][/SIZE][/FONT][/B] [B][FONT=Century Gothic][SIZE=4][COLOR=red]1. Hendese ve Hesâb İlmi[/COLOR][/SIZE][/FONT][/B] [B][FONT=Century Gothic][SIZE=4][COLOR=teal]Bu iki ilim daha önce de bildirdiğimiz gibi mübahdır. Ancak bu ilimler vasıtasıyla haddi tecavüz ederek harama girmesi muhte mel olan kimselerin bu ilimlerle uğraşmaları yasaktır; zira bu iki ilmi tahsil edenlerin çoğu hududu aşmış ve bid'atlara sapmışlardır. Zayıf kimselerin bu ilimlerle uğraşmaktan mene dilmeleri, bu iki ilimin bizatihi haranı olmalarından değil, o kim selerin zayıf olmalarındandır. Bu tıpkı yüzme bilmeyen bir çocuğun dere kenarına bırakılmaması veya yeni müslüman olan bir kimsenin İslâm dininden dönmemesi için kâfirlerle teşrik-i mesâi etmesinin yasaklanması gibidir. Aslında imanı kuvvetli olan kimsenin, kendiliğinden eski arkadaş ve dindaşlarıyla alâ kasını kesip, onlarla birlikte olmayı kendisine yasak edeceği açıktır.[/COLOR][/SIZE][/FONT][/B] [B][FONT=Century Gothic][SIZE=4][COLOR=red]2. Mantık İlmi[/COLOR][/SIZE][/FONT][/B] [B][FONT=Century Gothic][SIZE=4][COLOR=teal]Mantık İlmi delilin şartlarından ve mahiyetinden bahseder. Delilin şartlarını ve târifini bildirir. Bn iki konuda da Kelâm İlmine dahildir.[/COLOR][/SIZE][/FONT][/B] [B][FONT=Century Gothic][SIZE=4][COLOR=red]3. ilâhiyat İlmi[/COLOR][/SIZE][/FONT][/B] [B][FONT=Century Gothic][SIZE=4][COLOR=teal]İlâhiyat İlmi Allah'ın zâtından ve sıfatlarından bahsetmekte dir. Bu ilim de Mantık İlmi gibi Kelâm'a dahildir. [/COLOR][/SIZE][/FONT][/B] [B][FONT=Century Gothic][SIZE=4][COLOR=teal]Felsefeciler bu ilimlerden ayrı bir bölüm meydana getirememişlerdir. Ancak bir kısmı küfür, bir kısmı da bid'at olan birtakım mezheplerin doğmasına sebep olmuşlardır.[/COLOR][/SIZE][/FONT][/B] [B][FONT=Century Gothic][SIZE=4][COLOR=teal]Felsefecilerin durumu tıpkı i'tizal ekolünün başlıbaşına bir ilim olmadığı halde, kelâmcı, müdekkik ve mütefekkirlerden bir grup mutezilî âlimin birtakım bâtıl inançlar ortaya atıp, bu fikir lerle insanların düşüncelerini bulandırmalarına benzer.[/COLOR][/SIZE][/FONT][/B] [B][FONT=Century Gothic][SIZE=4][COLOR=red]4. Tabiat (Fizik) İlmi[/COLOR][/SIZE][/FONT][/B] [B][FONT=Century Gothic][SIZE=4][COLOR=teal]Bu ilim, bir kısmıyla şeriat ilmine ve hak dine ters düşmektedir. Bunun esası cehalete dayanmaktadır. Bu nedenle ilim değildir ki ilim sınıfına dahil olabilsin.[/COLOR][/SIZE][/FONT][/B] [B][SIZE=4][FONT=Century Gothic][COLOR=teal]Tabiat îlmi'nin bir bölümü de varlıkların sıfatlarından, husu siyetlerinden, nasıl değişim geçirdiklerinden ve nasıl başka şeylere dönüşeceğinden bahseder. [/COLOR][/FONT][/SIZE][/B] [B][FONT=Century Gothic][SIZE=4][COLOR=teal]Bunlardan bahseden bölüm, doktorların düşüncelerine benzemektedir. Ancak doktor, kendisini tamamen insan bedenini incelemeye vakfettiğinden, sadece insan vücuduna bakıp, onun hasta veya sıhhatli olup olmadığını teşhis eder. Tabiatçılar ise, bütün cisimlere bozulmaları veya başka türlü ha reket etmeleri açısından bakarlar. Tıb ilmi bu noktada tabiat ilmi nin üstündedir. Çünkü insan sağlığı için tıb ilmi bir ihtiyaçtır.[/COLOR][/SIZE][/FONT][/B] [B][FONT=Century Gothic][SIZE=4][COLOR=teal]Felsefecilerin Tabiat İlmi diye îcad ettikleri ilme insanın hiçbir ihtiyacı yoktur. Zira günümüzde halkın zihnini bid'atçılamı saç malıklarından korumak için farz-ı kifaye olan ilimlerden birisi de Kelâm İlmidir. Kelâm İlmi 'nin farz-ı kifaye ilimlerden sayılması, tıpkı yol kesicilerin ortaya çıkması nedeniyle hac yolunda koruyu cuların bulunmasının şart olmasına benzer. Şayet hacca gidenle rin yolunu kesenler ortaya çıkmasaydı, bu koruyuculara da ihtiyaç kalmaz; hac yolunu para mukabilinde emniyete alan koruyucu ların istihdam edilmesi gereği böylelikle ortadan kalkmış olurdu. Tıpkı bunun gibi bid'atçiler de hezeyanlarını terketselerdi, sahabe-i kirâm zamanında kullanılan deliller yeterli olacaktı. Böyle olunca da kelamcıların kullandığı delillere ihtiyaç kalmayacaktı.[/COLOR][/SIZE][/FONT][/B] [B][FONT=Century Gothic][SIZE=4][COLOR=teal]Bu bakımdan kelâmcılar, kendilerinin dindeki yerlerinin ne olduğunu iyi bilmelidirler. Bilmelidirler ki, kendilerinin dindeki yerleri, hac yolunun koruyucularının sahip oldukları mevki gibi dir.[/COLOR][/SIZE][/FONT][/B] [B][FONT=Century Gothic][SIZE=4][COLOR=teal]Bir koruyucu kendisini her ibadetten âzad ederek, yalnız koru yucu sıfatıyla hacca gittiğinde, nasıl hacılardan sayılmaz ise; bir kelâmcı da ahiret amellerini bırakıp, kendisini sadece münazara ve müdafaacı olarak görürse, kalbini yoklayıp kendisini ıslah etmediği takdirde din âlimlerinden sayılmaz.[/COLOR][/SIZE][/FONT][/B] [B][FONT=Century Gothic][SIZE=4][COLOR=teal]Kelâmcının ele aldığı meseleler herkesin ortak olduğu dinin inanç bölümüdür. Bu, kalp ile dilin zahirî amellerinden bir bö lümdür. Kelâmcınm halk tabakasından ayrılması, koruyuculuk yapmasından kaynaklanmaktadır. Allah'ın sıfatlarının ve fiilleri nin bilinmesi ve Mükâşefe İlminde işaret ettiğimiz ahiret yolunun ilmi, hiçbir surette Kelâm ilmiyle uğraşmak suretiyle bilinmez. Hatta denebilir ki Kelâm İlmi bunları öğrenmenin önüne bir perde çeker ve onları bilmekten insanı alıkoyar.[/COLOR][/SIZE][/FONT][/B] [B][FONT=Century Gothic][SIZE=4][COLOR=teal]Bu makamlara varmak için hidayetin başlangıcı olan ve ne fisle yapılması lâzım gelen mücahede lâzımdır. Nitekim Allah Teâlâ Kur'an'da bu hakikatı şöyle ifade buyurmaktadır:[/COLOR][/SIZE][/FONT][/B] [B][SIZE=4][FONT=Century Gothic][COLOR=teal]Biz, bizim yolumuzda cehd edenlere elbette yollarımızı gös teririz. Muhakkak ki Allah iyilik yapanlarla beraberdir![/COLOR][/FONT][/SIZE][/B] [B][SIZE=4][FONT=Century Gothic][COLOR=teal](Ankebût/69)[/COLOR][/FONT][/SIZE][/B] [B][FONT=Century Gothic][SIZE=4][COLOR=teal]'Kelâmcının derecesini sadece halkın inancını bid'atçıların ta sallutundan kurtarma derekesine düşürüp; sadece hacıların eşyalarını ve canını eşkıyaların elinden kurtarmak vazifesiyle is tihdam edilen hac koruyucusu gibi mütalâa ederek, kelâmcıyı da halkın inancını korumakla mükellef bir koruyucu kabul ettiniz. Bununla beraber fakihin derecesini de sultanın, zâlimlerin şerrinden halkı korumada kullanacağı kanunları hıfzetmek ola rak beyan ettiniz. Bu iki mertebe ise din ilmine nisbetle düşük mertebelerdir. Halbuki ümmet-i Muhammed'in fazilet ve şöhret sahibi kimseleri fakihler ile kelâmcılardır. [/COLOR][/SIZE][/FONT][/B] [B][FONT=Century Gothic][SIZE=4][COLOR=teal]Fakihler ve kelâmcılar Allah nezdinde en faziletli kimseler olduklarına göre, nasıl oluyor da on ları din ilmine nisbetle çok düşük olan şu mertebeye düşürüyorsunuz?' diyecek olursanız, size şöyle cevap veririz: Hakkı şahıslarla bilenler sadece dalâlet bataklığının içine yuvarlanmış şaşkın kimselerdir. Eğer hak yolun yolcusu iseniz önce hakkı bilmeniz gerekir ki, o hakkı temsil edenleri de bilesiniz. [/COLOR][/SIZE][/FONT][/B] [B][FONT=Century Gothic][SIZE=4][COLOR=teal]Zaten böyle yapmak sizin vazifenizdir. Eğer taklidî bir yoldan in sanların arasında yalan yanlış şöhret bulmuş derecelere bağlı kalırsanız, unutmayınız ki ashab-ı kirâm ve onların yüksek mer tebesi hiç de sizin zannettiğiniz gibi fıkıh veya kelâma bağlı değildi.[/COLOR][/SIZE][/FONT][/B] [B][FONT=Century Gothic][SIZE=4][COLOR=teal]Ümmetin en faziletli ve meşhur şahısları olarak takdim et meye çalıştığınız kişiler, sahabîlerin bütün ümmetten daha faziletli ve üstün derecelere sahip olduklarını ikrar ediyorlar ve hiç kimsenin dinde ashab-ı kiramın vardığı zirveye varamayacağına inanıyorlardı.[/COLOR][/SIZE][/FONT][/B] [B][FONT=Century Gothic][SIZE=4][COLOR=teal]Ümmet içerisinde hiç kimse, ashab-ı kirâmın bu yolda hava landırdıkları toz ve dumanı yarıp geçerek onların varmış oldukları yüce makamlara erişemez. Bütün bu hakîkatlarla birlikte ashabın ileride olmaları ne Kelâm ilmi'ne ve ne de Fıkıh ilmi'ne bağlı olmuştur. Onların yüceliği sadece Ahiret îlmi'ne ve ahiret ilminin yolculuğuna bağlıdır.[/COLOR][/SIZE][/FONT][/B] [B][FONT=Century Gothic][SIZE=4][COLOR=teal]Ebubekir Sıddîk (r.a) bütün insanlardan üstün olmasını, çok oruç tutmak, çok namaz kılmak, çok hadîs rivayet etmek, fetva il mini çok bilmek ve Kelâm İlmi'ne dalmakla kazanmış değildir. O zâtın bu büyük mertebeyi elde etmesine sebep, kalbinde yerleşen sarsılmaz imanıdır. Bunu böyle kabul etmeye mecburuz. Nitekim rasûllerin serdârı ve iki cihanın serveri ve bütün kâinatın önderi Hz. Muhammed Mustafa da (s.a) Hz. Ebubekir'in üstünlüğüne bu noktada şehadet etmiştir.87[/COLOR][/SIZE][/FONT][/B] [B][FONT=Century Gothic][SIZE=4][COLOR=teal]O halde Hz. Ebubekir'i bu yüce makama eriştiren sırrı iyice araştır; zira onu bu yüce mertebelere çıkaran sır, paha biçilmez bir mücevher ve değeri bulunmaz bir incidir.[/COLOR][/SIZE][/FONT][/B] [B][FONT=Century Gothic][SIZE=4][COLOR=teal]İnsanların çoğunun ittifakıyla açıklanması uzun sürecek olan birtakım sebep ve vesilelere dayanarak büyük sayılanların bü yüklüğünü bir kenara bırakınız; zira Allah'ın Rasûlü (s.a) rabbine kavuştuğu zaman, binlerce sahabî vardı ve hepsi de Allah'ı bilen âlim kişilerdi. Allah Rasûlu nün diliyle övülmüşlerdi. Halbuki iç lerinde kelâmcıların mesleğini bilen hiç kimse yoktu. On küsûru müstesna fetva vermeye kimse heveslenip ileri atılmamıştı. Fetva verenlerden biri olan İbn Ömer'den88 bir fetva sorulduğu zaman, o fetvayı soran kimseye 'Halkın idaresini omuzlarına almış emîrin yanına git. [/COLOR][/SIZE][/FONT][/B] [B][FONT=Century Gothic][SIZE=4][COLOR=teal]Bu fetvanın mes'uliyetini onun omuzlarına yükle' derdi. İbn Ömer bu sözüyle, meseleler ve ahkâmlar hakkında fetva vermenin velayet ve saltanat vazifesi olduğuna işaret etmiş oluyordu.[/COLOR][/SIZE][/FONT][/B] [B][FONT=Century Gothic][SIZE=4][COLOR=teal]Hz. Ömer vefat ettiği zaman İbn Mes'ud şöyle buyurdu: İlmin onda dokuzu öldü'.89 Bunun üzerine İbn Mes'ud'a şöyle soruldu: 'Sahabe-i kirâmın büyükleri hayatta iken, sen bu sözü nasıl söyler sin?' O şöyle cevap verdi: 'Ben fetva ve ahkâm ilmini kastetmedim. Benim gayem Allah'ı bildiren ilimdir'.[/COLOR][/SIZE][/FONT][/B] [B][FONT=Century Gothic][SIZE=4][COLOR=teal]İbn Mes'ud'un 'Onda dokuzu gitti' dediği ilme niçin talip ol muyorsunuz? Neden bu ilmin öğrenilmesine taraftar değilsiniz? Kelâm ve Cedel ilminin kapılarını kapatan bizzat Hz. Ömer'di. Sabiğ90 Hz. Ömer'e Kur'an-ı Kerîm'in iki ayetinin arasında tenâ kuz olduğuna dair bir sual sorunca, Hz. Ömer meşhur kamçısıyla Sabiğ'i döverek huzurundan uzaklaştırdı. Bütün ashab-ı kirâma da Sabiğ'den uzak durmalarını tembihliyerek, onunla konuşmamalarını istedi.[/COLOR][/SIZE][/FONT][/B] [B][FONT=Century Gothic][SIZE=4][COLOR=teal]'Âlimlerin meşhurları fakihler ve kelâmcılardır' şeklindeki ifadenize gelince, biliniz ki, Allah nezdinde insana fazilet ka zandıran şey sizin bildiğinizden başka birşeydir.[/COLOR][/SIZE][/FONT][/B] [B][FONT=Century Gothic][SIZE=4][COLOR=teal]Nitekim Ebubekir Sıddîk'm şöhreti, halife oluşu sebebiyle ise de, fazileti kalbinde yerleşmiş olan sırdan ileri geliyordu. Hz. Ömer'in şöhreti siyasetle; fakat fazileti, kendisiyle birlikte giden ilmin onda dokuzu sayesin deydi. Velayetinde, adaletinde ve halka karşı gayet müşfik dav ranmasında Allah'a yakınlık niyeti olduğu için bütün bu faziletleri elde etmiştir. Bu ise Hz. Ömer'in sırrında gizlenmiş bir husustur. Hz. Ömer'in diğer zahirî fiillerine gelince; o fiiller, dünya mertebe sine, nâm ve şöhrete tâlib olan herhangi bir kimsede de görülebilir. Şöhret insanı helâk eden âfetlerden birisidir. Fazilet ise, hiç kim senin kavrayamadığı sır mahiyetinde olan işlerdendir. Fakihler ve kelâmcılar, tıpkı halifeler ve kadılar gibidir. Bunlar da kısımlara ayrılmışlardır.[/COLOR][/SIZE][/FONT][/B] [B][FONT=Century Gothic][SIZE=4][COLOR=teal]1. Onlardan bir kısmı ilmiyle ve fetvalarıyla Allah'ın rızasını elde etmeye, Hz. Peygamberin sünnetini muhafazaya çalışır. Hiçbir zaman ilmiyle gösterişe ve riyaya kaçmaz. Bu niyette olan âlimler, Allah'ın rızasını elde etmeye ehildirler. Onların Allah nezdindeki faziletleri, ilimleriyle amel etmelerinden, Allah'ın ce mâl-i ilâhîsini ilimleriyle ve düşünceleriyle istemelerinden ileri gelir. Çünkü her ilim elde edilen bir ameldir. Her amel ise ilim değildir.[/COLOR][/SIZE][/FONT][/B] [B][FONT=Century Gothic][SIZE=4][COLOR=teal]Doktor, ilmiyle mânen Allah'a yaklaşmaya ehil ve muktedir dir. Ancak bu takdirde ilimden sevap alır. Çünkü onun vasıtasıyla Allah'ın emrini yapmış ve bu emri yapmakla da yücelmiştir.[/COLOR][/SIZE][/FONT][/B] [B][FONT=Century Gothic][SIZE=4][COLOR=teal]Sultan, halk arasına Allah rızasını tahsil etmek için girer. Allah kendisinden razı olur ve büyük sevap kazanır. Onun bu se vabı kazanmasının sebebi, dinî bir vazifeyi yerine getirmiş olması değildir; sadece yapmış olduğu hareketle Allah rızasını kastetmesi kendisine bu sevabı kazandırmıştır.[/COLOR][/SIZE][/FONT][/B] [B][FONT=Century Gothic][SIZE=4][COLOR=red]Allah'a yaklaştırıcı şeyler üç kısma ayrılır:[/COLOR][/SIZE][/FONT][/B] [B][FONT=Century Gothic][SIZE=4][COLOR=red]A. Mücerred ilim. Bu Mükâşefe İlmi dir.[/COLOR][/SIZE][/FONT][/B] [B][FONT=Century Gothic][SIZE=4][COLOR=red]B. Mücerred amel. Sultanın âdil davranması ve insanları ilâhî nizamla idare etmesi gibi.[/COLOR][/SIZE][/FONT][/B] [B][FONT=Century Gothic][SIZE=4][COLOR=red]C. İlim ve amelden mürekkeb olan hareket. Buna Ahiret[/COLOR][/SIZE][/FONT][/B] [B][SIZE=4][FONT=Century Gothic][COLOR=red]Yolunun İlmi denmektedir. Bu halin sahibi hem âlim ve hem de âmildir.[/COLOR][/FONT][/SIZE][/B] [B][FONT=Century Gothic][SIZE=4][COLOR=teal]Kendinize şöyle bir bakın! Acaba kıyamet gününde ilâhî âlim ler hizbinden veya Allah'a amel edenler hizbinden veya her ikisi nin de dahil olduğu hizibden misiniz? Şayet her ikisinin de dahil olduğu hizibden iseniz, her iki grubun meziyetlerinden de pay almış olursunuz. Bu ise mücerred ilmin kör mukallidi olmaktan daha iyidir sizin için. Nitekim şöyle denilmiştir: 'Gördüğünü al, işittiklerini bırak! Güneşin yüzünde seni zuhal yıldızına muhtaç ettirmiyen bir berraklık vardır'.[/COLOR][/SIZE][/FONT][/B] [B][FONT=Century Gothic][SIZE=4][COLOR=teal]Bütün bunlara ilâve olarak, ileride geçmiş fakihlerin güzel hal lerinden bahsettiğimiz zaman görülecektir ki, onlara uyduğunu söyleyenler onlara zulmetmişlerdir. Kıyamet günü en büyük hasımları onlar olacaktır. Zira Selefin fakihleri, ilimleriyle ancak Allah'ın cemâline kavuşmayı kastetmişlerdi. [/COLOR][/SIZE][/FONT][/B] [B][FONT=Century Gothic][SIZE=4][COLOR=teal]Âhiret âlimlerinden olduklarını halleri ispatlamıştır. Bu gerçek, Âlimlerin Alâmetleri bahsinde açıklığa kavuşturulacaktır. Çünkü Selef yalnız Fıkıh ilmiyle meşgul olup ondan gayri herşeyi terketmiş değildi. Aynı zamanda Kalp İlmiyle meşgul olup kalplerini de murakabe ederlerdi. [/COLOR][/SIZE][/FONT][/B] [B][FONT=Century Gothic][SIZE=4][COLOR=teal]Fakat kalp ilmi hakkında kitap yazmak ve onu okutmaktan Selefi meneden sebep, ashab-ı kiramı Fıkıh konusunda kitap yaz mak ve okutmaktan meneden sebebin tâ kendisidir.[/COLOR][/SIZE][/FONT][/B] [B][FONT=Century Gothic][SIZE=4][COLOR=teal]Sahabe-i kirâmın her biri, fetva ilminde müstakil birer fakih durumunda idiler. Onları bu konuda yazmaktan ve okutmaktan meneden âmiller kesinlikle bilinmektedir. O âmilleri bir kere daha burada zikretmeye lüzum yoktur. [/COLOR][/SIZE][/FONT][/B] [B][FONT=Century Gothic][SIZE=4][COLOR=teal]Fakat biz, İslâm fakihlerinin du rumundan bir nebzecik olsun bahsedelim; edelim ki, bizim sözü müzün onlara değil, kendini Fıkıh ilmi'ne bağlı olarak gösteren ve fakat ahlâk bakımından Fıkıh ilmi'nin ve o ilmin büyüklerinin yo lundan ayrılanlara ait olduğu anlaşılsın! Aksi takdirde bizim bü yük fakihlere dil uzattığımız vehmi uyanabilir zihinlerde...[/COLOR][/SIZE][/FONT][/B] [B][FONT=Century Gothic][SIZE=4][COLOR=red]Fıkıh İlmi'nin kutubları ve bu ilimle halka doğru yolu gösteren mezhep sahipleri şu beş büyük zâttır:[/COLOR][/SIZE][/FONT][/B] [B][FONT=Century Gothic][SIZE=4][COLOR=red]1. İmam Şafiî[/COLOR][/SIZE][/FONT][/B] [B][SIZE=4][FONT=Century Gothic][COLOR=red]2. İmanı Mâlik[/COLOR][/FONT][/SIZE][/B] [B][SIZE=4][FONT=Century Gothic][COLOR=red]3. Ahmed b. Hanbel[/COLOR][/FONT][/SIZE][/B] [B][SIZE=4][FONT=Century Gothic][COLOR=red]4. İmam A'zam Ebu Hanife (Nûman b. Sâbit)[/COLOR][/FONT][/SIZE][/B] [B][SIZE=4][FONT=Century Gothic][COLOR=red]5. İmam Süfyan es-Sevrî[/COLOR][/FONT][/SIZE][/B] [B][FONT=Century Gothic][SIZE=4][COLOR=teal]Allah, bu âlimlerin cümlesinden razı olsun! Bunların her biri âbid, zâhid, ahiret ilimlerini bilen, dünyada halkın maslahatı ile ilgili mevzularda hâkim ve fıkıhta gösterdikleri çalışmalar ile Allah'ın cemâlini görmeyi kasteden kimselerdi.[/COLOR][/SIZE][/FONT][/B] [B][FONT=Century Gothic][SIZE=4][COLOR=teal]Yukarıda zikrettiğim hasletler, onların sadece beş hasletini ifade etmektedir. Onların çok daha fazla müsbet hasletleri vardır. Günümüzün fakihlerine gelince; onlar bu beş hasletin ancak birinde onlara tâbi olmuşlardır. Bu haslet de kolları sıvayıp çok mü balâğalı bir şekilde fıkıh ilminin meşgul olduğu sahaya girip, te ferruata ait meselelere dikkatli bir şekilde eğilmeleridir. Halbuki ahirette işe yarayan hasletle, geride kalan dört haslettir. Günümüzün fakihleri tarafından titizlikle yapılan bu haslet ise, hem dünyaya ve hem de ahirete yarayabilir. Şayet bu hasletten sa dece ahiret kastedilmişse, dünya için olan yararı zayıflar. Bizim zamanımızdaki fakihler kollarını sıvayıp yalnızca bu haslete sarılmışlar ve o hasletle mübarek imamların yolunda olduklarını iddia etmişlerdir. Ne var ki meleklerle demirciler arasında bir kıyaslama yapmak mümkün değildir.[/COLOR][/SIZE][/FONT][/B] [B][FONT=Century Gothic][SIZE=4][COLOR=teal]Biz şimdilik o mübarek imamların günümüzün fakihleri ta rafından terkedilen hasletlerine delâlet eden durum ve hallerini zikredeceğiz. Fıkıh ilmindeki bilgilerine ise, delil getirmeye ihtiyaç yoktur. Çünkü bu bilgide zirveye çıktıkları zaten herkesin malûmudur.[/COLOR][/SIZE][/FONT][/B] [B][FONT=Century Gothic][SIZE=2][COLOR=black]64) İbn Mâce, (Enes b. Mâlik'ten)[/COLOR][/SIZE][/FONT][/B] [B][SIZE=2][FONT=Century Gothic][COLOR=black]65) İbn Adiy ve Beyhakî, (Enes'ten); Taberânî, (İbn Abbas ve İbn Mes'ud'dan)[/COLOR][/FONT][/SIZE][/B] [B][SIZE=2][FONT=Century Gothic][COLOR=black]66) Buharî, Müslim, Tirmizî, (İbn Ömer'den)[/COLOR][/FONT][/SIZE][/B] [B][SIZE=2][FONT=Century Gothic][COLOR=black]67) İmam Gazâlî Şafiî mezhebinden olması nedeniyle hac ibadetini tehiri mümkün bir farz olarak ifade etmiş ve rükûnlarının bilinmesinde aceleye lüzûm olmadığını söylemiştir. Nitekim Hanefî mezhebinden İmam[/COLOR][/FONT][/SIZE][/B] [B][SIZE=2][FONT=Century Gothic][COLOR=black]68) Beyhakî, Şuah'il-İman; Bezzar ve Taberânî, (Enes'ten)[/COLOR][/FONT][/SIZE][/B] [B][SIZE=2][FONT=Century Gothic][COLOR=black]69) Buharî, Müslim, (Hz. Ebu Bekir'den)[/COLOR][/FONT][/SIZE][/B] [B][SIZE=2][FONT=Century Gothic][COLOR=black]70) İbn Merduveyh (Abdullah b. Ömer'den); İbn Hibban, Dârekutnî, Hâkim ve Beyhakî, (İbn Mes'ud'dan); Buharî, (Berâ b. Âzib'den)[/COLOR][/FONT][/SIZE][/B] [B][SIZE=2][FONT=Century Gothic][COLOR=black]71) İbn Mâce (Amr b. Şuayb'dan)[/COLOR][/FONT][/SIZE][/B] [B][SIZE=2][FONT=Century Gothic][COLOR=black]72) Müslim, (Usâme b. Zeyd'den)[/COLOR][/FONT][/SIZE][/B] [B][SIZE=2][FONT=Century Gothic][COLOR=black]73) Buharî, Müslim, (Ebu Hüreyre ve Amr b. Ömer'den)[/COLOR][/FONT][/SIZE][/B] [B][SIZE=2][FONT=Century Gothic][COLOR=black]74) Ebu Yusufun künyesi Yakub b. İbrahim'dir. Ebu Hanife'nin talebesidir. el-Hâdî ile Harun Reşid zamanında Bağdad kadılığı yapmıştır. Hicretin 114. yılında doğmuş, 183. yılında Bağdad'da vefat etmiştir.[/COLOR][/FONT][/SIZE][/B] [B][SIZE=2][FONT=Century Gothic][COLOR=black]75) Tirmizî, Nesâî ve İbn Hibban, (Hasan b. Ali'den)[/COLOR][/FONT][/SIZE][/B] [B][SIZE=2][FONT=Century Gothic][COLOR=black]76) Beyhakî, Şuab'il-İman, (İbn Mes'ud'dan )[/COLOR][/FONT][/SIZE][/B] [B][SIZE=2][FONT=Century Gothic][COLOR=black]77) Tirmizî, İbn Mâce ve Hâkim[/COLOR][/FONT][/SIZE][/B] [B][SIZE=2][FONT=Century Gothic][COLOR=black]78) Bu zat Mâbed el-Ezdî'nin oğludur. Sahabe'nin önde gelenlerindendir. hicterin yılında doĞmuş, Rikka'da vefat etmiştir,[/COLOR][/FONT][/SIZE][/B] [B][SIZE=2][FONT=Century Gothic][COLOR=black]79) Ahmed b. Hanbel, Müsned[/COLOR][/FONT][/SIZE][/B] [B][SIZE=2][FONT=Century Gothic][COLOR=black]80) Ebu Âbdurrahman Muhammed b. Hüseyin es-Sülemî, Erbain, (Ebu Hüreyre'den); bkz. Tergib ve Terhib, Bab'ul-ilim[/COLOR][/FONT][/SIZE][/B] [B][SIZE=2][FONT=Century Gothic][COLOR=black]81) Şeyban-ı Râî, salâh ve takvâ ile şöhret bulan âriflerden biridir.[/COLOR][/FONT][/SIZE][/B] [B][SIZE=2][FONT=Century Gothic][COLOR=black]82) Yahya h. Main hicretin 158. yılında doğmuş ve 233. yılında Medine-i Münevvere'de vefat etmiştir.[/COLOR][/FONT][/SIZE][/B] [B][SIZE=2][FONT=Century Gothic][COLOR=black]83) Taberânî, (İbn Abbas'dan)[/COLOR][/FONT][/SIZE][/B] [B][SIZE=2][FONT=Century Gothic][COLOR=black]84) Cüneyd-i Bağdadî'nin künyesi Muhammed b. Cüneyd Nihavendî'dir. Mutasavvıfla-rın ileri gelenlerindendir. Hicretin 298. yılında vefat etmiştir.[/COLOR][/FONT][/SIZE][/B] [B][SIZE=2][FONT=Century Gothic][COLOR=black]85) Künyesi İbn Muğalles b. Hasan'dır. Cüneyd-i Bağdâdî'nin dayısı ve şeyhidir. Mâruf-u Kerhî'nin talebesidir. Hicretin 257. yılında vefat etmiştir.[/COLOR][/FONT][/SIZE][/B] [B][SIZE=2][FONT=Century Gothic][COLOR=black]86) Künyesi Ebu Abdullah el-Hâris b. Esed'dir. Nefsini çokça hesaba çektiğinden dolayı kendisine el-Muhasibi lâkabını takmışlardır. Hicretin[/COLOR][/FONT][/SIZE][/B] [B][SIZE=2][FONT=Century Gothic][COLOR=black]243. yılında vefat etmiştir.[/COLOR][/FONT][/SIZE][/B] [B][SIZE=2][FONT=Century Gothic][COLOR=black]87) Hâkim-i Tirmizî, Nevadir[/COLOR][/FONT][/SIZE][/B] [B][SIZE=2][FONT=Century Gothic][COLOR=black]88) İbn Ömer sahabe-i kirâm'ın asrında fetva veren büyüklerden birisiydi.[/COLOR][/FONT][/SIZE][/B] [B][SIZE=2][FONT=Century Gothic][COLOR=black]Hz. Ömer'in oğludur. Hicretin 74. yılında vefat etmiştir.[/COLOR][/FONT][/SIZE][/B] [B][SIZE=2][FONT=Century Gothic][COLOR=black]89) Ebu Heyseme, Kitab'ul-ilim, (İbrahim b. Abdullah'tan).[/COLOR][/FONT][/SIZE][/B] [B][SIZE=2][FONT=Century Gothic][COLOR=black]90) Sabiğ'in babası ısıl'dır. Temim kabilesindendir. İbn Hasin'e göre Sabiğ b. Şerik diye adlandırılmıştır. Cemel hâdisesinde hazır bulunmuştur. Sık sık Kur'an'ın müteşabih ayetlerinden halka bahsetmekle, halka bunların mâ nâsını sormakla ve bu suretle halkı şüpheye düşürmekle şöhret bulmuştu. Hz. Ömer, Basra valisine bir emirnâme yazıp, Sabiğ'in bu şehre sokulmamasını istemişti.[/COLOR][/FONT][/SIZE][/B] [/QUOTE]
Adı
İnsan doğrulaması
Peygamber Efendimiz a.s.v.'ın kabri nerededir? (Sadece şehir adını küçük harfler ile giriniz)
Cevap yaz
Forumlar
Eğitim ve Kültür
Kütüphane
İslami Kütüphane
İhyau Ulumid-din -- İlim Babı--
Bu site çerezler kullanır. Bu siteyi kullanmaya devam ederek çerez kullanımımızı kabul etmiş olursunuz.
Accept
Daha fazla bilgi edin.…
Üst